90. BÖLÜM

2.7K 338 40
                                    

Ucu bucağı görünmeyen, sanki sonsuza dek uzandığını düşündüren sıranın arka kısımlarında, kollarımla kendimi sarmış bir vaziyette bekliyordum. Buradaki kimseyi tanımıyordum; suratlarında korkmuş ve telaşlı ifadelerin olduğu insanlar, birbirlerini iterek, oradan uzaklaşmanın yollarını arıyorlardı. Bir tanesi bana sertçe çarpınca, dengem bozuldu ve yere kapaklandım.

Daha doğrulamadan, bedenime sağımdan ve solumdan çok sayıda darbe aldım. Dişlerimi sıkıp bağırmamak için kendimi zorladım, bu insanların neyi vardı böyle Tanrı aşkına?

Dizlerimin üzerinde otururken, diğerlerine nazaran daha sakin ve huzurlu görünen bir adamın arkasında bir siluet belirdi.

Yaklaştıkça, onun abanoz siyahı saçlarını ve lacivert renkli gözlerini daha iyi seçer oldum.

“Cathie?” dedi, beni görmüş olduğundan dolayı mutlu olmuş gibi. Fakat sesinde tuhaf bir hüzün vardı. Kollarını uzatıp beni tutmak istedi.

Ama tam o esnada, iki yanımdan uzun boylu figürler yaklaştılar ve beni kollarımdan sıkıca tuttular.

“Hayır!” Chas dehşete kapılmışçasına haykırdı. “Hayır, hayır, hayır… Lütfen!” Beni hızla ondan uzaklaştırdıklarında koşmaya, kalabalığın arasında kendisine yer açmaya çabaladı. “Beni bırakma!” onun bu denli acı çektiğini görmek, beni paramparça etmişti. Adamlardan kurtulmak için çırpındım, rastgele tekmeler savurdum, ancak oralı bile olmamışlardı. Tek gayeleri; beni bir an önce oradan uzaklaştırmak, neler olacağını kestiremediğim o sonla buluşturmaktı.

İnsan güruhunun içinde kolaylıkla hareket edip beni daha tenha bir alana taşıdıklarında, Chas’in bir kez daha bağırdığını işittim. Onu göremiyordum ama sesini başka biriyle karıştırmam imkânsızdı.

“Tanrım!” diye yakardı. “Onu benden alma!”

Sözleri yüreğime dokundu. O kadar çaresizdi ki, bu his ondan kopup benim bedenimde zuhur etti. Tıpkı onun gibi umutsuz hissediyordum kendimi.

Chas’i kaybetmiştim. Öyle olduğunu fısıldıyordu içgüdülerim.

Sevdiğim herkesi kaybetmiştim.

Bir daha hiçbirini göremeyecektim.

Mutsuzluk beni baştan ayağa ele geçirdiğinde, direnmenin bir faydası olmayacağına kanaat getirdim.

Beni zorla ellerinde tutanlara teslim olup başıma gelecekleri kabullendim.


♦♦♦


Devasa ağaçların çevrelediği, muhteşem bir bahçedeydim. Çimler yerde kadife halılar gibi uzanıyordu, çıplak ayağımla attığım her adımda, içimi gıcıklayan bir hisse kapılıyordum. Bedenim gevşemiş, bulunduğum ortamın sıcaklığıyla bir bütün olmuştu.

Başımı kaldırıp gökyüzüne bakınca, iki adet, kızıl Güneş’le karşılaştım. Tam tepemde, aralarında Venüs büyüklüğünde bir gezegenin kolaylıkla sığacağı bir mesafe vardı.

İki Güneş…

İki kızıl Güneş…

Zihnimde bir şeyler kıpırdandı ve gün yüzüne çıkmak isteyen hatıralar ve önceden edindiğim bilgiler birbirleriyle bir yarışa tutuşup önce hangisini anımsamam gerektiğini bana göstermeye koyuldular.

Fakat bunun için çaba sarf etmelerine lüzum yoktu.

Etrafıma bu kez daha dikkatle bakınca, koyu yeşil yaprakların arasından göğe dek uzanan kuleleri gördüm.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now