Bunu isteyerek yapmadığını biliyorum. Yalnızca sana yalan söyleyip de bir sorunum yokmuş gibi davranmayı kabullenemezdim. Bil istedim.

Sakın bu tavrım aramızda bir uçurumun açılmasına sebep olmasın,” bu kez tebessüm ederek bana yaklaştı ve ben de kaçmadım. Uzattığı ellerinden tutup gözlerinin içine baktım. “Geçecek. Ben de bu ikisi gibi bunu rahatlıkla olağan karşılayabileceğim. Tek istediğim; birazcık zaman.”

“Seni anlıyorum, gerçekten,” sahiden de ona hak veriyordum. Ben olsam, ben de aynı şeyleri düşünür ve de hissederdim. Kolay değildi, senelerce anne ve babalarının da ruhlar tarafından aynı muameleye maruz kaldıkları olayın şimdi benim başıma gelmesi, onu beklemediği bir şekilde afallatmıştı. “Ama ben diğerleri gibi değilim Nia, olamam. Öyle olmamak için elimden geleni yapıyorum.

Çok direndim, inan bana. Fakat bu öyle zor ki…

Bir insandan nefes almamasını istemekle eş değer.

Sırf bu yüzden kendimden nefret ediyorum!” ağlamak istemiyordum ama yaşlar yavaş yavaş gözlerimde birikmeye başlamıştı. “Arkhael’den, kaderimden… Onunla ve soyuyla aramda bağlantı kuran her şeyden… Hatta istemese bile, başka bir seçeneği olmadığını bilmeme karşın bir melez olarak doğmamı sağlayan o hiç tanımadığım annemden bile!”

Öfkeyle titrediğimi hisseden Dan, bir kolunu omuzlarıma dolayıp bana sarıldı. Chas herhangi bir temasta bulunmamıştı ama o da bakışlarıyla bana bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Sanki gözleri kalbimde filizlenen acının üstünü örtmek ve beni o bunalımdan çekip kurtarmak ister gibi bakıyordu bana.

“Hey!” Dan dudaklarımın aşağı doğru kıvrıldığını görünce parmaklarını çenemin altına yerleştirip başımı kaldırdı ve onunla göz göze geldim. “Tüm bu olanlar senin suçun değil.

Bu yüzden artık kendini suçlamayı bir kenara bırak.

Haydi bakalım prenses, şu askerlerini yolla adalarına da iyice çığırlarından çıkmadan geri bize dönebilsinler. Onlara gerçekten de ihtiyacımız var.”

Başımı sallayıp bu konuyu burada kapatmak istemelerine saygıyla yaklaştım. Hem zaten uzatsam ne olacaktı ki? Kendime acımak ve sinirlenmek dışında elime hiçbir şey geçmezdi. Savaş arefesindeyken de bir de böyle bir şeyle uğraşmanın bana hiç mi hiç yararı dokunmazdı.

Artık ezberlenmiş hareketlerle depoya girdik ve üst kata çıkıp o devasa kapıyı araladık. Ruhlar beni karşılarında gördüklerinde inanılmaz bir coşkuyla üzerime doğru hareketlendiler. Korkmadım desem, yalan olurdu, çünkü hepsinin – Zheck de onlara dâhildi – başımda dikilmesi beni hayli ürkütmüştü.

“Size bir haberim var,” derken resmen cırladım. Bir an evvel toparlanıp onlara patronun kim olduğunu sahiden de göstermem gerekiyordu. “Gölge Adası yeniden eski konumuna döndü.

Geçitler aktif durumda.

Bundan böyle sizleri oraya gitmekten hiçbir şey alıkoyamayacak.”

Hepsi aynı anda sevinç naraları attılar. Hatta bazıları olayı abartıp dev odanın içinde deli gibi koşturmaya bile başladı. Elimi havaya kaldırdığımdaysa, kendilerini hareketsiz kılacak şekilde dimdik durmaya zorladılar.

“Şimdi sizden isteğim; adaya geri dönmeniz.

Hepinizi birden serbest bırakacağım. Gidin ve Gölge Adası’nda bir müddet dinlenin.

Fakat sizleri geri çağırdığımda, her birinizin eksiksiz olarak buraya tekrar dönmesini istiyorum, anlaşıldı mı?”

Hevesle başlarını salladılar. Sanırım içinde bulundukları durum onları bir an önce buradan gitmeye teşvik ediyordu. Her ne kadar tasvip etmesem de, onlara hak veriyordum, zira açlığın ne demek olduğunu bizzat yaşayıp görmüştüm.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now