Silvara…

Gümüş Saray…

Gölge – Ruh kralı Arkhael’in sarayı…

Bir saniye! Ben Gölge Adası’na mı gelmiştim?

Aniden kapıldığım korkuyla koşmaya başladım. Buradan gitmem gerekiyordu, az önce beni esir alan adamlarla bile baş başa kalmaya razıydım, yeter ki buradan bir an evvel kurtulabileyim.

Bahçenin sonuna yaklaştığım sırada, ansızın havada bir sirkülasyon oluştu. Az önceki dingin havanın yerini her yanımdan kamçı gibi vuran, sert bir rüzgâr almıştı. Gözlerimin önünde uçuşan saçlarımı geri çekip bahçeden çıkmaya niyetlenmiştim ki, karşımda bir duvar belirdi ve ben ona çarpmamak için birkaç adım geriye zıpladım.

Sert bir şeye çarpar çarpmaz dengem bozuldu ve bu kez öne doğru devrildim. Neyse ki kendimi çabucak toparlayabilmiştim, yeniden iki ayağımın üzerinde durduğumda, görebildiğim tek şey; bir çift yeşil kürecik oldu.

O kadar yakınımdaydı ki; nefesim kesildi, vücudumun pek çok noktası benden bağımsız seğirmeye başladı.

Ve korku içimdeki ateşle birlikte körüklenip her tarafımı sardı.

“Alworiel,” dedi o içe işleyen sesiyle. Kurnaz bir ifadenin gelip yerleştiği gözleri aniden alevlendi. “Dünya’dan bu kadar çabuk bıkıp yurduna geri döndün demek?”

Konuşabileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden geri geri giderken başımı iki yana salladım. Arkhael ise avını köşeye sıkıştırma arzusuyla yanıp tutuşan bir avcı gibi üzerime geldi. Onun uzun, gösterişli bedeninin karşısında kendimi minicik hissettim.

“Tahmin ettiğimden de çabuk buldum seni. Hem de kendi ayaklarınla bana geldin? Ne o, sahte babacığından usandın mı artık?”

“Asla!” birden bağırdım. Bu gücü nereden bulmuştum, emin değildim ama babamla ilgili yorum yapması beni beklemediğim şekilde öfkelendirmişti. “Ne sana, ne de Gölge Adası’na geri dönmedim.

Öldüm ben, anlıyor musun? Beni senin halkından biri öldürdü, mutlu musun?” sonra neşeden uzak, soğuk bir kahkaha attım. “Ama tabii ki sen bunu duyduğuna sevinmişsindir, değil mi? Ne de olsa şu sıralar en büyük istediğin buydu!”

Kral beni ezip geçecek bir tavırla kaşlarını çattı.

“Ölseydin, bundan ilk benim haberim olurdu,” dedi beni azarlayarak. “Unuttun mu, sen bana bağlısın, ben de sana.

Senin başına gelen her şey, benim de başıma gelmiş demektir,” derken sol göğsündeki ve yine aynı tarafında, karın boşluğundaki yara izlerini gösterdi. O an fark ettim ki, Arkhael’in belden üst kısmı çıplaktı. Kalbine çok yakın olan bölgedeki kurşun deliği iğrenç görünmesine rağmen, üzerinden biraz zamanın geçtiği belli oluyordu. Fakat göğüs kafesinin altındaki noktada, orak biçimindeki yara kıpkırmızı ve de mide bulandırıcıydı. Henüz çok yeniydi. “Sahi, bunların nasıl olduğunu anlatacak mısın bana?”

Bakışlarımı ondan ayırıp kendi üzerime çevirdim, Arkhael’i yarı çıplaklıkla itham etmiştim zihnimde ama benim de ondan bir farkım yoktu. Bedenimdeki tüm izleri gözler önüne seren türde bir kıyafetin içerisindeydim.

Aynı onunki gibi, karın boşluğumdaki yaranın üzerine dokunur dokunmaz inledim. Hâlen acıyordu, hem de büyük bir şiddetle!

“Zahmet etme,” benim konuşmayacağımı anlayınca sinirle soludu. “Ben nasıl olduğunu biliyorum nasılsa!

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now