BÖLÜM SEKSEN YEDİ ~ Portal

Zacznij od początku
                                    

"Ben babamın kızıyım."

Dedim, gözlerimi kapayıp başımı yana eğerken gülümsedim. Bir yandan da onların fazladan korkusunu giderdiğimi umut ettim.

Cevabım, ufak kıkırdamalar oldu. Tekrar gözlerimi açtığımda ikisinin de hâlâ sarılmakta olduğunu gördüm. Ki, bu da benimle ilk konuşan Enderman'in haykırışı ile son buldu.

"Hey! Bana sarılmayı bırak artık George!"

Gerorge bunu duyunca bir süre ne olduğunu anlamaya çalışarak mor gözlerini boşluğa dikti. O hözler, kendisinin kollarının diğer Enderman in boynuna dolandığını görünce, resmen hızla iterek sarılmayı bıraktı.

"Bana sarılan sensin Georgie!"

George ile Georgie mi? Tamam... Bunların ikiz olduğunu bilmem için sormama gerek yok. Klasikleşen ikiz kavgasına da kendim bizzat şahit oluyordum zaten. Öyle olmasa bile olduça ilginç bir tesadüftür bu.

Düşmemek için karkadaki giriş kapısının demir koluna tutunan Gerorge, aramızda tahmini olarak sadece beş adımlık yeri yürümeyi reddetti ve direk yanımıza ışınlandı. Uzun bacaklı oluşunun verdiği, uzun mesafeyi kısaltma özelliğini ona hatırlatmak istedim. Ama o sırada kapıya sırtımı vermiş bir şekilde, kendi bacaklarımla yana doğru sıvışmakla meşguldüm.

Işınlanmak? Hâlâ aynı durum.

Gerçi bir süre sonra buna pek gerek kalmadı. Uzaklaşmaya başlamıştım bile. Yine de beni farkedip etmedikleri ile ilgili bir şüphe parçası vardı içimde.

"Sana ben sarılmadım Georgie dedim!"

Bu bana cevap olmuştu.

"Senin adın Georgie! Benimki Gerorge! Üstelik ilk sen sarıldın!"

Aile meselerine karışmak istemediğimden, arkama bile bakmadan  koşmaya, yalnız kalabileceğim bir yer bulmaya başladım. Duyduğum son şey, yere düşme sesi oldu. Ben o sırada meşgul olduğumdan bunun üstünde çok durmadım.

Şu kadarını diyebilirim, iki seçenek vardı. Ve ikisinin de iyi seçenekler olduğu pek denemezdi. Ya biri, diperini yine yere düşürmüştü, ya da ikisi birden yere düşüp kavgaya orada devam etmişlerdi. Bir süre sonra Endermanlerin çıkardığı tiz bağırma sesinden uzaklaştığımda, kulaklarım halay çekmeye başlamış gibiydi.

Ayaklarım yeni yeni yorulmaya başlamıştı ki, karşımda kalabalık bir grup witer göründe istemsiz durdum. Beni görmesinler diye, arkamda duran, merdiven şrklindeki ve  iki blok aşağıdaki yere çömelerek saklandım. Ama dürekli o halde duramazdım. endermanlerin kavgası er geç biyecek, yokluğumu farledip peşime düşeceklerdi. Hızlı olmam gerekiyordu.

Araba motoruna benzer ses ile domuz oinklemelri duyunca dap tarafa baktım. Hızlı ritimli müziğe karışan bardak tokuşturma seslerini de duyunca, katılmaya pek te hevesli olmadığım bie partiyi kaçırdığımı anladım. Özellikle de hızından dolayı nereden geldiğini anlayamadığım bardağın, önüne aldığı magma küpü ile duvara çarpıp kırlıldığını görünce.

Sol tarafa baktığımda, ne bir görüntü ne de bir ses vardı. Çömeldiğim yerden, sol elimden destek alarak kalktım ve hızla oraya yöneldim.

Birkaç adım atmıştım ki, zemin aniden yokuş aşağı giden bir şekil aldı. Ayaklarımın birbirine dolanmasıyla dengemi kaybedip sırt üstü düştüm. Birkaç hoplamanın ve lavların içinden geçişimin ardından, aşağı doğru olan rahatsız edici yolculuğum son buldu. Sürtünmeye rağmen ağrıyan bir yer hissetmedim. Babam burayı oluştururken bu ince detayı da unutmamış. Teşekkürler baba.

Canavar seslerine kulak kesildim. Sayamayacağım kadar fazla türden seslerdi bunlar. Sanki Nether'da yaşayan bütün canavarlar, toplanmış gibiydi. Üstlerinde elmas zırlar vardı. Sırayla nöbetleşiyor, arada birbirleri ile konuştuktan sonra çıkan en ufak seste, domuz adamlar elmas kılıçlarını o tarafa yöneltiyordu. Sesin kaynağı ise ya bir magma küpü, ya da başka önemsiz bir şey oluyordu.

Canavarların hemen arkasında, malesef uzak diyebileceğim bir mesadfede dikdörtgen, obsidyenlerden yapılma bir şekil vardı. 

Birkaç ezilme tehlisekinden, yana doğru yuvarlanarak kurtulduktan sonra,  kendimi kısa sürede portalın dibimde buldum. Kalkmadan önce gizkenmek için koyu yeşil pelerinimin başlığını taktım.  farkedilio edilmediğimi öğrenmek için arkama, canavarlara baktım. Birbirleri ile konuşmaya dalarak amaçlarından şaşmışlardı bile.  Bir ara babamla bu dikkat eksikliği konusunu konuşmam gerekiyor sanırım. Tabii buradan çıkıp, bu konu kapandıktan sonra. 

Hemen ayapa kalktım. Ve nlokları oluşturan blokların atkasına, sırtımı dayayarak saklandım. Temas ile birlikte tüm vücudumda, parmaklarımın ucuna kadar karıncalanma dalgası hissettim. Avuç içlerime baktım. Belli belirsiz mor bir ışıkla parıldıyorlardı.  Gözüme yansıyan aynı ışıktan kurtulmak için başımı kaldırdım. O mor parıltı, portalın ortasında da vardı.

"Elini uzattığında, portal sana cevap vererek açılacak prenses. Tabii bunun için şu an çok küçüksün."

Bu sese ek olarak, omzumda duran el ile arkamı döndüm. Çrkilen elin sahibini, simsiyah pelerinini başına geçirse de, mavi kıyafetlerinden ve sesinden tanıdım.

Babam, başlığı kafasından çekti ve gülümseyerek bana baktı.

"B-baba?!"

Bir adımda koştum ve babamın boynuna sarıldım. O da, ben koşarken yere diz çökerek kollarını iki yana açmıştı. Aynı şekilde bana karşılık verirken, sırtımı sıcak eli ile sıvazladı.

"Gittiğimi düşündün değil mi? Sence seni ne kadar iyi tanıyorum canım kızım? İnatçılığının farkındayım. Bu yüzden senden önce davranıp, buraya geldim ve seni beklemeye başladım."

Kıkırdamasıyla benim de yüzümde ufak bir gülümseme oluştu.

"Sonuç? Buradasın."

Hayatımda ilk defa babam konusunda yanılmışım. Beni gerçekten çok iyi tanıyormuş. O bunları derken ben, anın tadını yalayarak sarılmaya devam ediyordum. Yani.. Babam benden ayrılana kadar.

Ayağa kalkan babamın uzattığı elinden tuttum.

"Madem gelme konusunda bu kadar kararlısın, eh o zaman. Tamam. En azından bu yolculukta benden uzakta olmandansa, yanımda kalman daha iyi prenses."

Portala bakarak, bana dediği gibi boşta kalan elini uzattı. Portalın ortasındaki mor ışık güçlendikçe yayılmaya başladı. En sonunda obsidyen bloklarından durmak zorunda kalınca, babamla birlilte mor ışığın içine girdik.

Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz