Aklını bulandıran meseleye gelince...

Sen şu anda göremiyorsun ama yaklaşık bir metre ilerimizde bir sınır var. Oradan geçtiğin anda gerçek Gölge – Adası'na ayak basmış oluyorsun. Burası sadece bir giriş.

İşte o sınırı geçen ruh, gerçek varlığına dönüş yapar.

Az önce söylediğim şey yani. Jh'tulatish: Öze dönüş...

Dönüşümünü tamamladığında, sen de bizler gibi görüneceksin. Bunun için de bir an önce Silvara'ya gitmemiz lazım."

Aslında beni de tam manasıyla onlardan biri yapma isteğine kafa yormam gerekirken ben "Silvara da ne?" diye çok da önemi olmayan bir soruyu dile getirdim.

"Gümüş Saray. Benim, şu dakikadan itibaren senin de yaşadığın yer.

Gölge – Ruhların Kralı'nın sıradan bir yerde yaşamasını beklemiyordun herhâlde?"

Hımm... Demek ki neymiş? İnsan ya da ruh, hiçbir ayırım olmaksızın her ırkta en tepedeki kişilere görkemli yapılar inşa etmek, bütün varlıkların arasında geçerli bir kanunmuş.

"Orayı görmelisin," derken bileğimden hafifçe tuttu ve bu kez beni de yanında götürdü. O bahsettiği sınırı göremedim, fakat o noktaya geldiğimizde bütün vücuduma çarpan bir dalga hissettim. Hâlâ birazcık çekinerek Arkhael'e baktığımda, beni hayrete düşüren görüntüsünü yeniden kazanmış olduğunu gördüm. Üstelik bu kez yanı başımdaydı ve çok daha ürkünç görünüyordu. "Koyu yeşil ağaçların arasında göğe doğru yükselen, saf gümüşten yapılma kalelerin çevrelediği bir saray...

Labradorit'ten oluşur oraya çıkan bütün yollar. Başka hiçbir yerde rastlayamayacağın, seyrine doyum olmaz bir manzara sunar sana.

Burada akan sular bile sadece su değildir.

Ruhlarımızdan birer parça taşırlar."

"Ve siz de tüm bu anlattığın harikulâde adayı bırakıp Dünya'ya sefer yapma kararı aldınız, öyle mi? Sizin derdiniz ne? Zaten her şeye sahipsiniz? Neden bir de bizim gezegenimizi mahvetmeye karar verdiniz?"

Bazı yerlerde elimden tutarak beni düşmekten kurtaran Gölge – Ruh Kralı, bir süre sessiz kaldı. Öyle ki, konuştuğunda düzlük bir alana ulaşmıştık. Hakikaten de dediği gibi, zemin parlak bir görüntü sunan, içinde birçok rengin karışımını barındıran labradorit taşından yapılmıştı.

"Tüm bunları açık yüreklilikle dile döküyorsam, bunun nedeni insan olmanın nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmemden dolayıdır.

Daha önce, yani asırlar boyu tüm bu duyguların ve bu bakış açısının ne demek olduğunu bilmiyordum.

Bizim için çok sıradandı, anlıyor musun beni?

Her gün gördüğüm bu toprakların ballandıra ballandıra anlatılacak bir yanı yoktu.

Saray; sadece saraydı. Gök; engin maviliği ve karanlığı belirli vakitlerde üzerine giyen bir oyuncuydu. Orman yeşille renklendirilmiş bitkilerden oluşan, doğanın bir parçasıydı.

Duygu yoktu. Hakikati kavramak her zaman için kolaydı. Şimdi bile, insanların algılamayacağı şekilde duyumsarız biz her şeyi.

Sen şu yerdeki taşa bakarken, onun rengini zihninde oluşan tanımından dolayı bilirsin.

Fakat ben bunun da ötesine geçerim.

Onun saflığını, işlenmemiş hâlini ve daha birçok şeyi baktığım anda hissederim.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now