Otuz Beşinci Bölüm

16.9K 686 2
                                    

Haşim Bey büyük salonunda en sevdiği özel koltuğunda oturuyordu. Bir yandan orta şekerli kahvesini yudumlarken bir yandan da ilgisizce, yanında bulunmaktan sıkılmış bir yüz ifadesiyle oturan Baran'a bakıyordu.

"Bu akşamki düğüne gelmeni istiyorum Baran, itiraz kabul etmiyorum." Sesindeki kararlılık gözlerine de yansıyordu. Baran bu bakışı biliyordu, 'Hayır'ı kabul etmiyorum' bakışıydı.

"Bugün çok yoruldum, hem şimdi sıkar beni kalabalık ortam."

"Oğlum... Urfa'ya yeni geldin, biraz çevre edinmen gerekir. Benim sana bırakacaklarım arasında çevremde olacak, fakat sen onları korumak için çaba sarfetmelisin. Yakında evleneceksin, düğünün olacak. Her şey karşılıklıdır Baran. Sen gidersen, onlar da gelir. Hem evlenecek olan çok yakın arkadaşımın oğlu, bizim için önemli. Anlatabildim mi Baran?"

Uyarı niteliğindeki konuşması Baran'ı zor durumda bıraktı. Gitmek zorundaydı. Aslında babası bir yandan haklıydı, fazla tanıdığı yoktu. Babası gibi başarılı olabilmesi için onun yolunda ilerlemesi gerekirdi. Onun gibi kendini insanlardan soyutlamazsa eğer ona benzeyebilirdi.

"Yine ne konuşuyorsunuz baba-oğul. Kıskanıyorum Baran, haberin olsun. Geldiğinden beri doğru düzgün oturup konuşamadık."

Baran ve Haşim Bey'in yüzünü aydınlatan kadın salona girdiğinde ikisi de gülümsediler bu küçük isyana. Genç adam yanına oturan annesini kollarıyla sarıp, "Esma Sultanım yine sitem mi ediyor bana. Bak akşamki düğüne de geleceğim, orada bol bol konuşuruz sıkıntıdan," dedi alaycı bir tavırla.

Annesinin yanağına derin bir öpücük kondurdu. Esma Hanım oğlunun bu ilgisine karşılık gülümsedi. "Demek düğüne sen de geliyorsun. Haşim, sen mi ikna ettin?" Şüpheyle eşine döndü. Baran'ın düğüne gittiğini çok az görmüştü. Şaşkınlığını yenmeye çalışıyordu o sırada.

"Öyle ortamlara alışmam gerekiyor sanırım, yakında evleneceğim Sultanım. Baran'ın büyüdü artık..."

"Hay Allah, neden hiç farkında değilim?"









***








"Lütfen gider misin evimden!" Annesi onları yalnız bıraktıktan sonra yüksek sesle kızmaya başladı.

"Aa, olur mu hiç! İnsan Üniversitedeki sınıf arkadaşını evinden kovar mı?"

Soner'in alaycı tavrıyla beraber Zeliş'in sabrı daha da zorlanıyor patlama noktasına geliyordu. Dış kapıyı açıp kolundan sürüklemeye kalkıştı Soner'i.

"Ne yapıyorsun?"

"Sence?"

"Annen kızacaktır, beni dolaştırabileceğini söylemişti."

"Babam onunla aynı fikirde olacağını düşünmüyorum, seninle elimi kolumu sallaya sallaya dolaşamam. Hem ben istemiyorum bir yere gitmek! Neden bu ısrar anlamıyorum ki?"

"O günkü düşüncesizliğimi telafi etmek istiyorum belki de."

"O günü unuttum bile, telafiye gerek yok. Şimdi gider misiniz!"

Açık olan kapıyı gösteriyordu ısrarla.

"Ben de Anadolu insanın misafirperver olduğunu zannediyordum. Sanırım yanılmışım..." Başka birşey söylemeden kapıdan çıktı.

Zeliş'in içi biraz tuhaf olmuştu. İçinde garip bir his vardı. Anlamlandıramadığı bir his. Böyle gitmesini istemezdi. Çok mu kötü davranmıştı yoksa? Gereğinden fazla mı öfkelenmişti?

Bu sorular içini kemirirken arabasına binip hızla gaza basıp giden Soner'i izledi. Tekrar içeriye doğru gittiğinde ayağına birşey deydiğini farketti. Eğilip baktığında gümüş birşeyin parladığını gördü. Eline aldı. Bir bileklikti. Biraz inceledikten sonra bir erkek bilekliği olduğunu anladı. Of! Bilekliğini düşürmüştü!

Şimdi bunu geri mi vermek zorundaydı? Eğer vermezse içi rahat etmeyecekti Zeliş'in. Zaten içinde suçluluk kıvılcımları doğuyordu. Elindeki gümüş bilekliği sıktı. Of, nerden çıktın sen?









***










Leyla, Zeliş'in yanına uğradıktan sonra eve döndü. Arkadaşının yaşadıklarını duyunca kulaklarına inanamamıştı ilk anda. Ancak daha sonra bileklikle ne yapması gerektiğini ona sorduğunda telefon açıp geri vermesini söyledi. Bu yapılacak en doğru şeydi.

Düğün için sabırsızlanan Leyla, odasına girer girmez gardırobunu açtı. Güzel bir şeyler giyinmek istiyordu. Uzun zamandır düğüne gitmemişti. İçindeki kıpırtı küçüklükten ona kalan bir armağandı. Düğün zamanları komşu kızlarıyla buluşur heyecanla gidecekleri saati beklerlerdi. Özene bözene hazırlanırken gelin ve damatı merak eder onlar hakkında yorum yaparlardı.

Leyla, krem rengi yarım kollu uzun bir elbiseye karar kıldı. Sade, gösterişsizdi ama Leyla'nın üzerinde can kazanmıştı. Kıvrımlarını ortaya koyan elbiseye uygun bir kolye seçti. Uzun saçlarını sağ omzunun üzerine bırakıp doğal güzelliğine seyre daldı.

Emine Hanım hazır mı diye kızına bakmaya geldiğinde baştan aşağı süzdü Leyla'yı. Yüzünde beğeni ifadesi olsa da, "Kızım, fazla göze batacaksın. Bu akşam yanıbaşımdan ayrılmanı istemiyorum," demek zorunda kaldı. Bir laf geleceğinden korkuyordu.

"Aman Anne, fazla abartmıyor musun? Normal elbiselerimden bir tanesi. Düğüne gelen kızları görürsen benim o kadar da göze batmayacağımı anlarsın. Gidiyor muyuz?"

"Evet, hazırsan gidiyoruz. Baban Hazar'la beraber avluda bekliyor sabırları tükendi."






***









"Ooo, Baran. Gelelin iki haftadan fazla oldu biz seni yeni görüyoruz. Oluyor mu böyle? Nasılsın, neler yapıyorsun anlat bakalım." Eskiden birkaç kez konuşmuşluğu olan herkes eski dostlarıymış gibi davranması bir süreden sonra Baran'ı sıkmaya başlamıştı.

Yanına, sohbet amaçlı gelen o kadar çok kişi vardı ki geldiğine pişman olma noktasına çoktan ulaşmıştı bile. Yüzündeki orada bulunduğuna dair memnun ifadeyi hiç bozmadan birkaç cümleyle yanıtladı.

Düğün, ev sahibinin büyük avlusunda kurulmuştu. Davul-Zurna sesleri halk oyunlarına eşlik ediyordu. Etrafında gelişen olayları takip etmeye çalışan Baran, artık yorulmuştu. Tek tesellisi yanında sürüklediği arkadaşı Emre'ydi. Arada onunla sohbet ediyor, rahatlıyor, kendine geliyordu.

Dalgın dalgın halaydaki kişinin çoşkuyla başı çekmesini izlerken birden büyük kapıdan içeriye gelen birkaç kişiye gözü takıldı. Gözlerini kısıp kim olduklarını anlamaya çalışırken bir noktada durakladı bakışları.

Beyaz meleği mi geliyordu onlara doğru yoksa gözleri ona acımasız bir şaka mı düzenlemişti?

Hayır, hayır. Bu şaka değildi. Gerçeğin ta kendisiydi. Meleği, güzel meleği onlara doğru geliyordu. Ah, ne kadar da güzel olmuş...

Bütün düğünü aydınlatan bir güneş yaklaşıyordu onlara. Bir anda etrafındaki herşey canlanmış, hayat bulmuştu. Az önceki ilgisizliği, sıkıntısı yok olup gitmişti.

Bütün dikkatini ona vermişti. Çünkü ışığı ondaydı. Enerjisini ondan alıyordu. Kanı ona bakarken hızla akıyor, kalbi minik bir kuşunki gibi heyecanla atıyordu.

Farkında olmadan ayağa kalktığını ve daha sonra yavaş adımlarla onlara doğru gelen meleğine yaklaştığını anladı. Onunda gözleri genç adamınkiyle birleşmişti. Aralarındaki çekim, şaşkınlık ve sevinci simgeliyordu.




---

Bakalım bu düğünde bizi neler bekliyor :)

Hırçın Ve Öfkeli Ela GözlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin