Ne Chas, ne de Daniel bana yakın bir mesafede değillerdi. Sadece dakikalar önce birbirlerine lafla da olsa savaş açan iki Dewrion, şimdi sırt sırta vermiş, kendilerine tehdit oluşturan ruhlara karşı amansız bir saldırıya geçmişlerdi.

Bir ara gümüş kabzalı kılıcını ustalıklı bir manevrayla elinde çevirip önündeki Gölge - Ruh'un omzuna saplayan Chas, salonun diğer köşesinden kendisini seyreden gözlerin ağırlığını üzerinde hissetmişçesine başını kaldırdı ve etrafa bakındı. Lacivert gözleri benim ürkek bakışlarıma rastladığında, dudakları aralandı. Belki de bir şeyler söylüyordu, lâkin onu duymam imkânsızdı.

Bu birkaç saniyeyle tabir edilecek duraklamasından faydalanan Gölge – Ruh, omzuna saplanıp kalmış bir kılıç olmasına karşın geri çekilmek yerine, ayağını iyice yukarıya kaldırdıktan sonra genç Dewrion'un karnına bir tekme savurdu. Olduğu yerde sallanan Chas, dengesini kaybedince, hemen arkasındaki Daniel'a çarptı ve böylece o da bire bir kavgaya tutuştuğu bir diğer ruha doğru tehlikeli bir biçimde yaklaştı.

Onlar adına duyduğum panik, tiz bir çığlıkla dile geldi. Ellerim başımın iki yanını kavrarken, onlara doğru hızla yürümeye başladım. Sanki bir şey yapabilecekmişim gibi...

Ama hemen arkamdaki kadından yükselen ve insanın tenini ürperten feryat, önüme çekilen koca bir set gibi beni üzerinde yürüdüğüm karo zemine mıhladı.

Göreceğim şeyden dolayı yaşayacağım dehşet, bana sessizce fısıldarken cesaretimi kırmak için elinden geleni yapıyordu, fakat kendimi boş verip yeniden döndüm ve o kadına ve Gölge – Ruh'a doğru adımladım.

Her adımımda elbisem uçuşarak etrafımda anafor misali bir görüntü oluşturuyordu, başka zaman olsa, kesinlikle bu kareyi yakalayıp fotoğrafla ölümsüzleştirmek bile isteyebilirdim, lâkin şimdi bu hadise bana engel oluyordu, ayağımı kaldırdığım her an tıpkı o kadın gibi takılıp yere düşmekten korkuyordum.

Neyse ki öyle bir şey olmadı. Birbirini iten, omuz atan insanların arasından sıyrılıp, ruhun karşısında dikilmeyi başardım.

Kadınınkiyle kendi yüzü arasında yaklaşık beş santimetrenin olduğu Gölge – Ruh, dudaklarını bir balık gibi "O" şeklinde açmıştı. Kana kana su içer gibi, büyük bir iştahla benim görmediğim bir şeyi içine doğru çekiyordu.

Kadının ruhunu...

Aramızdaki devrilmiş sandalyeye bir tekme savurdum ve o anda ruh başını kaldırdı. Onunla göz göze gelmeden önce baktığım son şey, zavallı kadının mavi – mor renkteki suratıydı. Sanki donmuştu ve kanı suratından çekilmişti.

"Kendi ayağıyla bana gelen bir insan, ha?"

Ruh kadını bir paçavraymış gibi, özensizce yere bıraktı. Nefes alıyor muydu acaba? Yaşamdan o kadar kopuk bir görüntüsü vardı ki, bir canlının ölümüne anı anına şahit olduğum gibisinden bir hisse kapıldım ve bu beni hepten tedirgin etti.

Ölümün soğuk fısıltısı her yerdeydi. Her köşeden bizi kuşatması altına almıştı ve belki de bu gece bittiğinde, her birimiz hayata gözlerimizi yumacaktık.

Duygularımla aynı dilden konuşmayı reddeden mantığım, ondan beklenmeyecek bir kaygısızlığın vücudumda dolaşması emrini verdi.

Gözlerimi kırpmadan Gölge – Ruh'u izlerken, sıkılmış gibi iç geçirdim.

"Üzerine alınma, koşarak sana gelecek kadar akli melekelerimi yitirmedim henüz."

"Sivri dilliyim diyorsun yani?" Yapış yapış bir samimiyetsizlikle sırıttı. Ceketinin bilek kısımlarını çekiştirirken bana bakıp göz kırptı. Midemi bulandırıyordu. Tıpkı bir insan gibi davranışlar sergileyip de örnek aldıkları bu canlıları yok etme gücünü kendilerinde bulmalarından nefret etmiştim.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin