Tüm bunları kaldırmak gerçekten kolay değil. Lâkin endişelenme. Mutlaka bir çözüm yolu bulanacaktır."

Dudaklarımı sımsıkı kapayıp başımı salladım. Bir şeyler söyleyebileceğimden emin değildim. Sanki ağzımı açsam sesim kısılana dek bağırarak ağlayacaktım.

"Nia, sen şimdilik Cathleen'ı yukarı çıkar. Biraz dinlensin. Burada beklemesine gerek yok."

"Hayır, lütfen," neredeyse yalvararak konuştum. "Burada durmama izin verin. Babamla ilgili bir gelişme olursa ben de haberdar olmak istiyorum."

"Merak etme Cathie, öyle bir şey olursa seni habersiz bırakmayız," Chas omuzlarımdan tutup beni ablasına doğru yöneltti. "Söz veriyorum. Bana güven. Onu ne denli merak ettiğini ben biliyorum. Seni hayal kırıklığına uğratmayacağız."

İtiraz etmek için başka bir gerekçem olmadığı için istemeyerek de olsa Nia'yla birlikte odadan ayrıldık. Fakat merdivenlerden çıkarken de, koridorlarda ilerlerken de bir kulağım hep aşağıda, Dewrionlardan gelecek herhangi bir olumlu habere odaklanmıştı.

"Gel seni odama götüreyim," diyen Nia ikinci kattaki koridorun sol tarafını işaret etti. "Acıkmışsındır. Maggie şimdi neler neler hazırlamıştır, tahmin bile edemiyorum. Bizim için bir şeyler alıp getireyim."

Odasının kapısını açtı ve içeri geçmem için geri çekildi.

"Rahatına bak, hemen dönerim."

Eşikten geçip kendimi odada bulmamla birlikte kapı kapandı. Ben de kendimi etrafı incelerken buldum.

Pamuk şekeri renginde duvarları, pudra pembesi fon perdeleri ve gülkurusu halısıyla burası fazlasıyla feminen bir görüntü çiziyordu. Tavandan sarkan gösterişli, taşlı avizeye bakarken pek benlik bir yer olmadığını anlamıştım, lâkin yine de zevkli bir dekoru olduğunu inkâr edemezdim.

Pencere kenarına konulmuş, yine pembenin bir tonu olan fuşya koltuklardan birine oturdum. Hemen ortadaki sehpanın üzerine konulmuş birkaç adet kitap vardı. Kendi kendimle konuşmamak için üstte duranı aldım ve incelemeye başladım.

İlk sayfalarını çevirdiğimde bunun aslında bir kitap değil, bir günce olduğunu fark ettim. Saman kâğıdından yapma sayfalara yazılmış yazıların daha eski zamanlara ait bir havası vardı. Çok daha özenli olarak nakşedilmişti.

Arada sırada çizilmiş bir - iki adet haritaya daha rastladım ama gözümün önüne gelen Dünya haritasıyla karşılaştırdığımda, hiçbir yere yerleştirememiştim elimdeki verileri. Ayrıca yazıların çoğunluğu da İngilizce değildi. Büyük olasılıkla Gal dilinde yazılmışlardı.

Kapının açılmasıyla birlikte başımı kaldırdım. Kucağımdaki defteri yerine koyabilecek kadar zamanım olmamıştı. Daha yeni tanıştığım birinin eşyalarına dokunmam doğru değildi, bunun için beni yadırgayıcı bir surat ifadesiyle karşılaşmaya hazırladım kendimi.

Ne var ki öyle bir şey olmadı. Nia elindeki kocaman tepsiden dolayı ayağını geriye doğru uzatıp kapıyı kapatırken beni kendisine ait bir eşyayla yakaladığı için hiç de sinirlenmiş gibi görünmüyordu. Aksine dudakları kıvrıldı.

"Okuyabildin mi?" dedi çenesiyle günceyi göstererek. "Genelde çevirisini bana ve Chas'e yaptırırlar da."

"Hayır, hiçbir şey anlamadım," mahçup bir ifadeyle kirpiklerimi kırpıştırdım. "Özür dilerim, niyetim odanı karıştırmak değildi, sadece-"

"Hiç önemli değil," sehpadaki diğer kitapları alıp yatağının üzerine fırlattı ve tepsiyi aramıza koydu. "Zaten okuyamamışsın bile. Gerçi okusaydın da bir şey olmazdı ya."

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now