PROLOG

39.2K 1.6K 301
                                    

ANCHORAGE - ALASKA 

17 Yıl Önce...

Genç adam elindeki yırtılmaya yüz tutmuş kâğıt parçasına bir kez daha baktı. Esasen beş dakikada bir bu hareketini tekrarladığından üzerinde yazan adresi unutması gibi bir durum söz konusu olamazdı ama o anda aklı başka yerdeydi ve bu sebeple de yaptığının sağlıklı bir davranış olup olmadığı konusunda uzun uzadıya kafa yoracak bir ruh hâli içerisinde değildi.

Kazağının yakasını kulaklarına dek kaldırıp soğuk havadan korunmaya çalıştığında, sert bir rüzgâr yüzüne çarptı ve o anda güneyde kalan Pasifik Okyanusu'nun tuzlu kokusunu hisseder gibi oldu. Hava dondurucuydu, Aralık ayı içinde yer aldığı kış mevsimini fazlasıyla güzel temsil ediyordu doğrusu ve o hazırlıksız yakalandığından incecik kıyafetlerle sokağa çıkmak zorunda kalmıştı. Ama üşüyor olmasına rağmen içinde filizlenen heyecandan dolayı bunu gerektiği gibi hissedemiyordu bile.

Başını kaldırıp tuğla binanın girişinde sallanan tabelaya baktı. Adres burayı gösteriyordu fakat bir yanlışlık olmalıydı, zira kâğıttaki isimle burada yazan ad uyuşmuyordu. Tekrar tekrar boş sokakta dolanıp ayakları onu yine aynı yere getirdiğinde pes etti ve koyu yeşil kapıya üç kez vurdu.

Önce sürüklenen ayak seslerini duydu kapalı kapının ardından, daha sonra da kendisini yoğun bir dumana maruz kalmış hole bakarken buldu. Kapının açılmasıyla birlikte dışarı taşan bunaltıcı sıcaklık onu anında etkisi altına aldı. Parmakları ısınıp gevşerken, karşısında duran ve bakışlarıyla ona ne istediğini soran kadını gördü.

"Biriyle bulaşacaktım," derken başını kadının omzu üzerinden uzatmış, içeriyi inceliyordu. "Bana buraya gelmem için bir not bırakmış."

Kadın belinde duran ellerinden birini öne uzattı. Görünen o ki, genç adamın doğruyu söyleyip söylemediğini anlamaya çalışıyordu. Birkaç saniyelik tereddüdün ardından yıpranmış kâğıdı kadının avucunun içine bıraktı.

Yaşlılıktan dolayı yüzü kırışıklarla dolu olan kadın, kâğıdı cebine koyduktan sonra arkasını döndü.

"Beni izle."

İki kelimelik bu konuşmanın üstüne başka hiçbir şey demedi. Holü geride bırakmalarının ardından mekân geniş bir odaya açıldı. Konaklama için tasarlandığı çok belliydi, otel olamayacak kadar küçüktü ama yine de çoğu yerle kıyaslanınca müşterilerine iyi bir hizmet sunduğu aşikârdı.

Kadın çift kanatlı bir kapıyı iterek açtığında, genç adamın kulağına birbirinden bağımsız olan sesler çalındı. İçerisi kalabalıktı. Oradan oraya koşturan çalışanlar, kahkahalar eşliğinde yiyip içen insanlar...

Onu fark ettiklerinde baştan ayağa süzüldüğünü hissetti. Ve ilk bakışta akıllarda ne gibi bir izlenim bıraktığını da az çok tahmin edebiliyordu. Üstü başı özensizdi, çok temiz sayılmazdı. Saçları dağınık, yüzü soğuktan al al olmuş bir vaziyetteydi. Fakat kimse gerçekte neler yaşandığını bilmiyordu. Bilmemeleri de şimdilik onların lehineydi.

Sola doğru dönüp, gözlerden uzak, kuytu bir noktaya ulaştıklarında, kadın eliyle ileriyi işaret etti. Oradaydı. Yalnız başına. Giderek hızlanan kalp atışları, göğüs kafesine sertçe darbeler indiriyordu sanki. Nefesi kesilmiş gibi, bir süre hareketsiz kalıp bekledi ama ansızın ona doğru dönen yüzle karşı karşıya kalınca kendisini yürümeye zorladı.

Yer yer çatlakların kılcal bir damar gibi üzerine yayıldığı masaya ulaştığında bir şey söylemeden sandalyenin birini çekti ve oturdu.

"Geldin," diyen ses bütün hücrelerinde yankılandı. Bakışlarını ona çevirdiğinde gülümsediğini gördü. Ne var ki bu gülümseme suratını kaplayan yorgunluğu ört bas edecek kadar güçlü değildi.

"Önemli olduğunu not düşmüşsün," dedi genç adam sesini tarafsız tutmaya özen göstererek.

"Beni ciddiye aldığına sevindim," her ne kadar sakinmiş gibi görünse de, adamın her an gözlerinde yakaladığı bir tedirginlik vardı. "Özellikle de işini bırakıp sırf ben çağırdım diye buraya gelmen takdire şayan," eliyle genç adamın üzerini işaret etti. "Galiba yanlış bir zamanlama yapmışım, öyle değil mi?"

Zamanlama hatanı sen çok önceleri yaptın...

Adamın aklından geçen bu cümleyken o sessiz kalıp omuz silkmekle yetindi.

"Sorun değil. Artık beni neden buraya çağırdığını söyleyecek misin?"

Fazlasıyla mesafeliydi, bunun elbette farkındaydı ama öteki türlü davranmaya cesareti yoktu. Geçen yıllar onun artık kendisini kontrol etmesi ve göreceği muameleye göre hareket etmesi gerektiğini ona öğretmişti.

Biraz önce endişesini hasıraltı etmeye çalışan gözler, bu kez takındığı maskeyi bir kenara fırlatıp duyduğu korkuyu aynen dışa vurdular.

"Beni bulacaklar. Her yerde aranıyorum. Bir süredir devamlı yollardayım ama artık daha fazla kaçamam."

Genç adam itinayla etrafına bakındı. Konuştukları duyulsun istemediğinden başını eğdi.

"Neden peşindeler? Bundan böyle senin onlarla ne gibi bir alâkan olabilir ki? Güvendesin."

"Değilim. Hem de hiç güvende değilim," o da çevresini kısacık bir an inceledikten sonra gömleğinin yakasını açtı.

Adam gördüğü şey karşısında donup kaldı. Giysileriyle kendisini başarıyla kamufle etmişti ancak o kumaş parçalarının altındaki bedenin durumu içler acısıydı.

"Sen..." ilk defa tedbirli davranmayı bir kenara bıraktı ve üzerine yapışıp kalan bütün hislere tercüman olan panikle fısıldadı. "Yaralı mısın?"

Boğuk bir kahkaha attı karşısındaki.

"Yaralı mıyım? Hayır, artık bu evreyi çoktan geçtim. Ölmek üzereyim. Gördüklerin sadece dışa vuranlar. İçten içe beni bitiren daha tehlikeli şeyler var ve fazla zamanımın kalmadığını biliyorum."

"Onlar mı yaptı?" genç adam birden hırçınlaştı. "Buna nasıl müsaade ettin? Benim tanıdığım-"

"Senin tanıdığın o kişi değilim artık..."

Kırılgan sesi adamın kavgacı hâlinin üzerine bir örtü gibi serildi ve onu susturdu. Yeniden konuşmaya başlayacağı anda, hiç beklemediği bir şekilde, elleri sıcacık avuçların arasında kaldı.

"Beni dinle lütfen. Sana şimdi pişman olduğumu ya da hata ettiğimi falan anlatmayacağım. Bunun için çok geç kaldığımı biliyorum. Af da dilenmeyeceğim, zira hak etmediğimi biliyorum. Ama senden tek bir isteğim var, tek bir ricam. Ne olur, geçmişin hatırına bunu kabul et."

Genç adam huzursuzca gözlerini onunkilere kenetledi. Kalbinde izah edilemeyen bir ağrı vardı.

"Söyle," dedi çok daha uysal bir tonla. "Benden ne istiyorsan söyle Nessa."

Çocukken de kendisine hep bu isimle hitap ederdi adam, kadın bunu anımsayınca yüzünde titrek bir tebessüm oluştu. Ellerini adamınkilerden çekip yan tarafındaki sandalyeyi onun görebileceği şekilde döndürdü.

"Bundan böyle sana emanet. Çok üzgünüm, aslında senden böyle bir şey istemeye yüzüm yok, bunun bilincindeyim ama aklıma senden başka kimse gelmiyor. Her şeyden haberdar olan bir sen varsın. Dolayısıyla ne yapılması gerektiğini de en iyi sen bilirsin.

Sakın bulmalarına izin verme Drew, sakın! Yoksa bu güne dek harcadığınız bütün emekler boşa gidecek..."

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapWhere stories live. Discover now