VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ...

Від ozlemdokuyucu

650K 65.9K 11.3K

▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'n... Більше

PROLOG
1.BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
❗ DUYURU ❗
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
🔶🔷🔸🔹KESİT🔹🔸🔷🔶
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
♣ EK BÖLÜM ♣
‼ DUYURU ‼
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
YENİ KİTAP: KAÇAK - KRİYONİKS - DUYURU
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
♣♣ EK BÖLÜM II ♣♣
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
♣♣♣ EK BÖLÜM III ♣♣♣
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
93. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
101. BÖLÜM
102. BÖLÜM
103. BÖLÜM
104. BÖLÜM
105. BÖLÜM
106. BÖLÜM
107. BÖLÜM
108. BÖLÜM
109. BÖLÜM
110. BÖLÜM
♣♣♣♣ EK BÖLÜM IV ♣♣♣♣
111. BÖLÜM
113. BÖLÜM
114. BÖLÜM
115. BÖLÜM
116. BÖLÜM - FİNAL
❗ ÖNEMLİ ❗
📣 DUYURU 📣
MİRAS: GÖLGE -RUH SERİSİ - İkinci Kitap
‼ BİLGİLENDİRME ‼
YENİ KİTAP: KÖLE VE ASİ - DUYURU
YENİ KİTAP: ÇÖLÜN LÂNETİ - DUYURU
❗ANKA'NIN KÜLLERİ: YENİ KİTAP ❗
📣 DUYURU 📣
ÇÖLÜN LÂNETİ (SATIŞTA!)

112. BÖLÜM

2.4K 340 49
Від ozlemdokuyucu

MERSEA ADASI – BATI MERSEA
ESSEX / İNGİLTERE


“Alex baksana, galiba uyanıyor! Az önce göz kapakları titreşti.”

Bir kadın sesi başımın içinde yankılandığında, aynı anda korkunç bir acının vücuduma nüfuz ettiğini hissettim. Sanki her bir yanım fileto et gibi doğranıp atılmıştı. Parmaklarımı dahi hareket ettiremeyecek kadar bitkindim.

“Sakin ol Imogen, onu korkutacaksın,” dedi adam da yaklaşırken. Birinin baş ucumda eğildiğini ve beni dikkatlice izlediğini görmekten çok algılamıştım. Dudaklarımı aralayıp bin bir güçlükle “Su!” diyebildim. İsteğim hemen yerine getirildi ve küçük yudumların yemek borumdan aşağı doğru akışına şahitlik ettim.

Nihayet kendimi toparlayıp gözlerimi açınca, bana tepeden bakan bir çiftle karşılaştım. İkisi de kar gibi saçlara ve güleç, tertemiz suratlara sahiptiler.

“Ah, sonunda uyandın canım,” dedi kadın gülümserken. Başımın altındaki yastığı bana zarar vermeden pof pofladı ve kabarık bir hâl almasını sağladı. “Bir saat önce bir doktor uğradı ve yaralarından dolayı baygınlık geçirdiğini söyledi. Şimdi iyi misin?” derken vücuduma bir bakış attı. Eski tarzda bir pijama giydirmişlerdi bana. Tyalaria pelerinim ve Dewrion üniformam yoktu.

“Ne oldu bana?” dedim ama aslında neler olduğunu çok iyi hatırlıyordum. En son Arkhael’le beraber ikimizi birden paramparça etmiştim. “Neredeyim ben?”

“Batı Mersea’dasın,” dedi Imogen tebessüm ederek. “Essex’te. Alex seni kıyıda, balıkçı teknelerinin birinin yanında bulmuş bu sabah. Üstün başın darmadağınık, bedenin de kanla kaplıymış.

Önce korkmuş, hemen doktoru aramayı istemiş ama orada daha fazla durmana göz yumamamış. Seni alıp buraya getirmiş.

Kıyafetlerini çıkardım, yanlış bir şey yapmamak için vücuduna hiç dokunmadım ama çağırdığımız doktor seni temizleyebileceğimi söylediğinde bu dediğini yerine getirdim. O da yaralarına bakıp sana gerekli olan ilaçları almamız için bize bir reçete verdi.”

“Teşekkür ederim,” dedim doğrulmaya çalışarak. Oturur hâle gelebilmem için bana yardım eden Alex gülümseyip başını salladı. “Size minnettarım,” sonra bakışlarımı küçük odada gezdirdim. “Peki… Tek başına mıydım? Yani yanımda başka kimse yok muydu?”

“Yoktu,” dedi Alex bir sandalye çekip baş ucumda otururken. “Teknenin orada sadece sen vardın. Yoksa endişe duymamız gereken bir başkası daha mı var?”

Vardı. Daniel da benimle aynı vaziyette olmalıydı. Ama o neredeydi?

“Hayır, kimse yok,” dedim cılız bir sesle. Yalan söylemek zorundaydım. Yoksa bunun altını eşeleyip beni köşeye sıkıştırabilirlerdi. “Sadece merak ettim,” fakat hemen sonrasında bir şeylerin farkına vardım. Kral beni Kuzey Denizi’nin üzerinde bir geçide doğru sürüklemişti, ben tam olarak Arkhael’le kendimi öldürdüğüm noktaya yakın bir yerde ortaya çıktıysam, Dan de Epping Ormanı’nda olmalıydı. Yani Dewrionların onu çoktan bulmuş olmaları gerekirdi.

Gözlerimi ellerime ve pijamanın açıkta bıraktığı yerlerime çevirdim. Tenimde uzunlu kısalı, çok sayıda kesik izleri vardı.

“Endişelenme, yara izlerin geçecek,” dedi Imogen benim kendimi dikkatle ve biraz da iğrenerek izlediğimi görünce. “Doktor verdiği merhemi kullandığın takdirde sadece çok derin yaralarının geride iz bırakacağını, diğerlerinin yok olacağını söyledi.”

Hâlâ yaşadığım için şükretmeliydim ancak maalesef genç bir kız olarak bu gibi şeylere de kafayı takabiliyordum. Duyduğum şeyden sonra az da olsa rahatladım.

“Size bir kez daha teşekkür ederim,” dedim mahçup bir ifadeyle. “Beni orada bırakmadığınız ve benimle ilgilendiğiniz için.”

“Hiç önemli değil,” deyip elini salladı Imogen. “Ama kızım, seni ne bu hâle getirdi? Kim sana bunu yaptı?”

Bunu yapan benim…

Zihnimde fısıldayan sesi bir kenara itip hemen mecburi bir yalana başvurdum. Onlara gerçeği anlatmamım mümkünatı yoktu çünkü.

“Bir kaza,” derken ayağa kalkmaya yeltendim, Alex dikkatle kollarımdan tutup beni kaldırdı. Başarılı bir şekilde karşısında dikildiğimde mavi gözleri kısılıp gülümsedi. “Bir kaza geçirdim. Sonrasında olanları hatırlamıyorum. Kumsala nasıl ulaştığım hâlen bir soru işareti. Ama hatırlayacağımı ümit ediyorum,” dedim zoraki gülümseyerek. “Şey, şu anda kendimi iyi hissediyorum. Acaba evime dönebilir miyim?”

“Elbette,” Imogen yatağın ayak ucundan kalkıp yanıma geldi. “Fakat biraz daha dinlenmen şart. Sana bir şeyler getireyim, önce karnını doyur, sonra biraz uyu ve hazır olduğunda biz seni Alex’le istediğin yere bırakırız.”

Bu insanlardaki saf iyilik karşısında gözlerim yaşarmıştı. Imogen’in ellerinden tutup sıktım.

“Çok naziksiniz. Ama ben Kensington’da yaşıyorum. Oraya kadar beni götürmenize hiç gerek yok.”

“Sorun değil canım,” Alex güven vermek istercesine bir elini omzuma koydu. “Altı üstü iki saatlik araba yolculuğu. Hem Imogen’le bize de bir değişiklik olur.”

“Peki,” dedim onları aksine ikna edemeyeceğimi anladığımda. “Fakat uyumak istemiyorum. Gerçekten kendimi iyi hissediyorum. Bir an önce gitsem çok iyi olur. Babam beni merak etmiştir,” o güzel, sarışın kadın aklıma gelince dudaklarım seğirdi. “Annem de öyle. Onlara iyi olduğumu göstermeliyim. Kim bilir ne kadar telaşlanmışlardır?”

“İstersen arayıp haber verebilirsin,” dedi Alex ama bunu kibarca reddettim. Yol boyunca önce kendimi bu yeni duruma alıştırmaya çalışacaktım. Malikâneye varınca sıra onlara gelecekti.

Tam bir balıkçı kasabasında olduğumu bana hatırlatmak ister gibi, Imogen muhteşem şekilde kızarmış bir balık tabağıyla çıkıp geldi. Yanında yeşil salatası ve biraz da kızarmış patates vardı. Kıtlıktan çıkmış gibi önüme konulan her şeyi silip süpürdüm. Demek ölümden dönünce insan bu kadar aç hissediyordu. Acaba Dan de aynı durumda mıydı? Eminim Maggie çoktan onu tıka basa doyurmuştu.

Karnım tok, kendim de canlı ve dinç hissettiğimde yola çıktık. Mersea Adası’ndan ayrılmadan önce Alex ve Imogen incelik gösterip bir giysi mağazasına uğradılar ve üzerime uygun bir pantolon, kazak ve ceket aldılar. Kıyafetlerimi giyinirken onlara defalarca şükranlarımı sundum, bir yandan da çok utanmıştım. Beni hiç tanımayan bu insanlara iyice borçlanmıştım zira.

İki saatlik yolculuk göz açıp kapayıncaya kadar bitti. Bu süreç boyunca Ölüm Diyarı’nı, Kapı Bekçisi’ni ve Arkhael’i düşündüm. Bekçinin bize sunduğu bu fırsat sahiden de paha biçilemez bir şeydi. Ölmüştüm, benimle birlikte Dan ve Arkhael de ölmüştü. Fakat Gölge – Ruh kralı Kapı Bekçisi’yle olan anlaşmasına sadık kalmadığı için cezalandırılmış ve onun tarafından aramızdaki bağ yok edilmişti.

Artık ona bağlı değildim. Kral ölmüştü ama ben yaşıyordum! Ve tabii ki, Daniel da öyle!

İkimizin arasındaki bağ ise aynı şekilde devam ediyordu. O konuda herhangi bir gelişme yoktu. Buna seviniyordum, çünkü bekçi istese Dan’i de orada kalmaya zorlayabilirdi. Onu ne kadar çok istediğini çekinmeden söylemişti.

Malikânenin olduğu sokağa geldiğimizde, içimden taşmak üzere olan heyecan ve coşkuyla kıpır kıpır olmuştum. Hâlen ağrılarım vardı, ne var ki bunlar artık ikinci plana atılmışlardı.

Alex ona gösterdiğim noktaya gelince otomobili durdurdu. Hep birlikte dışarı çıktığımızda, onlara da benimle beraber gelmeleri için bir teklifte bulundum. Londra sınırlarına girdiğimizde ailemle beraber burada, bir çeşit eğitim kurumu sayılan bu yerde kaldığımızı söylemiştim. Dewrionlardan ve Gölge – Ruhlardan bahsetmenin lüzumu yoktu, değil mi?

Teklifim için teşekkür ettiler ama nazikçe bunu geri çevirdiler. Kimsenin kendilerine minnettar kalmasını istemiyorlardı. Yardımlarının yalnızca benim tarafımdan bilinmesi onlar için yeterliydi.

Yeniden araçlarına binmelerinden önce onlara sıkıca sarıldım. Bugün belki de yüzüncü kez onlara teşekkür ettim. Onlar sokağı dönüp gözden kaybolana dek arkalarından el sallamayı sürdürdüm.

Sokakta tamamen yalnız kaldığımda, hemen kapıya ulaştım ve tuşlara çabucak basıp şifreyi girdim.

Kapı metalik bir sesin ardından açıldı. İçeri girip yeniden kapanmasını bekledim ve akabinde de malikânenin giriş kapısına doğru koştum.

Yumruklarım ardı ardına ahşap yüzeye vuruyordu. Dizginlenemez, çılgınca bir hisse kapılmıştım.

Birkaç dakikanın ardından, kapı aralandı ve Maggie yarı ağlamaklı bir ifadeyle karşımda belirdi.

“Cathleen?” şaşkınlıkla karışık bir bağırış kopardı. “Aman Tanrım! Yaşıyorsun!”

Sırıttım ama ben cevap veremeden kollarını öne uzatıp bana ancak bir annenin şefkatiyle tabir edilebilecek bir edayla sımsıkı sarıldı.

“Döndüklerinde sen yanlarında yoktun. Hepsi o kadar perişanlar ki…”

Başımı uzatıp kapının ardında kalan hole baktım, şu an bomboş görünüyordu. Biraz kafa karışıklığı, biraz da korkuyla Maggie’ye çevirdim gözlerimi. 

“Neredeler?” dedim alacağım yanıta nasıl bir tepki vereceğimi kestiremeyerek. “Lütfen hepsinin de iyi olduklarını söyle.”

Maggie iç çekip yeniden yaşlanan gözlerini kuruladı.

“Çok fazla yaralı var, öyle basit yaralanmalar da değil bu bahsettiklerim. Birçoğu hastanede, Joshua hepsini Londra’nın dört bir yanındaki sağlık merkezlerine yerleştirdi. Fakat destek olarak gelen ekiplerden kayıplarımız da var. Bu sabah üç cenaze töreni yapıldı, bir kısmı törenlerden sonra geri dönmedi, hâlen devriyede olanlar var.

Ama geriye kalanlar burada, aşağıdalar. Ofiste toplandılar.”

“Dan,” dedim onun gözlerinin içine bakarak. Buradaki herkese değer veriyordu Maggie, fakat Dan onun için apayrıydı. “O burada mı? İyi mi? Yaralı mı?”

Ardı ardına sıraladığım sorular karşısında yüzünü kırıştırdı.

“Ona neler oluyor, gerçekten bir fikrim yok. Ormandayken öldüğünü söylediler. Hatta bundan emindiler, her biri. Ama malikâneye geldiğinde psikopat, gözü dönmüş bir ruh tarafından doğranmış olmasının dışında, yaşıyordu. Yavaş da olsa nabzı atıyordu.

Sabah vakitlerinde de gözlerini açtı. Dinlenmesini söylemekten dilimde tüy bitti ama tabii benim inatçılıkta rakip tanımayan oğlum hiç söz dinler mi? Dinlemez elbette!

Kalktı ve birkaç lokma bir şeyleri zorla yedirmemin ardından ofistekilere katıldı.”

İçeri girip kapıyı usulca kapattım. Kendimi onlarla yüzleşmeye alıştırmaya çalışıyordum.

“Peki ya diğerleri? Chas, Nia ve babam? Ya Vanessa? Onlar nasıl?”

Maggie mutfakla aşağı katın ayrımına gelince durdu. Bu kez yüzünde yorgun bir gülümseme belirdi.

“Hiç biri tamamen sapasağlam diyemem ama yine de hafif yaralarla kurtulmuşlar. Tüm Cliffordlar ve Bay Dover’la Bayan Rhodes da aşağıda. Bir de şu Druid olan adam var. Pek yerinde duramıyor gibi görünüyor, fakat Daniel’ın peşinden ayrılmıyor,” elini dudaklarına kapatıp kıkırdayan Maggie bana göz kırptı. “Onun bu durumdan memnun olduğunu söyleyemem. Büyücüye her bakışında ufak da olsa bir tiksinme var.”

Küçük bir kahkaha atıp başımı salladım. Dan’le Máedόc’un yıldızları pek barışmamıştı zaten. Gerçi bu tek taraflı bir şey olsa gerekti, zira Máedόc ciddi ciddi genç Dewrion’dan hoşlanıyordu.

Maggie akşam yemeğinin hazırlıklarına şimdiden başlaması gerektiğini mırıldandıktan ve yanaklarımdan öptükten sonra mutfağa geçti. Ben de ayaklarımı sürüye sürüye kendimi basamaklardan aşağı inmeye zorladım. Üzerimde hâlâ tuhaf bir bitkinlik vardı, fakat babamı, Vanessa’yı ve diğerlerini görecek olmanın yanında bu önemsiz bir detaydı.

Ofisin kapısına yaklaştığımda durakladım. Başımı uzatıp içeride dönen muhabbeti duymak için çabaladım ama pek bir şey işitilmiyordu. Sanki hepsi de ölüm sessizliğine gömülmüşlerdi.

Ne var ki en sonunda, yıllardır içime işlemiş olan o derin ses çaresizce ofiste yankılandı.

“Daha fazla bekleyecek sabrım kalmadı,” dedi babam ve bir sandalyenin çekildiğini duydum. Göremiyor olsam da onun ayakta durduğunu tahmin edebiliyordum. “Bir şeyler yapmalıyım. Kızım ölü mü, diri mi, emin değilim. Daniel burada ama ondan hiçbir haber yok.

Ya Daniel sadece bir düş görmüşse? Arkhael ölmemiş ve kızımı Gölge Adası’na götürmüşse? Onu bir kez daha benden almış olmasına dayanamam!”

Çektiği ızdırabı bitirmek en doğrusuydu. Saatlerdir yaşadıklarını sadece mantık yürüterek anlamaya çalışabilirdim, ancak bunu bile tam manasıyla yapamayacağımın bilincindeydim. Ebeveyn olmadan bu tür şeyleri anlamanın imkânı yoktu.

Titreyen ellerime aldırış etmeden kapıyı açtım. İçeriden sızan beyaz ışık bir anlığına gözlerimi kör etmiş gibi olsa da, hemen sonrasında toparlandım ve bir adım attım ofise girdim.

Bir masanın etrafında toplanmışlardı. Babam tahmin ettiğim gibi ayaktaydı ve Vanessa’da bir elini onun omzuna koymuş, hemen yanında bekliyordu.

Nia, annesi ve babası ve de Máedόc sandalyelerde oturuyorlardı ama Chas ve Daniel masaya yaslanmış bir vaziyetteydiler.

Beni gördüklerinde bir an ortamdaki hava ağırlaştı, sekiz çift göz inanamıyormuş gibi defalarca kırpıldı ve sonrasında babam haykırarak bana doğru koştu.

Ayaklarımı yerden kesip beni kucakladı. Saçlarımı, alnımı ve yanaklarımı öperken durmadan adımı fısıldıyordu.

“Catty,” dedi nihayet rahat bir nefes almam için geri çekilirken. “Ah, meleğim. Öyle korktum ki… Nerelerdeydin?”

Arkasında bekleyen topluluğa bakıp gülümsedim. Vanessa ağlıyordu, babamın yanına gelip bir kolunu bana doladığında ben de ona sarıldım. Fakat bir yandan diğerlerini pür dikkat izlemeyi de ihmal etmiyordum. Clifford çifti ve Máedόc mutlulukla tebessüm ettiler ve beni burada gördüklerinden dolayı memnun olduklarını dile getirdiler. Ama diğer üç genç Dewrion, sıranın kendilerine gelmesini bekler gibi, heyecanla ortalıkta dolanıyorlardı.

“Anlatacağım,” dedim babama bakarak. “Ama öncesinde otursam hiç fena olmaz. Biraz yorgunum da…”

Babam tek kelime etmeden beni kollarına aldığı gibi bir sandalyenin üzerine koydu. Sonra hepsi etrafımda toplanıp beni bir nevi kuşatma altına aldılar. Tek tek her birine, hasretle bakarken gözlerim lacivert olanlarda takılıp kaldı.

Suratında kedi tırmalamasına benzer izler vardı, beyaz teni morluklarla kaplıydı, fakat bana öyle bir bakıyordu ki, bunların hiçbirine önem vermediğini o an anladım. Beni tekrar yanında bulmak sanki her şeyden daha önemliydi. Bunu bakışlarıyla hissettiriyordu.

“Evet, bal böceği,” Máedόc neşeyle gülüp yanağımdan bir makas aldı. “Seni dinliyoruz. Burada neler olduğunu düşünüp durmaktan resmen beyin devrelerimizi yaktık.” Bana bal böceği mi demişti bu adam? Saklayamadığım hayretimle ona bakakaldım. Kim derdi ki Druid’in böylesine insancıl, cana yakın biri olup çıkacağını? “Gerçi zombi oğlan bize bir şeyler anlattı ama ne kadarı doğruydu, bilemiyorduk tabii.”

Dan kendisinden böyle bahsedilmesinden dolayı duyduğu rahatsızlığı bu kez yüzüne yansıtmamıştı. Aksine beni içtenlikle tebessüm ederek seyrediyordu. Ben de ona aynı şekilde karşılık verince gelip yanıma oturdu ve elimden tuttu.

“İyisin, değil mi?” dedi sakince. Başımı sallarken kolumu uzatıp beline sarıldım. Garipti ama o yanımda olduğunda kendimi tamamlanmış gibi hissediyordum.

“İyiyim. Sahiden. Yani bu durumda ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyiyim.”

“Neredeydin Cathie?” Chas önümde diz çöküp kollarını bacaklarımın üzerine koydu. Ona yukarıdan bakarken ellerim hareketlenmişti bile. O yumuşacık saçlarına dokunmayı nasıl da istiyordum. Fakat çabucak kendime mani oldum ve ellerim yarı yolda yapmak üzere olduğu şeyden vazgeçip geri döndüler. Onun yerine kucağımdaki kollarından tuttum.

“Essex’te. Mersea Adası’ndaydım. Tabii bunu sonradan öğrendim. Uyandığımda bir çiftin evinde, onların yatağında buldum kendimi.”

Babam irileşen gözlerini bir bana, bir Vanessa’ya çevirdi. Doğrusu ikisi de dile döktüklerimden dolayı şaşkına dönmüşlerdi.

“Yaralı mıydın?” dedi Dan çekinerek. Daha çok bunun tersini söylememi beklermiş gibiydi ama aslında neler olduğunu en iyi o biliyordu.

“Evet, bunu tahmin etmişsindir diye düşünmüştüm,” dedim gülümsemeye çalışıp. Bakışlarımız buluştuğunda, Ölüm Diyarı’nda, Kapı Bekçisi’yle yaptığımız konuşma ikimizin arasında asılı kalmıştı. Ben hatırlıyorsam, o da bunları anımsıyor olmalıydı.

“O… Hakikaten de öldü mü?” Vanessa hemen mutluluğa kapılmaması konusunda kendisini frenlemeye çalışıyordu âdeta. “Daniel doğru mu söylüyordu?”

“Size ne anlattıysa, hepsi doğru. Beni Kuzey Denizi üzerinde açılan bir geçide götürdü ve oradan Gölge Adası’na gitmeye niyetlendi.

Fakat ben… Buna izin veremezdim,” derken özür diler gibi baktım babama. “Oraya yeniden dönmektense, hiç düşünmeden ölümü seçerdim.

Öyle de yaptım. Bunu Dan de anlamıştı zaten.

Yaptığım hiçbir büyüyü önceden bilemiyorum. Ne yapacağıma dair kesin bir bilgim olmuyor. Ama orada büyük bir şeyin olması gerekiyordu. Hem onu, hem de beni geri dönüşü olmayan bir yola sürüklemem lazımdı.

Galiba duyularım devreye girdi ve ikimizi de paramparça ettim,” bunu duyan Vanessa ve babam gözlerini kapattılar. Aslında ofisteki herkes rahatsız olmuş gibi kıpırdanıp duruyordu. “Akabinde Ölüm Diyarı’nda buldum kendimi. Sonrası da malum, Dan size anlatmıştır,” ona soru sorarcasına bakınca yavaşça başını salladı.

“Evet, anlattım,” dedi bakışlarını yere çevirip. “Kapı Bekçisi’nin bize bir şans daha verdiğini, fakat Arkhael’i orada sonsuza dek tutacağını söyledim. Hâlen bu olanları aklım almasa da, gerçek bu.

İkinci kez ölüp dirildim, inanabiliyor musunuz?” elini kalbinin üzerinde gezdirirken parmakları titredi. “Bunu bir başkasına anlatsam bana delirdiğimi söyler.”

Chas bir kahkaha patlattı. Bacaklarımı saran kollarının sıcaklığı karşısında birden alev almış gibi yanaklarımın ısındığını hissettim.

“Bu işi yapıp da aklı başında kalan biri var mı ki?” dedi tek kaşını kaldırıp. “Hepimiz zır deliyiz. Kim bizim normal olduğumuzu düşünür ki?”

Rahatlayan ve neşesi yerine gelen Dewrionlar onun bu yorumundan sonra hep beraber gülüştüler. Onları izlerken içimde giderek büyüyen mutluluğa engel olamıyordum.

Arkhael gitmişti. Sonsuza dek hem de…

Ondan kurtulmuştuk.

Dewrionlara ve bilmeseler de insanlara en büyük tehdidi oluşturan o zalim kral artık yoktu…

Продовжити читання

Вам також сподобається

771K 75.1K 54
Saatlerinizi geriye alın ve bildiklerinizi unutun. Tüm fantastik güçleri yeryüzünden silin, hafızalarınızı kötü deneyimlerden arındırın. Teknolojiyi...
531K 55K 54
"Bitiş noktasındayız belki lakin bu nokta bizim başka yoldaki başlangıcımız." | Seri 3 kitaptan oluşmaktadır. Serinin son kitabıdır. |
nemesis. Від ❦

Детективи / Трилер

5.9K 939 20
Gizem henüz 18 yaşında gencecik bir kızdı. Küçüklüğünde ailesini kaybetmiş, liseye geçtiğinde ise ailesi yerine koyduğu dostlar edinmişti. Her günü b...
339K 5.5K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...