Askerler son derece zinde ve kıpır kıpır görünüyorlardı. Arkhael’in ve çürümeye yüz tutmuş Aelryn’in safında yer alan ruhlarla kıyaslamazlardı bile. Bunu söylemek şöyle dursun, düşünmek bile ne kadar doğruydu, bilemiyordum ama kendi ruhlarımla gurur duyuyordum. Verdikleri sözü tutmuşlardı. Ben onları çağırmadan, sanki ihtiyaç duyduğumu hissetmiş gibi bu zor anlarda beni yalnız bırakmamışlardı.
“Demek ruhlar da sadık olabiliyormuş,” Chas yanı başımda mırıldanırken inanamadığını gösterircesine devamlı başını iki yanına sallıyordu. “Gerçi bu sadakat biraz zorlamayla oldu ama hiç itirazım yok açıkçası.
Vay be! Bir gün sahiden de onlarla omuz omuza çarpışacağıma ölsem inanmazdım. Hayat her türlü sürprizlere gebe, bunu çok iyi anlamış oldum.”
Onun bile ruhları böyle sevinçle karşılıyor olması, içimde şen şakrak bir duygunun filizlenmesine sebep oldu. Çünkü Chas Dan’e kıyasla Gölge – Ruhlar söz konusu olduğunda çok daha katı bir tutuma sahipti. Tabii böyle bir tavır sergilemesinin de geçerli nedenleri vardı, bu yüzden onu bu mevzuda yargılamak bana düşmezdi.
“Cath’e ne kadar sadıklar, bunu bilemem ama bence büyü muazzam işliyor,” Dan bize yaklaşmakta olan ruh topluluğuna bakıp iç geçirdi. “Kendi adalarına gidip gelmek bile üzerilerindeki tılsımı bozmaya yetmedi.
Bu muhteşem bir şey!”
Neşeyle başımı salladım. Bu sırada Arkhael de yan dönmüş, kendi askerlerine nispeten çok daha temiz ve canlı görünen ordunun geri kalanına bakıyordu. Onların her adımında yüzü dışa yansıtmak istemese de öfkeyle gerilip duruyordu.
Galiba benim onların üzerindeki etkimden nefret ediyordu. Bunu yapanın kendisi olmasını nasıl da isterdi, bunu tahmin edebiliyordum.
“Fazla sevinme,” dedi benim muzaffer bir edayla kendisini süzdüğümü görünce. “Hâlen azınlıkta olan taraf sizlersiniz. Şu etrafına bir baksana, Gölge – Ruhlar Dewrionları perişan ettiler. Çoğu daha fazla dayanamayacak, çünkü insanlarda ruhlardaki gibi bir direnç yok.
Kendi gözlerinle yanında yer aldığın Dewrionların çöküşünü seyredeceksin. Bana ve Tyalaria Aelryn’e de senin mağlubiyetini zevkle izlemek düşecek.”
Tok bir kahkaha patlattım. Artık eski görünüşünden eser kalmayan, tuhaf bir yaratığa dönüşmüş Aelryn’i işaret ederken Arkhael’in daha da sinirlendiğini görebiliyordum.
“Sen hâlâ onunla aynı emeli paylaştığınızı mı düşünüyorsun?” dedikten sonra cık cıkladım. “Yapma. Bu kadar saf olma.
Gölge – Ruhların en kudretlisisin sözde. Ama kendine yoldaş edindiğin ruh senin kuyunu kazmakla meşgul.
Sahi, bir anlığına beni yere serdiğinde ve her şeyin onun lehine olduğunu düşündüğü esnada senin hakkında dile getirdiklerini biliyor muydun?”
Aelryn o kıpkırmızı gözlerinden bana ölümcül bir bakış attı. Başının üzerinde toplanıp büyük bir kuş yuvasına dönmüş saçlarının bir kısmı soğuk yanması sonucu kararan yanaklarına doğru düşüyordu. Bu hâliyle masallardaki cadılardan bir farkı yoktu. Hatta birçoğundan çok daha tiksindirici ve korkunç görünüyordu.
“Ona inanma,” diye cırladı birden. Tabii, işler umduğu gibi gitmediğinden yine kuyruğunu sıkıştırıp kralın koruyucu kanatlarının altına sığınmayı deneyecekti. Hah! İkiyüzlülüğün de bu kadarı olurdu! “Seni bana karşı kışkırtmaya çalışıyor.
Savaşmak konusunda deneyimsiz ve toy olabilir ama zehir gibi çalışan bir beyni var. Bizi birbirimize düşürüp aklınca kolay yoldan bir zafer elde edecek.”
Biz konuşurken sağdan ve soldan saldırı için yaklaşan ruhlar, Dan ve Chas’in kılıçlarını çekmesiyle beraber atağa geçtiler. İki Dewrion beni aralarına alarak kendi bedenlerini bana koruma kalkanı yaptılar ama buna hiç gerek yoktu. Zira Arkhael bizzat kendisi benimle ilgilenmek istiyordu, hiçbir ruhun bana dokunmayacağını biliyordum.
“Tyalaria’m,” Zheck son birkaç metreyi koşarak aştı ve karşı safta yer alan ruhlara dik dik bakarak bana yaklaştı. Yine de aramızda biraz mesafe bırakmak zorunda kalmıştı, çünkü Chas ve Dan kimsenin bana ulaşabilecek bir noktada olmasına izin vermiyorlardı. Ayrıca bir de kralın tarafını tutan ruhlar vardı ve onlar da kendilerince hain olarak gördükleri Zheck ve tayfasına artık bir düşman gözüyle bakıyorlardı. Öyle ki, genç Dewrionlarla başa baş mücadeleye girişen ruhların bir kısmı yerlerinden ayrılıp yeni gelen ruhlara doğru yönelmişlerdi. “Emrettiğiniz gibi buradayız,” diye bağırdı Zheck kılıcını çekip kendisine doğru gelen ruhu yarı yolda karşılayarak. Ona şöyle bir bakınca, gözlerinde bir gram bile korku olmadığını gördüm. Ne yapmak üzere olduğunu yadırgamamıştı bile, kendi ırkına karşı silahlandığından dolayı tereddüt etmemişti.
“Teşekkürler Zheck,” dedim ben de onunla gurur duyduğumu belirten bir ses tonuyla. “Size olan güvenimi sarsmadığınız için her birinize minnettarım.”
“Bir de ayaklarına kapan istersen,” bir süredir suskun olan Aelryn iğrenmiş gibi yüzünü kırıştırdı. Fakat bunu yaptığında suratı çok çirkin bir hâl aldı. “Neyin şükranlarını sunuyorsun ki?
Onları zorla kendine bağlamadın mı? Büyüyle sadakatlerini kazanmak seni gerçek bir lider yapmaz!”
“Laf konuşana bir bakın,” dedim ve sırıtıp kılıcımı avucumun içinde tarttım. Bu; bir nevi gözdağıydı, çünkü bana bulaşacak olursa onu bunu yaptığına pişman edecektim. “Elinde olsa o kitabı sanki sen kullanmayacaktın da!
Doğru söyle, Haellyria’ya döndüğünde kitabı orada bulamayınca deliye döndün, değil mi? Keşke seni o anlarda görebilme imkânım olsaydı…”
“Beni kendinle karıştırma!” diye haykırdı ve daha fazla dayanamayıp üzerime atıldı. Chas ve Dan ruhlarla hayli meşgul olduklarından bir saniye gibi kısacık bir sürede karşımda bitiverdi. Onun arkasında sessizce bekleyen Arkhael ise gözünü ikimize dikmiş, hangimizin bu kavgadan galip çıkacağını merakla beklermiş gibi bizi seyrediyordu. “Senin gibi hırsız değilim ben.
Sana ait olmayan bir şeyi çaldın. Hem de Dünya topraklarına getirerek sırlarımızı açığa çıkardın, bizleri aşağıladığın yetmezmiş gibi bir de leke sürdün kutsal değerlerimize.
Sakın beni kendinle bir tutma!”
Kılıcını sallayıp beni kolumdan yaralamayı denedi, fakat tam zamanında vücudumu geriye doğru çektim ve kılıç beni santimlerle ıskaladı. Ona kendini toparlama fırsatı vermeden ayağımı uzattım, yakınımda durduğu için bir çelme taktım ve bu sendelemesine neden oldu.
Öfkeyle bir şeyler mırıldandı, belinde duran kamayı çekip bana fırlattı ama bu kez yeterince hızlı davranamadım. Kama sol omzumun boşluğuna saplanıp kaldı.
Dudaklarımdan bir inilti koptu. Bunu duyan Aelryn bir kurt gibi uludu. Vahşi bir hayvan gibi tepinip durarak sevinmesi Gölge – Ruh kralının da çok hoşuna gitmişti anlaşılan. Dudakları kapalı gülümserken bana kendini beğenmiş bir bakış attı.
“Cathie? İyi misin?”
Chas’in soluk soluğa gelen sesi hemen arkamda aksetti. Vücudumda bir karıncalanma vardı, iğne uçları gibi batan, keskin acıyı yok sayarak başımı salladım.
“Ben iyiyim,” dedim onu daha fazla endişelendirmek istemediğimden. Ama hemen sonra aklıma Daniel geldi ve cılız bir korku tüm damarlarımda dolaşmaya başladı. Ben yaralandıysam, o da yaralanmış demekti. Üstelik o benim gibi tek bir ruhla değil, onlarcasıyla savaşıyordu.
“Dan, sen iyi misin?” derken arkama bakmamak için kendimi çok zor tuttum. Çünkü Aelryn en ufak açığımda bunu değerlendirip bana bir darbe daha indirmek arzusundaydı.
“Sen iyiysen, ben de iyiyim,” diye bağırdı. Sesi gerçekten de çok kötü gelmiyordu. Biraz daha dayanabilmesini diledim, zira Zheck ve yanındakiler de onlara destek olmak için bulundukları yerden ayrılmışlar ve yanlarına gitmişlerdi.
“Şimdi anlıyor musun neden onu kendine bağlamakla yanlış yaptığını?” Arkhael etrafımda çember çizerek dolaşan Aelryn’in boşta bıraktığı noktaya doğru gelip durdu. Henüz hiçbir silahına dokunmamıştı. Önceliği Tyalaria’ya vermiş, onun beni hayli hırpalamasında bir sakınca görmemişti.
Asıl nihai sonu kendi elleriyle verme niyetindeydi.
Ah! Öyleyse çok beklerdi…
“Ben ortada bir yanlış göremiyorum,” deyip bir akbaba gibi dolanıp duran Aelryn’e odaklandım. Devamlı hareket ederek hedef şaşırtmaya çalışsa da, bu benim için zor bir şey değildi. İçimde yeni yeni kaynamaya başlayan bir güç dalgalanması vardı sanki, bana inanılmaz bir güven bahşediyordu ve böyle olduğu zamanlarda kendimi her şeyi yapabileceğim konusunda muktedir biri olarak görüyordum.
“Çünkü hâlâ çocuksun da ondan!” lafı ağzıma tıkamaya çalışan Gölge – Ruh kralı homurdandı. Daha sonra da bir el hareketiyle çıtı çıkmayan Cynbel’i ve diğer büyücüleri babamların olduğu tarafa yönlendirdi. Orada kıyamet kopmak üzereydi ve bir de Druid ve Dryadesler işin içine girerse, Dewrionların işi çok zor olacaktı. Buna engel olmak için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ama Aelryn’i atlatsam bile, sırada Arkhael vardı ve onun beni rahat bırakmayacağından adım gibi emindim. “Gözün sevgi denen saçmalıkla dönmüş ve gerçeği göremiyorsun.
O artık senin zayıf noktan. Bir zaaftan başka bir şey değil. İnsan ömrünün ne kadar kırılgan olduğunu düşününce, kendi ellerinle ölümüne yaklaşmak için bir anlaşma yaptığını fark etmedin mi yoksa?”
Kral konuşarak beni oyalamaya çalışıyordu ama Aelryn bu arada bana her yandan sokulmanın fırsatlarını kolluyordu. Bir ara kılıcını yeniden savurdu, fakat bu kez öfkem diğer duyularımın önüne geçti ve dudaklarım beynimden önce davranıp aralandı, Kensington’dayken antrenman odasında Gwen’i havada taklalar attırıp duvara yapıştırdığım büyüyü farkına bile varamadan mırıldandım:
“Shalaeish!”
Bir yılan gibi tıslayarak çıkmıştı sesim, bedenimde öyle vahşi bir zevk dalgası vardı ki, bunun etkisinden midir nedir, Aelryn metrelerce havada uçup tam da babamların olduğu noktada yere çarptı. O sırada bir ruhla boğuşmakta olan Nadia, Tyalaria’yı fark etmediğinden onun üzerine bastı. Ciyak ciyak bağıran Aelryn hemen ayağa kalktı ve gözleri aramızdaki mesafeyi kat edip beni buldu.
Şu an için kısa sürede yanıma gelmesi mümkün değildi, çünkü her yanında savaşan Dewrionlar ve ruhlar vardı. Bunu o da sezmiş gibi, hiddet dolu bir çığlık attı ve hemen ruhların arasına karışıp sağa sola saldırmaya başladı.
Hissettiği kızgınlık ve öfkeden dolayı gözü hiçbir şeyi görmediğinden, kaybedecek bir şeyinin olmadığını düşünüyordu. Bu sebeple önüne çıkan herkese olabildiğince zarar vermek için çabaladı.
O sırada kendisine en yakın olan Vanessa’ya arkasından yaklaşıp onu bacağından yaraladı, dişi Dewrion öne doğru devrilip o esnada kıyasıya bir mücadeleye girdiği ruhun üzerine yığıldı. Ruh bunu fırsat bilip çift taraflı kullandığı kılıcı havada döndürdü ve Vanessa’nın boynuna indirmeden hemen önce kurnazca gülümsedi.
İşte beni ben olmaktan çıkaracak olan ateşin kıvılcımı da tam o anda atılmış oldu.
Durduğum yeri terk edip Vanessa’ya doğru koşmak için hamle etmiştim ki, Arkhael buz gibi elleriyle bileklerimden tutup bana mani oldu.
“Dur bakalım, nereye gidiyorsun? Bırak o ruh annenin işini bitirsin. O zaten burada olmaması gereken biri. Niye onu korumaya çalışıyorsun ki? Üstelik o zamanında seni bırakıp gitmişti. Varlığına tahammülü olmayan bir kadını ölümün ellerinden kurtarmak akıl kârı değil.”
“Sen ne anlarsın ki?” beni bırakması için çırpındım, ne var ki bunu umursamadı bile. Hatta çığırından çıkmış hâllerim onu hayli keyiflendirdi. Kıkırdarken beni bir mengene gibi sıkıştırmaya da devam etti. “Bırak beni! Yoksa-”
“Yoksa ne? Beni de Tyalaria Aelryn gibi fırlatıp atacak mısın?”
Onu daha fazla dinlemek istemiyordum. Çünkü ruh işini bitirmek üzereydi. Babam da Vanessa’yı görmüştü ama onun yanına zamanında ulaşması mümkün değildi. Çılgınca bağırdığını ve Gölge – Ruhlarla Dewrionlardan oluşan kalabalığı yararak o yöne doğru koşmaya çalıştığını gördüm.
Fakat ışık hızında hareket etmediği sürece ona ulaşması imkânsızdı…
Korku; tüm hücrelerime yayılıp beni çaresiz bırakmaya zorladığında, aynı anda bir başka duygunun daha içimde filizlendiğini hissettim. Daha ona yeni kavuşmuşken, üstelik henüz anne bile diyememişken Vanessa’yı yeniden kaybedemezdim. Bunu kaldıramazdım. Hem ayrıca babam vardı. O sevdiği kadının ölümüyle bir kez daha yüzleşemezdi, bu defa kahrolurdu, bunu biliyordum.
Arkhael’in kollarında çırpınmayı bir kenara bıraktım. Vücudum sakinleşmiş gibi hareketsiz kesilmişti ama içimdeki öfke had safhaya ulaşmıştı.
“Dragar!”
Kelimeyi fısıldadığım anda, kulakları sağır edecek bir gök gürültüsü duyuldu. Hemen akabinde de her yer beyaza boyandı, göz gözü görmüyordu. Sisle kaplı alana bir yıldırımın düştüğünü zor da olsa algıladım.
Yavaş yavaş ortamdaki pus dağılıp tekrar görüşümüzü kazandığımızda, Vanessa’nın olduğu yerdeki çoğu ruhun kömürleştiğini gördük. Her birinin külleri havaya doğru savruluyordu.
Beni sıkı sıkıya tutan Gölge – Ruh kralı canı yanmışçasına haykırdı. Onlarca, belki de yüzlerce askeri imha edilmişti, tüm kızgınlığını buna bağlamak istedim ama başımı çevirip ona baktığımda öyle olmadığını gördüm.
Kimseyi umursamıyordu. O an kilitlenip kaldığı tek nokta, Tyalaria pelerini yerde hiç zarar görmeden duran Aelryn’in olduğu alandı.
Aelryn’in ise yerinde yeller esiyordu.
Helezon çizerek dağılan külleri, ondan geriye kalan tek parçalardı.
Tyalaria ölmüştü…