VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ...

By ozlemdokuyucu

653K 66.1K 11.3K

▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'n... More

PROLOG
1.BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
❗ DUYURU ❗
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
🔶🔷🔸🔹KESİT🔹🔸🔷🔶
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
♣ EK BÖLÜM ♣
‼ DUYURU ‼
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
YENİ KİTAP: KAÇAK - KRİYONİKS - DUYURU
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
♣♣ EK BÖLÜM II ♣♣
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
♣♣♣ EK BÖLÜM III ♣♣♣
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
101. BÖLÜM
102. BÖLÜM
103. BÖLÜM
104. BÖLÜM
105. BÖLÜM
106. BÖLÜM
107. BÖLÜM
108. BÖLÜM
109. BÖLÜM
110. BÖLÜM
♣♣♣♣ EK BÖLÜM IV ♣♣♣♣
111. BÖLÜM
112. BÖLÜM
113. BÖLÜM
114. BÖLÜM
115. BÖLÜM
116. BÖLÜM - FİNAL
❗ ÖNEMLİ ❗
📣 DUYURU 📣
MİRAS: GÖLGE -RUH SERİSİ - İkinci Kitap
‼ BİLGİLENDİRME ‼
YENİ KİTAP: KÖLE VE ASİ - DUYURU
YENİ KİTAP: ÇÖLÜN LÂNETİ - DUYURU
❗ANKA'NIN KÜLLERİ: YENİ KİTAP ❗
📣 DUYURU 📣
ÇÖLÜN LÂNETİ (SATIŞTA!)

93. BÖLÜM

2.7K 350 40
By ozlemdokuyucu


“Seni adi pislik!” diye tısladım ve arkama döndüm. Ruh benden sadece birkaç santim ötede duruyor ve ağzı kulaklarında bizi seyrediyordu. Hiçbir şeyden haberi olmayan Chas, sesimi duyar duymaz hareket etmeyi bıraktı, el yordamıyla beni buldu ve önüme geçmeye çalıştı. Ama kollarımı uzatıp ona engel oldum, şu an dezavantajlı durumda olan ben değil, oydu.

“Ne kadar sevimlisiniz,” dedi Gölge – Ruh hâlâ pişmiş kelle gibi sırıtırken. “Yalnız sizce de bir gariplik yok mu? Benim bildiğim, erkek kadını korumak adına ona kalkan olur.

Omuz hizasındaki kızın ardına saklanmak na neyin nesi yahu?”

Chas hırladı ve tek hamlede beni boşa çıkarıp öne atıldı. Göremese de, sesin geldiği tarafa doğru yönelmişti ve şu an ruhla burun burunaydı. Kılıcını dimdik, tam olarak ruhun boğazına saplanacak şekilde tutuyordu.

Tek yapması gereken elini birazcık yukarı ittirmekti.

Ama yapamadı. Çünkü Gölge – Ruh tehlikenin farkına varır varmaz ondan uzaklaştı ve bu defa soluğu benim yanımda aldı.

Chas’e nispeten, ben hazırlıklıydım. İki ayağımın üzerinde yaylanarak pozisyonumu almıştım.

“Sen de kendini iyice bu Dewrion sürüsüne kaptırdın be Alworiel,” dedi sanki bana acırmış gibi. “Koskoca Byddin Cysgodol’un başı olmak varken, her yanlarından zaaf ve ölümlü hayat akan bu acınası maymunların safında yer almanı sana hiç yakıştıramıyorum.”

“Hmm, demek ki doğru yoldayım,” derken sırıttım. “Çünkü sizin onay vereceğiniz hiçbir işe bulaşmamaya bilhassa özen gösteriyorum.”

“Bak sen,” Gölge – Ruh aniden cismani bedenine kavuştu ve tıpkı Chas’inkine benzer uzun bir kılıcı kuşandı. Chas’i dışarıda tutmaya gayret ederek onun etrafında çember çiziyordum, fakat genç Dewrion sesimi duyduğu her an rastgele bir yere doğru atılıyor, bazen ruhla inanılmaz derecede yakınlaşıyordu. O anlarda Gölge – Ruh’un gözünü kan bürüyüp de ona saldırmasından deli gibi korkuyordum. En sonunda dayanamadım, ruh kılıcını yatay bir vaziyette ileri doğru ittiğinde, başımı eğip ondan kurtuldum. Havayı yaran kılıcın yarattığı rüzgârı tenimde hissedebiliyordum.

“Chas?” soluk soluğa bağırdım. “Lütfen kıpırdamadan durmayı dener misin?”

“Hiç sanmıyorum,” dedi karşılık olarak. Sinirlendiğini sesinden anlamıştım. Böyle eli kolu bağlı kalmak hiç ona göre değildi. Göz ucuyla onun yanımdan geçtiğini gördüm, direkt olarak Gölge – Ruh’un üzerine gidiyordu.

Ve ruh da elbette genç Dewrion’u keyifle izliyordu. Tam yan yana gelmişlerdi ki, kılıcını sola doğru savurup Chas’i kolundan yaralamayı başardı.

Küçük bir çığlık attım. Kendimi korumayı bir kenara bırakıp Chas’e yöneldim ve onu kolundan çekip zorla duvar kenarına götürdüm.

“İyi misin?” diye sordum korkuyla. “Canın yanıyor mu?”

Chas dişlerinin arasından öfkeli bir ses çıkardı.

“İyiyim Cathie, yok bir şey,” başını kaldırıp karanlıkta göremediği Gölge – Ruh’a hitap ederken sesi buz gibiydi. “Sadece sinek ısırığı gibi bir şeydi.”

Ruh bir köşeden kahkaha attı. Genç Dewrion’un kendisine sataşması çok hoşuna gitmişti. Ama zaten biliyordu ki, tüm kartlar onun elindeydi. Chas sözleriyle onu kızdırmak yerine iyice neşelenmesine sebep oluyordu.

“Dewrionlar neden hâlâ bizim yanlarında olmadığımızı fark edemediler ki?” dedi Chas kısık bir sesle. “Kaç dakika oldu Cathie, sence onlar… Ruhlar tarafından zor bir duruma mı düşürüldüler?”

Bunu düşünmek dahi istemiyordum, ancak öyle olmasa babam veya Dan, ikisinden biri mutlaka müzede bizi aramaya çıkardı, orası kesindi.

“Bilmiyorum,” dedim yine de düşüncelerimi dile getirmek yerine. “Kendilerini kavga dövüşe kaptırmış olabilirler.”

Fısıldamamıza rağmen, Gölge – Ruh aramızda geçen konuşmayı duymuştu. Ruhların son derece hassas olan duyu yeteneklerinden nefret ediyordum!

“Bizim çocuklar yukarıda epey iyi vakit geçiriyor. Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştik doğrusu. Fakat siz ikiniz benim favorim oldunuz.

Şu hâlinize bir bakın!

Maymuncuk olmaktan sıyrılıp resmen iki sevimli kediciğe dönüş yaptınız.

Sizinle vakit geçirmek tahmin ettiğimden de güzel olacak.”

Gölge – Ruh ellerini iki yana kaldırıp bir şeyler mırıldanmaya başladı. Tıpkı Zheck’in Regent’s Park’taki açık hava tiyatrosunda, ruhları bir araya topladığı çağrıya benziyordu ama onunla bire bir aynı değildi.

Yine de yanına başkalarını çağırdığını anlamıştım.

Ellerimi yumruk yapıp Chas’in ardındaki duvara geçirdim. Canım acımıştı ama umursamıyordum. Şimdi de çok sinirlenmiştim, öyleyse neden büyü yapamıyordum?

Gözlerimi yumup konsantre olmaya çalıştım ve aklımdan kilerin ışığa boğulduğunu geçirdim. Şayet bunu yapabileceğim bir büyü varsa, lütfedip zihnimde kendini açığa çıkarsa hiç fena olmayacaktı doğrusu.

Ne var ki, deyim yerindeyse avucumu yaladım.

Hiçbir şey olmamıştı.

“Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!” her sözcükle birlikte yumruk atmaya devam ettim. Eklem yerlerimin açıldığını ve kanadığını hissediyor ama kendimi durduramıyordum. Elimden hiçbir şeyin gelmiyor oluşu, öfke kat sayımı artırmış, yalnızca kendime zarar verme noktasına doğru hızla ilerlemeye başlamıştı.

“Cathie! Dur artık!” Chas kollarımı tutup parmaklarımı kırma isteğime bir nevi mani oldu. “Böyle hiçbir yere varamazsın! Sakin olmamız gerek.”

“Bunu az önce kızgın bir boğa gibi oradan oraya atılan bir adam mı söylüyor?” deyip tok bir kahkaha attım.

“Öfkeni bana değil, şuradaki ruh bozuntusuna kus!” şimdi o da kızmıştı. Güzel! Zaten şu son zamanlarda Chas’le ne zaman adam akıllı konuşabilmiştik ki?

“Fark etmemiş olman büyük bir olasılık ama biraz önce o ‘ruh bozuntusu’ diğerlerinden yardım istedi. Hangi biriyle baş etmeliyim sence? Büyü de yapamıyorum! Tanrım! Delireceğim!”

Chas asabi tavırlarına karşın sırtımı sıvazladı.

“Bana nerede durduklarını söylemen gerek. Onları göremiyorum. Tek başına bir şeyler yapmak zorunda değilsin.”

Aksine, tek başıma yapmalıydım, zira ruhlar Chas’in burada ne kadar savunmasız olduğunu anladıkları anda, tüm odak noktalarını onun üzerinde ayarlayacaklardı.

Karanlıkta parlayan lacivert gözlerine bakıp yutkundum. Onu korumam lazımdı, birileri bizi bulana dek Chas’in zarar görmesine engel olmalıydım.

Ben bunları düşünürken, havada bir dalgalanma oluştu ve burada kapalı kaldığımız Gölge – Ruh’un yanında üç ruh daha belirdi.

Kapının hemen yanında, Chas’le birbirimize sokulup kaldığımızı gördüklerinde kıkırdadılar.

“Sen bunlar için mi imdat çağrısında bulundun?” dedi biri alayla. “Şunlara bir bak! Son dualarını eden idamlık mahkumlar gibiler.”

“Çocuk neyse de,” başından beri yanımızda olan ruh beni işaret etti. “Prenses bizimle eşit şartlarda çocuklar.

O bir Tyalaria.

Zorlu bir kapışma bizi bekliyor.”

Ansızın silahlanıp karşımıza geçtiler. Ne yapacağımı, nasıl karşılık vereceğimi kestirmeye çalışıyordum ki, Chas elini öne uzatıp önce kolumu kavradı, sonra da aşağı inip parmaklarımızı birbirine kenetledi.

Holyhead’de olduğu gibi…

İçimde anlık bir mutluluk patlaması yaşandı. Onunla aramızın iyi olduğu, hatta kendisinden hoşlandığımı gizlemediğim zamanlara dönüş yaptım.

“Seni asla yalnız bırakmam,” dedi, başını bana doğru çevirmişti. “Bu uğurda ne gerekiyorsa yapacağım.”

Dudaklarımı dişledim, yoksa her şeyi bir kenara bırakıp hüngür hüngür ağlayacaktım. Söz konusu birilerini korumak olduğunda, Chas’in bu kadar kolay kendi hayatından taviz veriyor oluşu hâlen beni sarsmaya devam ediyordu.

“Yürek parçalayıcı,” Gölge – Ruhlardan en kısa boylu olanı sahte bir tavırla iç çekti. “Benim güzel maymuncuklarım, sizi birbirinizden ayıracak olduğumuzdan dolayı üzüntü içerisindeyim. Fakat siz de takdir edersiniz ya, hayatın kuralı bu.”

O susar susmaz, aralarında boşluk bırakarak bize yaklaştılar. Normal şartlarda olsak, Chas tek başına dördüyle de baş edebilirdi, bundan emindim. Kıvrak ve zekiydi. Hamlelerini hep akıllıca kullanırdı. Ama şimdi bambaşka bir durumun içerisindeydik ve ruhlar da bunu gayet iyi bildiğinden, yalnızca bir tanesi Chas’in üzerine yürüdü, diğer üçü benimle kapışmaya gönüllü olmuştu.

“Tyalaria bir de bize göstersin marifetlerini,” dedi bir tanesi ve kılıcını kaldırıp boynuma doğru salladı. Kendi kısa kılıcımla onu havada karşıladım ve herhangi bir darbeye karşı kendimi korudum. Ruhla birbirimize dişlerimizi gösterip bakarken, diğer ikisi de arkama geçmişlerdi. Bir an panikledim, aynı anda üçünü birden nasıl idare edecektim, hiçbir fikrim yoktu.

Ağırlığımı kılıcıma verip Gölge – Ruh’u geriye doğru iteklediğimde hiç duraksamadan sağ ayağımı karnıma çekip sonra hızla bıraktım ve arka tarafıma ters bir tekme attım. Bir tanesi acıyla uludu, dönüp bakmadım. Hemen sıçrayıp üçünü de karşıma alacağım bir pozisyona geçtim. Bu sırada Chas de akıllık edip duvar kenarından ayrılmamıştı, onun payına düşen ruh sadece sağ ve sol tarafından saldırabilirdi, genç Dewrion bunun bilincinde olarak devamlı kılıcını hareket hâlinde tutuyordu. Bir ara kızgın bir ses çıkardı, ben de ona bir şey mi oldu diye bir anlık gaflete düştüm ve bu bana pahalıya mal oldu.

Gölge – Ruhlar beni köşeye sıkıştırıp kılıçlarını boynuma dayadılar. Bense iki elimle kendi kılıcımı sıkı sıkıya tutmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ayaklarımı yere vurmak, öfkeyle tepinmek istiyordum. Gözüm öyle bir kararmıştı ki, o esnada içinde bulunduğum tehlikeyi falan hiç umursamıyordum.

Sonra az ötede, Chas’in olduğu yerde bir gümbürtü koptu ve bir bedenin sertçe yere düştüğünü duydum.

Olası bir kötü manzarayla karşılaşmak istemesem de, mecburen bakışlarım o yöne kaydı.

Ayakta duran genç Dewrion değil, Gölge – Ruh’tu.

Chas yerde kıvrılıp kalmıştı.

İşte tam o sırada, beynimde bir kıvılcım oluştu.

Dudaklarımın aralandığını çok sonra fark ettim:

“Ralishira!”

Beni köşeye kıstıran, hatta Chas’in başında duran Gölge – Ruh bile buz mavisi bir ışığın eşliğinde kendi içlerinde patlayıp cam kırıklarını anımsatan şekilde tuzla buz oldular.

Bir an durup nefes aldım ve sonra hayatımın en kısa ve aynı zamanda en uzun koşusunu yaptım.

Chas’e ulaştığımda ondan belli belirsiz mırıltılar duyuluyordu. Omuzlarından tutup kaldırmaya çalıştım.

“Chas?” öyle korkuyordum ki, onu bu durumda görmek yerine defalarca kılıç darbesi almaya gönüllü olabilirdim. “Beni duyuyor musun?”

“Evet,” dedi zar zor. Başını avuçlarımın arasında aldığımda, dudağının patladığını, gözlerinden birinin de şişip kapandığını gördüm.

Ruh bunu hangi ara yapmıştı?

“Sana başka bir şey yaptı mı?” görünenin altında yatan ve benim fark edemediğim başka bir yarasının olması fikrini aklımdan def etmeye çalışarak, onu duvara yasladım.

“Sanırım kaburgamda çatlak var,” dedi elleriyle göğüs kafesini yoklayarak. Acıyla soluk alıp verdiğini işitebiliyordum. Kendi ellerimi kalbinin üzerine koyup ona yaklaştım. Aniden nefes almayı bıraktı ve beni kollarımdan çekti.

Devrilmemek adına omuzlarına sıkıca tutundum.

“Ne yaptığını gördüm,” dedi yarım yamalak bir tebessümle. “Anlık beliren ışık her şeyi ayan beyan ortaya döktü. Cathie… Sen inanılmazsın.”

Parmaklarım kapalı gözünün kenarlarında dolaştı.

“Ama keşke bunu yapmam için senin bu duruma gelmen gerekmeseydi!” diye hayıflandım. “İlla birilerini kaybedeceğim korkusu mu yaşamam gerekiyor harekete geçebilmek için?”

Chas patlak dudağının el verdiği ölçüde kıkırdadı.

“Gwen’i hatırla. O zaman böyle bir şeye ihtiyaç duymamıştın.”

“Ah, evet! Hatırlattığın için sağ ol.”

Huysuz sesimi duyunca bir elini uzattı, karanlıkta yüzümü bulup bir yanağımı avucunun içine aldı. İçimde birden bire bir kamp ateşi yakılmıştı sanki. Yorgunluğuma rağmen tüm hücrelerim teyakkuza geçmişti.

“Yaralandın mı?” dedi çekinerek.

“Hayır. İnanmayacaksın ama bu defa sapasağlamım.”

“Çok güzel. Sen iyiysen Dan de iyi demektir.”

Belli belirsiz başımı salladım. Sonra onun beni göremediğini hatırladım.

“Evet. Bende de anormal bir şekilde kendisini gösteren ağrı ya da yara izi falan oluşmadığına göre iyi olmalı,” İki elimle birlikte göğüs kafesini yokladım. “Çok acıyor mu?”

Bir an nefesi kesildi. Korkuyla geri çekilmeye çalıştım ama bana izin vermedi.

“Dur lütfen. Yanlış bir şey yapmadın. Ben… Hiç değilse şu an sahip olduğumuz bu zaman diliminde biraz seninle olayım, olmaz mı?”

Sözleri bedenime baştan ayağa bir şok dalgasının yayılmasını sağladı. Gözlerinde bir şeyler aradım ama ne düşündüğünü anlayamıyordum.

“Cathie?”

“Hmm?”

“Neden sustun?”

“Hiç!” ona dokunmaya devam ederken bakışlarımı kapıya çevirdim. “Sence bir ihtimal, bugün bizi bulabilecekler mi?”

“O kadar mı sıkıldın benden?”

“Ne?” dedim şaşkınlıkla. “Hayır. Bunun seninle bir alakası yok.”

Chas sesli bir iç geçirdi.

“Anladım. Dan’le ilgili, değil mi? Onu çok mu özledin?”

“Chas,” derken sesim ona yalvarır gibi çıkmıştı. “Bunu bana neden yapıyorsun?”

Bir an kaskatı kesildi.

“Sana ne yapıyorum ki Cathie?”

“Bunu işte. Yeri geliyor, beni bir böcek gibi görüp ezip geçmeye çalışıyorsun. Her söylediğin sözle, her bakışınla. Sanki nefret ediyorsun benden. O vakitler sahiden seninle karşılaşmayı bile istemiyorum.

Ama bazen de öyle bir an geliyor ki, yine eskisi gibi oluyorsun. Seni ilk tanıdığım zamanlardaki gibi… Şakacı, biraz ukala ama her zaman kendisinden önce başkalarını düşünen o düşünceli genç adam.

Hangisini muhatap almam gerek, bilemiyorum.”

Chas başını eğdi ve alnını benimkine yasladı. Teni sıcacıktı, güven veriyordu bu bana. Gözlerimi yumdum ve bu kısacık anın tadını çıkardım. Aklımda birden beliren Dan’in yüzü ise yaptığımın yanlış olduğunu bana sert bir tokat etkisinde gösterdi.

“Özür dilerim,” deyip geri çekildim.

“Özür dileme. Lanet olsun! Benden uzak durmana katlanamıyorum Cathie! Bunu denedim, inan bana ama olmuyor. Yapamıyorum.”

Öyle zavallıca konuşmuştu ki, yüreğimde onun adına bir telaş duydum.

“Chas… Bu da ne demek oluyor?”

“Kolay mı sanıyorsun, seni her gün Dan’le birlikte görmek? Ona gülümsediğine, hatta onu öptüğüne şahit olmak?

Sanki görünmez bir el tırnaklarını iç organlarıma geçirip beni parçalamaya çalışıyor. Evet ya! İşte o anlarda aynen böyle hissediyorum.

Fakat hiçbir şey yapamıyorum!”

Ellerimi ondan ayırıp iki yanıma sarkıttım. Yutkunmam git gide güçleşiyordu.

“Beni neredeyse başından attın Chas! O günü unutmadım. Dile getirdiğin her şey burada, aklıma kazınıp kaldı.

Şimdi ne oldu da günah çıkarır gibi itirafta bulunuyorsun?”

Ayağa kalkacaktım ki, bir kez daha beni kendisine çekti.

“Dur lütfen! Bilmen gereken bir şey var,” suratı kaskatı gerilmiş, çenesi kasılmıştı. Her ne söyleyecekse, bununla mücadele ettiğini sezdim. “Sana öyle davranmaya mecburdum. Benden uzak durman, hatta nefret etmen için elimden geleni yaptım.”

“Nedenini sorabilir miyim acaba? Çünkü karşıma geçip dürüstçe en başından niyetinin sadece gönül eğlendirmek olduğunu söyleseydin, ilk öpücüğümü sana vermezdim Chas.”

“Değildi. Kahretsin! Cathie nasıl seninle gönül eğlendirdiğimi düşünürsün? Tamam, belki tavırlarım seni öyle olduğu yönünde ikna etti ama bu gerçek değil,” derin bir iç çekti. “Hepsi lanet yüzünden.”

Ansızın kaşlarım çatıldı.

“Lanet mi? Ne laneti?”

“Ruh bağı büyüsünün laneti, hatırladın mı?”

Nasıl unutabilirdim ki? Laneti göğüs kafesimde bir kurşun deliği şeklinde taşıyordum.

“Lanetin sebep olduğu izle senin bana olan davranışlarının ne ilgisi var?”

Chas ellerini saçlarının arasından geçirdi. Gözleri göremediği yüzüme odaklanmıştı.

“Lanet o iz değil Cathie. O yalnızca bağın kurulduğunun ilk işaretiydi. Lanet ise bambaşka.”

Duyduklarım karşısında damarlarımda kan yerine soğuk bir rüzgâr esti. Başka ne olabilirdi ki?

“Senin lanetin benim.”

Otomatikman dudaklarımdan bir “Hah!” sesi çıktı. Ve ardından kahkaha attım. Buz gibi, neşeden uzak…

“Sen mi? Sen nasıl lanet olabilirsin ki Chas? Lütfen benimle dalga geçme.”

“Dalga geçmiyorum,” sesli bir nefes verdi. “Sen baygındın. O yüzden Máedóc seçimi bana bırakmak zorunda kaldı.”

“Neyin seçimini?”

“O dedi ki… Dan’in Ölüm Diyarı’ndan buraya geçişini sağlayacak olan kapı bekçisi bir fedakârlık istemiş. Bu hep böyle oluyormuş, yani bu büyü söz konusu olduğunda.

Ben de senin yeterince fedakârlıkta bulunduğunu, senin yerine ne istiyorsa onu benden almasını istedim.”

İçimden bir ses birazdan Chas’in dile getireceklerinden hiç de memnun olmayacağımı fısıldıyordu.

“Ee,” dedim otomatik pilota bağlamış gibi. “Kabul etti mi bunu?”

“Hem evet, hem hayır. Druid bekçinin kalplerde gizlenen en büyük arzulardan haberdar olduğunu söyledi. O Máedóc’a demiş ki…”

“Ne demiş?”

“Sen ve ben… Bizim en büyük arzumuz birbirimize ait olmakmış.”

İyi ki ortam karanlıktı, yoksa Chas domatese dönen yüzüme bakıp birkaç yaratıcı espriyi patlatabilirdi.

“Öyle mi?” sesimi kendim bile çok zor duymuştum.

“Öyle…” başını benimkine yasladığında gözlerimi umdum. Kokusunu doya doya içime çektim. “İşte bu yüzden senin lanetin ben oldum Cathie.

Eğer kendinde olsaydın, senden beni bırakmanı isteyecekti Máedóc. Vazgeçmeni. Büyü ancak bu şekilde tamamlanacaktı.

Ama senin de bir ölüden farkın yoktu. O nedenle bu konu beni de ilgilendirdiğinden, aynı soruyu bana sordular.”

Bir el boğazıma yapışıp beni boğmaya çalışıyordu. Kesinlikle öyle olmalıydı, yoksa şu an yaşadığım şeyi başka türlü izah edemezdim. Titredim, bunu fark eden Chas bana sıkıca sarıldı.

“Ya senden vazgeçecektim, ya da Dan bir daha hiç geri dönmeyecekti.

Üstelik senin ölümlü bedeninin aldığı zararı da tam olarak bilmiyordum. Druid büyü bozulursa, senin de kalıcı bir hasar görebileceğinden söz etti.

Bunu bile bile nasıl hayır diyebilirdim ki?

Sen Dan için onca şeyi göze almışken, ben sadece kendimi ve duygularımı düşünüp oyunbozanlık yapamazdım.

Kabul ettim, Cathie, binlerce kez lanet etsem de, bir daha mutlu olamayacağımı bilsem de; senin için ve de Dan için, ikimizden vazgeçtim…”

Continue Reading

You'll Also Like

4M 120K 26
Bir metro istasyonu, 14 rehin. Sınırlı yemek, Sınırlı su. Tuzak ve ölümler. Hayatta kalmak için neler yapardınız? Peki onlar ne yaptı? Bu oyununun sa...
3M 104K 59
Kitabın bütün hakları bana aittir.Çalınması durumunda işlem başlatılıcaktır.