VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ...

By ozlemdokuyucu

650K 65.9K 11.3K

▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'n... More

PROLOG
1.BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
❗ DUYURU ❗
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
🔶🔷🔸🔹KESİT🔹🔸🔷🔶
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
♣ EK BÖLÜM ♣
‼ DUYURU ‼
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
YENİ KİTAP: KAÇAK - KRİYONİKS - DUYURU
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
♣♣ EK BÖLÜM II ♣♣
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
♣♣♣ EK BÖLÜM III ♣♣♣
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
93. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
101. BÖLÜM
102. BÖLÜM
103. BÖLÜM
104. BÖLÜM
105. BÖLÜM
106. BÖLÜM
107. BÖLÜM
108. BÖLÜM
109. BÖLÜM
110. BÖLÜM
♣♣♣♣ EK BÖLÜM IV ♣♣♣♣
111. BÖLÜM
112. BÖLÜM
113. BÖLÜM
114. BÖLÜM
115. BÖLÜM
116. BÖLÜM - FİNAL
❗ ÖNEMLİ ❗
📣 DUYURU 📣
MİRAS: GÖLGE -RUH SERİSİ - İkinci Kitap
‼ BİLGİLENDİRME ‼
YENİ KİTAP: KÖLE VE ASİ - DUYURU
YENİ KİTAP: ÇÖLÜN LÂNETİ - DUYURU
❗ANKA'NIN KÜLLERİ: YENİ KİTAP ❗
📣 DUYURU 📣
ÇÖLÜN LÂNETİ (SATIŞTA!)

85. BÖLÜM

2.9K 337 23
By ozlemdokuyucu

Dört Dewrion, ben ve on iki Gölge Ordusu askerinin dâhil olduğu on yedi kişi, aynı anda maraton yarışlarına katılan atletler misali, tozu dumana katarak koşmaya başladık. Vücudum şimdi çok daha sık aralıklarla kasılmaya ve yerli yersiz seğirmeye başlamıştı ama bunu göz ardı etmek için elimden gelen tüm çabayı harcıyordum. Çünkü durup bekleyecek, buna gerçekte neyin neden olduğunu düşünecek kadar geniş zamana sahip değildim.

Gölge – Ruhlar insanların arasındaydılar!

Onlarla dalga geçer gibi, kimisi havada süzülüyordu üstelik.

Daha önce hiç açık hava tiyatrosuna gitme fırsatım olmamıştı, fakat aşağı yukarı ne kadar insanın orada toplanacağını hesap edebiliyordum.

Bunu düşündüğüm anda inledim, kriket sahasında bıraktığımız mağdurlar birazdan acil servis ekiplerinin emin ellerinde olacaklardı ama ya buradakiler?

Tiyatroda bulunanların akıbetlerini tahmin dahi edemiyordum. Çoğu kaçmaya bile fırsat bulamadan resmen av olacaklardı.

Yüzüme doğru savrulan saçlarımı omzumdan geriye atıp koşmaya devam ettim. Bir şeyler yapmalıydık, diğerleri için geç kalmıştık ama en azından tiyatrodakilere yardım edecek bir yol bulmalıydık.

Girişe vardığımızda, kapının önünde sıra olmuş insanları gördük. Onlara arkalarından yaklaşıp biletlerine göz attığımda; beş dakika sonra “YÜCE İSA: SÜPERSTAR”  adında bir müzikalin başlayacağını gördüm. Ruhlar ve İsa Peygamber… Ne ironiydi ama…

Biletimiz yoktu, içeri nasıl gireceğimizi bilemediğimden sıradan ayrıldım ve babamların yanına gittim çabucak.

“İçeri girmenin bir yolu olmalı,” dedim tırnaklarımı kemirmeye başladığım sırada. “İnsanları bir müzikalin ortasında kapana kıstıracaklar. Tam da onlardan beklendiği gibi.

Çok geç olmadan bir şeyler yapmamız şart.”

“Biletler çoktan tükenmiştir,” Chas kalabalığın üzerinde göz gezdirdi. “Oraya illegal yollardan girmek zorundayız.”

“Ah tabii, sana bol şans,” diye söylendi Nia. “Kapıdaki onca görevliyi aşmak da zaten çok kolay. Hiç zorlanmayız canım, ne var ki bunda? Alt tarafı on yedi kişi ki bu on yedi kişinin on ikisi Gölge – Ruh, elimizi kolumuz sallayarak içeri gireceğiz. Hem de para verip bilet alma zahmetine girmeden!

Kulağa çok basit bir şeymiş gibi geliyor, sizce de öyle değil mi?”

Chas ablasına hakaret edecekmiş ama hangi kelimeyi kullanması gerektiğine karar veremiyormuş gibi baktı.

“Sivri zekâ, o zaman kendi fikrini ortaya koy da bir dinleyelim bakalım. Nasıl bir öneride bulunacaksın, hepimiz çok merak ediyoruz.”

Nia kızgın bir ses çıkardı. İkisi didişip dururken babam iç çekti.

“Tamam artık, burada bir kavgaya tutuşmanızın vakti değil şimdi. Enerjinizi daha verimli şeyler için, mesela içeri girmeyi başarırsak, ruhları buradan defetmek adına harcayın, olur mu?”

“Tabii görevlileri atlatmayı başarırsak,” oflayıp tiyatronun girişine yeniden baktım. Tuhaf kıyafetlerimizin içinde bizi oraya kabul etmeleri mümkün değildi.

Gözlerim o noktadan ayrılıp yanımdaki askerlere döndüğünde, Zheck ve arkadaşlarının şimdi azalmaya başlamış olan kuyruktaki insanları aç gözlerle izlediklerini fark ettim. Lezzetli bir yemeği görmüş ve bir an önce onu midelerine indirmeyi istiyorlarmış gibi, huşu içerisindelerdi. Kaldı ki, bedenlerinin etrafını saran ışıltı artık çok daha belirginleşmişti.

“Zheck!” dedim telaşla ve asker hemen bana doğru döndü. “Sakın aklınızdan geçenleri yapmaya kalkışmayın. Emrimi çiğnemeyeceksiniz, anlaşıldı mı?”

Zheck yutkundu, fakat uysal bir tavırla başını salladı.

“Asla, efendim. Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağız.”

Buna ikna olmak için uzun süre gözlerine baktım, Zheck sahiden de dediğimi ikiletmeyen biriydi. Ve o diğer askerlerin başında oldukça, sanırım fazladan korkuya kapılmama gerek yoktu.

“İyi de hokus pokus yaparak görevlilerin gözlerini boyayamayız ya!” Dan ben askerlerle ilgilenirken artık kim ortaya bir fikir atmışsa, onu onaylamadığını belirtiyordu. “Hem zaten aramızda o türde büyü yapanlar olduğunu sanmıyorum, öyle değil mi?”

Bir an Chas’le bakışlarımız kenetlendi. Lacivert gözlerinde “Acaba?” sorusu şekillenmişti.

“Cathie büyü yapabiliyor, fakat bunu insanlar üzerinde gerçekleştirebilir mi, bundan emin değilim,” dedi bana bakmaya devam ederken.

“Ne?” şaşkınca kirpiklerimi kırpıştırdım. “Benden büyü yapmamı mı istiyorsun yoksa?”

“Neden olmasın? Bu konuda yeteneğin var. Ve şimdi bizim de buna ihtiyacımız var. Yap bir abrakadabra ve olsun bitsin.”

Sahne ışıkları üzerime çevrilmiş gibi rahatsızca kıpırdandım, hepsi de beni izliyordu.

“Ben Gölge – Ruhlara, daha doğrusu askerlere hükmedebiliyorum.

Bu zamana dek yaptığım tüm büyü ve sihirler onlarla ilgiliydi.

Ama insanları da etki altına alabilir miyim, bilmiyorum.

Bu bana pek adil gelmiyor.”

“Sanki yaptığımız her şey, gördüğümüz tüm muameleler de adil ya!” homurdanan Chas pelerinimin devasa cebine koyduğum kitabı işaret etti. “Yap gitsin. Denemekten zarar görmeyiz, değil mi?”

“Tyalaria’m,” Zheck ezilip büzülerek yanıma yaklaştı. Birazdan dudaklarından dökülecek olanlar onu perişan ediyormuş gibi, iki büklüm bir hâl almıştı. “İzninizle, size söylenen şeyi yapamayacağınızı belirtmek istedim,” dedi bin bir güçlükle.

“Sen nereden biliyorsun?” hayrete düştüğümü gördüğünde daha da beter kıvranmaya başladı.

“Siz Tyalaria’sınız. Askerlerin eğitmeni. Büyüleriniz en çok bizler üzerinde geçerlidir. Halkımıza bile öyle aklınıza estiği anda sihir yapamazsınız, çünkü onların bağlılığı size değil, krala ve kraliyetedir.

İnsanlar ise kitapta yazanlarla etki altına alınamazlar. Aynı tür değiliz, büyülerimiz onlara karşı tesirli değildir.”

Fakat lafı kestirip atmamıştı Zheck, gözlerime bakarken devam etmek istediğini anlatmaya çalışıyordu. Ben de elimi sallayıp ona bu izni verdim.

“Yine de, kısa süreliğine de olsa, onları hipnoz edebilirsiniz. Aslında bunu her Gölge – Ruh yapabilir.”

“Öyle mi?” merakla diğerlerine baktım, tıpkı benim gibi pür dikkat kesilmiş bir vaziyette Zheck’i dinliyorlardı. “Nasıl oluyor bu peki?”

“Çok basit. İnsanların özüne, yani ruhlarına hitap etmeniz gerekli. Onlara ne istediğinizi zihinsel yolla aktarmalısınız. Bunu talep etmelisiniz.

Ruh çekilme olaylarının çoğunda rastlanan bir durum. Etki altına alındıklarında insanlar, Gölge – Ruh ne derse onu yapıyorlar,” bana korkarak, kaçamak bir bakış attı. “Sizin askerlere yaptığınız gibi. Ama çok kısa bir süreliğine geçerli bu hadise.

Sonrasında her şey yine eski seyrine dönüyor.”

Aklıma, babamı Gölge – Ruhların esir aldığı,  Chas’le ilk defa karşılaştığım o gün geldi. Golden Jubilee Köprüsü’nde, beş kişinin Thames’ın sularına atlamak üzere olduklarını anımsadım. Eziyet görür gibiydiler ama bir an olsun onları nehre atlamamaları için uyaran insanlara kulak asmıyorlardı.

Demek ki o vakitlerde de, Gölge – Ruhlar bu hipnoz olayına başvurmuşlardı.

Pislikler!

“Ne dersiniz?” dedim özellikle babama bakarak. Bu fikirden pek hoşlanmadığını biliyordum. “Sizce Zheck’in önerisini değerlendirelim mi?”

“Başka bir seçeneğimiz mi var?” Chas artık yerinde duramıyordu, her an bir yerden ruhların saldırıya başladığının işaretini alabilirdik. “Bunu görmek için can atmıyorum, fakat yapman gerek. İçeriye girmeliyiz.”

Diğerleri de başlarını sallayıp Chas’e destek olunca, derin bir iç çekip Zheck’i de yanıma alarak kapıya yaklaştım.

“Bunu yapabileceğimden emin değilim,” diye fısıldayarak Zheck’e itirafta bulundum. “Acaba diyorum ki sen-”

“Ben yapabilirim,” sözümü kesen Zheck özür dileyerek başını eğdi. “Tabii siz de isterseniz.”

Zaten insanları iyi bir amaç uğruna dahi olsa kandırmaya hevesli olmadığım için ona bu yetkiyi verdim. Zheck görevliyle sohbet eder gibi konuşmaya başladı, ondan bilet istendiğindeyse artık her ne yaptıysa, gişedeki kadının gözlerine hülyalı bir havanın hâkim olmasını sağladı.

“Pekâlâ efendim,” dedi kadın aşırıya kaçan bir sevinç gösterisi eşliğinde. “Siz ve arkadaşlarınıza iyi seyirler diliyorum.”

Zheck bana bakıp ışıl ışıl gülümsedi, kendisine verdiğim görevi başarıyla yerine getirdiği için içi içine sığmıyordu âdeta.

“Tebrikler Zheck,” deyip sırtını sıvazladım. “İşte şimdi daha da gözüme girdin.”

Daha sonra arkama dönüp bizim grubu yanımıza çağırdım. Nia bir açıklama yapmaya gerek kalmadan içeriye girdiği için hâlâ çok şaşkındı. Bir Gölge – Ruh’un yardımına muhtaç olmak ise her birini huzursuz etmişti, bunu gözlerinden görebiliyordum. Ama ağızlarını açıp da hiçbir şey söylemediler. Galiba benim de bir yanımın onları temsil ediyor oluşuydu dillerine ket vuran.

İlk dikkatimi çeken, insanların tiyatroyu hınca hınç doldurmalarıydı. Parlak, sarı-turuncu ışıklar sahneyi büyülü bir yere dönüştürmüştü sanki ve herkesin gözü o noktaya kilitlenmişti.

Birden, kalabalıkta Nadia’nın tarçın rengi saçlarına rastladım. Tek başına, tanımadığı insanların arasında oturuyordu. Ama şöyle dikkatlice bakınca, aslında malikânede yaşayan Dewrionların birçoğunun birbirlerinden ayrı noktalarda konuşlanmış olduklarını gördüm.

Bizden önce buraya girmeyi başarmışlardı!

Hem de bizim başvurduğumuz gibi hipnoz yolunu denediklerini de hiç sanmıyordum.

“Siz de benim gördüklerimi görüyor musunuz?” Chas ansızın neşeyle dolup taştı. “Bizimkiler burada. Akıllı adam şu Josh. Eminim kuyruktaki çoğu kişiye bir servet vaat edip biletlerini almıştır.”

Babam gülümseyip başını salladı, sanırım onun da biraz olsun morali yerine gelmişti. Zira kısa bir süre önce Dewrionlardan haber alamadığımız için belli etmeseler de her birinin yüzü düşmüştü.

“Haydi biz de oturacak bir yer bulalım,” Dan koluma dokunup tebessüm etti. Onun bu hâli bana da bulaştı ve dudaklarım kıvrıldı. Birbirimize bakarken bir saniyeliğine her şey buharlaşıp uçmuştu âdeta. Kulaklarımda yalnızca kalp atışlarımız yankılanıyordu. Aramızdaki bu bağ, giderek güçlenmeye başlamıştı.

Tutulduğu öksürük nöbetinden kurtulamıyormuş gibi tepinip duran Chas, en sonunda Dan’i bir kolundan yakalayıp çekti ve böylece ben de sıçrayarak kendime geldim. Onun bana gücenmiş gibi bakmasına şaşırmıştım, söyledikleriyle kalbimi paramparça ederken bir gram bile çekinmemişti oysa. Şimdi bu neyin tribiydi Tanrı aşkına!

Her koltuğun dolu olduğunu aralarda gezinerek anladığımızda, mecburiyetten dolayı merdiven basamaklarına oturduk. Bir kadın bize kıstığı gözleriyle baksa da, bir şey demedi. Hemen yanındaki adama dönüp heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı.

“Geçen yıl da aynı müzikal burada sergilenmişti,” dedi, biraz önce bize hoşnutsuzca baksa da, adama olan bakışları sevinçle doluydu. “Bunu yeniden seyredecek olmak çok güzel!”

İnsanların günlük hayatta sanattan, edebiyattan ya da başka şeylerden zevk aldığını görmek beni hem mutlu etmiş, hem de biraz hüzünlendirmişti. Öyle şeyler yaşıyordum ki, artık bu insancıl hareketler bana yabancı geliyordu. Benim dünyam bundan böyle ölümlerle, Gölge – Ruhlarla ve fantastik kaçan pek çok şeyle sarmalanmıştı. Durup sadece birkaç dakikalığına normal bir insan gibi davranmayı garipsemiştim açıkçası.

Oyuncular sahneye tek tek çıkarken, başımı kaldırıp gökyüzüne bakındım. Gölge – Ruhlar dakikalar önce semada süzülüyorlardı ama şimdi onlara dair bir iz yoktu. Dewrionların geldiğini sezmiş olabilirler miydi?

Müzikal başlayıp herkes sus pus kesildiğinde, ben de kendimi sahneye odaklamıştım. Bir ara bana gülümseyerek bakan Dan’e göz kırptım, galiba Dewrionların içinde sanata en düşkün olan, oydu. Onun ne hissettiğini anlayamasam da, bundan memnun kaldığını görebiliyordum.

Birden bire ön taraflarda, insanların ayağa kalkıp itişmeye başladıklarını fark ettiğimizde, kendimizi iyice kaptırmıştık. Hatta babam bile ciddi ciddi sahneye yoğunlaştırmıştı bakışlarını. Ama canhıraş bağırışlar ve kaçışmalar giderek artınca, aniden ayaklanıp neler olduğunu anlamaya çalıştık.

Sahnedeki oyuncular konsantrasyonlarını bozmadan işlerine devam ediyorlardı, fakat çok geçmeden gürültü had safhaya ulaştı ve onlar da müzikali yarıda kestiler.

“Yardım edin!” bir adam bağırdı, arkasındakiler ona çarpınca yere düştü ama başını kaldırıp deli gibi çırpınmaya devam etti. “Karım… Ona bir şeyler oluyor.”

Hiç düşünmeden basamaklardan üçer beşer atlayıp adama ulaştım. Başını kucağına çektiği kadın nefes alamıyormuş gibi, ağzını açıp açıp kapatıyordu, yüzünün morarmaya başladığını görünce tısladım ve etrafıma bakındım.

İşte oradaydı!

Bir Gölge – Ruh, benimle göz göze gelince sırıttı.

“Ne dersin Alworiel?” dedi bana Gölge – Adası’ndaki adımla seslenerek. Onu hatırlamaya çalıştım ama nafile. Tanıdık gelmiyordu. “Artık başlayalım mı?”

Ona onay vermemi ya da itiraz etmemi beklermiş gibi baksa da, hemen akabinde elini kaldırıp tek bir harekette bulunmasıyla birlikte, tiyatronun dört bir yanından ruhlar atağa geçtiler. Akın akın insanlara doğru geliyorlardı ve ne olduğunu anlamayan seyirciler, birbirlerini yere yapıştırma pahasına da olsa, koltuklarından ayrılıp olabildiğince hızlı davranıp mekânı terk etmeye çalıştılar.

Kendi etrafımda döndüğümde, Dewrionların da harekete geçtiklerini gördüm. Babam ve Dan basamaklardan yukarı koşmuş, kapıyı aralayarak insanların burayı boşaltmasına yardım ediyorlardı. Bunu fark eden bir Gölge – Ruh, yanına birkaç ruhu daha alıp onların karşısında dikildi.

“Baba!” diye haykırdım hemen. “Dikkat edin!”

Babam aralarında yalnızca bir metre olan ruhlara bakıp gözlerini kıstı. Bunu yapıyorsa, hayli sinirlenmiş olmalıydı. Kılıcını çekip kendisine en yakın olan ruha savurduğu anda, saldırının da resmi olarak fitili ateşlenmiş oldu.

Nia ve Chas, Joshua’nın öncülüğündeki ekibin arasına karışmışlardı. Dewrionların tamamının silahlanıp Gölge – Ruhlara karşılık vermesini an be an izledim.

O saniyeden itibaren, her şey inanılmaz bir hızla yaşanmaya başladı.

Aelryn ile birlikte askerlere eğitim verirken yaptığımız idmanları boşa çıkarmamak adına, ben de Zheck ve arkadaşlarını toplayıp Dewrionlara yardım etme işine koyuldum. Askerler her ne kadar kendilerini sorgulasa da, sözümden çıkmadılar. Soydaşlarını insanlardan uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yine de ruhların birçoğundan beslenmelerine mani olamamıştık, Gölge – Ruhların bir kısmı Dewrionlarla kapışırken, bir kısmı da insanların peşinden gidip yakaladıkları yerde onların ruhunu içlerine çekiyorlardı.

Tam yirmili yaşlarındaki bir kızı da aynı kaderin beklediği aşikârken, onu yakasından yakalamış olan ruha arkadan yaklaşıp bir tekme attım. Ruh sendeleyip kolu üzerine düştü ama kızı bırakmadı. Kalkmasına fırsat vermeden üzerine çullandım ve onu devirip üstüne çıktım.

“Baban bu hâlini görse senden utanırdı,” dedi soluk soluğa. Belli ki daha önce bir başkası üzerinden beslenmişti, fazlasıyla canlı ve kanlı görünüyordu. “Sen koca bir hainsin. Kendi ırkına ihanet edip arkamızdan iş çeviriyorsun. Hem de şu maymuncukların yanına sığınarak yapıyorsun bunu,” başıyla Dewrionları işaret etti, fakat onun gösterdiği yere bakmadım. Ellerimi kollarına sıkıca bastırmış, kalkmasına imkân vermemek için uğraşıyordum.

Ama çabam sonuçsuz kaldı. Ruh ansızın öyle bir güçle ileri atıldı ki, ağırlığım kuş tüyüyle sınırlanmış gibi, kendimi yere sere serpe uzanırken buldum.

Dirseklerimin üzerinde doğrulmaya çalıştığım esnada, pelerinimi sıkıca kavrayıp beni yukarı doğru çekti.

İçgüdülerim devreye girdi ve ellerimi kaldırıp başını iki yanından tuttum. Parmaklarımı göz çukurlarına doğru bastırdığımda çığlık attı, can havliyle davrandığı için suratıma sert bir tokat atıp geri çekildi.

Yüzüm alev alev yanıyordu, dahası dudaklarımdan aşağı doğru sıcak bir sıvının süzüldüğü hissettim. Elimle yokladığımda, dudağımın patlamış olduğunu anladım.

“Seni lanet olasıca,” derken çıldırmış gibi üzerine yürüdüm ama anında saydamlaşıp yok oldu. Kaybolup gittiği noktaya öfkeyle bakıyordum ki, birden bire arkamda birinin varlığını hissettim. Dönüp bakamadan kemiklerimi kıracak şekilde kollarıyla beni sardı.

“O kadar çabuk pes edeceğimi mi sandın?” deyip pis bir kahkaha attı. “Şu andan itibaren tüm eğlencem sensin minik hain!”

Böyle giderse hakikaten de kemiklerim kırılacaktı, gözlerim yaşarmaya başladığı esnada avaz avaz bağırdım. Dewrionlar beni bir şekilde duymuş olmalıydılar, zira farklı yerlerden, farklı seslerin adımı haykırdıklarını duydum.

Gölge – Ruh beni yaşanan kargaşayı daha iyi görebileyim diye yan çevirdi. Her yer bayılıp düşen insanlarla ve kıyasıya kavgaya tutuşan ruh ve Dewrionlarla doluydu. Her iki taraftan da yaralananlar ve perte çıkanlar vardı.

O sırada, biri bana doğru koşmaya başladı. Gözlerimi iyice açıp bakınca, Zheck’in askerlerle beraber bize yaklaştığını fark ettim.

“Tyalaria’m,” dedi histerik bir şekilde. Sanki ruhun beni ikiye ayıracağını düşünüyormuş gibi bakıyordu. “Bunu nasıl yaparsın? Çabuk Alworiel’i bırak,” diye Gölge – Ruh’u azarladı. Fakat ruh sadece kıkırdamakla yetindi.

“Bu kız senin aklını yıkamış, belli. Ancak ben öyle değilim. Bunu bana yapamaz. O yüzden, ihanetinin bedelini ödemeli,” başını eğip bana bakarken sırıttı. “Açlık çektiğini görebiliyorum Alworiel. Çevrene bir baksana, senin için ne kadar leziz ruhlar var,” başımı sertçe tutup bana insanları gösterdi. Etrafa yaydıkları korkuya rağmen kokularını alabiliyordum. Bunu her ne kadar reddetmeye çalışsam da, duyularım hiç olmadığı kadar iyi çalışıyordu ve neyi kaçırdığımı, neden yüz çevirdiğimi ders verir nitelikte önüme sunuyordu. “Ama tüm bunların yanında, sen hâlen yarı insansın.

Ben de bu tarafından faydalanmaya karar verdim.

Yakında kralımız ve Aelryn Dünya’ya teşrif edeceklerdir,” korkuyla büyüyen gözlerime bakıp kahkaha attı. “Onları sonsuza dek hapsedeceğini sanmıyorsun, değil mi?

Mutlaka buraya geri dönecekler ve ben de o vakit onlara hoş bir hediye sunacağım.”

Duyduklarımdan sonra dehşete kapılıp çırpındım. Bu pislik beni Arkhael’in ve Aelryn’in önüne ruhumdan beslenmeleri için atacaktı. Bana ne kadar kızgın olduklarını düşünürsek, ikisi de bu armağanı geri çevirmeyecekti.

Buna asla izin veremezdim!

“Zheck! Bana yardım et!”

En sadık askerim beni korku dolu gözlerle izledi. Ne yapacağını bilemiyormuş gibi, muallak bir tavır sergiliyordu.

“Lütfen!” diye daha yüksek sesle bağırdım, çünkü Gölge – Ruh havalanmaya başlamıştı bile.

Zheck gözlerini yumup bir şeyler söyledi ama onu duymadım. Gözleri kapalıyken ellerini iki yanına açtı ve bir şeyler mırıldandı. Bu defa ne dediğini ben bile anlayamamıştım. Zira dile getirdikleri Ludenka Dili’ne ait olan kelimeler değildi, aslında kelime olduklarından bile şüpheliydim. Daha çok bebeklerin aralarında kullandıkları anlamlı-anlamsız sözcükleri içeren iletişim şekline benziyordu.

Ne var ki, söylediği her sözcükten sonra, Gölge – Ruh’un kolları gevşemeye başladı, öyle ki bir yerde aşağı doğru süzüldü, beni bıraktı ve sahnedeki boşluğa doğru ilerledi. Bunu yapan sadece o da değildi, Dewrionlarla çatışma hâlinde olan ruhların hepsi aynı hareketi tekrarlayıp sahnede ona katıldılar.

Yalnızca bir dakika sonra, Gölge – Ruhlar - geriye kalanlar demek daha doğru olurdu, çünkü Dewrionlar azımsanmayacak kadarını yok etmeyi başarmışlardı, bir kısmı da kaçıp gitmişti – her şeyden ellerini çekmiş vaziyette, âdeta donup kalmış gibi orada sıralandılar.

“Onlara ne yaptın?” Zheck artık bayılmanın eşiğine gelmişti, açlık bedeninin yarısına yakın kısmını saydamlaştırmaya başlamıştı zira. Fakat sorum karşısında mahcup bir tavırla gülümsedi.

“Savaş zamanlarında, asker bakımından yokluk çektiğimiz devirlerde halka yapılan bir çağrıydı bu. Bunu her asker bilir, günün birinde yine aynı şeyi yaşayacak olursak, birlik olmamız için bizi birbirimize kenetleyen şey bu olacaktı,” soydaşlarına bakıp iç çekti. “Aklıma bundan daha iyi bir fikir gelmedi.”

Sırıtıp ona sarıldım. Evet, sahiden de Zheck’e sarıldım. Şaşırsa da, bir müddet sonra o da kolunu gevşekçe belime sardı.

“Teşekkürler Zheck, beni kurtardığın için sana minnettarım.”

“Rica ederim efendim. Size bir şey olmasına izin veremezdim.”

“Peki bu onları ne kadar süreliğine oyalayacak?” dediğimde Dewrionlar basamaklardan inip ruhlara yaklaşmaya başlamışlardı bile. Etraflarında bir çember oluşturarak onları kıskaca aldıklarında dönüp bana baktılar. Nihai darbeyi indirebilmek için benden izin ister gibiydiler.

“Dewrionlara yetecek kadar zaman var,” dedi Zheck başını eğip. Bir yanı bana itaatle bağlı olmasına karşın, diğer yanı her şeye rağmen soyu adına üzülüyordu. Onu teselli etmek belki saçmaydı ama elimi omzuna koyup arkasını dönmesini sağladım. Kendim de onunla birlikte yavaşça basamakları tırmanırken, omzumun gerisinden bakıp babamla göz göze geldim.

Ve başımı sallayıp onay verdim.

Daha biz çıkışa ulaşamadan, Dewrionlar işlerini bitirmişti bile…

Continue Reading

You'll Also Like

24K 2.5K 76
TASARIM İSTEKLERİ AÇIK✨️ NOT; Her tasarımı kabul etmiyorum. Bu yüzden istek bırakırken özenli davranın lütfen. Sohbet için de davetlisinizz♥️ İLGİNİ...
685 80 18
Parçalanmış Avengers ekibinin Endgame den sonra henüz kimsenin acısı dinmemişken Kree'lerden dünyayı kurtarmaları gerekiyordu. Ve karşılarına ekibin...
12.8M 916K 57
"Sana hiç söylemedim ama sana aşıktım. Bunu yüzüne karşı söyleyememek de benim ayıbım olsun." 070822 ☁️
12.4K 1.3K 25
Kötülüğün çürütülmediği yerde iyilik yeşeremez! Sevginin alevlendirilmediği yerde acı sönemez! Yürümedikçe koşmak hedeflenemez! Yaşanmışlıkların üzer...