VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ...

By ozlemdokuyucu

650K 65.9K 11.3K

▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'n... More

PROLOG
1.BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
❗ DUYURU ❗
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
🔶🔷🔸🔹KESİT🔹🔸🔷🔶
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
♣ EK BÖLÜM ♣
‼ DUYURU ‼
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
YENİ KİTAP: KAÇAK - KRİYONİKS - DUYURU
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
♣♣ EK BÖLÜM II ♣♣
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
♣♣♣ EK BÖLÜM III ♣♣♣
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
93. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
101. BÖLÜM
102. BÖLÜM
103. BÖLÜM
104. BÖLÜM
105. BÖLÜM
106. BÖLÜM
107. BÖLÜM
108. BÖLÜM
109. BÖLÜM
110. BÖLÜM
♣♣♣♣ EK BÖLÜM IV ♣♣♣♣
111. BÖLÜM
112. BÖLÜM
113. BÖLÜM
114. BÖLÜM
115. BÖLÜM
116. BÖLÜM - FİNAL
❗ ÖNEMLİ ❗
📣 DUYURU 📣
MİRAS: GÖLGE -RUH SERİSİ - İkinci Kitap
‼ BİLGİLENDİRME ‼
YENİ KİTAP: KÖLE VE ASİ - DUYURU
YENİ KİTAP: ÇÖLÜN LÂNETİ - DUYURU
❗ANKA'NIN KÜLLERİ: YENİ KİTAP ❗
📣 DUYURU 📣
ÇÖLÜN LÂNETİ (SATIŞTA!)

82. BÖLÜM

2.9K 355 33
By ozlemdokuyucu

Hiç düşünmeden odama geri dönüp dolabın alt katlarına sakladığım Tyalaria pelerinimi aldım ve üzerime geçirdim. Eğer ruhlar beni bu şekilde görürlerse, belki onları sakinleştirebilir ve başlattıkları kaosu bir an önce durdurmalarını sağlayabilirdim. Ama tabii, işi şansa bırakmaya da niyetim yoktu. O yüzden büyü kitabını da yanıma aldım ve aceleyle kendimi dışarı attım.

Dewrionlar tam tekmil kıyafetlerinin içinde, silahlanmış bir hâlde bekliyorlardı. Gelen Dewrion’un – kendisinin Oxfordshire’daki karargâhta görevli olduğunu öğrenmiştim – verdiği haberden sonra neredeyse malikânenin yarısı Regent’s Park’a sefere gitmek için gönüllü olmuştu. Bunların içinde, önceki gün buraya geldiğimde dikkatimden kaçmayan, kestane rengi saçları olan kız da vardı. Elindeki incecik kılıcı göz hizasına kadar kaldırmış, büyük bir dikkatle inceliyordu.

“O bir Rapier,” dedi babam kıza merakla baktığımı görünce. “İnce bir kılıçtır. Bizlerin kullandığı kılıçlardan farkı, kesmek için değil de delmek için kullanılmasıdır.”

Nasıl bir tepki vereceğimi bilemediğimden omuz silktim.

“Peki, o kim? Ben buradayken bu kızı hiç görmemiştim.”

“Onlar Jerniganlar. Babası Darren ve annesi Glenda ile Galler’den buraya transfer oldular. Bu genç kızın adı da Gwenllian.”

Kızın soğuk ve kendinden emin duruşu, çoğu Dewrion’da görülen bir şeydi ama nedense bu kız bana daha mesafeli biri gibi gelmişti. Bakışlarını kılıcından ayırıp gözlerini üzerime çevirdiğinde, çenemi kaldırıp tıpkı onun gibi soğukkanlı görünmeye çalıştım. Bana başını sallayıp kısa bir selam verdiğinde ben de aynı hareketi tekrarladım. Bunun üzerine kılıcını kınına koyup babamla bize doğru yürümeye başladı.

“Merhaba,” dedi dudakları kapalı gülümseyerek. “Ben Gwen ama sen de kısaca Chas gibi Llio diyebilirsin.”

Hmm… Demek Chas Bey bu kıza bir takma isimle sesleniyordu, öyle mi? Yani o kadar samimilerdi?

“Memnun oldum,” derken tebessüm etmeye zorladım kendimi. Biliyorum, fazla evhamlı davranıyordum, fakat sahiden de bu Gwen denen kızdan pek iyi bir elektrik alamamıştım. “Ben de Cathleen. Ama sen de kısaca Chas gibi Cathie ya da Dan gibi Cath diyebilirsin.”

Kendisine, onun sözcükleriyle bire bir karşılık verdiğimi gören Gwen gülümsemesini bozmadı, fakat burun deliklerinin genişlemesinden anladığım kadarıyla duygularımız karşılıklıydı; o da benden pek hoşlanmamıştı.

Babam bizden birkaç adım ötede, garaja doğru yürürken yanımda durmaya devam etti.

“Senin hakkında bazı şeyler duydum,” dedi fısıldayarak. Şu dedikodu yapan kadınlar gibi fazla meraklı olduğu hissine kapılmıştım. “Yokluğunda, Chas’le biraz vakit geçirme fırsatımız oldu. Elbette Daniel’la da öyle ama o genelde yalnız takılıyordu.

Chas senin kim olduğundan ve başına neler geldiğinden bahsetti,” bana bakan gözlerinde hafif bir küçümseme vardı, bunu saklamayı başaramıyordu, fakat aynı anda acır gibi de görünüyordu ki işte bu beni daha fazla kızdırmıştı. “Korkmuyor musun Cathleen? Onca Dewrion’un arasında, bozuk bir ırkın mensubu olarak, ya hiç beklemediğin bir anda, mesela bir gece vakti, biri sessizce odana süzülüp sana zarar vermeye kalkışsa?”

“Korkması gereken kişinin ben olduğumu sanmıyorum,” dedim neşeyle. Bu tavrım imalı bir şekilde kaşlarını kaldırmasına neden oldu. “Ben bir melezim, Gwen; bir yanım Gölge – Ruh genlerini taşısa da, diğer tarafım annemden gelen Dewrion kimliğine sahip.

Ve ben henüz ikisini de aynı anda kullanmayı hiç denemedim.”

Gwen’in resmen yüzündeki kan çekildi. Rahatsız mı olmuştu? Oh, ne güzel! Aba altından sopa göstererek beni tehdit etmeye kalkışırsa, böyle de ağzının payını alırdı işte!

“Kendine çok güveniyorsun yani?”

“Çok değil, sadece olması gerektiği kadar,” bana göre şeytani kaçan bir ifadeyle sırıttım. “Sanırım sinsice insanları tehdit etmeye çalışmadığım ve içimden geçenleri direkt olarak dile getirdiğim için dışarıdan bakan bir göze öyle görünüyorum, değil mi?” dedim masumane bir tavırla.

Gwen’in dudakları seğirdi, anlaşılan benden böyle bir atağa geçmemi beklemiyordu. Ne sanıyordu ki? Kendince zeki bir yola başvurarak verdiği gözdağından korkup eteklerimin tutuşacağını mı?

“Cath?” Dan soluk soluğa yanımda belirince, genç kız çabucak ona bir bakış attı. Konuştuklarımızın ne kadarını duyup duymadığını anlamaya çalışır gibi… Ama Dan bu konuda hiçbir şey demedi ve onun biraz olsun rahatladığını gördüm. “Seninle biraz konuşabilir miyiz?”

Gwen’in kuşkulu bakışlarını görmezden gelip Dan ile birlikte Dewrionların sıkça kullandığı bir aracın yanında durduk. Babam Nadia ve Cameron’la beraber siyah bir araca binmek üzereydi. Biraz daha dikkatli bakınca, bunun onun Ford Falcon’u olduğunu fark ettim. Ne ara onu buraya getirmişti? Döner dönmez aracını bulmak için epey uğraş vermiş olmalıydı. 

Benim yanında olmadığımı anladığı sırada, gözleri garajda bir arayışa geçti. Dan’le dip dibe dururken elimi kaldırıp ona doğru salladım. Bana başıyla arabayı işaret etti.

“Birazdan geliyorum,” diye seslendim, baş parmağını kaldırıp sürücü koltuğuna yerleşti. Ben de bakışlarımı ondan çekip Dan’e yönelttim.

“Seni dinliyorum,” bir anda yüzlerimizin arasındaki birkaç santimlik mesafeden dolayı dengem bozulur gibi oldu ve ben yine onun tüm hücrelerimi hareketlendiren kokusunu aldım. Acaba bu histen hiç kurtulamayacak mıydım? Nefret etsem de, şimdi Gölge – Ruhların neden insanlara bu kadar bağımlı olduklarını anlayabiliyordum. Dan sanki çok leziz bir tarçınlı-ballı kurabiye gibi kokuyordu, tüm benliğim ruhundaki enerjinin tadına bakmak için kıvranmaya başlamıştı bile.

Bu saplantılı düşüncelerden sıyrılmak için elimi onun göğsüne koyup aramızda biraz boşluk açmayı denedim. Fakat tam avucumun içine doğru atan kalbinin hızlandığını hissedince donup kaldım.

Aynı şey kendi bedenimde de hissedilir olmuştu. Uzun süre koşmuşçasına, nabzım çığırından çıkmış bir vaziyete büründü.

“Ben… Şey diyecektim,” dedi yutkunarak. Gözlerini yüzümden ayırmıyordu, kaldı ki ben de pür dikkat onu seyrediyordum. Daha önce hiç bu kadar uzun süre bakmamıştım suratına. Güzeldi, bu inkâr edilemezdi. Hem de fazlasıyla güzeldi. Bir erkeği güzel olarak tanımlamak ne kadar doğruydu, bilmiyorum ama Daniel’ınki erkeksi bir güzellikti. Ona bakan insanlarda çarpıcı bir etki bırakıyordu.

“Ne diyecektin?” böyle zamanlarda hep olduğu gibi sesim yine karga ötüşüne geçiş yaptı. Bu kadar tiz bir sesi nasıl çıkarıyordum Tanrı aşkına?

Dan iç çekip gözlerini yumdu. Hâlâ ona dokunuyor olduğumu fark ettiğimde elimi geri çekmek istesem de, bunu yapamadım. Vücuduma inanılmaz bir ağırlık çökmüştü. Bir de en ufak bir hareketinde dahi etrafa yayılan kokusu vardı ki, beni âdeta ona zincirleyip bırakmıştı.

Göz kapakları yavaşça aralandığında, orman yeşili gözlerinin koyulaştığını gördüm. Kesik bir nefes alıp omuzlarıma dökülen saçlarıma doladı parmaklarını. O da benim gibi dikkatini başka şeylere vermeye çalışıyordu sanki.

“Şu Gölge Ordusu’nun olduğu depoya gitsek ve yanımıza onlardan destek olacak bir ekip alsak, olmaz mı?” çekinerek bana baktı. Yüzümde her yer seğiriyormuş gibi kıpkırmızı kesildim. “Belki onların seninle olduklarını görürlerse, diğer ruhların da aklı karışır ve her ne planlıyorlarsa bundan vazgeçerler.”

“Hmm,” dudaklarımı ıslatıp daha mantıklı bir şeyler söylemek için kendimi zorlarken, Dan’in bakışları aniden o bölgeye kaydı. Sonrasında da utanmış gibi başını eğdi. Ve ben istemeden de olsa onu ve Chas’i kıyaslarken buldum kendimi.

Chas böyle bir durumdayken asla utanmazdı. Utanmadığına bizzat şahit olmuştum, değil mi? Fakat Dan onun gibi değildi. Bu devirde, onun gibi biri sahiden de var mıydı? İnsanın gerçek olduğuna inanası gelmiyordu.

“Gençler, acelemiz var sanıyordum,” yeni tanıştığım, fakat beni huzursuz eden ses tonunu asla bir başkasıyla karıştıramayacağım Gwen çaprazımızda, Nia’nın ve Chas’in arasından bize seslenince, silkinip kendime geldim. Az önceki tedirgin hâlinden eser yoktu, aksine, sanki bir şeylerden memnun kalmış gibi sırıtıyordu. Nia ise bir bana, bir de yanında duran Chas’e kaçamak bir bakış attı. Aklının karıştığını görmemek için kör olmak gerekirdi. Sahi, ne demişti bizi odada köşeye sıkıştırdığında? Chas’le birbirimize Dünya üzerinde kalan son kişilermişiz gibi baktığımızı mı söylemişti? Hah! Galiba maymun iştahlı, hovarda kardeşinden hakikaten de haberi yoktu. Onun beni nasıl rezil hissettirdiğini bilse yine aynı şeyi düşünür müydü acaba? Kendime engel olmaya çalışsam da, gözlerim bana ihanet edip Nia’yı bir kenara bırakarak Chas’e odaklandılar. Gözlerini kısmış, Dan’le beni seyrediyordu. Boynundaki bir damar belirginleşmişti, kızmış mıydı? Yok artık! Neye kızacaktı ki? Bu durumu o kadar önemsiyor olamazdı. “Birkaç Gölge – Ruh’u kesip biçtikten sonra doktorculuk oynamaya devam etseniz daha doğru olmaz mı?”

Dan bir-iki saniye daha gözlerime baktıktan sonra geri çekildi, bizi bu vaziyete sokan kişi ben olmuştum, dışarıdan anlaşıldığı gibi bir şekilde dokunmamıştım ona ama görünen o ki, Gwen işi başka bir boyuta taşımaya niyetliydi. Üstelik Nia ve Chas de ona inanmış gibiydiler. Utanıp başımı eğdiğimde, boşlukta sallanan elimi sıkıca tuttu Dan.

“Aldırma ona,” diye fısıldadı kulağıma. “Sen yokken de böyleydi, etrafta dolanıp milletin moralini bozmakta bire birdi. Sık sık onun olduğu yerlerden kaçarken bulurdum kendimi. İnsanın tahammül sınırlarını zorluyor ama ne yaparsın, sonuçta bir Dewrion. Bir şey de diyemiyoruz,” ona titrek bir tebessüm edene dek bana bakmayı sürdürdü, ikna olduğumu anladığındaysa omzunun üzerinden o üçüne baktı. “Cath’le bir planımız var, siz Regent’s Park’a gidin, biz size yetişiriz.”

“Ne oluyor?” Chas kızmış gibi kaşlarını çattı, ablasını ve Gwen’i geride bırakıp bizim yanımıza geldi hızlıca. “O değerli fikirlerinizi bizden gizlemeyip anlatma nezaketinde bulunursunuz umarım?”

“Ona fikrimi mi açıklayacağım, asla!” dedim başımla Gwen’i işaret edip. “Bir gece yarısı odama dalıp beni hırpalamakla tehdit eden bir kızla günahımı bile paylaşmam ben!”

“Seni tehdit mi etti?” Chas ve Dan aynı anda konuşunca elimi umursamazca salladım.

“Yani cümlesindeki özne olarak kendisini kullanmadı ama evet, işin aslı bu,” Chas dişlerini sıktı, sinirlenmişti. İşte bazen böyle de düşünceli biri olup çıkabiliyordu! Beni hâlâ savunmasız biri gibi görüp o yüzden karşılık veremeyeceğimi düşündüğü için mi Gwen’e kızmıştı?

“Onu boş ver,” Dan yanımızda değilmişçesine bakışlarını üzerimde yoğunlaştırdı. “Anlat bakalım, seni dinliyorum.”

Fakat ben Dan’i yok sayamazdım.

“Bu Dan’in aklına gelen bir şey. Düşünmüş ki, ruhlarla yüzleşmeye Gölge Ordusu’nun birazını yanımıza alıp öyle gidelim. ‘Belki onlar soydaşlarının aklını karıştırır ve toplu bir saldırıya geçmelerine engel olurlar,’ dedi.”

“Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Onların eğitmenisin. Ve bildiğim kadarıyla da yalnızca senden emir alıyorlar. Bu, olabilir mi?”

“Yani… Olabilir. En azından onları karşılarında gördüklerinde bocalarlar ve bu da bize zaman kazandırır, öyle değil mi?”

Chas dalgınca başını salladı. Arkasını dönüp Nia’ya ve Gwen’e Joshua’nın aracını gösterdi.

“Siz ihtiyarla devam edin yola. Biz başka bir yere uğrayacağız.”

“Sizi bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsun maymuncuk!” Nia bir hışımla kardeşinin dibinde bitiverdi. “Nereye gidiyorsanız beni de yanınıza alacaksınız, işte bu kadar! Bundan sonra ne seni, ne de Cathleen’i bir başınıza bırakmam!”

Bu sözlerin ardından bir sessizlik yaşandı. Chas’le göz göze geldiğimizde Nia’nın neyi kastettiğini ikimiz de biliyorduk ama ben yine bir aptal gibi aklımı bambaşka bir yöne çekip onun beni öptüğü anları hatırlamıştım. Chas’in anımsadıklarının da aynı şey olamayacağını aşikârdı, çünkü bunun bir önemi olmadığını gayet net bir şekilde söylemişti.

Dan kibarca öksürdü, tabii o gerçeklerden bihaberdi. Fakat mutlaka tavırlarımızdan kaynaklı bir izlenim oluşmuştu zihninde, Chas’le kedi köpek gibi oluşumuzu neye bağlıyordu acaba?

“Merak etme Nia, Cathie’yle bir daha öyle bir maceranın içine dalmayacağız, değil mi?” dedi benden onay bekleyerek. Yüzünde tehlikeli bir gülümseme oluştu aniden. “Bunu kaldıramadığı çok açık. Bünyesi alışkın olmadığından bayağı zorladı beni.”

“Evet evet, bir daha kesinlikle olmayacak,” dedim ben de onu sinir edecek şekilde gülüp. “Hatanın neresinden dönersen kârdır, neyse ki geç kalmadan ne büyük bir aptallık ettiğimi anladım. Aynı yanlışı ikinci kez yapmayacağım.”

Dudaklarını araladı ama onun konuşmasına fırsat vermeden Joshua’ya doğru koşmaya başladım. Ondan ruhları kapattığı deponun adresini almamız gerekiyordu.

Dewrionların lideri ne yapacağımızı anlatıp bitirdiğimde elime aceleyle bir şeyler karaladığı adresi ve bir anahtarlığı tutuşturdu. Rodmill Yolu denen yerdeydi depo.

“Dikkatli olun. Orası pek buraya benzemez,” başımı sallayıp yeniden diğerlerinin yanına gideceğimde beni durdurdu. “Chas’e söyle, panelvan araçlardan birini alsın Cathleen. Richey her ne kadar muazzam bir şey olsa da, o kadar ruhu taşımaya yetmez.”

Elimdeki kâğıdı sımsıkı tutup babamın olduğu tarafa bakıp onu görmeye çalıştım. Otomobilinin içinde, hâlâ beni bekliyordu. Buna gerek kalmadığını söyleyip ne yapacağımıza dair kısa bir özet geçtiğimde o da bizimle gelmek istedi.

“Ruhların canı cehenneme!” dedi söylenerek. “Benim önceliğim sensin. Kızımı gözümün önünden ayırmayacağım.”

Böylece babamın da dâhil olduğu beş kişilik grupla yola çıktık. Yanıma aldığım büyü kitabına sarılıp camdan dışarıyı seyrederken yutkundum.

Ya ruhlar serbest kaldıklarında sandığımız gibi bize yardım etmek yerine diğer soydaşlarının yanında yer alırlarsa? Katı bedenlerini kaybetmemek adına duydukları açlık her şeyi gölgede bırakırsa? Sahi, açlığın büyü üzerinde ne kadar etkisi vardı ki? Tılsımın bozulmasına sebep olabilir miydi?

Bu sorulara ne yazık ki onları bir araya getirmeden yanıt veremiyordum…

Continue Reading

You'll Also Like

5.4K 620 19
"Burada adalet terazisi arama Ulu Vâris! Çünkü ölümün oyununda, kurallara uyan kaybeder." (Kan Çemberleri Serisi'nin 1. Kitabı olan "Soy Adı Tutulmas...
3.4K 880 17
+13 İÇERİKTİR '1. KİTAP TAMAMLANDI' Samira üniversitededir fakat burası hiç de hayal ettiği gibi değildir. Dünya git gide daha sıkıcı bir hal almaya...
1.3K 220 13
Hayatımızın sonunda yoluna girdiğine inanmıştık hepimiz. Yeni bir kasaba, hiçbir şey olmamış gibi edindiğimiz alışkanlıklar... Daha sonra yeni biri g...
531K 55K 54
"Bitiş noktasındayız belki lakin bu nokta bizim başka yoldaki başlangıcımız." | Seri 3 kitaptan oluşmaktadır. Serinin son kitabıdır. |