İçinde bulunduğumuz zaman dilimini; bir fotoğraf karesinin üzerinde gerçekleştirilen lens bulanıklığına maruz kalmakla açıklayabilirdin ancak. Etrafımızdaki insanlar silikleşmiş, gözlerim yalnızca benden birkaç metre ötede duran Daniel’a kilitlenmişti.
Tıpkı benim onu izlediğim gibi, bana inanamazlıkla bakıyordu. Benim açımdan; öldüğünü bildiğim birinin ansızın karşımda belirmesiydi bu. Evet, buraya gelirken bunun zaten böyle olacağının bilincindeydim, zira ona bahşedilen yeni hayatın bir nevi mimarı ben olmuştum. Ama bu yine de hayrete kapılmama ve bu durumu bir mucize olarak isimlendirmeme engel değildi.
Dan açısından bakılırsa da; gözlerinin önünde kaçırılıp bambaşka bir boyuta sürgün yaşamı sürmeye götürülmüş olan bir kızın, geri dönüşünün imkânsıza yakın olduğu o yerden bir şekilde kaçmayı başarmış olduğuna şahit olmaktı. Bu keramet değildi de neydi?
Ayakta kalmak için kullandığım son güç kırıntılarını da ona doğru koşarken harcadım. Beni yarı yolda karşıladı ve üzerine doğru devrilmeme ramak kala kollarımdan tutup bana sarıldı.
Ama bunu yaparken onun da bedeninin sarsıldığını hissettim. Esasen Dan’in de benden aşağı kalır bir yanı yoktu. İkimiz de tükenmiş ve bitkin bir hâldeydik.
“Hoş geldin,” dedim gülümseyerek ve daha sonrasında vücudum yaşadığı tüm o zorlu saatlerin acısını çıkarmak ister gibi kendisini arka plana çekip beni rüyasız ama uzun bir uykunun kollarına bıraktı.
♦♦♦
Kendi odamda açıldı gözlerim. Biri beni buraya kadar taşımış ve üzerimdeki ceketimi, kanlı kazağımı ve yol boyunca kırış kırış olmuş pantolonumu çıkarmış olmalıydı. Pamuklu, yumuşacık bir pijamanın içerisindeydim.
“Ah Cathleen! Şükürler olsun ki uyandın…”
İlk olarak Nia’nın sesini duydum, hemen sonrasında da yatağın sağ tarafındaki sandalyeden kalkıp bana yaklaştığını gördüm.
“Ne zamandır uyuyordum?” derken ağzımda biriken acımsı tadı yutkunmak hiç kolay olmamıştı. Bunu fark eden Nia, sehpanın üzerinde duran pet şişeyi bana uzattı, neredeyse şişenin yarısına yakın bir kısmını tek seferde için bitirdim. Öksürmeye başladığımda da sabırla sırtımı sıvazlayıp bekledi.
“Üç-dört saat oldu,” dedi Nia nihayet ben normale döndüğümde. “Dan’in kucağında yığılıp kalınca herkes panikledi, fakat Chas telaşlanacak bir durum olmadığını, yalnızca yorgun düştüğünü söyledi,” gözleri aniden yüzümden göğüs kafesime inince rengim attı. “Ama aslında bir şey oldu, değil mi? Bize açıklama yapmaktan kaçınıyorsunuz.”
Ne yani? Chas kimseye nasıl bir işe kalkıştığımızı anlatmamış mıydı?
Bu durumda Dan’in “dirilişini” neye bağlıyorlardı acaba?
Sessizliğimden tam da şüphelendiği türde bir anlam çıkaran Nia cık cıkladı.
“Bari sen yapma. Burayı gördüm,” dedi avucunu kurşun deliğinin olduğu bölgenin üzerine koyarken. “Kıyafetlerini ben değiştirdim. Daha önceden böyle bir yaranın olmadığına eminim.
Ve şu tesadüfe bak ki, Daniel da aynı noktadan yara almıştı,” gözleri kısılıp kuşkuyla doldu. “Onun cansız bedenine baktım Cathleen. Soğuk, tüm kanın çekildiği cesedine.
Nasıl oluyor da siz ikiniz ortadan kaybolduktan bir süre sonra o yeniden ayaklanıyor? Sanki hiçbir şey olmamış gibi…
Bunun seninle bir ilgisi var. Bana doğruyu söyle, Chas’le ne işler çevirdiniz?”
“Nia, ben…” bunu nasıl açıklayacaktım, bilmiyordum ama önünde sonunda öğrenmeleri gerekecekti. Kimseyi bunun sadece bir rastlantı olduğuyla ikna edemezdik ya!
Sözlerime devam edemeden odanın kapısı açıldı ve babam içeri girdi. Nia’yla baş başa vermiş hâlimizi görünce duyduğu endişeden dolayı kırışan alnı eski hâline döndü ve suratı gevşedi.
“Yeni uyandı,” diye babama âdeta rapor verdi Nia. “Biraz hâlsizdi belli ki. Şu an iyi, merak etmeyin.”
Babam bunları bir de benden duymak ister gibi kaşları havalanmış ifadesiyle benimle göz göze geldi, uzun uzadıya konuşmak yerine başımı salladım.
“İyiyim ben,” diyerek geçiştirdim. “Bazen böyle oluyor işte.”
“Ben neden bunu bilmiyorum o hâlde?” babam yatağın ayakucuna gelip oturdu. “On yedi yıldır yanımdan ayırmadığım kızımın böyle bir rahatsızlıktan muzdarip olduğunu daha yeni öğreniyorum. Ne de sorumluluk sahibi bir babayım ama!”
Bunu kendi kişisel ilgisizliğiymiş gibi algılaması en son isteyeceğim şeydi. Hararetle başımı iki yana salladım.
“Baba, abartılacak bir şey değil bu. Sadece yorgunluktan kaynaklı. Devamlılığı olan bir hastalık falan değil.
Yolculuk yüzünden olsa gerek. Birazdan toparlanırım ben.”
“Catty senelerdir benimle o şehir senin, bu şehir benim diye dolanıp duruyorsun. Niçin o vakitlerde böyle bir şey gelmedi başına? Neden şimdi? Bunu bana izah et lütfen.”
Tanrım! Chas’i bulmam gerekiyordu. Bunu tek başıma dile dökemeyecek kadar çekiniyordum.
Sanki düşüncelerim gizlice tuttuğum bir istekmiş ve o anda gerçek olmuş gibi, odanın kapısı bir kez daha aralandı. Chas, Dan’in koluna girmiş bir vaziyette içeri girdi, onların arkasında da Joshua ve Cameron vardı.
“Perte çıkan iki çocuğumuz var Drew,” Joshua gelip babamın omzuna şakayla vurdu. Gülüyordu ama bu gülümseyişin altında cevaplar arayan bir adamın saklandığını görebiliyordum. “Benimki ölüp diğer tarafı ziyaret ettikten sonra oraları beğenmeyip geri geldi, seninki de kriz geçiriyormuş gibi bayıldı.
Biz bunlarla ne yapacağız?”
“İstemiyorsan eve dönebilirim Joshua,” Dan’in sesini ilk defa duymanın verdiği şaşkınlıkla sırtımı dikleştirip ona daha iyi bakabileceğim bir pozisyon aldım. Onun da gözleri benim üzerimdeydi. Tuhaftı, biliyorum fakat sanki görünmez ipler beni ona doğru çekiyorlardı. Bir an olsun onu izlemekten kendimi alamıyordum.
Hastanede yattığı günler boyunca zayıfladığı belliydi, yüzü çökmüş, elmacık kemikleri çok daha belirgin bir hâl almıştı. Fakat bunun dışında yüzeyde görülen başka bir hasarı yoktu. Tabii artık bizimkini “ikiz yaralar” olarak adlandırabileceğimiz, kazağının altında kalan kurşun deliğini saymazsanız…
“Senin evin zaten burası Daniel. Bir yere gidemezsin,” Joshua genç Dewrion’a bakıp göz kırparken, o da Dewrion liderine baş sallayarak karşılık verdi ve gelip az önce Nia’nın oturduğu sandalyeye yerleşti. Onu tebessüm edip izlerken uzanıp ellerinden tuttum.
“Hoş bulduk,” dedi gözlerimin içine bakıp. Bir an neden bu kelimeyi kullandığını anlamaya çalıştım ama hemen sonrasında hatırladım. Baygınlık geçirmeden hemen önce ona “Hoş geldin,” demiştim, bunun karşılığını benden kaynaklı olan gecikme nedeniyle şimdi verebiliyordu. “Nasılsın Cath? Burada olduğuna inanamıyorum,” avuçlarımın içinde duran ellerini hareket ettirip parmaklarıma dokundu. “Oysa artık dönmeyeceğini kabullenmeye başlamıştık.”
“İnan bana, bir ara ben de tüm umudumu kaybeder gibi olmuştum. Fakat olan oldu, şimdi buradayım ve acayip mutluyum. Hem sen beni boş ver. Asıl sen nasılsın? İyi misin?”
Dan odada bulunan her bireye uzun uzun baktıktan sonra bana döndü.
“Dürüst olayım mı? Şu an korkudan ödüm patlamak üzere. Öldüğüm söyleniyor ama elbette ben bunu hatırlamıyorum. İnsan öldüğünü nasıl anlar ki zaten?
Fakat tüm söylentilere rağmen, şimdi buradayım.
Ve gördüğünüz gibi, ufak bir hâlsizlik dışında gayet iyi hissediyorum.”
“İyi ama bu nasıl olur, hâlen aklım almıyor,” Joshua odanın içinde tur atıp pencere kenarına gitti. Kaşları çatılmıştı. “Bu her neyse, normal bir şey değil. Öldün evlat, buradaki herkes buna şahit.
Ama birden bire, hepimizin keçileri kaçırmasına neden olacak şekilde ayaklanıp karşımıza geçtin.
Her taraftan cenaze töreni için gelenlere ne diyeceğiz biz şimdi?”
“Dert ettiğin tek şey o olsun,” Chas duvar kenarından homurdandı. Ona şöyle bir bakınca hâlâ Dewrion kıyafetlerinin içinde olduğunu gördüm. Demek ki benim gibi dinlenme fırsatı bulamamıştı. “Hasta raporları karışmış falan deyin, geçiştirin bir şekilde.”
“Bu mu yani Chas? Sence bunu yaparak her şeyi ört bas mı edeceğiz? Sen hiç merak etmiyor musun Dan’in başına gelenlerin gerçekte ne olduğunu?”
Nia kızgınca kardeşine baktı ama Chas sadece omuz silkti.
“Neticeye bakmakla ilgileniyorum ben. Dan burada mı, evet burada. Gerisinin bir önemi yok, konu kapanmıştır benim için.”
“O zaman tüm bunlar olurken Cathleen’le nerede olduğunuzu söyleyecek misiniz bize? Nedense bunun tuhaf bir tesadüf olmadığını düşünüyorum.”
Chas Nia’nın köşeye sıkıştırma politikasına kendince karşılık verecekken göz göze geldik. Ve o an anladım ki, gerçeği dile getirmeyecekti. Bunun saklı kalmasını istiyordu ki, şimdilik ben de aynı kanıdaydım. Buradaki insanlara büyü yaptırdığımızdan bahsedemezdik. Özellikle de babam bunu duymamalıydı, memnun olacağını hiç sanmıyordum. Öğrendiği takdirde yüzünde oluşacak hayal kırıklığını kaldıramazdım.
“Neden yalnız kalmak istememiz bu kadar şüpheli karşılanıyor?” Chas hesap sorar gibi ablasına çıkıştı. O konuşurken Dan bir bana, bir de en yakın arkadaşına bakıp yutkundu ve başını önüne eğdi. Chas’in sözlerinden canını sıkacak bir şey mi işitmişti yoksa? “Sizin Cathie’yle benim Dan için hakikaten nasıl acı çektiğimizden haberiniz var mı? Yok mu? Ben de öyle tahmin etmiştim. İşte bu yüzden de bu evden, bu şehirden uzaklaşmak istedik. Yasımızı birlikte, Galler topraklarında tuttuk.”
Bu sözlerin üzerine kimse bir daha bir şey söylemeye cesaret edemedi. Nia hariç. O yeniden kardeşine karşı bir atağa geçmeye hazırlanıyordu ama Joshua cenaze için yola çıkan Dewrion kabilesinin ilkinin son yaşanan gelişmelerden haberdar olmadıkları için buraya gelmek üzere olduğunu ve bu sebeple de onları karşılamak için hepimizin bahçeye inmesi gerektiğini söyleyince, genç kız susmak zorunda kaldı.
Herkes aynı anda ayaklanıp kapıya doğru yönelmişti ki, Maggie bir anda karşımızda belirdi ve Dan’i kolundan yakaladığı gibi mutfağa doğru sürükledi.
“Bir şeyler yediğini görmeden seni hayatta bırakmam,” dedi annelik içgüdüsüne benzer bir duyguyla. Zaten o ikisi arasındaki ilişki de hemen hemen öyle bir şeydi. Tipik bir anne-oğuldan farkları yoktu. “Öteki taraftan yeni geldin, gücünü toplaman gerek,” ona şaşkınca baktığımızı gördüğünde de kahkahayı patlattı. “Böyle söyleyince de bir garip oldu. Senelerdir bu evde acayip acayip şeylere tanıklık ettiğim oldu da daha önce böyle bir şeyi ne görmüş, ne de işitmiştim. Yanınızda kala kala sizlere benzedim. Normal karşıladığım şu duruma bir bakın!”
Babam ve Joshua gülüştüler ve ardından hep birlikte koridora çıktılar.
Tam ben ve Chas de aynı şeyi yapmak üzereyken, Nia aniden kapının önüne geçti ve bizi odaya hapsetti.
“Yok öyle benden kolayca kurtulmak! Ötün bakalım, bana her şeyi anlatacaksınız.”
Chas bana soru sorar gibi baktı. Gözleri üzerimdeki pijamaya takılıp kalınca yüzümü kırıştırdım. Bir an evvel gidip daha uygun bir şeyler giymeliydim.
“Aynı şeyleri kaç kez tekrar etmemiz gerek Nia? Söyle de bilelim! Galler’e gittik diyoruz ya, bunun neyini anlamıyorsun?”
Nia kardeşini bir haşereymiş gibi hoşnutsuz bir edayla süzdü.
“Ha yani sırf kafa dağıtıp duyduğunuz acıyı azaltmak ve yeni kavuştuğunuz için de öpüşüp koklaşmak için onca yolu teptiniz, öyle mi? Buna cidden inanacağımı mı zannediyorsun?”
Nia’nın ağzından böyle şeyler duymak beni hazırlıksız yakaladı. Yanaklarım bir anda alev almıştı sanki, kıpkırmızı kesildiğimden emindim.
“Sana Cathie’yi öptüğümü düşündüren ne? Niye böyle bir şey yapayım ki?”
Chas’in bunu imkânsız bir şeymiş gibi dile getirmesi, hiç beklemediğim bir sertlikte vurdu beni. Tamam, aramızda geçenleri harfi harfine ablasına anlatmasını beklemiyordum ama ne yalan söyleyeyim, bunu saklı tutmak istemesini de ummuyordum.
“Bilmem, belki ikinizin de birbirinize hayatta kalan son insanlarmışsınız gibi bakmasından böyle bir kanaate varmışımdır. Her neyse,” deyip elini önemsiz bir şeyden bahsedermiş gibi salladı Nia. “Ne olduysa oldu. Sizin aşk böceği hâlleriniz şu an ilgilenmem gereken ilk konu değil. Ona da sıra gelecek tabii. Fakat şu an bilmek istediğim şeyi benden daha fazla gizlemeye kalkışmayın.
Cathleen’in göğsündeki delikten haberim var beyefendi. Eğer çılgınca fanteziler kurup da kızı bir sokak arasında vurmadıysan, bana bunun ne demek olduğunu açıkla hemen!”
Kızarıp bozararak renkten renge giriyordum. O ikisiyle göz göze gelmemek için bakışlarımı lambada, halıda ve daha sonra da pencere kenarında gezdirdim.
Chas sol yanımda derin bir nefes aldı. Ancak o an ona bakma cüreti gösterdim ve suratında sıkılmış bir ifadeye rastladım. Bana bakıp burnunu kırıştırdı, sanırım bu pes etmek üzere olduğunun bir göstergesiydi.
“Sana tek bir şartla onları anlatırım Nia, şimdilik hiç kimseye duyacağın şeylerden bahsetmeyeceksin, tamam mı? Bunu önce bizim,” derken kendisini ve beni gösterdi. “kabullenmemiz lazım. Daha sonra, zamanı gelince herkes, her şeyi işitecek.”
Nihayet bizi alt ettiğini anlayan genç kız hevesle başını salladı.
“Tamam, söz veriyorum.”
Chas omzuyla benimkine dokundu. Bu teması midemin avuçlanması gibi bir his bıraktı üzerimde. Şu son saatlerde onu anlayamıyordum, bana bir yakın davranıyordu bir uzak. Ona yaklaşmama izin verip sonrasında kendisini geri çekiyordu. Benden ne istiyordu?
“Sen mi anlatmak istersin, yoksa ben kısaca bir özet geçeyim mi?” dedi bana. Dilim sürçmeden Nia’yla konuşamayacağımı fark edince önceliği ona verdim.
“Sen anlat,” dedim fısıldar gibi. Gözleri yüzümde acele etmeden gezindi, sadece bakışlarıyla bana dokunuyormuş gibi hissettirmesi irkilmeme neden oldu.
“Pekâlâ,” deyip söze başladı. “Hastaneden buraya Dan’in cenazesiyle gelmemizin üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, Cathie kapımı çaldı ve bana Gölge – Ruhlara ait bir kitabı gösterdi. O kitapta bulduğu bir büyüyü Dan için de kullanabileceğimizden bahsetti.”
“Büyü mü, ne büyüsü?” diye hemen lafa karıştı Nia. Chas ona yandan bir bakış atıp iç geçirdi.
“Bir tür bağlama büyüsü. Kendi ruhu ve Dan’in ruhu arasında bağ kurarak onu yeniden hayata döndürecek bir büyü. Bana böyle bir olasılıktan söz etti ve birlikte bunun sahiden de gerçek olup olmadığını anlamak için harekete geçtik.
Galler’de, Holyhead’de bir Druid’i ziyaret ettik. Adam çatlak falan ama Cathie’nin ısrarlarına dayanamadı, büyüyü yapmaya yardımcı olmayı kabul etti.”
“Size inanamıyorum,” Nia nefesi kesilirken başını iki yana salladı. “Ona nasıl güvenebildiniz? Ya tehlikeli biri olsaydı?”
“Öyleydi zaten. Fakat insafa mı geldi ne, ters düşecek hiçbir eylemde bulunmadı. Kan yoluyla bu büyüye başvuruldu,” Nia bana çabucak bir bakış atınca dudaklarımı sımsıkı kapattım. Daha ona anlatırken bile endişeleniyordum, ya babama bunu itiraf ederken ne yapacaktım? “Cathie’nin kanı ve ruhu Dan’i geri çağırmak için kullanıldı.
Eh, sonuç ortada. Başarılı da olundu. Dan yeniden aramızda.”
Nia’nın duyduklarını sindirebilmesi için birkaç dakika geçmesi gerekti. Bu süre zarfında odada volta atarak ve kendi kendine mırıldanarak sakinleşmeye çalıştı.
“Peki ya o iz? O nasıl oldu?” dedi genç kız göğüs kafesimi işaret ederek. “Druid’in kan akıtmak için vahşice işlere kalkıştığını söylemeyin bana!”
Chas yanımda kasıldı, birden bire ondan bana doğru yayılan gerginliği hissedebiliyordum.
“O yara izi Nia, yaptığımız büyünün bedeli,” dedi donuk bakışlar atan gözlerini bana çevirip. Hayranı olduğum lacivert rengin üzerinde şimdi soğuk kış rüzgârları esiyordu âdeta. “Cathie’nin laneti. Bundan böyle yaşamı boyunca onu taşımak zorunda.
Daniel’ın hayatta kalmasının tek yolu bu.”