ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 19 | NOEL

43.8K 2.1K 409
By MmeCha

Bölüme İlham Veren Şarkı:

Les Deux Love Orchestra - The Moth & The Flame

BÖLÜM 19: NOEL

Yatağın içinde yuvarlanıp bir o tarafa bir bu tarafa döndükçe soğuk çarşaflar tenimi ısırıyordu. Yalnız olup olmadığımı gözlerimi açarak kontrol etmeyi nedense katiyen reddediyordum. Yatağın kenarından yere düşmeme ramak kalana kadar sol uca gidip sağ elimle yan tarafı yokladığımda erkeksi bir gülüşle ödüllendirildim.

Yattığım yerden, "ne o bana mı gülüyorsun sen yoksa?" dedim uyumaktan çatallaşmış sesimle.

"Ne o beni mi arıyorsun sen yatakta yoksa?" dedi sıcacık gülüşü içimi titreten bir kahkahaya dönüşürken.

Bedenimi sesinin geldiği tarafa çevirip gözümün tekini kısık bir şekilde açtıktan sonra bir müddet durup gülümsemesini içime hapsettim. Yine bilgisayarın başındaydı ve odayı sadece ekrandan yansıyan ışık aydınlatıyordu."Evet." dedim hiç çekinmeden. "Ne zamandır ayaktasın sen soğumuş burası!" diye yakındım. Hemen ardından sanki yeni aklıma gelmiş gibi pencereye doğru kısa süren bir bakış attım. Dışarısı alacakaranlıktı. Ya güneş doğuyor olmalıydı, ya da çoktan batmıştı. Kafamın kazan gibi olmasına bakılırsa ikinci seçenek daha olasıydı. İtirafımla beraber dudağının köşesi memnun bir şekilde yukarı doğru meylederken yüzündeki huzurlu ifade kaybolmadı ama sanki canını sıkan bir şeyler var gibiydi.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum yorganı üzerimden atıp yatakta oturur pozisyona gelirken. Gözlerini hafifçe yumduktan sonra kafasını bir şey yok der gibi sağa sola sallayıp sorumu geçiştirmeye yeltendi.

"Atlas!" dedim uyarır gibi. "Sorularımı duymamış gibi yapmaktan ya da bana kaçak göçek cevaplar vermekten artık vazgeçmelisin."

"Artık?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Artık." dedim üzerine basa basa. "Bir şeyleri aştığımızı düşünüyorum. Bunu yapmaya devam edemezsin. Beni 'artık' daha fazla dışarıda tutamazsın." dedim ayaklarımı uzun tüylü halının yumuşak yüzeyinde sallandırırken.

Sandalyesinden kalkıp ağır hareketlerle yürüdükten sonra tam karşımda dikildi. Dizleri dizlerime değiyordu ama ben kafamı kaldırıp ona bakmak yerine dizlerimize bakıyordum. Sanki bakarsam beni yine kandırabilecekti. Israrla öylece durdu. İnatla kafamı kaldırmadım. Nefesini sıkkın bir şekilde dışarı üfledikten sonra ondan hiç beklemediğim şekilde dizlerinin üzerine çöktü. Sol eli belime giderek beni yatağın ucuna kadar çekerken, bacaklarımı aralayıp kollarının altından dizlerimle gövdesini kavramak durumunda kaldım. Kendini bana iyice yaklaştırıp burnunu boynuma sokarak derin bir nefes aldı. Sonra kafasını oradan çıkarmadan bilerek üflediğine emin olduğum sıcak nefesi tenimi yakarken "demek bazı şeyleri aştığımızı düşünüyorsun." dedi. Burnu beni daha da çok delirtmek istercesine şah damarımın üzerinden kayarak kulağımın arkasındaki hassas bölgeye baskı yaptığında istemsizce yutkundum. Aynı anda, belli belirsiz tenime değen dudaklarının zafer kazanmış gibi bükülerek yukarı doğru kıvrıldığını hissettim. Oynadığı oyunu biliyordum. Ve bu oyunda iki kişi oynayabilirdik.

Her iki dirseğimi de yatağın üzerinde kaydırarak arkaya doğru uzatıp ondan ve etki alanından biraz olsun kurtulmayı başarabildiğimde kafasını kaldırarak şaşkın gözlerle bana baktı. Sinsice gülümseyip şeytani planlarımı devreye soktum. Sağ elim hızlıca sol omzuna giderek onu geriye doğru ittirdiğinde, hazırlıksız yakalandığı için düşecekmiş gibi arkaya doğru sendeledi ama düşmesine izin vermeden sol elimle ensesini sıkıca yakalayıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. İçimden sanki ortalığa alev üfüren bir canavar çıkmıştı ve onu zapt etmeye tenezzül bile etmiyordum. Ona verdiğim şaşırtmacanın etkisiyle önce donakaldı. Üzerinde bırakmayı başarabildiğim bu etki saçma bir şekilde egomu okşuyordu. Aynı gün içinde üç öpüşmemizden ikisini başlatmış olmak aslında beni de şaşırtıyordu. Bu ben miydim, Atlas'ın kendi elleriyle yarattığı bu yeni versiyonum hakkında ne düşünüyordum daha sonra tek başıma kaldığımda oturup etraflıca düşünmem gerekecekti. Ama şimdi ferah kokusuyla ve güçlü tutuşuyla sarmalanmışken, bunu pek de dert edecek halde değildim. Ellerim saçlarının arasına girip uzamaya başlayan tutamlarını sertçe çekiştirdiğinde boğazından yükselen hırıltıyla alt dudağımı dişlerinin arasına aldı.

Ondan zorlukla kopabildiğimde yine nefes nefese kalmıştım. Bakışlarımı büyüyen göz bebeklerinin derinliklerine dikerek "Boşuna uğraşma beni utandırıp konudan uzaklaşmamı sağlayamayacaksın." dediğimde kaşları çatıldı. Dizginleri sıkıca elimde tuttuğumu hissetmek çok garipti ama bana kendimi güç bendeymiş gibi hissettiriyordu. Bir an, saçma bir şekilde, He-Man gibi bir kayanın tepesine çıkıp kılıcımı sallayarak 'güç bende artık' diye bağırdığımı hayal ederken buldum kendimi. "Şimdi anlat bakalım." dedim ve ukalaca gülerek ekledim. "Tabi biraz kendine gelebildiğinde."

Hiçbir şey söylemedi ama gülümsemesini engellemek ister gibi alt dudağını dişleyerek zorlukla ayağa kalktığında zafer dansı yapmamak için kendimi zor tutuyordum. Bilgisayarın yanında duran bir şeye uzanıp avucunun içine aldı ama küçük bir şey olduğu ve hızlı davrandığı için ne olduğunu görememiştim. Elini bana doğru uzattığında ben de sağ elimi ona doğru uzattım ve avucumun içine bıraktığı USB belleğe baktım.

"Bu geçen sefer şirkete girdiğinde kullandığın bellek değil mi?" diye sordum.

"Evet ama bir sorun var."

"Ne oldu? Çalışmıyor mu? İstediğin belgeler yok mu içinde?"

"Amacım şirkette çalışan herkesin, ofis ya da saha ayırt etmeksizin oturum açma bilgileri, email adresleri ve şifrelerine ulaşmaktı."

"Ama?" diye sordum devam etmesi için.

"Nasıl anlatayım ki sana basitçe bunu?" deyip derin bir nefes aldı. "Tüm bilgilerin bulunduğu dosya aslında belleğin içinde, ama kriptolanmış. Yani şifrelense kırarım ama dosyayı açmak için kripto anahtarına ihtiyacım var."

"O anahtar nerede peki?"

"Aynı bilgisayarda, ama bu sefer o bilgisayarda oturum açmam ve içine bakmam gerek. Geçen sefer sadece hard disk'te olanları kopyalamıştım. Kriptolayacakları hiç aklıma gelmemişti. Yani uzun lafın kısası, üzerinde olduğum işe devam edebilmek için o şirkete bir yolunu bulup tekrar girmem gerek."

"Girmemiz gerek." diyerek düzelttim onu.

"Unutma bu işte birlikteyiz, sen benimle misin diye sordun, ben de seninleyim dedim." Kaşlarım gelecek itirazını görüp otomatik olarak havaya kalkarken.

"Bu sefer gelemezsin çok tehlikeli. Olanlardan sonra ne tür önlemler aldıklarını bilmiyoruz. Zaten bu sefer daha detaylı bir plan yapmam lazım olaya paldır küldür dalınca başımıza neler gelebileceğini uygulamalı olarak gördük" dedi çenesiyle vurulduğu kolunu işaret ederek.

"Sahi dikişler ne oldu? Tekrar pansuman yapalım bence." dedim aceleyle ayağa kalkıp tişörtünü hafifçe sıyırarak. Bandajlar hala duruyordu ama görünen o ki sargıyı arada bana haber vermeden değiştirmişti.

"Gerek yok ben hallettim. Dikişleri de birkaç güne alırız zaten ufacık bir şey."

"Tamam." diyerek düşünceli bir şekilde başımı salladım. Misafirlerin gelişiyle tüm dikkatim dağılmıştı. Yardımıma ihtiyacı olup olmadığını bile sormamıştım. "Haa unutmadan." dedim odadan çıkmak için kapıya doğru yürürken. "Bu konu burada kapanmadı, tek başına bir şey yapmana izin vermeyeceğim. Gerekirse bacağına yapışırım hiçbir yere gidemezsin bensiz." diyerek son bir tehdit savurdum.

Koridora çıktığımda peşimden gelmesine aldırış etmeden salona oradan da mutfağa yürüdüm. Buzdolabının kapağını açıp akşam yemeği için ne pişirebileceğime bakarken ensemde sıcak nefesini hissettim. "Neye bakıyorsun sen?" diye sordu kulağıma doğru eğilip.

Doğrulup sırtımı iyice dikleştirdikten sonra geriye doğru çıkması için omzumla hafifçe ittirdikten sonra buzdolabının kapağını gerisin geri kapattım.

"Acıkmadın mı sen? Ben uyurken yedin mi yoksa?" diye sordum sesimi normal tutmaya çalışarak.

"Yemedim." dedikten sonra umursamazca omzunu silkti. "Nafile çabalarla şu dosyayı açmaya çalışmakla meşguldüm o arada unutmuşum yemeyi."

"Tamam. Ne pişireyim?"

"Sen yemek mi yapacaksın?" dedi söylediğim şeye inanamıyormuş gibi.

"Evet, yapacağım tabi hem Élodie ve Axel de gelecek, ne biçim bir ev sahibi olurum onları aç bırakırsam?" dedim sesimin dramatik bir şekilde çıkmasına özen göstererek.

Axel'in adını duyduğu anda omuzları gerildi, göğsü gözle görülür bir biçimde genişledi ve burnundan sert bir soluk vererek, "yemek falan yapma sen dışarıdan söyleriz şimdi." dedi.

"Oha yok artık." dedim inanamayarak gülerken. "Tamam kahveyi anladık da yemek niye yapamıyorum?" Gerçi kahve için girdiği tribi bile tam anlamıyla anlamış sayılmazdım.

"Banane yapma işte." diyerek laftan anlamaz bir çocuk gibi omuz silktiğinde ortalığı çınlatan bir kahkaha daha attım. Bakışları dudaklarıma doğru indiğinde bana doğru bir adım attı. Kocaman eliyle dirseğimi kavrayarak bedenimin onunkine hızlıca çarpmasına neden olmuştu ki çalan kapıyla ikimiz de elimizde olmadan irkildik. Hatta benim verdiğim tepki irkilmekten biraz fazlasıydı. Sanki iş üzerinde basılmışız gibi olduğum yerde resmen sıçramıştım. Sanırım sadece ikimiz olmaya o kadar alışmıştık ki birinin gelme ihtimalini o an için düşünmemiştik bile. Kalbim heyecandan resmen ağzımın içinde bir yerde atıyordu. "Élodieler gelmiştir." diye mırıldanıp ellerinden resmen sıvışarak dairenin kapısına doğru yürüdüm.

Kapıyı açtığımda Élodie elinde mini bir çam ağacıyla Axel'in bir adım önünde duruyordu. İçeri geçebilmeleri için kenara çekildim. Élodie adımını içeri attığı anda boşta kalan eliyle boynuma sarılıp "Mutlu Noeller!" dedikten sonra yanağıma sulu bir öpücük bıraktı. Salona geçip kendini çuval gibi üçlü koltuğun üzerine bırakırken elindeki çamı da ortadaki sehpanın üzerine yerleştirdi. Atlas anlam veremediğim bir şekilde bir anda ortadan kaybolmuştu.

Hala kapıda dikilen ve nedense içeri girmeye tereddüt ediyor gibi duran Axel'e döndüm ve "sen de girsene!" dedim. Bizden öğrendiği gibi ayakkabılarını çıkarıp ayakkabılığa koyduktan sonra yanağıma varla yok arası bir öpücük bıraktı o da. "Hastaymışsın, geçmiş olsun ve tabi Mutlu Noeller." diyerek elindeki poşetleri elime tutuşturdu. Axel Élodie'nin yanına kurulurken bir ona bir Élodie'ye bakarak "bunlar ne?" diye sordum. Élodie oturduğu yerden kalkmadan "ay getirsene hepsini fındığım biz bugün Sultanahmet'ten sonra Eminönü diye bir yere gittik yemin ederim başım döndü o ne renk o ne cümbüş o ne kalabalık!"

"Yaa demek öyle, aslında ben de gelmeyi çok istiyordum ama baş ağrısı işte." dedim takınmayı başardığımı umduğum üzgün bir ifadeyle.

"Ay dur sen bana böyle durumlar için bir şey öğretmiştin." dedi Élodie birden.

"Ne öğretmiştim ki?" diye sordum korkarak.
"Buldum, ayaklarıma kara sular indi." dedi işaret parmağını havaya kaldırarak.

Axel anlam veremeyerek ikimize bakarken, "Türkçe bir ifade." diyerek açıklamaya çalıştım. "Çok yorulduğunda öyle söyleniyor."

Élodie araya girerek "eee bu akşam ne yiyoruz?" dedi heyecanla.

"Yani ben özel bir şey düşünmemiştim aslında, tamamen aklımdan çıkmış." dedim utanarak. "Biliyorsunuz biz ülke genelinde Noeli kutlamıyoruz."

"Kutlamıyorsunuz amaaa" bak ben ne aldım dedi Élodie poşetlerden birine uzanarak. "Her yerde hindi var, ama her yerde!" dedi kıkırdayarak.

"Aaa evet, son on yıldır falan yılbaşında gelenek gibi oldu bu." dedim annem ve babamla birlikte geçirdiğimiz o muhteşem yılbaşını hatırlarken. O zamanlar sanırım on yaşında falandım. Babam arayıp o gece geleceğini söylediğinde, annem de benim gibi çok heyecanlanmış ve özel bir yemek hazırlamak istediği için ikimiz birlikte hindi doldurmaya karar vermiştik. Yemeğin tadı o kadar güzel olmuştu ki, ağzımda lokum gibi dağılan parçaları hala anımsayabiliyordum.

Düşüncelerimi Élodie'nin "Ne dersin ikimiz başarabilir miyiz bu şeyi pişirmeyi?" diye soran sesi böldü.

"Tabi ki başarırız." dedim gülümseyerek.

Axel'e dönüp, "aslında senden de yardım isteyebilirdik ama mutfak çok küçük, istersen biz halledene kadar duş alabilir ya da biraz dinlenebilirsin." dedim. Umarım onu dışarıda bıraktığımız için kendini kötü hissetmezdi. "Ben de mutfaktaki işiniz bittiğinde masayı kurarım, iş bölümü yapalım o zaman." dedi gülümseyerek.

***

Élodie ile hindiyi hazırlayıp fırına vermemiz neredeyse bir buçuk saatimizi almıştı. Her ne kadar yine iki kişi olsak da, geçen sefer oldukça küçük olduğum için bu işin bu kadar zor olabileceğini anımsayamamıştım. Yorgunlukla tekrar koltuğa oturduğumuzda Élodie yine poşetlere uzanarak eline aldığı minik bir poşeti baş aşağı çevirdi ve ağacı süslemek için aldığı top şeklindeki minik, altın yaldızlı süsleri ve ağacın en tepesine asarak dekorasyonu tamamlayıcı dokunuşu yapmak için aldığı yıldız şeklindeki simli süsü sehpanın üzerine döktü.

"Hadi ağacımızı süsleyelim fındığım!" dedi ellerini çırparak. Biz mini minnacık çamı süslerken fırında pişmeye devam eden hindinin kokusu bütün evi sarmıştı. Axel aldığı hızlı duştan sonra oturduğu tekli koltukta uyuyakalmıştı. Atlas hala ortalarda yoktu ve kaçıp gittiği için kızmaya başlıyordum. Biraz sonra sanki hislerimi duymuş gibi odasının kapısı gürültülü bir şekilde açıldı ve salona yaklaşan adımları koridorda yankılandı.

"Ne kokuyor? Güzel bir şey kokuyor." derken gözleri kapalı, burnu sanki kokuyu daha iyi almak ister gibi havadaydı. Birkaç saniye sonra gözlerini aralayıp ikimize baktı.

"Siz orada ne yapıyorsunuz?" diye sordu kaşları havalanırken.

"Fırındakinden bahsediyorsan, orada hindi yapıyoruz." diye atladı lafa Élodie. "Bu da Noel ağacımız. Onu süslüyoruz."

Atlas'ın nasıl bir tepki vereceğinden emin değildim. Gerilerek ona baktım. Ensesini kaşıyıp, "Mutlu Noeller." diye mırıldandı. "Ben biraz daha çalışacağım, yemek hazır olduğunda masayı kurmak için bana haber verirsiniz."

Atlas tekrar odasına döndüğünde Élodie bana dönüp manalı bir şekilde gülmeye başladı. "Ne var ya?" dedim savunmaya geçerek.

"Sen yok musun sen!"

"Ne oldu ne yapmışım ki ben?" diye sordum masum masum.

"Şu herif anlamasın diye kırk takla attım burada." dedi çenesinin ucuyla Axel'i göstererek.

"Ne olmuş ki? Neyi anlamasın diye?" dedim tekrar hiçbir şey anlamamışım gibi.

"Sen diyorsun ki inatla salağa yatacağım Élodie, beni saç tellerime kadar utandır Élodie. Ne mi olmuş? Oldukça sinirli ve kızgın bir boğayı..." diyerek ileriyi, Atlas'ın olduğu tarafı gösterdi. "Vakumlayarak sakinleştirmeye çalışmışsın fındığım." dedi gözlerini belerterek.

"Ne?" dedim sesimin bir an için normalden daha yüksek çıkmasına engel olamayarak. Axel'den bir homurtu çıktı ama sadece kafasını koyduğu yönü değiştirip uyumaya devam etti.

"Ben demiyorum ki öpüşmeyin, yiyişmeyin." dedi Élodie mırıl mırıl. "Tabi ki bu sizin en doğal hakkınız. Ama birbirinizin üzerinde izler bırakacaksanız rica edeceğim bunları Axel gittikten sonra yapın."

Élodie birçoğu yüzümü mürdüm rengine çeviren tavsiyelerine devam ettikçe ben yerin dibine giriyordum. Susması için bir an kolunu tutup hafifçe sıktım. "Tamam yeter, anladım." dedim içime kaçmış gibi çıkan sesimle. "Hadi hindiye bir bakalım."

***

Dördümüz birlikte masaya oturduğumuzda daha ilk lokmayla beraber herkesten memnuniyet dolu mırıltılar yükselmeye başladı.

"Kızlar bu mükemmel olmuş ben bundan hep isterim yalnız." dedi Axel kendini tutamayarak.

"Ellerinize sağlık." dedi Türkçe olarak Atlas ve güldü. "Umarım Hazel sana 'koca götlü'den başka şeyler de öğretmiştir Élodie." dedikten sonra bana bakarak pis pis sırıtmaya başladı. Hain herif! Geçen sefer de duymuştu ama duymamazlığa gelmişti biliyordum!

"Evet biliyorum bunu da!" dedi Élodie heyecanla. Sonra birden durgunlaştı. "Bu babamdan ayrı geçirdiğim ilk Noel tatili. Ama bugün onun sözlerinde ne kadar haklı olduğunu anladım. Ki; kendisi hep şöyle der: 'Noel dini bir bayram olmanın çok ötesine geçmiştir. Artık insanların sürdürmekten memnun olduğu, onları bir araya getiren geleneklerden biridir ve herkes içindir.' O yüzden ikinize de bu güzel sofra için ve bizimle beraber Noel'i kutladığınız için teşekkür ederim."

Kolumu atıp onu sardım ve yüzünü kaptan uzun sarı saçlarını elimin tersiyle iteledim. "Biliyor musun ben de Nantes'ta açık havada kurulan Noel pazarlarını çok özledim." diye itiraf ettim. "Tamam, daha çok sıcak şarap içmeyi özledim aslında. Böyle tarçınlı, baharatlı. Boğazını yakacak ama içini ısıtacak."

Axel anında ayağa kalkıp "E hadi yapalım hemen o zaman!" dedi gaza gelmiş bir şekilde.

Onunla ben de ayağa kalktım ve elimle oturmasını işaret ederek, "otur da yemeğini bitir." dedim. Sonra üzerime giydiğim kapüşonluyu çıkarıp, üzerimde kalan ince kazağımla oturdum sandalyeme. Herkesin ne yaptığıma baktığını farkettiğimde "burası biraz sıcak mı oldu ya? Şarabın sadece adı geçmişti oysaki" diyerek güldüm.

Yemeğin son demlerine geldiğimizde Élodie bana dönerek "Fındığım biz sana bir şey söyleyeceğiz." dedi. Başımı çevirip beklentiyle ona baktığımda konuşmaya devam etti. "Biz yarın sabah Kapadokya'ya gitmeye karar verdik. Buraya kadar gelmişken bir periler diyarını görmeden gitmeyelim diyoruz." dedikten sonra Atlas'a dönüp göz kırptı. Bütün dikkatim Élodie'de olduğu için ben bu hareketini anında yakalamıştım ama Axel beklentiyle bana baktığı için o minik jesti kaçırmıştı. Hemen sonra, parıldayan gözlerle "Sen de bizimle gelirsin değil mi?" diye sordu Axel.

Burada neler dönüyordu böyle? Gözlerimi kırpıştırarak önce Axel'e sonra sırasıyla tam karşımda oturan Atlas'a ve en sonunda da Élodie'ye baktım. "Çok isterdim." dedim yutkunarak. "Ama biliyorsunuz işten izin alamam." Boğazıma takılı bir kılçık gibiydi yalan. Ve ben bir tane daha söyledikçe üst üste birikerek nefes almama engel oluyorlardı sanki.

Axel yüzünde hayal kırıklığıyla bana baktı ama bakışlarımı ondan kaçırdım.
"Neyse canım, belki bir dahaki sefere geldiğimizde gideriz seninle de." dedi Élodie ortamı yumuşatmak için.

Yatmadan önce ılık bir duş alıp günün stresinden ve üzerime sinen yemek kokusundan kurtulmaya çalıştım. Banyoda görmeye alışık olduğum erkek şampuanının yanında hindistan cevizli bir şampuan duruyordu ve bunun Élodie'ye ait olmadığını çok iyi biliyordum. Dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken benim için alınmış ve sonunda maskülen kokmayacağım için sevindiğim şampuanla uzun uzun yıkandım. Saçlarıma sarılı havlum ve gri pamuklu pijamalarımla ellerime krem sürerek banyodan karanlık koridora çıktığımda, geniş bir bedene çarpıp minik bir çığlık attım.

"Şşş sakin ol, benim." diyen tanıdık sesle beraber bütün kaslarımın gevşediğini hissettim. "Ne oldu?" diye sordum ne diyeceğimi bilemeyerek. Atlas beni kolumdan çekiştirip arkasından sürükleyerek odasına sokarken, "ne var, yine Élodie'yle uyumana izin vereceğimi sanmıyordun herhalde." dedi çok normal bir şey söylüyormuş gibi.

Kafamı yana yatırıp, "hmm." dedim. "Burada mı uyuyacağım yani?"

"Soruyor musun gerçekten?"

"Olmaz." dedim net ve kararlı bir şekilde. Aldığı olumsuz yanıtla beraber yüzünün girdiği şekli izlemek çok keyifliydi. Her ne kadar ben de onunla uyumaya can atsam da, onun bunu bilmesine gerek yoktu. "Élodie'yle uyuyacağım ben, yoksa yanlış anlar."

"Hazel." dedi uyarır gibi bir tonlamayla.

"Efendim?" diye sordum şirin şirin bir yandan da çaktırmadan kapının koluna uzanmış, kaçmak için ilk hamlemi yapmıştım.

"Seni sırtlar getiririm biliyorsun."

Çoktan koridora ulaşmıştım. Sadece kafamı içeri uzatarak "Hadi ya?" dedim kaşlarım havalanırken.

"Görüşürüz." dedi dişlerini sıkarak.

"Görüşelim."


Yazarın Notu:

Selam! Yine kısa olarak planladığım ama planladığımdan daha uzun süren bir bölüm oldu. Umarım okurken sıkılmamışsınızdır.

Hikayeye destek olmak için bölüm hakkındaki hislerinizi emoji olarak bu satıra bırakabilirsiniz! 💕

Bölümlerimiz her Pazar gecesi gelmeye devam edecek. Biliyorum sabırsızlanıyorsunuz ama ben kenarda bölüm biriktirebilen biri değilim. Yazdığım anda hemen o heyecanla sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu sebeple genelde Pazar günleri oturabiliyorum bölümün başına. Aramızdaki saat farkının da üçe çıkmasıyla benim hızlı hızlı akşam dokuza kadar bitirmeye çalıştığım bölüm size gece on ikide gelmiş oluyor. Ama size şunun sözünü verebilirim. Herhangi bir engelleyici durum olmadıkça her Pazar bölümlerimiz gelmeye devam edecek. Gelemeyecek gibi olursa, herhangi bir nedenden, mutlaka size duyuru yaparak bildiriyor olacağım.

Bu kadar ciddiyet bize fazla diyor, aşağıya bir adet Élodie ve Hazel bırakarak kaçıveriyorum😇

Haftaya görüşmek dileğiyle,

Sevgiyle,
MmeCha

Continue Reading

You'll Also Like

1M 57.2K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
3M 162K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

118K 5.5K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
119K 6.4K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...