BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ

42.9K 1.9K 839
                                    

Bölüme İlham Veren Şarkı:

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüme İlham Veren Şarkı:

Ogün Sanlısoy - Bilmece (Akustik Versiyon)

BÖLÜM 26 : DOKUNUŞ

Kesik kesik çizilmiş şeritler birer birer ardımızda kalır, arabanın içindeki sessizliğimiz devam ederken, koltuğumu hafifçe yatırdıktan sonra başımı geriye yaslayıp yorgunlukla gözlerimi kapadım. Bu gece bitmek nedir bilmiyordu; sanki inadına inadına sonsuzluğa uzanıyordu. Atlasla tartışıp bana nasıl hissettirdiğini tam olarak anlatabilmek için biraz enerji toplasam hiç de fena olmazdı. En azından eve gidene kadar arabada biraz kestirebilirdim.

"Sakın uyumayı aklından bile geçirme, seni o kadar kat yukarı taşıyamam." dedi tüm sakinliğiyle. Sükuneti bozan kişinin o olması şaşırtıcıydı aslında. Gözlerimi kısarak bulanık görünen yüzüne baktım ama nefesimi şimdi konuşarak tüketmek istemiyordum. Ağzım zaten gereğinden fazla aldığım alkol yüzünden kupkuruydu, litrelerce suyu bir dikişte içsem de bu susuzluğum dinecek gibi değildi. Yutkundum, ama avuç dolusu kum yutmuş gibiydim. Tükürük bezlerim bile grevdeydi. Kafamı sallayıp gözlerimi kırpıştırarak uyanık kalmaya çalıştım. Kendime bir meşgale bulup eve gidene kadar sızıp kalmamak için oyalanmalıydım.

Yüzümüze yansıyıp duran sokak lambalarının ışıkları arabanın içini aydınlatmak için yetersiz kaldığından, el yordamıyla tek kalan ayakkabımın tokasına uzanıp onu da çıkardıktan sonra, eteğimi hafifçe sıyırıp gözlerimi iyice kısarak sağ ayak bileğime baktım. Durduğu yerde sızlamıyordu ya da ağrı yapmıyordu; bu da iyiye işaretti. Demek ki kırık ya da çatlakla uğraşmak zorunda kalmayacaktım. Ama burkulan ayağımın topuğunu arabanın paspasına bastırıp yokladığımda, aniden gelen zonklamayla ızdırap dolu ıslıklı bir nefesi dudaklarımın arasından serbest bıraktım.

Sızlanmamı duyduğunda gözlerini yoldan çekip kaşlarını çatarak bana baktı. Neyse ki ben çoktan yüz ifademi toparlamış, 'ne oldu bir şey mi oldu?' dercesine dümdüz ve delici bakışlarımı ona dikmiştim. Kısa bir süre sonra pes ederek dikkatini tekrar yola verdi. Aslında suratının haline baktıkça karnımı tuta tuta gülesim geliyordu, ama bunu yapmayacaktım. Ona olan öfkemi taze tutmam gerekiyordu. Akmaz, dağılmaz, bulaşmaz diye ün yapmış olan pek marifetli rujlar, belli ki henüz Atlas'ın iddialı girişimleriyle tanışmamışlardı. Nitekim şu an öpüşmekten hafifçe şişmiş olan dudaklarını dalga dalga lekeleyen kırmızı ruj, görevini layıkıyla yerine getirememenin üzüntüsünü yaşıyor olmalıydı.

Aklıma gelen şeyle tepemdeki aynayı indirdiğimde gerçeklerle yüzleştim. Benim de ondan pek bir farkım yoktu. Rujum çenemin ucuna kadar dağılmıştı. Üstelik koyu renk makyajım da şu an göz kapaklarım yerine elmacık kemiklerimin üzerini süslüyordu. Atlas'tan katbekat beter durumdaydım. Elim istemsiz bir şekilde topuzumu artık tutmayı başaramayan, işlevini yitirmiş tel tokalara doğru gitti. Hoyrat bir şekilde çifter çifter tokaları sökmeye başladığımda kopan saç tellerinin yaşattığı saniyelik acı, gerçekle hayal arasında uzanan o incecik ipin üzerinde kıvrak bir akrobat gibi dengede kalmamı sağlıyordu.

ASLANAĞZIWhere stories live. Discover now