BÖLÜM 40 | PUS

25.4K 1.4K 557
                                    

Bölüme ilham veren şarkı:

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüme ilham veren şarkı:

Sufle - Pus

BÖLÜM 40 : PUS

Koştum. Havaya çökmüş pus yüzünden önümü görmek zordu. Ama beni pençesine düşürmek isteyen bir yırtıcıdan kaçarmış gibi, tüm hayatım buna bağlıymış gibi, kaslarım yanmaya başlayana kadar, dizlerimde derman kalmayana kadar, üzerine puslu bir hava çökmüş ormanın içinde, nereye gittiğini bilmediğim bir patikayı takip ederek koştum. Çamların bir tabaka halinde zemini kaplayan iğneleri tabanlarımı deldiğinde, toprağın üzerindeki minik taşlar ayaklarımı berelediğinde, yoluma çıkan ve beni durdurmaya, yolumdan alıkoymaya çalışan ağaç dalları tenimi acımasızca çizdiğinde bile durmadım. Ta ki o uçurumun kenarına gelene dek. Üzerimde etekleri rüzgarda bir teslim bayrağı gibi dalgalanan beyaz bir elbise vardı. Yakalanmış mıydım, alt mı edilmiştim, yoksa kendim bile bile teslim mi olmuştum, bunlar mühim değildi. Uçurumun hemen dibindeki sarp kayalara çarpıp duran denizin tuzlu kokusu içime çektiğim havayla birlikte ciğerlerime doldu. Rüzgarın uğultusu, kabri kalbime inşa edilen adama bir ağıt yaktı. Gözümden akan yaşların tuzu denizinkine karıştı. O an, dalgalar hırçınlaştı. İçime çektiğim hava genzimi yakarak göğüs kafesimi şişirdi. Kollarımı iki yana açtım. Karşıdan geleni kucakladım. Boşluğa sarıldım.

Düştüm. Kendi kendime dedim ki, ben bu aşka gönüllü düştüm. Kayalıklara çarparak bin parçaya ayrılıp denize karışmaya hazırlanırken, tekrar ormanın derinliklerinde, dizlerimin üzerinde buldum kendimi. Puslu havanın yerini yoğun bir sis tabakası almıştı şimdi. Göz gözü görmüyordu. Korktum. Kanıma karışarak damarlarımı gezen korkuyla vücudumun her yeri buz kesti. O uçurum kıyısını tekrar bulmam gerekiyordu. Tekrar atlamalıydım, belki bu defa denizin tuzuna karışabilirdim. Ama aldığım yaralar iyileşmeden önce tek bir adım bile attığım takdirde, bu benim sonum olurdu. Sırtımı bir ağacın yosunlu gövdesine dayadım. Ciğerlerimi sadece bir süreliğine oyalayacağını bildiğim kesik kesik nefesler aldım.

Bir insan susuz ve aç ne kadar yaşayabilirdi? Kolum kanadım kırık bir şekilde, hareket bile etmeden beni bırakıp gittiği yerde yatıyordum. Zaman kavramı tamamen yok olmuştu. Giderken panjurları indirdiği için gece mi yoksa gündüz mü anlayamıyordum. Karanlığın içinde, sanki beni dış dünyanın tehlikelerinden koruyacak tek şey buymuşcasına cenin pozisyonunda kıvrılmıştım. Hiç uyumuş muydum? Yoksa hala uykuda mıydım? Bunların hepsi kötü bir kabus olmalıydı. Öyle olmalıydı, başka türlü yaşamaya devam edemezdim.

Ruhsal acılarım, fiziksel olarak da hasar vermeye başlamıştı. Başımın altındaki yastık, artık daha fazlası akamaz dediğim göz yaşlarımla sırılsıklam olmuştu. Biraz olsun gücümü yetirebildiğimde diğer yüzünü çevirsem iyi olacaktı. Şu an için değil kolumu ve kafamı kaldıracak kadar kuvvet uygulamak, yerimden diğer tarafıma dönebilecek gücü bile kendimde bulabileceğimi sanmıyordum. Düşüncelerim bile ağırdı. Düşünmeyi kesmeliydim. Gözlerim akıttığım ardı arkası kesilmeyen yaşlar yüzünden balon gibi şişmişti ve binlerce minik iğne, vuruşunu aynı anda yaparak kirpik diplerime saplanıp kalıyordu. Burnumu durmadan çektiğim için büyük ihtimalle sinüslerim tıkanmıştı. İki kaşımın ortasından başlayarak tüm alnıma yayılan dayanılmaz ağrı bana bunu söylüyordu. Gözlerimi kapalı tutmanın daha çok acı verdiğini hissettiğimde, birbirine yapışıp duran kirpiklerimi zorlukla aralayıp sabit bakışlarımı karaltı biçiminde seçebildiğim mobilyalara diktim. Konuşmaya çalışsam, kısıldığına emin olduğum sesim çıkmayacaktı. Konuşacak birinin olmaması belki de daha iyiydi.

ASLANAĞZIWhere stories live. Discover now