Parmaklarım hâlen elbisemin eteğini kavramış bir vaziyette, aracın içerisinde oturuyordum. Belirli aralıklarla cama vuran sokak lambalarının ışığı haricinde, karanlık her yanı hakimiyeti altına almıştı. Ya da ben öyle hissediyordum, zira yirmi birinci yüzyılda, İngiltere gibi bir ülkenin başkentinde ışıklandırma sorunun yaşanması nedense pek olası gelmiyordu.
Hepsi tamamen benim zihnimde oluşan kuruntularımdı yani...
Başımı arkaya doğru çevirip, Chas'in biricik otomobili Richey'i takip eden Dewrionlara baktım. Esasen her beş dakikada bir bu hareketi tekrarlıyordum. Bunu yapmaktan bir türlü kendimi alamıyordum, çünkü anlatılanlara göre Gölge - Ruhların varlığından haberdar olduğum ilk andan itibaren görüp görebileceğim en kalabalık ruh topluluğunun arasına gidiyorduk ve hâl böyleyken, biz de sayıca ne kadar fazla olursak, o kadar iyiydi.
"Onlara son kez baktığında ki," Chas sol bileğindeki saatine çabucak bir bakış attı. "Yalnızca dört dakika otuz beş saniye olmuş, arkamızdan gelmeye devam ediyorlardı.
Rahatla biraz Cathie. Kimsenin verdiği sözden cayacağı falan yok. Yani bu zamana kadar nasıl insanlarla tanıştın, bilemiyorum ama biz Dewrionlar verdiğimiz sözü tutarız.
Azıcık bize karşı bir inancın olsun."
Tabii ki onlardan şüphe duyduğum falan yoktu. Ben sadece...
Pekâlâ, kabul ediyorum. Evden çıktığımızdan beri gereğinden fazla evhamlı birine dönüşüvermiştim. Fakat bunu onlardan yana bir çekince duyduğum için yapmıyordum ki!
Sadece orada olduklarını görerek kendimi avutmaya çalışıyordum. Belki de Dewrionlar hayatıma girmeden önce, babam tarafından da çoğu kez geride bırakıldığım için beni her an koruyup kollayacak birilerinin var olma düşüncesi şu an biraz tuhaf geliyordu. Her neyse, kendi akıl bulandırıcı hislerimi bu genç Dewrionlara - özellikle de Chas'e - şu anda yansıtmamalıydım.
"Sen de azıcık kıza karşı hoşgörülü ol," arka koltukta, Nia'nın yanında oturan Daniel alçak bir sesle konuştu. "Sonuçta o senin gibi her gün ruhlarla karşılaşan biri değil.
Ve an itibariyle de kaç kişi olduklarını bilmediğimiz bir Gölge - Ruh güruhuna doğru ilerliyoruz.
Kendini güvende hissetmek istemesi suç mu?"
"Her şekilde bana saldırmanın bir yolunu bulacaksın, değil mi?" Chas inceden bir hırçınlığın okunduğu ses tonuyla mırıldandı. "Kastettiğimin ne olduğunu biliyorsun ama sırf-"
"Sırf ne?"
Şimdi Daniel da Chas kadar kendisini savunma moduna geçiş yapmıştı. Bu akşam onlara neler oluyordu Tanrı aşkına! Sürekli birbirlerini iğneleyecek ya da sinirlendirecek bir şeyler buluyorlardı ve bunu yaparken de etraflarında başkalarının da olduğunu unutmuş gibi görünüyorlardı.
Dişlerinin arasından kızgın bir ses çıkardı Chas. Sert bir tavırla başını sallarken, saçının tutamları kaşlarına doğru döküldü. Tek eliyle direksiyonu kontrol altında tutarken, diğeriyle çabucak saçlarını düzeltti.
"Hiçbir şey. Boş ver."
"Hayır, boş vermiyorum. Öyle lafı ortaya atıp da sonra kenara çekilmek yok beyefendi! Ne söyleyeceksen söyle!"
Giderek tansiyonların yükseldiğini hissettiğimde, bir şeyler yapıp olayı burada sonlandırsın diye Nia'nın gözlerinin içine baktım ve elbette ki anında beni anladı.
"İki küçük, uyuz çocuğun lakırdısını dinlemek istiyor gibi miyim gerçekten? Kendinize gelin. Bizi de strese sokuyorsunuz. Şu işi halledelim, ondan sonra ne yapıyorsanız yapın!"
"Fy Duw! Ond... Nia-" (Tanrım! Ama... Nia-)
"Kapa çeneni Chas. Eğer dediğimi yapmayacaksan, aracı çek bir kenara ve diğerleriyle birlikte yola devam et."
Nia'nın abla oluşunu ilk defa bu kadar açık bir biçimde hissettirdiğine tanık olmuştum. Görünen o ki, Chas de aynı şeyi düşünüyordu. Dudaklarını bir kez daha araladı, lâkin her ne diyecekse bunu yuttu ve parmaklarını radyoya doğru uzatıp sinek vızıltısını andıran bir tonda duyulan sesi yükseltti.
Arabanın içini bir anda elektro gitar sesleri doldurdu.
Ve bu beni Chas'in otomobilinden alıp, babamla birlikte yolculuk yaptığımız Ford Falcon'un içine bıraktı.
O da tıpkı genç Dewrion gibi müziksiz yapamazdı. Beş dakikalık uzaklıkta olan bir yere bile giderken, en sevdiği şarkıları açar ve kendisi de memnuniyetle vokaliste eşlik ederdi.
Hatta bazen bununla da yetinmeyip elindeki hayali gitarı çalmaya kalkışırdı. Böyle zamanlarda bir elim direksiyonda beklerken bulurdum kendimi. Babamın çoğu kişiye - anlaşılan bana göre de öyle - umursamaz ve dikkatsiz gelebilecek tavırlarla canımızı tehlikeye atmasından hâliyle çok etkilenirdim ve beni diken üzerinde durduran korkuya mani olabilmek için kendimce böyle bir önlem alırdım.
"Şunu kapar mısın?"
Chas Daniel'a dönüp bakmadan, gözlerini yola sabitlemiş bir şekilde cevap verdi.
"Hayır."
"Tanrı Aşkına! Bari biraz sesini kıs!"
Daniel bunu söylemeseydi, belki de daha iyi olacaktı. Chas inatla sesi sonuna kadar açtı. Arkadan isyan bayraklarını açan Nia'nın çığlıklarıyla, Daniel'ın homurtuları birleşti ve ortaya oldukça komik bir durum çıktı.
Karnımdaki sancılı tereddüde rağmen, tamamen içten bir şekilde kıkırdadım. O ikisinin tepkisi, zamanında benim babama karşı takındığım tavrın aynısıydı. Demek o vakitlerde ben de bu kadar huysuz ve sinirli oluyordum, öyle mi?
Bakışlarım Chas'e doğru kayınca, yan profilinden onun da gülümsediğini gördüm. Belli ki ablasını ve Daniel'ı deli etmekten büyük bir zevk alıyordu.
Ve bu gibi zamanlarda, yani bir duyguyu saklamaya gerek duymadan olduğu gibi yüzüne yansıttığında, ne kadar etkileyici göründüğünü bir kez daha tecrübe ettim.
Sanki onu izlediğimi fark etmiş gibi, bana yandan bir bakış attı.
Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde, suratındaki gülümseme yavaş yavaş soldu, onunla birlikte benim de kıvrılıp kalmış olan dudaklarım düz bir çizgi hâlini aldı.
Yanlış bir şey mi yapmıştım ben? Neden bir anda eğlenceli olan tutumunu değiştirme kararı almıştı acaba?
Kaşlarını çatıp son bir kez daha yüzüme baktı ve sonra bütün dikkatini yeniden yola verdi.
Bir yandan da çalan şarkıyı mırıldanıyordu:
"Sadece bir adım uzaktayım,
Sadece bir nefes uzaktayım.
İnancımı bugün yitiriyorum,
Bugün kenardan düşüyorum.
Ben sadece bir adamım...
Süper insan değil.
Ben süper insan değilim,
Birisi beni nefretten kurtarsın.
Bu sadece başka bir savaş,
Sadece başka bir ailenin parçalanması.
Bugün inancımdan düşüyorum,
Kenardan sadece bir adım uzakta.
Yaşadığımız dünyada başka bir gün sadece...
Bir kahramana ihtiyacım var,
Beni hemen kurtarması için.
Bir kahramana ihtiyacım var,
Kurtar beni şimdi!
Bir kahramana ihtiyacım var,
Hayatımı kurtarması için.
Bir kahraman beni kurtaracak,
Tam zamanında...
Bugün savaşmalıyım,
Başka bir gün daha yaşayabilmek için.
Bugün aklımdan geçenleri söylüyorum,
Sesim bugün duyulacak.
Ayakta kalmam lazım,
Ama ben sadece bir adamım.
Ben süper insan değilim.
Sesim bugün duyulacak...
Bu sadece başka bir savaş,
Sadece başka bir ailenin parçalanması.
Sesim bugün duyulacak,
Bu sadece diğer bir av.
Geri sayım kendimizi yok etmemiz için başlıyor...
...
Doğru için kim savaşacak?
Kim bize kurtulmamız için yardım edecek?
Hayatlarımız için bir savaştayız.
Ve ölmeye hazır değiliz.
Güçsüzler için kim savaşacak?
Kim onların inanmasını sağlayacak?
Benim bir kahramanım var.
İçimde yaşayan...
Ben doğru için savaşacağım,
Bugün aklımdan geçenleri söylüyorum.
Ve eğer bu gece beni öldürecekse,
Ölmeye hazır olacağım.
Bir kahraman canını vermekten korkmaz,
Bir kahraman beni tam zamanında kurtaracak..."
Bütün şarkıya sonuna dek bu şekilde, araçtaki herkesin duyabileceği bir tonla eşlik etti. Arada sırada dönüp bana bakıyordu ve ben o kısacık zaman dilimlerinde dudaklarımı dişlememek veya tırnaklarımı kemirmemek için kendimi çok zor tutuyordum.
Chas Clifford'un böyle bir etkisi vardı işte...
O gece göğüyle eş değer lacivert gözlerini üzerinize diktiği anda, karın ağrısı çeker gibi, kıvrandırıp dururdu sizi. Ancak bunun yanında, bu sancılı hisle beraber, ince bir zevk dalgası da gelip yerleşirdi yüreğinize.
Ona bakmak; sanki gün batımını ya da uçsuz bucaksız bir deryayı kendinizden geçmişçesine seyretmek gibi büyük bir haz duymanıza neden olurdu.
Düşüncelerimi ya da duygularımı tam manasıyla açık etmekten korktuğum için, silkinip kendime geldim ve dudaklarım hain bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"İhtiyaç duyduğun kahramandan kastın Captain Hook olmasın sakın? Hani şu çorabında taşımaya varana dek hayranlık duyduğun çizgi film karakteri?"
Temkinli bakışları aniden yerle bir oldu ve haylaz bir tebessümle göz kırptı.
"Senin kahramanın da Hello Kitty galiba? Şirin kız seni!"
Ah! Bunun böyle olacağını tahmin etmeliydim. Resmen kendi elimle ona, bana karşı kullanacağı bir koz vermiştim.
"Şirin sensin!" deyip ellerimi göğsümde kavuşturdum ve başımı diğer yöne doğru çevirdim. Kıkırtısını hâlen duyabiliyordum, beni sinirlendirerek keyfi yerine gelmişti belli ki. Evet, bir başka özelliği de buydu.
İnsanları deli etmek, onun için lezzetli bir yemeği tadını çıkara çıkara yemekle eş değer bir eylemdi.
Yaklaşık on dakika sonra, nihayet Chas sustuğunda ve arka koltukta oturan Daniel ve Nia kıpırdanmaya başladığında, devasa bir otelin karşısında bulduk kendimizi. Oldukça görkemli bir yapıydı, bütün pencerelerden sıcak, sarı bir ışık süzülüyordu dışarıya.
Girişte sırayla içeriye girmek için bekleyen insanları gördüğümüzde yutkundum. Sahiden de bizim gibi normal görünüyorlardı ve kaldı ki, bu kutlamaya da zaten ancak bu şekilde katılabilecektik. Gölge - Ruhlar nefret ettikleri, lâkin cismani bedenlerinin devamlılığını sağlama noktasında hayati bir önem taşıyan insanları da davet etmişlerdi düzenledikleri bu geceye.
"Ve çılgın gecemiz başlasın!"
Chas'in eğlenceli sesi eşliğinde araçtan indik. Otomobilin sağ tarafından kıvrılıp yanıma geldi ve bu kez Daniel'dan önce davranıp kolunu uzattı.
Kol kola otelin girişine doğru yürürken gülüşmeler ve tempolu müziğin sesi dört bir yanda yankılandı. Görevliler ellerindeki listeyi öne doğru uzatıp Chas'e ismini sorduklarında kaskatı kesildim.
Gerçekte bu davetle bir ilgimizin olmadığını anladıkları anda neler olacağını ancak Tanrı bilirdi...