"Bebek arabası?"

"Hayır, iyiyiz biz böyle."

Onlar markete gidip lolipoplarımı değiştirirlerken bende annemlere geçtim. Sofrayı hazırlayıp işimiz bittiğinde geldiler. İkisini ve şekerlerimi gönderdiğim marketten poşetler dolusu geldiler. "Al Mısra şunları elimden." Oğlumu bırakmıyordu, poşetleri veriyordu.

Ben mutfağa girerken arkamdan seslendi. "Bak bakayım doğru mu?"

Bu sefer doğru almıştı. Bunların içinden sakız çıkıyor ama diğerleri neydi? Dünyanın çubuk krakerini, ıvırını, zıvırını almışlardı.

Salona çıktığım gibi sordum. "Ötekiler ne Aykut? Marketi kaldırmışsınız..."

Oğlum babasının sakallarını çekiyordu. Her zamanki gibi üzerine yatırmıştı. Koltuktan başını azıcık kaldırıp "Oğlum istedi, bende aldım." dedi gülerek. Hepsini anlarım da tövbeler tövbesi, bir tane dişi çıkmış çocuğun sakızla ne işi olurdu?

"Sakızı da mı Aydın Alparslan istedi?"

"Evet." dedi başının altındaki yastıkla.

Hep beraber sofraya geçtiğimizde oğlum mama sandalyesinde bizim yediğimiz yemeklere uzanıyordu. Aslında doktor yağlı yedirmemem gerektiğini söylemişti ama babasının umrunda olmadı. Gidip küçük kaşık alıp oğluma mercimek çorbası yedirmeye başladı. Benim yaptığım pürelerin hiçbirisini böyle iştahla yemedi bugüne kadar. Sadece karnını doyurmak için yiyordu. Ağzını şaplata şaplata bir kase çorba yedikten sonra bana bakıp gülmeye başladı.

İlk kelimesini herkes mama veya dede diye beklerken ilk söylediği "An-ne." olmuştu. Yine öyle diyordu. "Anne."

"Söyle annecim."

"Mama ohh." Oh tabi amk. Götürdün bir kase çorbayı, bir de gazını çıkarttın, oh.

Telefonum çalınca kalkıp baktım. İlyas dede bey arıyordu. Bize gelmek istiyorlarmış. Uzun zamandır gelmediler. Ben bir kere bile aramadım ama onlar sürekli arıyorlardı. Sabah akşam birisi arıyordu, bizi soruyorlardı.

Sofrayı kaldırıp çayı koyduk. Oğlum salonun ortasında oyun matının üzerinde hiçbir oyuncakla oynayıp yerlere atıyordu. Acımıyordu, bütün oyuncakları harcıyordu. Babası kılıklı part 3. Harcıyor. Oynadığı tek oyun babasıyla beraber araba yarışı yapmak. Daha şimdiden play stationlar bile alındı eve. Sinema odasına tezgah kuruldu. Şimdi de demir arabaları geri sürtüp salıyorlar, araba hızlı gidince kahkaha atarcasına gülüyordu minik erkeğim.

Zil çaldı, Türkmen ailesi geldi. Beş karış suratımdan ödün vermeden içeriye buyur ettim. İlk olarak hepsi oğlumu seviyordu. Aksi gibi Aydın Alparslan İlyas dede beyi seviyordu. Her ona seslenişinde "He." diyip gülümsüyordu. Bir de o tek dişi çıkmıyor mu? Çıkıyor amk. Yiyesim geliyor bir tanecik dişini.

"Kızım.." dedi İlyas dede bey. Çaylarımızı içerken ben yere oğlumun yanına oturmuştum. Kimseyle muhattap olmuyordum. Onlar mutlu aile tablosu falan çiziyorlardı.

"Efendim?"

"Biz annenle düşündük de, düğününde yada Aydın Alparslan'ın doğumunda hiçbir şey yapmadık, yapamadık... Bu bebeklerin bütün masraflarını biz karşılayalım diyoruz, eğer iznin olursa."

"Olur abi." dedi amcam. "Neden olmayacak? Mısra uyumludur." Bana baktı. "Dimi amcacım?"

Amcama kızamıyorum. Amcama kıyamıyorum. Dedeme kızamıyorum. Dedeme kıyamıyorum. Bu yaşadıkları ömür kadar daha yaşamayacaklar. Zira dedem 180 yaşına kadar yaşamayacak mesela. Ama uyuzluk yapmaktan geri kalamadım. Çünkü Asil dayı efendi hamile kaldığımı öğrendiğinde çok dalga geçmişti benimle. Biraz daha uğraşırsam seri üretime geçermişim. Göt.

MESLEK LİSELİ (Kitap oldu)Where stories live. Discover now