"Yaaa." diyerek gözlerimi kapattım. Sünnet olmuş haliyle anadan doğma fotoğrafını gösterdi. "Niye kapatıyorsun kızım gözünü? Sanki görmediğin şey." Ya anne ne diyorsun sen ya? Ne demek görmediğim şey? Kadın bozdu kendini.

"O olmasa bu olur muydu?" deyip oğlumu gösterdiğinde utançtan magma tabakasına çak yaptım.

"Bu ilkokula başladığında, o zaman daha Çarşamba'da oturuyorduk. Daha ilk günden sınıftan bir çocuğu dövmüştü." Şaşırmak isterdim. Ama şaşırmıyorum. Benim reis kocam o zaman bile fotoğraflarda kendini göstermek için elinden geleni yapmış. Ciddi duruyor mesela. Reis bakışlarıyla bakıyor. Ellerinin üzerindeki damarları o zaman bile belirgin. O zamanda esmer tenli. O zamanda saçları gür. O zaman bile saçlarının önünde sarıları var. O zaman bile aşık olunası bir çocukmuş. O zaman tanısaydım da herhalde yine Aykut'a aşık oldurdum. Zaten onun da dediği gibi, bana sahip olabilen tek erkek o. Babamın ben doğduğumda bana sahip olduğunu düşünmüyorum. Başka bir erkekle kendimi zaten düşünemiyorum.

Uzunca bir süre fotoğraflara baktık. Kahvelerimizi içip muhabbet ettik. Anne kız gibiydik. Yeri geldi annelik dersleri verdi. Kendi yaptığı hataları yapmamam için uyardı. Yeri geldi doğru bir eş nasıl olunur diye anlattı. Dinçsoy erkeklerinin en ince noktaları, bel altı konusunda bile rahatlıkla konuştu. Ev hanımlığı hakkında bazı tecrübelerinden bahsetti. Anne gibiydi. Olması gereken bir anne gibi.

Akşam yemeğinde maalesef evde olmadığımız için yemek hazırlamadık. Bu akşam Türkmenler çağırmışlardı yemeğe. İlyas dedenin köydeki malikanesine yemeğe davetliydik.

Geçen gün dedemlerden gelirken Fatma abla bir sepet hazırlamış. İçine bebeğimiz için birkaç hediye ve bir koli süslenmiş yumurta koymuş. Kırk uçurma dedikleri bu batıl inançlara kendini kaptırmış insanlara ayak uydurmaya çalışıyordum. Bu akşamda kırk uçurma olarak Uludağ'da uçuracaktık kırkımızı.

Kocamın eve gelmesine yakın oğlumla evimize geçtik. Önce bebeğimin üzerini değiştirdim. Kendim giyinirken aşağıdan kapının sesi geldi. Miniğim yatağımızın üzerinde beni izliyordu. Koşarak merdivenleri çıkan kocam koşarak oğlunu öpmeye gitti. Başkasına yapsa sinir olurum ama benimde önceliğim artık masum bebeğimiz. O yüzden önce onu öpmesine kızmıyorum. Aksine Aykut'un oğluna bu kadar ilgili ve sevgili olması hoşuma gidiyor.

"Babacım naber? Özledim seni öğlenden beri."

"Hiii.."

"Hii tabi oğlum. Anneyi üzdük mü?"

"Gııı.."

"Aferin benim oğluma." Ne anladı acaba gı demesinden? Oğlunun yanından kalkıp ayna karşısında saçımı düzeltirken arkamdan sarıldı.

"Hoşgeldin kocam."

Boynumu, saçlarımı, yanaklarımı öperken gözlerini kapattı. "Hoşbuldum karım."

Kendine doğru çevirdi. "Yine çok güzelsin." Saçımı at kuyruğu yaptım. Gözlerim uykusuzluktan şiş ve makyaj yok.

"Senin bakış açın bebeğim."

Tam öpecekti ki alarm bu sefer erken çaldı. "Öpmüyorum babacım. Öpmüyorum oğlum. Buradayız, seni yalnız bırakmadık." diye diye oğlunun başına gitti.

Oğlumu battaniyeye sarmasını istedim. Kendim hazır olunca devasa sırt çantamı alıp bebeğimizi de pusetine yatırdık. Amk ben okulda bu kadar büyük sırt çantası kullanmadım ama Aydın Alparslan için bez, kıyafet, battaniye, biberon, mama gibi evde olmayınca gerekli olacak ne varsa içinde hazır bekliyordu.

Annemlerle kapının önündeydiler. Onlar babamın arabasına, biz kendi arabamıza binip köye doğru yola çıktık. Arabayla arasındaki ilişkiyi çözememiş olmama rağmen oğlum arabada anında uyuyordu.

MESLEK LİSELİ (Kitap oldu)Where stories live. Discover now