"Kardeşim çok geçmiş olsun." dedi ilkokuldan arkadaşı Doruk. "Duyduk çok üzüldük."

Başını aşağı yukarı sallayıp "Sağol kardeşim." dedi. Bir anlık bakışlarını arkadaşına çevirdi. Doruk bile şaşırdı Aykut'un bu haline. O vurdumduymaz Aykut gitmiş, yerine bambaşka bir Aykut gelmişti. Aşk insanı böyle yapıyor be Doruk, sende öğreneceksin.

"İyi olacaktır, pozitif bir insana benziyordu düğünde." dedi Hayal. "Umarım bir an önce sağlığına kavuşur."

"İnşallah." Konuşmaya mecali yoktu. Bakışlarını en fazla üç saniye ayırabiliyordu yoğun bakımın camından.

Gelenler bir süre sonra gidiyordu. Hasta ziyareti kısa olurdu. Artık uyuması ve biraz toparlanması gerekiyordu Aykut'un da. "Oğlum geç şu odaya, dinlen biraz. Korkuyorum sanada bişey olacak." Belkıs anne oğlunun halini hiç beğenmiyordu. Türk kahveleri çoktan taşmıştı. Telveler yanmış, simsiyah olmuşlardı. Şişmişti gözleri artık uykusuzluktan.

"Nasıl uyurum anne?"

"Oğlum, biraz daha uyumazsan düşüp bayılacaksın. Kendini ayakta tutman gerek, böyle halinle Mısra'ya ne faydan olacak?" Ayhan baba da haklıydı. Eskisi kadar uyumazdı ama normal bir insanın bedenini dinlendirmesi gerekiyordu.

"Biliyor musun?" dedi Ayhan baba. "Sen orada yatarken bizde kızıma çok yalvardık. Git uyu dedik hepimiz. Sanki zaman döndü, yer değiştirdiniz."

İki Dinçsoy yan yana duruyordu. Aydın dede de katıldı yoğun bakım kervanına. "Benim gelinim düşmez." dedi her zamanki kararlı cümleleriyle. "Sen düşersin, o düşmez."

Ayhan baba devam etti. "Yengen çorba getirdi, zorla içirttik. Eve gönderirim seni dedik, zorla uyuttuk. Şimdi onun neler hissettiğini anlıyorsundur. Çok zor. Senin yattığın günler geldi aklıma. O zaman bize de çok inat etmişti. Yemem dedi, uyumam dedi. Ameliyattan çıktı üzerinde önlüğüyle indi buraya. Ama iki saat uyumuştu. Sıra sende Aykut, gidip biraz uyuyorsun. Geldiğinde izin alacağım, yanına girmen için."

Anında bakışlarını babasına çevirdi. "Girebilecek miyim yanına?"

"Mısra istemişti, izin almıştım. Sen istiyorsun, izin alacağım. Ama uyuman şartıyla. Bu halde içeri girmene ben müsade etmem. Keşler gibi görünüyorsun." Ayıplarcasına gelen bakışlara hem utanarak hem ümitle baktı Aykut. Kabul etmek zorundaydı. Karısının kokusunu duymak istiyorsa gidip uyuyacaktı. Öyle de yaptı zaten.

Sabaha karşı yatıp saatini doktorun geldiği saatten daha öncesine kurup yattı. Rüyasında bile güzel suratlısı vardı. Başka ne olacaktı zaten? Tabi ki o olacaktı amk.

Saat çalar çalmaz kalkıp elini yüzünü yıkadı. Yatağın yanındaki sandalyeye konulan temiz eşyalarını giydi üzerine. Koşarak yoğun bakıma gitti.

"Baba." Daha koridorun başındayken seslendi. "Doktor geldi mi?" Kaşlarıyla arkasını işaret etti Ayhan baba. Doktor geliyordu. Koridor halkına selam verip Mısra'nın yanına girdi.

Geceki değerlerini kontrol edip yeni değerlerle karşılaştırdı. Kan alındı, tahliller yapılıyordu sürekli. Muayenesini bitirip tekrar dışarıya çıktığında Ayhan baba ve Aykut'un konuşması üzerine içeriye girmesine izin verdi.

"Sadece bir kişi, en fazla beş dakika. Ağlamak ve fazla yakınlaşmak yok. Motive edici konuşmalısın Aykut." Seve seve ederdi. Kim bilir neler anlatacaktı o beş dakikada.

Yoğun bakımın kapısının önünde durup derin bir nefes aldı. Herkes bişeyler söyledi Aykut'a, Mısra'ya söylemesi için. Kimseye bakmadan başını sallayıp hemşirenin yönlendirmesiyle içeriye girdi.

MESLEK LİSELİ (Kitap oldu)Där berättelser lever. Upptäck nu