"Vay be reis. Nerden nereye geldik?"

"Sen ne düşünmüştün anlat bakayım. Gerçi büyük bir beklentim yok senden. Reislik muhabbetinden nefret ettiğin için benden de nefret ediyordun dimi?" Adam karısını iyi tanıyor be.

"Beni iyi tanıyorsun. Evet arkandan sürekli, reis bozuntusu, reis efendi, egolayzır, şerefsiz metal erkeği falan diyordum. Ama hak ediyordun o zaman." Neyseki inciler hala yerli yerinde duruyor.

"Ben biliyorum abi bu işi. Beklentim yoktu zaten."

Uzun uzun gülümseyişini izledim. Bakmayın güldüğüne bozuluyor aslında ama belli etmemeye çalışıyor. Arkamı kapıya yaslayıp iyice ona döndüm.

"İlk kez onu bu kadar yakından inceliyorum. Koyu kahve saçları varmış mesela. Önlerinde de hafiften sarılar falan var. Bi sormak lazım boya mı değil mi diye. Saçmalamayı kısa tutup uzun boyundan gözlerini tekrar buldum. Bu çocuk çok yakışıklı değil aslında ama çok karizmatik. Karizmatik reis. Gözlerinin rengi baya koyu. Türk kahvesi gibi. Böyle bakarken Türk kahvesi içesim geldi."

"Röntgen mi çektin lan beni?"

"Seni incelerken düşündüklerim bunlar. Bilen bilir, aynen bu cümleleri kullanmıştım yıllar önce."

"Bende aynen söylediklerimi kullanmıştım."

"Aykut ben sana haksızlık ettiğimi düşünüyorum bazen."

"O niye hayatım?"

"Ne bileyim? Sen aslında beni çok güzel seviyorsun ama ben sürekli sana karşı ön yargılı davranıyorum."

"Bana sevmeyi sen öğrettin Mısra reis. Merhameti, evlat olmayı, vicdanlı olmayı sen öğrettin. Demek ki öğretmenim iyiymiş, böyle güzel sevdiğime göre." Işıklarda durduğunda bana döndü.

"Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?" dedim seneler önce ders çalışırken onun bana söylediği gibi.

"Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?" Elini vitesten çekip yüzüme getirdi.

"Bilmezdim kelimelerin bu kadar kifayetsiz olduğunu, bu derde düşmeden önce."

"Bana sen dert değilsin Mısra. Sen bana dermansın. Asıl sen çok güzel seviyorsun. Hatta ikimizinde hisleri aynı, düşünceleri aynı, duyguları aynı. Öyle değil miydi zaten? İkimizde aynı zamanda birbirimize ne hissettiğimizi anlamıştık. Bana doktor lazımdı, sana aile.. Sen bana doktor oldun, ben sana aile."

"Sen adamsın reis. Adamın dibisin. Adamın ham maddesisin."

Eve gelene kadar süregelen romantik muhabbetimiz üzerimizi değiştirirken yerini bel altına vurmayı başardı. Arkamda üstü çıplak bir vaziyette beni izliyordu.

"Ah karım ah!" dedi dolabın aynasında bana bakarken. "Daha iki gün oldu. Daha beş gün var."

Tişörtümü giyip ona döndüm. "Abartma Aykut. Gün bari sayma Allah aşkına." Gülen yüzüme somurtarak bakıyordu. "Sen ne kadar güzel olduğunu biliyor musun ki, bu kadar rahat konuşuyorsun." Belimden kendine çekti. "Biliyor musun bu ev yangın yeri." Dolaba doğru gitmeye başladık. "Konuş Mısra." dedi dolaba sırtımı dayayıp boynuma eğilerek. "Sesini duyayım." Dejavu oluyorum. Çünkü bu anı lisede yaşamıştık. Hatta nabız atışlarımın hızlandığını fark etmişti.

"Az önce susmuyordun, şimdi konuş. Sesini duyayım." Hakkaten anıları yad ediyoruz. Ama o zamanki anı yaşamak istemediğim için ters köşe yaptım reise.

Dudaklarını boynuma değirip konuştuğu gibi dudaklarımı boynuna değirerek konuştum. "Neden bu kadar güzel konuşuyorsun Aykut reis? Neden bu kadar karizmatiksin? Neden ses tonun bile güzel, çekici?"

MESLEK LİSELİ (Kitap oldu)Onde histórias criam vida. Descubra agora