"Mısra, nasıl oldun ?" Çok büyük bir hıçkırma. Ciğerimi ağzıma getiren bir hıçkırma.

"Ölüyorum.." dedim titreyen sesimle. Tekrar bir yakarış koptu boğazımdan. "Nefes alamıyorum, ölüyorum.."

"Bunlar çok normal şeyler Mısra. Aşk acısı, ayrılık.." Lafını böldüm.

"Ben aşk acısı çekmiyorum. Bunu anlamıyorsunuz işte. Ben ailemi kaybettim.. Ben.. Ben hayatımı kaybettim. Benim yaşamam için hiçbir sebep yok artık.."

"Sakın!" diyerek bu sefer doktor böldü lafımı. "Ölümden bahsetmiyoruz, asla! Allah der ki; Onsuz yaşayamam deme, onsuz da yaşatırım." Köydeki hoca bir, psikiyatri iki.

Yataktan sinirli bir halde kalkıp "Buna yaşamak mı diyorsun sen!?" diye bağırdım koskoca doktora. Aynı şeyi Aykut yapsa kızardım.

"Senin annen var, baban var, kardeşlerin var, eşin, çocukların.. Ailende bir sürü insan var! Benim!" Kendimi gösterdim.

"Benim kimsem yok anladın mı!? Ben kimsesizim! Ben bu dünyada fazlalık bir insanım! Siz bunu anlamıyorsunuz! Ben evi olmayan, sevdiği kişi yani ailesi tarafından yıkılan bir kızım! Harabeyim anladın mı? Viraneyim hatta!"

Tekrar bir delik açıldı koluma. Bunları söylerken yatakta ne çarşaf bıraktım, ne başka şey. Depresyonun amk. Etrafı dağıttırıyor bana.

Yattığım yerde yatağı yumruklamaya devam ederken doktor yine konuştu. "Bu durumu ilaçlar atlatmak için elimizden geleni yapıyoruz Mısra. Duyduğuma göre ilaçlarını kullanmıyormuşsun. Eğer kullanmamaya devam edeceksen abinle her gün buraya geleceksiniz. Kolundan iğne yapacağız. Yada hastaneye yatıracağım seni."

Ağlama krizime devam ederek cevap vermedim doktora. Herkes deli diyor bana reis. Öyle bakıyorlar biliyorum. Ben sana aşığım sadece. Bunu yediremiyorum.

Gözümü açtığımda tanıdık gelen koku bana Asil'in odasında, yatağımda yattığımı anlamamı sağladı. Kaç saattir yatıyordum bilmiyorum. Buraya ne zaman geldim bilmiyorum. Neler oldu bilmiyorum. Bilmek istemiyorum. Kimseden bişey dinlemek, bişey duymak istemiyorum.

Yanımdaki yatağında uzanıp gri bakışlarını üzerimde hissettiğim Asil'e döndüm. Bişey demedim. Konuşmak istemedim. Konuşmak istemiyorum.

Susuyorum. Bazen susmanın beni dinlendirmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bu yaşıma kadar gri bakışlı yüzünden yaşadığım her türlü olaya sustum. Sustukça, cevap vermedikçe, karşılık vermedikçe içime attım. Herkes beni neşeli bildi. Kusura bakmayın size de kendimi öyle gösterdim. Size de çok güzel rol kestim. Ama ben neşeli bir insan değilim. Benim kestiğim rolü bitirmeme sebep olan bir kişi var. Aykut! Hayatımda ilk kez bana müthiş duygular yaşatan kişi. Bana değer verdiğini düşündüğüm bir kişi. Bana sevgiyi tattıran bir kişi. Verdiği yüzüğü ve tesbihi iade ettiğim ama ne ara çantama geri girdiğini anlamadığım kişi. Atakan'a vermiştim aslında, ama günler sonra çantamın dibinde aynı yerde duruyordu. Ve kapatılmayan, aynı şekilde duran ortak bir instagram hesabımız vardı. Aylardır girmediğim bir hesap..

Tam bunları düşünürken okulun köprüye bakan camından kulağımda kulaklıkla şarkı dinliyordum. Kızlar veya metalciler gelip gidiyordu yanıma. Konuşmuyordum. Cevap vermediğim için artık onlarda bişey demiyordu. Aylar geçti üzerinden. Neredeyse her gece Asil koluma delik açtırıp ağlama nöbetlerimi durdurdu. Uyuttu beni. Uyumam için ilaçlar verdiler. Sanki uyuyunca geçiyordu. Kaç gece uykumda bağır çağır uyanıp hastanelik olduk, hastanede geçen kaç gecem oldu.

Kulaklığımı çıkartıp lavabo ihtiyacı duyunca ayaklandım. Sınıfta olan kızlar bana bakıyorlardı. Buruk bir tebessümle yanlarından geçeceğim esnada yine bir şarkı duydu kulaklarım.

MESLEK LİSELİ (Kitap oldu)Where stories live. Discover now