BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS

Start from the beginning
                                    

"Kendine bu kadar yüklenme. Her şeyi kontrol etmeye çalıştığında işler daha çok sarpa sarıyor, bunu biliyorsun." diye mırıldandım.

"Bahar zehirli bir yılan gibidir. Sepetin içine sinsice yerleşir, en beklemediğin anda, hiç beklemediğin yerden saldırır. Hazırlıklı olmalıyız." diyerek ayak diremeyi sürdürdü.

Herhangi bir cevap vermek yerine Atlas'ın profiline bakmayı tercih ettim. Ne dersem diyeyim yine kendi bildiğini okuyacaktı. Derin bir nefes alıp başarısız bir girişimle göğüs kafesimin üzerine çöreklenen hissi yok etmeye çalıştım. Atlas bana şöyle bir bakış attıktan arabayı uygun bir yerde kenara çekti ve ceketinin iç cebinden telefonunu çıkardıktan sonra birkaç tuşa basarak cihazı kulağına götürdü.

"Fatih var mı gelişme?" diye sorduğunda karşı taraftan gelen cevabı duyabilmek için kulak kesildim ama hemen yanı başımızda vızır vızır akan trafiğin gürültüsünden başka bir şey duymam mümkün değildi.

"Onu tahmin etmiştim. Peki Baha? O kimi getirecek öğrenebildin mi?" dedikten sonra sıkıntılı bir nefes verdi.

"Gözünü, kulağını dört aç, bir şey öğrenirsen bana mesaj at."

Telefon görüşmesi bittiğinde ve Atlas bir süreliğine de olsa durdurduğu motoru tekrar çalıştırdığında ağzından laf almak için beni uğraştıracağını düşünmüştüm aslında. Bugün beni tekrar şaşırtarak, "Baha ve Bahar'ın yemeğe kimi getireceğini öğrenmeye çalışıyorum." diye açıklama yaptı.

"Birini getirmeleri şart mı? Yani belki ikisi birlikte gelirler?"

"Şart değil ama iş dünyasının yazılı olmayan bir kuralı gibi düşün." dediğinde dudağımı büktüm. Formaliteler beni geriyordu. "Toplamda sekiz kişi olacağız yani öyle mi?" diye sordum kafamdan hızlıca hesaplama yaparak.

"Öyle görünüyor."

Kalabalık demek sorulması muhtemel bir sürü soru demekti. İnsanlar çoğu zaman densizlikle saf merak arasındaki o ince çizgide dengeyi sağlayamıyor, çoğu kez burunlarını üzerlerine vazife olmayan işlere sokmaktan kendilerini alamıyorlardı.

Atlas restoranın park alanına doğru giriş yaptığında, sırtımdan şimdiden boşalmaya başlayan soğuk terle titredim. Restoranın girişinde bir grup siyah takım elbiseli adam bekliyordu. Zihnim hayatımdaki en büyük travmayı yaşadığım o günün bulanık anılarını netleştirip önüme sunarken kollarım koruma içgüdüsüyle karnımın etrafına sarıldı. Nefeslerim kesikleşirken gözlerimi arabanın ön camından ve korumaların oluşturduğu kalabalıktan alamıyordum. Anıların aksine gözlerimin önündeki buğulu görüntüde kapkara bulutlarla kaplı bir gökyüzü asılıydı. Bu insanların karanlık yüzünü nasıl olmuştu da çabucak unutabilmiştim?

Atlas'ın sıcak dokunuşunu ellerimde ve yüzümde hissettiğimde girmiş olduğum trans halinden zorlukla sıyrılarak ona döndüm. "Şu anda iyi şeyler hatırlamadığını biliyorum. Ama unutma artık bizi de korumak zorundalar. Bunun için para alıyorlar."

Gözlerimi kapatıp kafamı yavaşça salladım. Yanağımın üzerinde duran eli yavaşça elmacık kemiğimi okşadığında, elimde olmadan, daha fazlasını talep ederek kedi gibi ona sokuldum. O benimle olduğu müddetçe her şeye göğüs gerebileceğimi biliyordum. "Hadi." diye fısıldadı gizemli bir sesle. "Gidelim ve asayiş berkemal mi kendi gözlerimizle görelim."

***

Heyecandan terleyen elim Atlas'ın elinde, restoranın dışında hazır olda bekleyen insan grubuna yaklaştıkça midemin içinde düğüm üzerine düğüm atılıyordu. Girişe sadece birkaç metre kala Atlas'ın adımları bıçak gibi kesildi. Bir anda benim önüme geçip sırtını restoranın girişine, yüzünüyse bana döndüğünde, tehlikeyi algılayan kalp atışlarım hızlanarak tüm vücudumun karıncalanmasına neden oldu. "Ne oldu?" diye sordum nefes nefese. Yüzünden pek bir şey okunmuyordu. "Gerginsin. Biraz gevşemek için buna ihtiyacın olabileceğini düşündüm." dedikten sonra anbean laciverde döndüğüne şahit olduğum gözleri, gözlerimden dudaklarıma doğru kaydı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan sıcak dudakları benimkileri mühürlemişti bile. Elleri beni kendine doğru çekmek için belime doğru kayarken ben de ona doğru sabırsız bir adım attım. Söz konusu Atlas olduğunda asla çok fazla diye bir şey yoktu. İçimde tıpkı bir karadelik gibi gitgide büyüyen bir açlık vardı. Çaresizce doyurulmayı bekliyordu, ancak her türlü çabanın nafile olduğunun o da farkındaydı. Ensesini kavrayan parmaklarım yumuşacık saçlarının arasına daldığında, kısacık bir an için nerede olduğumuz aklıma gelir gibi oldu, ancak alt dudağımı sertçe çekiştirip beni deliye çeviren dişleri yüzünden aklımın ucunu teğet geçti. Boğazımın derinliklerinden yükselen bir inilti Atlas'ın yavaşça geri çekilmesine neden oldu. Göğüs kafesim sanki az önce maraton koşmuşum gibi hızlı hızlı aldığım nefeslerle inip kalkarken onun sert ve kaslı göğsüyle çarpışıyordu. Başımı eğip bakışlarımı ondan kaçırdım. Eğer kulaklarım çınlamıyor olsaydı, birbirine sürtünen kumaşların arasında oluşan kıvılcımların çatırtısını duyduğuma yemin edebilirdim.

ASLANAĞZIWhere stories live. Discover now