BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER

Start from the beginning
                                    

Müge yerinden kalkarak, "muayeneye geçelim mi artık?" diye sorduğunda ben de gizlemeyi başaramadığım bir heyecanla ayaklandım. Haftalar sonra İda'yı tekrar görecek olmak, rengarenk uçan balonları topluca gökyüzüne salıyormuşum gibi çocuksu bir sevinç uyandırıyordu içimde. Terleyen ellerimi üzerimdeki pantolona sürtüp paravanın arkasına doğru yürüyen Müge'yi uçar adımlarla takip ettim. Müge makinalarda gerekli ayarlamaları yaparken ben sedyeye uzanmak yerine olduğum yerde durup dikilmiş, alışkanlıkla Atlas'ın nefesini ensemde hissetmeyi bekliyordum. Ama bu defa ters giden bir şeyler vardı. Omzumun üzerinden geriye bakıp Atlas'ın hala bıraktığımız yerde olduğunu görünce, önce içimde boydan boya bir pencere açıldı. Sonra bir fırtına çıktı ve hemen ardından rüzgar öyle şiddetli esti ki, kuvvetle çarpan pencerenin camı büyük bir şangırtıyla, tuz buz bir şekilde aşağı indi. Belki de hala bu fikre alışamamıştı, belki aslında baba olmayı hiç istememiş, daha önce hiç aklından geçirmemişti. Ona bir seçim şansı vermemiştim. Yüzümdeki paramparça ifadeyle Atlas'ın sırtını izlerken, Müge'nin bizi çağıran sesi beni bir anda kendime getirdi. Ancak Atlas bana doğru döndüğünde yüz ifademdeki kırıklıkları zamanında toparlamayı becerememiştim.

Atlas hızlıca yanıma gelip sıcak avucuyla bileğimi sardıktan sonra Müge'ye seslendi. "Bize birkaç saniye ver." Beni nazikçe az önce oturduğumuz koltuklara doğru çektiğinde de hala kendimi toparlayabilmiş değildim. Beni koltuğa oturttuktan sonra karşımdaki koltuğa oturmak yerine hemen önümde dizlerinin üzerine çöktü. "Ben..." diye başladı cümlesine sonra susup yutkundu. Belki de ilk defa, bakışlarını büyük bir suçlulukla kaçırıyordu benden. "Ben nasıl bu kadar çok şeyi kaçırmış olabilirim." diye fısıldadı. Sesi haraptı. Yine her şeyi yanlış anlamayı başarmıştım. İçime çöreklenen o kötücül hissin kanatlanıp uçarak beni hafifletmesiyle beraber, destek almak ister gibi koltuğun kollarına yerleştirdiği ellerine uzandım. Onun tenine göre oldukça soğuk olan parmaklarım elinin üzerinde ona güç vermek ister gibi gezindi. "Daha fazla kaçırmak zorunda değilsin." dedim kısık bir sesle. Kızıyla geçirebileceği kaybolmuş onca zamandan ben de sorumluydum ve o nedense bunu görmeyi reddediyordu. Bu adamın sevgisi günden güne içimde büyüyor, sanki bu mümkünmüş gibi her geçen gün biraz daha çoğalıyordu. Beni çepeçevre saran sert kabuğum, her birini özenle ve azimle onun yarattığı çatlaklarla doluydu artık.

Müge'nin yanına döndüğümüzde, Atlas'ın İda'yı gördüğünde vereceği tepkiyi tahmin edemediğim için heyecanım ikiye katlanmıştı. Evet daha önce ultrason fotoğraflarını görmüştü ve gözünde beliren ışıl ışıl parıltılara şahitlik etme şansım olmuştu. Ama şimdi farklıydı. İlk defa benimleydi. İlk defa birinci elden bu anı benimle paylaşıyordu. Müge artık hafif soğukluğuna alıştığım jeli karnıma sıkarken sabırsız bakışlarım az sonra İda'nın belireceğini bildiğim ekrandaydı. Cihaz karnımın üzerinde gezerken Atlas'ın eli benimkini kavrayıp hafifçe sıktı. Gözlerimi ekrandan çekip ona döndüm ama bakışlarını karaltıların arasında beliren kıpır kıpır beyazlığa dikmişti. Göğüs kafesinin uzunca bir süre boyu inip kalkmadığını ve omuzlarının hareketsiz durduğunu gördüğümde elini uyarı verir gibi sıktım. "Atlas nefes al."

Yutkunup nefes almaya çalıştı ama soluğu boğazında tıkandı. Göz pınarında akmaya hazır inci parlaklığında bir damla yaş vardı. Müge bir an olsun yüzünden eksiltmediği gülümsemesiyle bize döndü sonra Atlas'ı bu halde gördüğünde yüzünden bir şaşkınlık dalgası geçti.

Kırmızı çizgilerle bebeğin boyunu belirlerken başını sağa sola sallıyordu. "Bu adamı bu hale yalnızca siz getirebilirdiniz sanırım." dediğinde utançtan kıpkırmızı kesildiğimi hissettim. Cevap vermemi beklemediği için konuşmaya devam etti. "Bebeğimiz de pek hareketli. Sen de hissedebiliyor musun hareketlerini? İlk hamileliklerde annenin hissetmesi biraz zaman alabiliyor."

ASLANAĞZIWhere stories live. Discover now