BÖLÜM 43 | İDA

Start from the beginning
                                    

İnce ses cevap vermekte gecikmedi. 'Anne.'

Daldığım düşten yüksek bir yerden düşer gibi uyansam da, avucumu üstüne bastırdığım kalbim heyecanla ve aşkla atıyordu. Koltuğun üzerinde oturur konuma gelip ince örtüyü üzerimden fırlattım.

Ortadaki sehpanın üzerinde atmaya kıyamadığım için hala oldukları gibi duran, eski gazete kağıtlarının üzerine serili gebelik testleri vardı. Elektronik olduğu ve neredeyse sıfır yanılma payına sahip olduğu için minik bir servet ödediğim testin üzerinde 3-4 hafta yazıyordu. Bir diğerinde sonucun pozitif olduğunu gösteren minik bir artı işareti vardı. Élodie'nin aldığı ilk teste benzeyendeyse iki çizgi görülüyordu. Artık neredeyse emindim. Neredeyse.

Hastaneden çaldığım kanımın olduğu tüpü elimde çevirip dudaklarımı dişledim. Kesin sonucu bana yine bir kan testi verecekti ama nasıl? Atlas'ın radarına yakalanmadan bunu başarabilir miydim? Kayıtlarını internet üzerinde tutmayan laboratuar ya da klinik kalmış mıydı ki? Sahte bir isim vermem çok zor olacaktı, çünkü öğrenciyken yaptırdığım sağlık sigortamdan yararlanmaya devam edebilmeliydim. Başka türlü hastane giderlerimi karşılamam imkansıza yakındı. İçimden keşke Fransa yerine her türlü gizliliğiyle ünlü İsviçre'de olsaydım diye geçirirken, sessizliği çınlatarak yırtan kapı ziliyle hafifçe yerimde sıçradım.

Ağır hareketlerle yerimden kalkıp önce mutfağa yürüdüm ve açık mavi çöp poşetlerinden birini aldım. Sehpanın üzerinde ne var ne yoksa poşetin içine doldururken de hareketlerimi bilerek yavaştan alıyordum. Kapıdaki her kimse -ki bence büyük bir ihtimalle Élodie'ydi- birazcık bekleyebilirdi. Boğazını düğümlediğim poşeti kapının hemen yanına bırakırken dürbünden bakmayı bir saniye bile aklımdan geçirmeden kapıyı ardına kadar açtım ve açık pembe şakayık demetiyle burun buruna gelmem bir oldu.

Çiçeklerin arkasındaki kişiyi göremediğim için şaşkınlıkla kaşlarım havalandı ama bu halim, Élodie'nin sadece gözlerini görebileceğim şekilde elindeki buketi hafifçe aşağı indirmesiyle çabucak son buldu. Zaten büyükçe olan masmavi gözlerini kocaman açıp mahçup bir ifade takındıktan sonra hülyalı bir şekilde kırpıştırdı. "Beni içeri alacak mısın?" diye sordu sesinde ondan hiç beklenmeyecek kadar çekingen bir tınıyla.

Kapıyı tamamen açıp kenara çekilerek elimle salonu işaret ettim. "Geç."

Kırgın gözlerle beni iyice süzüp tarttıktan sonra içeri yürüdü ve hiçbir şey söylemeden kuru çiçeklerin durduğu uzun ve geniş cam vazoyu kaptığı gibi mutfağa yürüdü. Mutfaktaki çöp kovasının pedalına basıp kuru çiçekleri attığı anda içim cız etti ama sesimi çıkarmadım. Büyük ihtimalle o gittikten sonra koşup hepsini çıkaracaktım ama şimdi konumuz bu değildi. Kolarımı birbirine bağlayarak getirdiği çiçekleri musluktan su doldurduğu vazoya koymasını ve eliyle hafifçe, zarar vermemeye dikkat ederek düzeltmesini izledim. Kucağında bu defa vazoyla bana doğru döndüğünde göz göze geldik. Önce bakışlarını kaçırdı, sonra tekrar düz bir ifadeyle onu izlediğine emin olduğum gözlerime baktı.

"Ben..." dedi ve dudaklarını birbirine bastırıp sustu. "Ben senden özür dilerim."

Özrüne karşılık herhangi bir şey söylemek yerine, "oturalım mı?" diye sordum ve kendimi kanepenin üzerine bıraktım. "Konuşmamız gereken, bilmen gereken çok şey var."

Saklamaya çalıştığı ancak kesinlikle bu konuda başarıyı yakalayamadığı çocuksu bir neşeyle gözlerini yumdu ve koşturarak yanıma geldikten sonra vazoyu dikkatlice sehpanın üzerine yerleştirip beklentiyle bana bakmaya başladı.

"Sana kızdım, çünkü benimle ilgili kararlar alırken benim sözüme hiç kulak asmadın."

Dudağının kenarı suçlulukla büküldü ve bakışlarını deminden beri oynayıp durduğu parmaklarına dikti. Tekrar ağzını açacak gibi olduğunda yine özür dileyeceğini bildiğim için elimi kaldırarak onu susturdum. Şu an için bilmesi ve anlaması gerekenler, gelecekte de dostluğumuzun devam edebilmesi açısından daha önemliydi.

ASLANAĞZIWhere stories live. Discover now