Dairenin kapısı sanki birine borç takmışım ve o kişinin bana verdiği sürenin sonuna gelmişiz gibi yumruklanmaya başlamadan hemen önce, ayağa kalkıp boğazımı birkaç damla suyla ıslatmamın bana kaybettireceği enerjiyi ve bunu yapıp yapamayacağımı hesap etmeye çalışıyordum. Yumruklamaların arasında onun sesini duydum. Élodie'nin. "Fındığım içerde misin? Aç kapıyı lütfen."

Élodie kapıya alacaklı gibi vurmaya devam ederken, koltuğa bastırdığım iki elimden destek alarak zorlukla oturur konuma geldim. Uzun süredir hareket etmediğim için kan akışım yavaşlamış, her tarafım uyuşmuştu. Acıyan gözlerimi ellerimle ovuşturup boğazımı temizledikten sonra sendeleyerek de olsa ayağa kalktım. Minik adımlarla kapıya kadar yürüdükten sonra elimi ahşap yüzeye bastırarak dengede durmaya çalıştım. Sesler kesilmişti ama Élodie inatçıydı, istediğini almadan gitmezdi. Sanki bir anda ağır bir gribe ya da soğuk algınlığına yakalanmışım gibi tir tir titremeye başladığımda elim kapının hemen yanındaki askılıkta duran eski püskü, zamanla yer yer tüylenmiş ve iplikleri çekilmiş olan hırkaya gitti. Hırkayı almayı başardım ama açlıktan gözlerim karardığı için üç ayaklı portmanto da yere devrilerek ortalığı ayağa kaldıran bir patırtı çıkardı. Aynı anda kapının tekrar sertçe vurulmaya başladığını işittim. "Fındığım neler oluyor, delirtme beni, iyi misin?" diye canhıraş bağırdığını duydum Élodie'nin.

Yerde iki seksen yatan portmantoya donuk gözlerle baktıktan sonra elimdeki koyu gri hırkayı üzerime geçirip kalan son enerji kırıntılarımla, büyük bir efor harcayarak kapının kolunu aşağı indirdim. Élodie sağ eli havada yumruk şeklinde kalakaldığında bakışlarımız kesişti. Apartman boşluğunu dolduran loş ışık yüzünden gözlerimi kıstım. Uzunca bir süredir karanlıkta kaldığım için bu fersiz ışığı bile tolere edemiyordum artık. Élodie'nin bana bakan gözleri de yavaşça kısıldı. Ama onun sebebi benimkinden çok farklıydı. Beni dikkatlice süzerken yüzündeki telaşlı ifade yerini kızgınlığa bıraktı.

Beni omzundan ittirip yarattığı ufacık boşluktan içeri daldığında, düşmemek için asılmaya devam ettiğim kapının kolunu sıkı sıkı kavradım. Ama onun bunu görecek hali yoktu. Sinirden kulaklarından çıkan dumanları gördüğüme yemin edebilirdim. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz ya?" diye bağırdığında, ardımdan usulca kapattığım kapıya kalçamı yasladım. Dizlerim titriyordu. Bacaklarım yeni doğmuş bir ceylanınkiler gibi güçsüzdü ve beni taşımayı reddediyorlardı. Kalçamı kapının cilalı ve kaygan yüzeyinin üzerinden ufak ufak kaydırarak yere oturdum. Élodie topuklarının üstünde bir hışımla döndü, sonra yerdeki halimi görüp telaşla yanıma doğru koşturdu. Bana doğru iyice eğilerek
" 'Azelle? Bebeğim ne oluyor?" dedi yumuşacık bir tonda tuttuğu sesiyle. Üzerindeki ceketin etek uçlarına asılıp yanıma oturmasını sağladıktan sonra başımı omzuna gömüp kendimi kaybetmiş bir şekilde hıçkırarak ağlamaya başladım. Bir an donup kaldı, ama hemen sonrasında incecik kollarını etrafıma sararak beni iyice kendine çekti. Acı, eline aldığı ucu kor gibi parlayan kızgın demirle göğsümü dağladıkça, avuçlarımın içinde hissettiğim sert kot kumaşını daha da sıktım. Tüm vücudum iç organlarıma kadar sarsılırken, uzunca bir süre susarak göz yaşlarımı sıcacık boynuna akıtmama izin verdi. Ağlamalarım bir süre sonra bitap düşmemle beraber kesik kesik inlemelere dönüştüğünde, saçlarımı okşadığını yeni yeni fark ettiğim elleri duraksadı.

"Hadi kalk koltuğa geçelim." dedikten sonra ayaklanıp iki elimden birden tutarak beni de kaldırdı. İtiraz etmeyip beni yönlendirmesine izin verdim. İkimiz birlikte oturduğumuzda, taşıyamadığım kafam koltuğun sırtına doğru düştü. Yan bir şekilde ona doğru dönerek kirpiklerimin ucunda asılı kalan ve görüşümü puslandıran yaşlarla ona baktım. "Anlat bana neler oluyor?" diye fısıldadı fazlaca endişeli çıkan sesiyle. Sonra bir an duraksadı, bir şey hatırlamış gibi sağ elinin avucuyla alnına vurdu. Ağzının içinde "kafa mı kaldı ki?" gibi bir şey mırıldandıktan sonra ayaklanarak elektrik anahtarının durduğu yöne doğru yürüdü. Otomatik panjurları açmak için düğmeye bastığında, odayı dolduran gün ışığıyla beraber acılı bir feryat kopararak ellerimi yüzüme bastırdım. Ama Élodie bununla da kalmayıp tülleri iki yana savurduktan sonra parmaklarımın arasından seçebildiğim kadarıyla camları da ardına kadar açıp bir süre dışarıyı izledi. Tekrar bana döndüğünde kollarını birbirine bağlamış ifadesi sertleşmişti. "Anlat bakalım şimdi." dedi itiraz kabul etmeyen bir tonlamayla. "Neler oluyor, kavga mı ettiniz siz Atlasla? İkiniz de tam anlamıyla bombok görünüyorsunuz."

ASLANAĞZIWhere stories live. Discover now