Dediklerimi duymamış gibi yaparak askıdaki deri ceketine uzandı ve bana bir kere olsun dönüp bakmadan kararlı adımlarla arabaya doğru yürüdü. Kapıları açtığı anda, içimde bir yerlerde birileri bir düğmeye basmış gibi ben de aniden yerimden fırladım. O daha araca binemeden ben çoktan yolcu koltuğuna kurulmuştum bile. Sürücü koltuğuna yerleştikten sonra bıkkın bir ifadeyle yüzüme baktı. Sonra beni zorla indiremeyeceğine kanaat getirmiş olacak ki, kafasını iki yana sallayarak kontağa yerleştirdiği anahtarı çevirdi ve yola koyulduk.

"Atlas çok yanlış yapıyorsun." dedim ama cılız çıkan sesim onu ikna edebilmekten fersah fersah uzaktı.

"Çok bile bekledim. Gerçekleri öğrenmem lazım, o kadının kendisinden duymam lazım." dedi gazı biraz daha köklerken. Motorun homurtusu giderek artarken gözlerim Atlas'ın hemen önündeki panele doğru kaydı. İbre her göz kırpışımda rakamları birer ikişer atlıyordu ve şu an hız sınırının çok çok üzerinde seyrettiğimize emindim.

"Peki ne yapacaksin bunun için? Başına silah mi dayayacaksın kadının? Benim peşimden yolladıkları adama yaptığın gibi dövecek misin yoksa onu da konuşturmak için?" dedim sinirle.

"Hayır bunun için daha etkili yöntemlerim var." dedi gözleri iyice kısılırken.

"Baştan çıkaracaksın yani öyle mi?" dedim inanamazmış gibi çıkan sesimle. Yılbaşı partisinde olanlar anbean zihnime düştükçe midem ekşiyen süt gibi kesilmişti. Tırnaklarımı yarım kollu tişörtümün açıkta bıraktığı çıplak kollarıma batırıp eski defterlerin arasından sıyrılmayı ve içinde bulunduğumuz ana dönmeyi denedim. Dokunduğum kollarım buz gibiydi ama içimde yanıp duran ateş sayesinde soğuğu biraz olsun bile hissetmiyordum.

Yine sessiz kaldığında bunun evet anlamına geldiğini anlamıştım. Ve şu anda tek kızgın olan değildi. Araba tanıdık ara sokaklara girerken artık ben de burnumdan soluyordum. Vurulduğu gece park ettiğimiz dar sokağı es geçip, şirketin girişine yakın bir yerdeki açıklığa park ettiğinde göze aldığı şeylere daha da sinirlendim. Kendini bir hiç uğruna açık ediyor olabilirdi. Baha yalan söylüyor olabilirdi, ya da aylardır olduğu yerde duran böceği bulmuş olabilirlerdi ve bizi yemliyor olabilirlerdi ama Atlas bunları düşünmek yerine en kötüsüne inanmayı tercih ediyordu.

Elini kapının koluna attığında inmemesi için yapabileceğim tek şeyi yaptım ve kendimi kucağına atarak alnımı boynunun girintisine yasladım. Ateşi yine yükseltmişti, teni hala cayır cayır yanıyordu ama bu onun biraz bile umrunda değildi.

"Napıyorsun in kucağımdan." diye hırladığında kollarımı boynunun etrafına sarıp onu ablukaya aldım.

Kulağını burnumun ucuyla dürterek "gündüz vakti oraya dalmana izin vereceğimi mi sanıyorsun?" diye karşılık verdiğimde ben de onun gibi hırlamıştım.

"Hava kararmak üzere." dedi isyan eder gibi bir tonlamayla.

"Bu bir şeyi değiştirmez hala mesai bitmedi. İçerisi personel kaynıyor şu an."

Belimin iki yanından sıkıca kavradığında, beni kucağından atacağını anlamıştım. Kafamı gömdüğüm yerden çıkarıp yalvaran gözlerle gözünün içine baktım. Göz bebeklerinden okuyabildiğim tek şey kararlılığıydı. Ama ısrarcı bakışlarıma karşı koyamıyormuş gibi gözlerini yumup derin bir nefes alırken belimi pençeleyen parmakları bir kademe daha etime gömüldü.

Dizlerimi koltuğa bastırıp kıpırdanarak kendimi iyice kucağına yerleştirdiğimde, kapıyı tutan eli biraz daha sıkılaşırken eş zamanlı olarak tüm vücudu kaskatı kesildi. Yüzünü avucumun içine alıp baş parmaklarımla elmacık kemiklerinin üzerini okşadım ve etkileyici tutmaya çalıştığım sesimle, "şu an sakin düşünemiyorsun." dedim. Ağzı beni yalanlamak için açılır gibi olduğunda, parmaklarım teniyle teması hiç kesmeden yüzünün üzerinde tüy gibi kayarak sıcak dudaklarının üzerine kapandı ve anında "hayır şimdi beni dinleyeceksin." diye devam ettim.

ASLANAĞZIजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें