BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ

Bắt đầu từ đầu
                                    

Atlas benden tarafa şöyle bir bakış atsa da hiç istifini bozmadan arabayı kullanmaya devam ettti. Ama yapmakta olduğum eylem dikkatini çekmiş olacaktı ki kendini tutamayıp, "eve kadar beklesen olmaz mıydı?" diye mırıldandı. Onu duymamış gibi yaparken parmaklarımı tamamen özgürleştirdiğim saçlarımın arasından geçirip şöyle bir havalandırdıktan sonra dalga dalga omuzlarıma doğru düşürdüm.

Tam o anda burnundan birkaç sesli nefes aldı ve havayı kokladı. Sonra sertçe frene asıldı. Kan bürümüş gözleriyle üzerime doğru geldiğinde, içgüdüsel olarak kapının koluna tutunarak kendimi cama doğru çekip iyice köşeye sindim. Elini saçlarımın içine atıp burnunu parmaklarına doladığı tellere yaklaştırdığında bir anda neye bu kadar kızdığını anlayamasam da, bir taş kadar hareketsiz kalarak nefesimi tutmuştum. Üzerime gelişinin aksine yavaşça geri çekildiğinde artık gözleri kararmıştı. Sıkılı dişlerinin arasından, "ot mu içtin sen?" diye sordu. "O ibne viski yetmezmiş gibi ot mu içirdi bir de sana?" diye kükredi.

"Bağırma bana!" dediğimde artık ben de bağırıyordum. Her ne kadar kendi sesimin desibelini o an fark edemeyecek olsam da yırtılacakmış gibi acıyan boğazım bana bunu söylüyordu. "Ben içmedim yanımda içtiği için kokusu üzerime sinmiş." dedim. Neden ona açıklama yapma zahmetine katlandığım konusundaysa hiçbir fikrim yoktu.

Ağzının içinde "hala yanımdaydı diyor elimden bir kaza çıkacak." diye kendi kendine homurdandığını duydum. Parmakları direksiyonu sıkarken eminim şu an Taylan'ı gırtlakladığını hayal ediyordu.

Arabayı park ettiğinde kontağı kapatmasını beklemeden kapıyı açtım ama dışarı uzattığım çıplak ayaklarım beton zeminle temas ettiğinde, hissettiğim soğuklukla ürperdim. Atlas da çoktan kendini dışarı atmış, beni beklemeye tenezzül etmeden apartmanın girişine doğru ilerlemişti bile! El mahkum arabanın içinden çıktım ve kaybolmak üzere olan sırtını izlerken kapıyı olması gerekenden biraz daha sert bir şekilde kapattım. Gürültüyü duyduğunda duraksadı ama bana doğru dönmek yerine sol elini havaya kaldırıp anahtarın düğmesine basarak kapıları kilitlendiğinde olduğum yerde sinirle tepinmek istedim.

Yükümü sağlam ayağıma vererek diğerini arkamda sürükleyip onu takip ederken nasıl olup da zeytinyağı gibi üste çıkmasına engel olamadığımı düşünüyordum. Ben zorlukla merdivenin başına gelebildiğimde, o büyük ihtimalle üst katta dairenin kapısını açmakla meşguldü. Kilidin içinde defalarca dönen anahtar sesi bu düşüncemi doğruluyordu. Merdivenlere düşmanca bir bakış atıp sekerek çıkıp çıkamayacağımı düşünmeye başladım. Belki kasem ya da ayak bileğim şans eseri kırılmamıştı ama bu kafayla tek ayak üzerinde zıplayarak yukarı çıkmayı denersem, yere çakılıp kafamı kırmam bu kez an meselesiydi.

Basamağa oturup şakağımı soğuk duvara dayayarak alternatif yollar aramaya başladım. Ve hayır, seçeneklerin arasında ondan yardım istemek katiyen yoktu. Şişip davul gibi olan bileğime hüzünlü bir bakış attıktan sonra tam emeklemeye karar vermiştim ki, apartman boşluğunda merdivenleri inen ayak sesleri yankılanmaya başladı. Birkaç saniye sonra bedenim havalandı ve Atlas'ın kucağında yukarı çıkmaya başladık. "Sana ne kadar kızgın olduğumu tahmin bile edemezsin." dedi karanlık bir fısıltıyla. "Eminim benim sana olan kızgınlığımın yanında esamesi bile okunmayacak kadardır." dedim burnumdan soluyarak.

Odasına girip beni yatağın üzerine bıraktığında, hemen dikelip yatağın üzerinde oturur konuma geldim. Hala kendi kendine söylenmeye devam ederken ceketini fırlatıp attı. Şimdiye kadar fark etmemiştim ama papyonu boynunda değildi. Kol düğmelerinden de yerinden koparır gibi haşince kurtulduktan sonra, bana dönüp gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Uzun parmakları kumaşın üzerinde yolunu kolayca bulurken gözleri gözlerimi esir almıştı. O, gömleği de üzerinden sanki o kumaş parçasına karşı birikmiş bir kini varmış gibi söküp atarken, kupkuru olan boğazımı ıslatabilmek için yersiz bir çabayla yutkundum.

ASLANAĞZINơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ