32. Bölüm: "Yalanların Ardında"

3K 352 44
                                    

Leman Sam - Kıyamam Sana

*

Akşam yalnızdım. Evin soğukluğunu bile hissedebiliyordum, kaloriferin yanıyor olmasına rağmen. Plaklarımdan birini takmış, salondaki kanepeyi açmıştım kendime. Odama gitmeyi istemiyordum çünkü. Battaniyeme sarılmış, gözlerimi kapamış Cem Karaca'dan Islak Islak'ı dinliyordum. Kayıt buğulu ve cızırtılıydı. Elimde telefon, Çağlar'ın bana yolladığı fotoğrafa bakıyordum. Başka bir an olsa o fotoğrafı poster yapıp duvarıma asar, telefonumun ekran kilidi yapardım.

Ama şuan hiçbirini istemiyordum.

Çağlar'ı kulaklarından tavana asmak istiyordum, başıma ne geldiyse suçlusu o ve onun garip bana karışma egosuydu.

Hayır başka bir evrende olsak bana Taylan'ı ayarlamaya çalıştığına inanabilirdim. Ama başka bir evrende değildik. Çağlar da çöpçatan değildi. Basbaya sevdiğim çocuğun eski sevgilisiydi. Onu sırf başka çarem olmadığı için dinlemiştim, sevgimin sömürülüp afişe edilmesi canımı yakmıştı ama kendimi bunun işe yarayacağını söyleyerek sakinleştirmeye çalışıyordum. İnsanlar dedikoduyu severdi, muhakkak işe yarayacaktı. Belki bir süre yalandan dolayı üzülecektim ama geçecekti bu da. Değil mi? Sevmediğim yalanların beni böyle takip edip kenara sıkıştırması ne kadar komikti. Bahtsız bedeviydim işte. Şansım, Selda Bağcan'ın yeni albümüne kadar geri gelmeyecekti.

Bu gece beynim ve kalbim şalterlerini indirmiş ve beni geveze düşüncelerimle beraber bırakmıştı. Şimdiden sıkılmıştım, plaktan çıkan müziği bile algılayamıyordum. Devrelerim birbirine girmiş ve tüm algılarımı kapatmıştı.

Annem kontrol için aramıştı ve bende açıp yorgun olduğumu söylemiştim. Garipti, ne yalancı arkadaşımı sormuştu ne de beni zora sokmuştu. Tüm gece kucağımda benim onu öperken ki fotoğrafımla birlikte uzanmış, gözlerim kapalı hayaller kurmuştum.

Onun beni sevdiği ile ilgili.

Ama sonra uyandım. Normalde fazla gürültülü olan sabahlarımın aksine giyinip, mutfağa dahi girmeden annemin bıraktığı parayı kapıp dışarı çıktım. Okuldaki herkesin üzerine Kemal Sunal'ın filmindeki gulyabaniyi salmak istiyor olabilirdim ama o kuruma gitmem gerekti. Fındık Gözlü'mün üzülüp üzülmeyeceğini anlamam gerekti. Daha fazla asık suratla dolaşmasını seyretmek istemiyordum.

Salih Amca geldiğinde ben dakikalardır dışarıda bekliyordum. Adamcağız beni öyle kapının önünde oturmuş görünce şaşırdı tabi. Ben binerken gözleri sanki katilini tanımaya çalışan kurban gibi kocaman büyümüştü. Eh benim tam zamanında çıkmam bile Salih Amca için mucizeyken birde kukuman kuşu gibi oturmuş bekleyen halimi görünce iyice sarsılmıştı adam. Şaşkınlığını atması yaklaşık bir dakika sürdü. Ardından gaza bastı ve bizi okula yetiştirdi. Her arşınladığımız yolda kalbim sıkışıyordu, Çağlar halledeceğini söylemişti ama nasıl halledecekti, ne yapacaktı? Ya beceremezse ne olurdu? İhtimalleri düşünmek bile istemiyordum.

Okula vardığımda hava kasvetliydi. Artık iyice kış yaklaşmıştı. Soğuğu montuma rağmen hissediyordum. Ama insanlar inatla hala bahçede dolanabiliyordu, ona şaşıyordum. Kapıda dikildim, tepkilerini anlamaya çalışıyordum. Erkekler topla oynuyor, kızlar birbiriyle konuşuyordu.

Derin bir nefes aldım, tüm cesaretimi toplamak için. Oksijeni çekerken Taylan'ı düşündüm. Ardından başım eğik ama gönlüm dik, okula girdim. Bakışlara kapalıydı gözlerim fakat bu sefer aynı muamele yoktu. Farklı bir şey vardı.

"Allah'ım lütfen..." dedim mırıltıyla. "Bir kere yüzüm gülsün, yeminle Gümüş Günü'ne gidip bebek bakacağım."

Okula girdiğim an kalbime inecekti. Birkaç kız oturmuş bir telefona bakarak hönkürüyordu. Nur'un tayfası ise koridorun sonunda ağlayan Nur'u teselli etmeye çalışıyordu. Bir erkeğin kızlara güldüğünü, ardından da bir kızın telefonunda Taylan ile olan fotoğrafımızı gördüm.

FAVORİTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang