7. Bölüm: "Güzin İle Baha"

En başından başla
                                    

"Kızım ben sümük sevmiyorum," diye inledi Onur. Oturma odasına girmemizle paravanı görmüş at gibi hızlanması ve beni aceleyle koltuğa atması bir oldu. Koltuğa atılınca mızmızlanıp ayaklarımı vurabilirmişim gibi ona salladım. Tepinen bir at gibi görünüyordum kesin.

"Çok kötüsün ya!"

Onur tıpkı, Gargamel gibi gülüp omuz silktiğinde yüzümü ekşittim ve hızla koltuktan kalktım. O odadan çıkmak için arkasını döndüğünde ise hızla sırtına atladım. Direğe yapışmış gibi onu sıkıca tuttum. Annem gelse, dokuz terliği tehdidiyle bile beni kaldıramazdı. Tabi ki bu bir şakaydı. Annemin bazukalı terliği sınır hatlarımızda tespit edildiği anda, ana karargaha kaçılıyordu. Nilgün Sultan, Amerika'ya giren Rusya neyse, Kuzey Kore'ye laf atan Güney Kore neyse, makyajlı ergen kıza laf atıp çirkin olduğunu söyleyen erkek neyse oydu: tehdit unsuru.

"Cemre!" diye inledi Onur kendini silkelerken. O beni atmaya çalışırken ben ona daha da sıkı tutundum.

"Bak!" diye tehdit ettim onu bağırmaya çalışarak. "Biraz daha karşı koyarsan sulu parmağımı kulağına sokarım bilmiş ol." Böylelikle Alman hava sahasına girmiş bulunuyordum. Hayırlı, uğurlu olsun. Günün bitiminde büyük ihtimalle Kız Kurusu Takımı benim bol fıstıklı helvamı kavuruyor olurdu.

Onur tehdidimle bir şok yaşarken kötü kadınlar gibi sırıttım. En nefret ettiği şeydi kulağına parmak sokulması. Bende bunu bildiğimden sürekli tehdit ederdim onu. Yakında beni terk edip çekip gitse yeriydi vallahi. Çünkü üç yılın acısını fena çıkaracak ve aldığı üniversite havasıyla kalkan totosunu yere indirecektim. Tabi bunların sonunda, beni Cici Kızlar'ın ayrılığının medyaya bomba gibi düşmesi misalinde terk edecekti kesin.

"Sakın bunu yapmaya kalkma!" diye bağırdı Onur. Benimle mücadele edemeyeceğini anlamış olmalı ki hızlı adımlarla salondan çıktı. Koridora yöneldiğinde sırtına biraz daha tırmandım yoksa düşecektim. "Yoksa vallahi arkama bakmadan çeker giderim ha!"

Gülüp kafamla kafasına vurdum. İsrail bile Filistin topraklarından çekilirdi ama Onur gidemezdi. Ne kadar gideceğini söylesem de gitmeyeceğini biliyordum. Biz onunla adeta Mazhan Fuat Özkan'dık, ayrılamazdık ki.

"Hadi be oradan," dedim tişörtünü çekiştirirken. Düşmemem için hiçbir gayrette bulunmuyordu pis üniversiteli. "Ben senin Güzin'inim, sen benim Baha'msın bir kere. Güzin ile Baha'yız biz, ayrılamayız."

Onur buna gülerek mutfağın kapısını tıkladı. İşte kurdun inine de gelmiştik. Ay benim yokluğunda duvarları tırmaladığımın oğlu gidecek benim sultanıma şikayet edecekti. Yetişen dostlar, dost katliamı var, diye bağırasım geliyordu...

"Sakın düşündüğümüz yapma," dedim bacaklarımı da beline sararken. Onur iç çekip kapıyı yeniden tıklattı bu sefer daha bir sert şekilde. "Bak yemin ediyorum annene küçükken onun porselen tabağını senin kırdığını söylerim, gece uyurken saçlarına ketçap dökerim beni deli etme."

"Sen deli olmazsın ki ponçiğim," dedi Onur kapı açılırken. Yemin ediyorum o an Cehennem'in kapıları açılıyormuş gibi gözümün önünden kırmızı dumanlar geçmişti. Onur kaçamayayım diye bileklerimden tutup beni sabitledi. Ay resmen kalleşliğe geliyordum. Nilgün Sultan kesin bazukalı terliğini tedarik etmiş, ön saflarda beni bekliyordu. Direk atışını yapacak, ben düşman olaraktan hemencecik infilak ederken o zafer bayrağını dikecekti.

"Ne oluyor oğlum, siz Cevahir ile hasret gidermeyecek miydiniz? Şurada bir iki sohbet ettirmediniz vallahi." Gonca Teyze iç geçirdiğinde Onur öne doğru silkelenip düşmeye başlayan benim yerimi düzeltti.

"Anne bak, sırtımda bu koala varken nasıl hasret giderebilirim? Yemin ediyorum saniyeler içerisinde hayatımdan bıktım. Rica ediyorum al şunu üzerimden. Bak valla erkenden dönerim yurda görürsün."

FAVORİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin