KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄GÜNAHKAR TUTKU

54.2K 4K 2.2K
By endless_Q

▏₰ Alysa

O hiçbir zaman bana açık olmamıştı. Zihninin derinliklerinde ne düşündüğünü kendisinden ve şeytanlarından başka kimse bilmiyordu. Yüz hatları duygularını nasıl dışa vurması gerektiğini unutacak kadar hissizleşmişti. Bazen gözleri ele verse de aklındakileri, bir müddet sonra sönüyordu o ışık. Ve aradaki zaman dilimi asla uzamıyordu. Gümüş renkli irislerinde kopan tufan herşeyle birlikte, ona bakan kişileri de içine çekecekmişçesine tehlikeliydi. Dışarıdan baktığınızda ise ölümcül bir durgunluğu andıran deniz görünümüne bürünüyordu. Sahip olduğum altıncı his avazı çıktığı kadar 'Bu adam tehlikeli! ondan uzak dur!' diye bağırmaktan vazgeçmiyordu. Tüm çabasını bana ulaşmak için harcıyordu, onu duyuyordum. Fakat bu kara Kurt'un cazibesi en habis isteklerimden daha güçlüydü.

İstemsizce ona çekiliyordum.

Güz rüzgarları esiyordu. Serin esinti bulduğu boşluklardan içeri girerek, tenimi ürpertiyordu. Her zaman zayıf bir bedenim olmuştu. Alacağım küçük bir soğuk algınlığı beni günlerce yatağa mahkum edebilirdi. Şimdide gecenin böğründen çıkan yel bu yönde ilerliyor oluşumu destekliyordu ancak kollarımı mengene gibi sıkan parmaklar, bunun üstesinden gelmek istercesine alev alevdi.

Yanaklarımda ki ıslaklık tazeydi.

Bana en çok neren üşüyor? diye sorsalar... göz yaşlarımın izlediği yol diye kesin bir cevap verebilirdim. Tabi kalbimdeki ayazdan bihaber olsaydım.

Yanlış olan bir şeyler vardı. Burada baş başa olmamız, Gideonun kendinde değilmişçesine takındığı tavır, bana sezdirdiği yorgunluk ve yakınlığımız. Bunlar onun yapacağı şeyler değildi. En azından benim tanıdığım Kara Kurt yapmazdı. Geldiğimden beri kendini, benden uzak durmaya meyillemişti çünkü. Böyle bir şeyi direk yüzüme söylememiş olsa da kestiremeyecek kadar saf değildim.

Birkaç kere sorduğu soruya yanıt vermek için ağzımı açmıştım. Bunu yapmaya her yeltendiğimde istemsizce gerisin geri kapanmıştı dudaklarım. Geri döneceğimi benim kadar iyi biliyordu. O halde neden ikimizde bu durumla savaşmaya kalkışıyorduk? neden ona gideceğimi bir türlü söyleyemiyordum? oysaki sessizliğim bile bu gerçek yönündeydi.

Parmaklarının gevşemesiyle üstüme binen ağırlığın artması bir oldu. Üstüme yıkılacakken, son anda tökezleyerek yeniden gücünü toparlamıştı. "Gideon?" ona seslenmeme rağmen bir tepki alamamıştım. Boynuma vuran solukların harareti kaşlarımın çatılmasını sağladı. Onu uzaklaştırarak sorunun ne olduğunu öğrenmek istedim. Fakat bunu yapmaya fırsat bulamadan Gideon yere yığıldı. Çığlık atarak onu yakalamaya çalıştım. Lanet olsun bu adamın cüssesi kaç kiloydu böyle!

Zor bela sırtını ağacın köklerinden birine yaslayarak, yanına çömeldim. Gideonun gözleri kapalıydı. Göğsü usulca inip kalkıyordu. Alıp verdiği nefeslerin normalden daha yavaş olduğunu fark ettiğimde telaşa kapılmıştım. Ne oluyordu ona? avucumu alnına bastırdım. Yanıyordu! Tanrım, ateşi çok yüksekti!

Neden durduk yere ateşi çıkmıştı ki? "Gideon! Gideon uyan! eğer bana yardımcı olmazsan seni eve kadar taşıyamam! Gideon!" onu sarsıyor, yanaklarını hafifçe tokatlıyordum. Yine de en ufak bir kıpırtı dahi yoktu! ne yapacağım? onu burada tek başına bırakıp yardım aramaya gidemem. Başına ne geleceğini kim bilebilir? ondaki değişimi nasıl göremedim ben! aklımı öyle bir karıştırmıştı ki gözümün önündeki işaretler örtbas olmuştu. Zaten vücut sıcaklığı diğer herkesten daha yüksekti. Ateşinin çıktığını ancak bilincini kaybedince anlamam hususunda kimse beni yadırgayamazdı.

Tamam, ilk önce sakin ol Alysa. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyecek kadar ortalığı velveleye vermem sadece Gideonu kötü duruma düşürürdü. Şartlar değiştiğinde kendi kendimi yerdim. Şuanda ne yapacağıma odaklamam lazımdı. Gideona baktım. Ateşi çok hızlı yükseliyor olmalıydı zira saçları vücudunun bıraktığı terden ıslanarak, alnına yapışmıştı. Eğer düşürmezsek havale geçirebilirdi! derin bir nefes aldım. Gözüm kolundaki sargıya takıldığında dehşete düştüm. Olamaz. Hortlakların zehrinin tehlikeli olduğunu, ona günler sonra etki edeceğini söylediğinde inatlaşmak istemediğimden kabullenmiştim. Sakın bana geri döndüğümüzden beri koluna baktırmadığını söylemeyin! kaç gün geçmişti üzerinden!

Zehirlenmişti.

Cayır cayır yanmasının üstüne birde zehirlendiğini anlayınca yapabileceğim tek şeyi yaptım.

"Metus!!!!! Yulier!!!!! lütfen biriniz sesimi duyun!" boğazım parçalanana kadar bağırmayı sürdürdüm. Kurtların işitme eşiği insanlardan çok daha yüksekti. Ayrıca bu çevrede nöbet gezen birileri de olabilirdi. "Yardım edin! lütfen herhangi biriniz yardım edin!" dizlerimin üstünde yürüyerek, Gideona yaklaştım. Başını dikkatlice kaldırarak, bacaklarımın üstüne yatırdım. Çenem titriyordu. Ağlamamak için kendimi sıktım. Eğer zehir kalbine ulaşacak olursa...

Alnında ki ve yüzündeki teri parmaklarımla sildim. Ellerimi yanaklarına yerleştirerek, ona doğru eğildim. "Dayan. Sakın kendini bırakma Gideon. Birazdan yardıma gelecekler tamam mı?" çok kötü görünüyordu. Göz kenarları kızarmaya başlamıştı. İşaret parmağımı burnunun altına götürerek, nefes alıp almadığını kontrol ettim. Bağrı öyle nadiren şişiyordu ki sanki son çırpınışlarıydı.

Hayır, hayır. Bir şey olmayacak, olmayacak!

"Kahretsin! kimse beni duymuyor mu?! biri yardım etsin. Lütfen birileri yardım etsin!"

"Alysa!!" duyduğum gür sesle birlikte "Buradayız! Metus buradayız!" diyerek, telaşla kendimi ona duyurmaya çalıştım. Bir dakika sonra çalılıkların içinden Metus, Hyuga ve Yulier fırlamıştı. Bakışları geniş arazide hızlıca dolaşıp, üzerimizde durdu. Gideonun halini görünce bir afallama yaşamışlardı. "Şuanda şoka girmenin zamanı değil! yardım edin, onu bir an önce eve götürmemiz lazım!" benim uyarımla birlikte kendilerine gelince koşarak, yanımıza geldiler. Hyuga Gideonun kolunu tutarak, omzuna attı. Ardından belinden destek alıp, tek seferde ayağa kaldırdı. "Ne oldu?" diye sorduğunda başımı sağa, sola salladım. "Be.. ben bilmiyorum. Bilmiyorum bir anda yere yığıldı. Çok fazla ateşi var"

Yulier yanıma gelip, zangır zangır titreyen koluma elini koydu. Aslına bakarsanız baştan aşağıya titriyordum. "Tamam sakinleş Alysa. Gideona kolay kolay bir şey olmaz. Birazdan öğreniriz ne olduğunu" beni telkin etmeye çalışıyordu. Yine de minicik bir rahatlama bile hissetmiyordum. Metus da Gideonun diğer kolunu omzuna attı. Vakit kaybetmeden onu götürmeye başladılar...

Evin önüne ulaştığımızda Metus kapıyı tekmeleyerek menteşelerinden ayırdı. Kapı gürültüyle duvara çarparken bir kez sekmişti. "Daha sonra bunun için ayağımı götüme sokacak. Oğlum niye bu tarz şeyleri hep bana yaptırıyorsunuz!" şu halde bile şikayet edecek bir şeyler bulabiliyordu! Hyuga ona yarım ağız gülerek baktı. Neden önümüzdeki sorunla ilgilenmiyorlardı ki?! önlerine geçerek, salonun kapısını açtım. Koridordan geçip süratle Gideonun odasının yolunu tuttular. Yulier yol ağzında bizden ayrılarak Ruby nineyi haberdar etmeye gitmişti. Gideonun odasını bilmediğimden bu sefer onların peşine takılan ben oldum. Benim odamın hemen çaprazındaki odaya girdiklerinde duraksamıştım. Demek bana kendisinden çokta uzak bir oda vermemişti.

İlk defa odasına giriyordum. İçeri girdiğim anda ciğerlerime dolan sandal ağacı kokusu burnumu sızlattı. Çift kişilik yatağın üzerine Gideonu bıraktılar ardından Hyuga yağ lambalarını yaktı. Yatağın başında dikilerek, onu izliyordum. Loş ışık direk yüzüne yansıyordu. Terden su olmuştu! üzerindeki kıyafetin yaka kısmı tamamen ıslak duruyordu. Şakağından köprücük kemiğine kayan ter damlasını gözlerimle takip ettim. Nerede kalmışlardı?!

"Zehirlenmiş olabilir mi?" mırıltı şeklinde ağzımdan çıkan cümleleri duyan ikisi de duraksadı. Hyuga anlamamış bir şekilde "Zehir mi?" diye sorarken Metus bıkkınlıkla nefesini verdi. Elleri önce yüzünü sıvazladı ardından saçlarının arasına kaydı. Hyuga Metus'un garip haline bakarak "Ne oluyor oğlum? bilmediğim bir şey mi var benim?" diye inatla sordu. Metus duvarı tekmeledi. "Yine mi ya! bak demedi deme sonunda elimde kalacak bu herif! bu kaçıncı?!" ne yani bunu sürekli mi yapıyordu? Hyuga derince kaşlarını çattı. Bu Metusun konuşması için yetti. "Elista köyünde hortlaklardan biri kolunu yaraladı"

Kaşlarındaki kırışıklık düzelip yukarı doğru kalktılar. "Gideonun mu?" Metus göz ucuyla bana baktıktan sonra "Alysa'yı korumaya çalışırken" diyerek tam bir izah geçtiğinde sonunda ikna olmuştu. Dudaklarını yaladıktan sonra parmaklarıyla alnını ovalamaya başladı. "Niye dikkat etmiyorsun lan! bilmiyor musun bu adamın kendine hayrı yok! böyle bir bok yiyeceği en başından belliydi"

"Çıkmış aklımdan! kafam yerinde değildi, birkaç saatlik uykuyla duruyordum. Ne bileyim Alysa onu sıkıştırırsa benim el atmama gerek kalmaz diye düşünmüştüm" şaşırarak ona baktım. Neden bana güvenmişti ki? onları dinlemeyen adam beni mi dinleyecekti? Metus söylediklerini idrak ettiğinde duraksayarak bana döndü. "Üzgünüm. Alysa tüm sorumluluğu sana atmak gibi bir niyetim yoktu" yüzünde gerçekten mahcup bir ifade vardı.

"Sorun değil. Bende geldiğimiz gibi baktıracağına inanıyordum. Umursamazlık edeceği aklımın ucundan geçmedi"

Hyuga açık kahve rengindeki irislerini bana çevirdi. "Gideon hakkında bilmen gereken ilk şey; onun kendine asla acımadığıdır"

"Bu da ne demek?"

"Acı çekiyor bundan eminiz. Fakat sinirleri alınmış gibi davranıyor. Yaralandığında, zehirlendiğinde aldırmaz. Ya da şöyle söyleyeyim; bıçakla Gideonun bedeninde birden fazla delik açsan da bu adam hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkarak, savaşmaya devam eder. Canının onun için bir değeri yok" yutkundum. Biri neden kendine bunu yapar ki? yoksa bu hale her düştüğünde öleceği beklentisine mi giriyordu?

"Anladın değil mi? bunu neden yaptığını" Hyuga kılcal damarlarımı verdiği olasılıkla felç eden fikrimi onaylamıştı. Kelimelere dökerek yapmamıştı. Tek bir bakışı yetmişti zaten. Gideon yaşamak istemiyordu. Yine de intihar etmektense bu yöntemi seçiyordu. Neden? ölmek istiyorsa bunu kısa yoldan halledebilirdi halbuki. Yediğim darbe ilk önce zihnimin kuytularını ele geçirdi. Belki de şuanda onu kurtarmamamızı diliyordu.

Elalarım onu izlerken, çektiği acıya tanık olurken yabancılaştı. Bunu her seferinde kendime hatırlatacak sebepler sunuyordu. Gideonu... tanımıyordum. Ve kucağıma bırakılan bu gerçekle ne yapacağımı bilmiyordum. Kızgın hissediyordum. Tırnaklarımı avuç içlerime sapladım. Bu denli basit olmamalıydı. Yaşamayı kolayca bırakmak bencillik değil de neydi? onun yerinde olup hayata tutunmak isteyen onlarca hayat vardı. Peki bu satırları Gideona söylemeye yüzüm var mıydı? Seneler önce bende yaşamaktan vazgeçmemiş miydim?

Bilmesi gerekiyordu. Yaşamamak için illa ölmeye gerek yoktu.

Ölü olmazdın lakin diri de sayılmazdın. Bu ikili arasındaki bağ bir nefes kadar yakın, ezel kadar uzaktı.

Koşuşturan birden fazla ayak sesi kulağıma çalındığında içeriye Ruby nine ve Yulier girmişti. Girdiğim bunalımdan çıkmam lazımdı, derin bir nefes aldım. Perişan halde yatakta yatan torununu gören Ruby ninenin, göz bebeklerinden hüzne sarılmış bir korku silsilesi geçti. Çabucak yanına gelerek ateşini ölçtü. Parmaklarıyla göz kapaklarını aralayarak, irislerini kontrol etti. "Yulier kızım bir kaba soğuk su doldur. İçine de bolca buz at. Temiz birkaç bezle getir" Yulier cevap vermeden işe koyuldu. Ruby nine bu sefer Metus'a döndü. "Sende mutfaktan bir havan ve tokmak kap getir"

"Tamam!"

Kısa sürede istekleri gerçekleştirildi. Her şey hazır olduğunda kolundaki sargıyı çözmeye başladı. Kimse ona Gideonun yaralandığını söylememişti. Yine de nasıl olduysa sorunun bezin altındaki bir şeyden kaynaklandığını hemen kavramıştı. Doğuştan gelen ruhsal güçleri ve yılların getirdiği tecrübe ona pratiklik kattığı kadar, hastasının kurtulma yüzdesini de arttırmıştı.

Sargıyı tamamen çıkardığında Gideonun kolundaki yara da ortaya çıkmıştı. Tırnak yarıkları hala hatırladığım gibi duruyordu. Tek fark şuanda kenar kısımlarının zehirli bir yeşile çalmaya başlamasıydı. İltihaplandığı yetmemiş, hortlak zehri de ete karışmıştı. Çok fena gözüküyordu. Kendimi bakmaya zorladım. Şamanlık işini yapacaksam bu tarz görüntülere de alışmam gerekiyordu.

Ruby nine buzlu suyun içindeki bezi sıkarak, Gideonun alnına yerleştirdi. Bir başka bezi de yarasına tampon yapmak için kullanmıştı. İltihabı elinden geldiğince temizlemek için çaba sarfediyordu. Geniş yarık şeklinde ki kesikler zehirle kuşandığından yara kabuk bağlayamıyordu. Kim bilir canı nasıl yanmıştı da gıkını çıkarmamıştı.

Kanlı bezi bir kenara bıraktı. Heybesinden bir avuç siyah meyve çıkarmıştı. Küçük meyvenin kökünde dört yeşil yaprak bitmişti. Yaprakları kopardıktan sonra havana atarak, dövmeye koyuldu. İyice ezildiklerinden emin olduğunda bu sefer sarı tutamları olan başka bir ot daha kattı içine. Ota iyice öğütülmüş meyveyi karıştırdıktan sonra temiz bir bez aldı. Havandaki karışımı beze güzelce yaydıktan sonra Gideonun yarasına gelecek şekilde, kolunu sarmaya başladı. En son bezi yırtıp, düğüm attı.

"Sabah olunca kendine gelecektir" verdiği müjdeyle hepimiz tuttuğumuz nefesi bıraktık. Dışarıdan soğukkanlı izlenimi veriyor olsalar da içten içte hepsinin yüreği ağzına gelmişti. "Yapabileceğiniz bir şey kalmadı. Sabah olunca söylenmenize kaldığınız yerden devam edersiniz. Haydi evinize!" Ruby ninenin onları kibarca kovmasına karşı Metus homurdandı. "Yok, yok. Gideonun bu tavırları sadece gözü karalığından geliyor olamaz. Miras kesin, ailecek huysuzlar" söylediklerine sohbet esnasında olsak gülebilirdim. Göğsüme baskı uygulayan korkudan hala hür kalamamıştım. Yulier gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Parmağını dudaklarına götürerek "Şhii" deyip daha sessiz olmasını ima etmişti.

Ruby nine tek kaşını kaldırıp "Bir şey mi söyledin Metus?" diyerek kinayeyle sorarken, her söylediğini önceden duyduğuna adım kadar emindim. Yalan söylediğini anlamaması için gözlerini kaçırmamaya çalışıyordu. "Hayır" derken çaktırmamak için kılını kıpırdatmamıştı. Şekilden şekile giren ifadesi herkesin moralini yerine getirmişti.

Üçü bize veda ederek çıktıklarında Ruby nineyle baş başa kalmıştık. "Nine kullandığın o meyve ve ot ne işe yarıyordu?" dalgın bir şekilde Gideonu izliyordu. Aramızda en çok onun endişelendiğini biliyorduk. Kendi canından, kanından biriydi Gideon. Bu gerçeğe rağmen ona müdahale ederken eli bile titrememişti. Tebessüm etti. "Güzel avrat otunun kendisi kadar meyveleri de zehirlidir. Onu kullanırken dikkat etmelisin. Fazla temasta bulunmamaya çalış. Yemişiyse bilen birinin ellerinde panzehirdir. Diğer sarı olan ot ise civanperçemi. Ateşi düşürmekte yararlıdır"

Anladığımı göstermek için başımı salladım ardından bakışlarımı Gideona çevirdim. "O... iyi olacak değil mi?" bana cevap vermeden bir süre torununu izledi. "Bedenen evet" diye açık uçlu bir yanıt aldığımda duraksadım. Neden herkes bu usulde cümleler kurup duruyordu bana? Gideon geçmişinde ne badireler atlatmıştı? kaç kere güvenine ihanet etmişlerdi? o yüzden mi tüm alemlerden soyutlamıştı kendini? belki de nereye giderse gitsin kendine bir yer edinemiyordu.

Öğrenmek istiyordum.

Hakkında her şeyi bilmek istiyordum.

Belki de acısıyla, acımı tanıştırmak.

"Geç oldu, bende gideyim. Kızım sen Ateşini gözetirsin. Damarlarında ki zehir zaten sabaha kadar bırakmaz onu"

"Geri kalanla ben ilgilenirim. İçinizi ferah tutun" başını salladı. Odadan çıkarken ki duruşu içimi yaktı. Üstünde ağır bir yük varmışçasına omuzları öne doğru bükülmüştü. Kaşlarım yeniden çatıldı. Bu yaşlı kadına haksızlık ediyordu. Torununu ne denli önemsediği ortadaydı.

Muhtemelen ona bunları söylersem bana ters bir tepki verebilirdi. Gene de sırf Ruby nine için Gideonu uyaracaktım.

Yalnızca onun için...

Yatağın boş köşesine oturarak, alnındaki bezi değiştirdim. Ben ateşlendiğimde anneannem koltuk altlarıma da ıslak bez yerleştirirdi. Bundan hoşlanmadığımdan neden gerekli olduğunu irdeleyip dururdum. O ise benim tüm itirazlarıma katlanarak, eklem bölgelerine soğuk uygulama yapılmasının en etkili yöntem olduğunu söylerdi. Dediği de çıkardı. Kısa sürede ateşim düşerdi. Gideonun üzerindeki kıyafetleri inceledim. Sadece alnına koyduğum bez işe yaramayacaktı büyük ihtimalle. Yanaklarıma vuran ufak sancılardan kaçabilirmişim gibi gözlerimi Gideondan kaçırdım. O hasta bir adamdı ve ben Şaman çırağı olarak utanma içeriği kapsayan bütün duyguları bastırmak zorundaydım.

Yapabilirdim.

Çekine çekine parmaklarımı bağcıklarına uzattım. Giydikleri kıyafetlerde düğme yoktu. Sağ bel kısmından, koltuk altına kadar uzayan çapraz iplikler mevcuttu. İki saniye içerisinde dilim damağım kurumuştu. Saatlerdir su içmiyor gibiydim. Bağcığın ipleri parmaklarımın arasından kayarak, çözüldü. Düşünmemek için ellerimi hızlıca hareket ettiriyordum. Açılan her bağcıkta görünen bronz ten oldukça sıkı ve diriydi. Buradaki işimi bitirdiğimde sıra boyun kısmındakilere gelmişti. Kalbimin kemikten kafesini kırmak gibi bir gayesi vardı. Zira şuanda sarsılan kaburgalarımın acısını tadıyordum. Kulaklarımın içinde ki uğultu nabız atışlarıma karışıyordu.

Boynundaki ilmikleri de açtığımda üzerindeki kıyafet teninin üstünde kayarak, yana düştü. Gideonun kaslarla çevrili bağrı şimdi gözlerimin önündeydi. Kaçamak bakışlarla süzmeden edemedim. Cidden neyle çalışıyordu? sahip olduğu vücudun altında yatan bütün kaslar biçimliydi. Tendonları belirgin ve dardı. Benim alemimde ki erkeklerde spor salonunda canları çıkana kadar çalışıyordu fakat Gideonun bedeni daha önce görmediğim bir zarafetlik taşıyordu. Öyle ölçüsüz bir abartı yoktu. Yine de demir kadar sağlamdı. Sol göğüs kasının üzerinde, Kalash'ın sembolü olan Kurt kafası amblemi dikkat çekiyordu. Acaba sahip olduğu dövme bununla mı sınırlıydı?

Geniş omuzları aşağılara indikçe incelen beliyle müthiş bir uyum sağlıyordu. İrislerim pantolonunun kenarlarını yakaladığında kıpkırmızı kesilerek, anında gözlerimi yüzüne çıkardım. Keşke bunu yapmasaydım! Elalarımla çarpışan gümüşi ışıklar siyaha dönmek üzereydi. Hani sabaha kadar kütük gibi uyuyacaktı! yutkundum. Ne zamandır uyanıktı? daha doğrusu nereye kadar tanık olmuştu? lütfen en başından beri olmasın! şuanda yerin altına soksalar beni karşı koymazdım.

"B.. ben şey. Ateşin var. Evet, evet. Ateşin olduğu için kıyafetini çıkarmak zorundaydım. Ondan şey yaptım ben" Tanrım daha ne kadar rezil olabilirdim! Gideon hiçbir şey söylemeden, kara bir deliği andıran gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Sessiz kalışı aramızdaki havayı daha da geriyordu. Sadece bakışlarıyla nasıl büyük bir heyecan seline bırakabilirdi beni? göğsüm saçma bir şekilde deli gibi inip kalkıyordu.

Kendimi kaybetmiştim. En kötüsü ise bir çift göz bunun farkındaydı.

Belimin iki kenarında hissettiğim kavrayışa şaşırıp kalmadan, Gideon tarafından yatağa çekildim. Beni kolayca yastığın üstüne bırakarak, üzerime çıktı. "Gideon!" hemen önümdeki yüzünün yakınlığını fark ettiğimde kalbim tekledi. Burnunu boyuma sürterek, derin bir nefes aldığında elektrik çarpmışçasına irkildim. Kokumu soluyordu! ve bunu belirtmekten çekinmiyordu. Gürültüyle aldığı nefes onu mest etmişti. Dudakları şah damarıma dokunduğunda öleceğimi düşünmüştüm. Boynuma kondurduğu her buse içimde bir kıyamete değiyordu. Tüylerim diken diken olduğunda kekeleyerek "N.. ne yapıyorsun?" diye soracak gücü kendimde buldum. Kulağımın arkasına bıraktığı öpücükle baştan aşağıya titredim.

Boğuklaşmış tını kulağıma doğru kışkırtıcı bir soru gönderdi.

"Gördüklerin hoşuna gitti mi?" Yaptıklarına bir anlam yüklemek istememişti. Sadece tek bir sorunun bedenimdeki tesiri ızdıraplı bir inlemeye dönüştü. Bu cüretkarlığı ikimizin de başını yakacaktı. Utançla bakışlarımı kaçırmıştım lakin boynumdan yukarıya çıkan sıcak kanın tek bir açıklaması olduğunu ikimizde biliyorduk. Gülümsedi. Bunu tenimde gerilen dudaklarından anlayabiliyordum.

Beni cebretmek ona haz veriyordu.

Elini kalçamda hissettiğimde telaşa kapılarak, yerimden kalkmaya çalıştım. İzin vermedi. Omzumdan hafifçe bastırıp yeniden uzanmamı sağladı. "Kokun... sikeyim şu kokun Kurt'umu delirtiyor" diye belli belirsiz konuştuğumda garip bir gurur göğsümü kabarttı. "Bana ne yapıyorsun kadın?" ne yapıyordum?

Gideonun dudakları açlıkla dudaklarımı kavradığında ona karşılık verirken bulmuştum kendimi. Ellerimi tutarak, saçlarının arasına götürdü. Kandan daha kızıl saçlarında gezen parmaklarım hissettikleri yumuşaklığa hayran kalmışlardı. Daha fazla dayanamıyormuşçasına hafifçe uzaklaştı. İlk önce elalarıma sonra da dudaklarıma indirdi, şehvete bulanmış gözlerini. "Aç ağzını" dediğinde bastıramadığı bir hakimiyet sezmiştim. Kararsızlıkla sınandım. Benden ne için izin istediğinin farkında mıydı? iki yabancıdan farksız olduğumuzu görmüyor muydu? Hala ateşi vardı, belki de ne yaptıklarından habersizdi. Bunu anlayabilirdim ama bana ne oluyordu?

Hoşgörüsüz bir tavırla dudaklarımı ısırdı.

Bunu bekliyormuşçasına aralandı dudaklarım.

Dilini ağzımdan içeriye sokarak, ıslak çeperine değdirdiğinde inledi. Bacaklarımın arasında zonklayan hisler beni boyundurluğu altına sokuyordu. Bacaklarımı birbirine bastırdım. Canım yanıyordu.

Kalçamı sıkan parmaklar üzerimdeki kıyafetin bağcıklarına gittiğinde gerilsem de onu durdurmadım. Ustalıkla, benim yaptığım sürenin yarısını kullanarak onlardan kurtuldu. Kıyafetimin eteklerinden tutup yukarı doğru çektiğinde, kollarımı kaldırarak ona yardımcı oldum. Artık yarı giyiniktik. Karşısında sadece iç çamaşırıyla durmak saklanma isteğimi tetikliyordu. Gideonun yakıcı bakışları sütyenimden taşan kısımlarda dolaşıyordu. Gözlerinden gelip geçen beğeni ışıkları, alnıma bıraktığı öpücükle sonlandı. Kader çarkıma bastırılan dudaklar gözlerimin sonuna kadar açılmasını sağlamıştı.

Bu yaptığının anlamını biliyor muydu? çenem titredi. Ne diye ağlamak istiyordum ki?

Bakışlarımı kaldırarak, gözleriyle buluşturdum. Yaklaşarak dudaklarımı öptükten sonra bacağımı tutarak beni aşağıya çekti. Bunu beklemediğimden ağzımdan ufak bir çığlık kaçmıştı. Bacaklarımı aralayarak, ağırlığını üstüme bıraktığımda hissettiğim sertlikle nefesim boğazımı tıkadı.

Gideon elimi tutarak, sol göğsünün üzerine koydu. Bunu bilerek mi yaptı yoksa farkına varmadan mı kalbine bıraktı bilmiyordum. Elimin altında çıldırmışçasına atan yüreğinin, hissettiği heyecanla alakası olduğunu biliyordum. Hala ateşi vardı. Yağ lambalarının bronz tenine vurduğu loş ışık, tenindeki ter tabakasını parlatıyordu. Saçları hala ıslak bir şekilde alnına yapışıktı.

Bakışları ilk önce yüzümü taradı ardından dudaklarıma düştüler. Aralanmış dudaklarıma bakarken yutkunduğu için adem elması yukarıdan aşağıya doğru hareket etmişti. "Alysa, dokun bana" dediğinde üzerimde dikilen heybetli bedeni izlemek, uyarılmama neden oldu. Hissettiğim sinyal yalındı. Bende onda keşfe çıkmak istiyordum. Aklımdaki tüm inkarları, yanlış saydıklarımı, günahları kaldırdım. Bu histe neydi böyle?

Kollarımı boynuna doladığımda beni kalçalarımdan tutarak, üzerine çıkardı. Bu sefer yatak başlığına dayanan o olmuştu. Parmaklarımı köprücük kemiklerinin üzerinde gezdirdikten sonra uçlarını sürtüp, kaydırarak aşağıya doğru indim. Karın kaslarının çıkıntılarında gezerken Gideonun kısıkça inlediğini işitmiştim.

Aldığı zevk iliklerime işliyordu.

Onun elleri de rahat durmaktan uzaktı. Bel oyuntumu sıktı. Başını göğüs oluğuma sokarak, orada nefesleniyordu. Boynumdaki zincirin her hareketinde yansıttığı soğukluk, ürpermeme neden oluyordu. Asla ileri gitmiyordu. Arada bakışlarının pantolonumun düğmesine kaydığını yakalıyordum. Aklından geçenleri tahmin edebiliyordum yine de bir an sonra çekiyordu kendini. İzin versem neler olacağını biliyordum. Nereye kadar kendini tutabilecekti? ilk defa bir erkekle bu şekilde yakınlaşmak zaten kalbimi büyük bir yorgunlukla doldurmuştu. Daha da ileriye gitmek sabahı göremememe neden olabilirdi.

Ona dokunmak, bana dokunması yanlış hissettirmiyordu.

Aslında yaptığımız şey ön sevişmenin yanından bile geçmezdi. Yalnızca birbirimizi hissediyorduk. Onun teninde dinleniyordum, benim tenimde dinleniyordu.

Her halükarda... hissettiğimiz günahkar tutku inkar edilemezdi.

Ben... bu adama karşı ne hissediyordum?

Beni kendine bastırdı. Belimi saran kolları sırtımda dolaşıyordu. Dişlerini bir anda omzuna geçirdiğinde acıyla inledim. Moraracağına emin olduğum diş izleri, Gideonun dilinin üzerinde gezmesiyle tatlı bir sızıya dönüştü.

"Beyaz tutkum" dediğini duyduğumda, bana hitap ettiğini anlamak saniyelerime mal oldu. Kalbim geri dönüşü imkansız bir şekilde atmaya başlamıştı. Hala beyaz rengini koruyan saçlarımdan bir tutam alarak dudaklarına götürdü. Gözlerini kapatarak, saçıma hislerle dolu bir öpücük bıraktı. Adlarını silikti. Dudaklarında tatmin olmuş bir tebessüm vardı. Gümüş renkli irisleri kızıl kirpiklerinin arasından yeniden yükseldiğinde ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette, ona bakmayı sürdürdüm.

Yukarı doğru kıvrılmış dudaklara takılı kalmıştım.

Odada yankılanan soluk seslerimiz, iç gıdıklayıcı biçimde etrafa dağılıyordu.

Yüzünde asılı kalan tebessümde yazılıydı.

Bu adam benim sonum olacaktı...

Gideonun ateşinin yeniden yükselmesiyle, bilincini kaybetmesi aynı anda gerçekleşti. Yatakta sere serpe uzanırken, utana sıkıla kıyafetimi bulmuş yeniden üzerime geçirmiştim. Kafam allak bullaktı. Onunla yakınlaşmak tüm devrelerimi iflas ettirmişti. Şimdi ise yarattığım kargaşadan çıkış yolu bulamıyordum. Ellerimi dipleri ıslak saçlarımda geçirerek, geriye doğru attım. Hissettiğim arzudan geriye kalan işaretlerden biriydi. Kalbim biraz önceki atışlarına kıyasla, derin bir sessizliğe gömülmüştü. O da ne yapacağını bilemiyor gibiydi.

Alnına yerleştirdiğim bezlere yenisini ekleyerek, koltuk altına da koymuştum. Ruby ninenin tahminlerinin aksine seyrek de olsa bilinci gidip geliyordu. Aklım yerine geldiğinde ancak hatırlayabilmiştim kolundaki sargıyı. Zorlamış olabileceğini düşünerek, yarasının kanamasından korkmuştum. Bezi temiz gördüğümde, yatışmıştım.

Duygularım çalkalanıyordu. Bu gece kendimde olmadığımı en iyi ben biliyordum. Görmezden gelmek, yalanlamak istesem de hakikat barizdi. Gideona bir şey olacak diye ödüm kopmuştu. Zehirlendiğini idrak edince peyda olan hisleri zapt edememiştim. Böyle bir korku yaşadığım diğer kayıplara benzemiyordu. Metusa söylememişti. Taş kırılmadan önce, beni tüketecek bir iblisi içime yerleştirmişti. Gideon o kara dumanı benden alarak, içine çekmişti. Yuttuğu şey onda nasıl bir hasara yol açmıştı? bana asla söylemeyecekti.

Hissettiğim sızıyla gözlerimi kapattım. Daha fazla ölülerin ardından yas tutacak gücüm kalmamıştı. Birini daha taşıyamazdı bünyem. Yatağın örtüsünü sıkarak, avucuma hapsettim.

Dinlediğim sessizliği "Hayır" diyen bir ses böldü. Gözlerimi açarak, Gideona baktım. Yüzündeki kıvrımlar acı çekermişçesine gerilmişti. Başını sağa, sola doğru yatırarak, gördüğü şeylerden kurtulmaya çalışır gibi bir havası vardı. Kaşlarımı çattım. Kabus mu görüyordu?

"Yapma, gitme!" nöbet geçiriyormuşçasına çırpınmaya başladığında bunun sıradan bir kabus olmadığını anlamıştım. Yatakta emekleyerek yanına gittim. Dizlerimin üstüne oturmuştum. Omzundan sarsarak "Gideon uyan, rüya görüyorsun" dediğimde beni duymamıştı. Hala kendi kendime mırıldanıyordu ama ne dediğini anlayamıyordum.

O cebelleştikçe ben telaşlanıyordum. Sarsmalarım gittikçe güçlendi. Onu uyandırmak için tüm gücümü kullanıyordum. Zira yüzündeki ızrıdap, etimi dağlıyordu. Çok kötü bir şeyler görüyor olmalıydı ve gördüğü şeye dayanamıyordu belli ki.

Kesik kesik cümlelerinin arasından "Ben bir şey yapmadım" dediğini duyar gibi oldum. Bunu öyle bir çaresizlikle dile getirmişti ki, bir an için dona kalmıştım. "Hadi uyan! sadece bir kabus! Gideon" dayanamayıp yüksek sesle bağırdığım anda pişman olmuştum. Kimse böyle uyandırılmamalıydı. Yoksa şok geçirerek, daha büyük sorunlara yol açabilirdi. Gideon gözlerini açtığı gibi parmaklarını bileğime sardı. Öyle kuvvetli sıkıyordu ki kemiğimi kıracaktı! "Canımı yakıyorsun!" beni duymuyordu. Sanki kendinde değildi. Bileğimi tutan eli beni üzerime çektiğinde, göğsüne düştüm. Başımı kaldırdığım gibi gümüşi irisleri parlamaya başlamıştı.

Nutkum tutuldu. Bana bakan gözlerin sahibi Gideon değil, onun Kurt'uydu.

Işıldayan gümüş renkli irislere bakarken, elalarımı saran bir yangın hissettim. Şiddetli bir güç beni içine doğru çektiğinde gözlerim karardı.

(Müziği bölüm bitene kadar dinleyin. Biterse başa alın öyle daha iyi hissedersiniz duyguyu)

....................................

Kalash klanı için önemli günlerden biriydi. Gece ziyafet verilecekti zira onuncu yılını doldurmuş genç üyeler ilk defa dönüşerek, Kurtlarıyla tanışacaklardı. Bu her klan için bayram şenliğine denkti. Şafak attığı anda büyük bir hazırlık başlamıştı. Onlar için önemle hazırlanan meydanı gören çocuklar heyecandan ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Hepsinin gözlerinde yılların bekleyişi mevcuttu. Bu tören yetişkinliğe atılan büyük bir adımda sayılacaktı. Ergin Kurtlar ise onların heyecanına ortak oluyor, kızları veyahut oğullarının hangi tür Kurda dönüşeceklerini merakla bekliyorlardı.

Çocukların yüzde doksan dokuzunun Bozkurt olacağını oradaki herkes biliyordu. Belli etmemeye çalışsalar da, kalan yüzde birlik kısmın olmasını canı gönülden istiyorlardı. Beyaz bir Kurt yada Kızıl Kurt klana refah ve ün getirirdi. Böyle bir çocukları oldukları için ailelerinin de klanda yükseleceği kesindi.

Hangisi bugünün felakete dönüşeceğini düşünürdü ki?

Birbiri ardına dönüşen her genç nesille birlikte tebrikler, alkışlar, ıslıklar havada uçuşuyordu. İçlerinden biri vardı ki; herkes sıranın çabucak ona gelmesini istiyordu. Şanlı Kalash klan liderinin genç oğlu. En büyük umutlarını ona yatırmışlardı. Bu yüzden de en son onun çıkmasına karar vermişlerdi. Klan lideri yüzünde gururlu bir ifadeyle koltuğunda oturuyordu. Yanında çok sevdiği karısı, diğer tarafta ise annesi duruyordu. Hepsinin içinde bir sevinç, dudaklarında silinmeye yüz tutmuş dileklerin izi mevcuttu.

Gideon meydanın ortasına çıktığında tüm gözleri üzerinde hissetti. O yaştaki bir çocuk için bu bir hayli rahatsızlık vericiydi. Yine de anne ve babası için katlanmayı seçti. Doğduğundan beri samimiyeti sevmeyen bir yapısı vardı. Bu düşüncesini değiştirecek kimsede çıkmamıştı karşısına. Klan ona sadece liderin oğlu olduğu için yaklaşmaya çalışanlarla doluydu. En nefret ettiği şey ise menfaat dolu, yapmacık gülümsemelerdi. Gözlerinin ardına saklanmış bencilliği göremediğini sanacak kadar aptallardı.

İzleyen kişiler nefes almaya bile cüret edemeyecek hale gelmişti. Sonunda Gideonun gözleri gümüş bir parıltı yaymaya başlamıştı. İskelet sisteminin geçirdiği değişim kemiklerinden çıkan gürültülere neden oluyordu. Omur iliği yılan gibi kıvrıyor, genişliyordu. Tırnakları ve köpek dişlerinin uzağını hissedebiliyordu. Acı vardı lakin dayanmayacağı radde de değildi. En sonunda yüzünden ve vücudunun diğer her bölgesinden fışkıran siyah tüyler izleyen bütün gözlere dehşetin tohumlarını ekmişti.

Tamamen dönüşen kara bir Kurt'u karşılarında bulan Kalash klanının ağzını bıçak açmıyordu. Babası sandalyesinin kolunu kıracak güçte sıkarken, gördüklerine inanmayı ret ediyordu. Ninesinin gözleri çoktan yaşlarla dolmuştu. Ancak en büyük darbeyi yiyen bilmese de annesiydi.

Her şeyden habersiz olan küçük kurt, mehtaba doğru ulurken o hariç herkes bu sesi kaosun başlangıcı olarak mimlemişti.

Kalash klanı Kara bir Kurtla o gün lanetlenmişti.

'Hayır o benim oğlum olamaz!!!' civarda kopan kadın çığlığı, büyük bir ağıtla yıkanmıştı. Evin içerisindeki kadınlar kendini parçalayan kadını tutmaya çalışıyorlardı. Kadın ellerinden kurtulmaya çalışarak, kendini bir o yana bir bu yana atıyordu. Göğsünden kalbine yayılan ateşler doğurduğu çocuğun ihanetiyle çoğalıyordu. Kapının yanındaki duvara çökmüş küçük beden her şeyi duyuyordu. Ne yapmıştı da annesi ondan nefret etmeye başlamıştı? o yaştaki çocuğa ne anlatırsanız anlatın, annesinden hissettiği kinin verdiği acıya merhem olmazdı. Gümüş renkli iri gözleri donuk donuk bakıyordu. Babası onu görmek istemediğinden odasına kapanmıştı. Ninesi onu kendi odasına bırakıp çıkmamasını tembihlemişti. Fakat annesi böyle kahırlı çığlıklar atarken, nasıl durup bekleye bilirdi?

Kendinden geçmiş kadın Şamanın yakasını kavradı. Gözlerine diktiği mezar taşında oğlunun adı yazıyordu. Öyle canice bakıyordu ki, Şaman Ruby bu gözlere adeta kitlenmişti. 'O yaşamamalı! Klana felaket getirecek! tüm dünyayı yok edecek o! onu diğer aleme gönder! onun ait olduğu yer orası!'

'Ne söylersin sen kızım? kanından, canından olan oğlunu ruhlara kurban mı edeceksin?'

'Öyle anma onu! ben doğurmadım! ben yapmadım! o benim oğlum değil, o Kara Kurt'un taşıyıcısı!' sinirleri yıpranmıştı. Nefsine düşkün benliği ret ediyordu canından çıkanı. Duyduğu inkarlara yetişemeyen yaşlı kadının kalbi sıkışıyordu. Hem babası, hem annesi tarafından sırtı dönülen torununu nasıl teselli edecekti şimdi? o ufak çocuğun ne günahı vardı?

Küçük çocuk, annesinin ağzından çıkan her cümlede kalbine bir bıçak darbesi yiyordu. Onu doğuranın kendisi olmasına bile katlanamamıştı. Çöktüğü duvardan kalkarak, yüzünü kapıya döndü. Titreyen eli kapının tokmağını kavramıştı. Yüzüne söylesin istiyordu. Biraz önce söylediklerini yüzüne söylesin ki inanabilsindi. Yoksa daha fazla kaldırmayacaktı küçücük yüreği anne acısını.

'Beni yerecekler! Kara bir Kurt doğurduğum için bana lanet okuyacaklar!!' delirmişçesine kendi kendine söyleniyordu. Aklı sadece kendisine yapılacak kötülüklerle meşguldü. Şaman kapının açıldığını duyduğunda, gördüğü bir çift masum gözle yıkıldı. Saçı başı dağılmış kadın diğerlerinin yatıştırıcı sözlerine kulak asmıyordu. Bakışlarını kaldırdığında, kapıda kendisine hissiz gözlerle bakan evladını gördü. Gözlerinin önüne dönüştüğü kara Kurt geldiğinde irkildi.

Öyle bir taşla kaplanmıştı ki yüreği, tek istediği hiçbir suçu olmayan oğlundan intikam almaktı. Çünkü her şey onun suçuydu! kendini şeytana satıp ailesini hayal kırıklığına uğratmıştı. Hışımla kollarını tutan kadınlardan kurtularak, gözüne kestirdiği rafın üstündeki makası kaptı. Kararan irislerine yerleştirdiği zalimlikle makası kalbine saplayıp, geri çekti. Tereddüt bile etmemişti. Delinen atar damardan fışkıran kan, ufak çocuğun yüzüne sıçramıştı. Kadınların çığlıkları yeri göğü inletirken, on yaşında çocuk yüzündeki kanla dona kalmıştı. Gözlerinin önünde, annesi yere yığıldı. Kalbimden çıkan kan üzerindeki kıyafeti ala boyarken, bakışları gittikçe cansızlaşmıştı.

Uyuşmuş parmaklarını yüzünde ki ıslaklığa götürerek, dokundu. Eli geri çekip baktığında gördüğü kan bir kere daha gerçeği tokat gibi yüzüne vurmuştu.

Kadınlar telaş içerisinde annesine bakarken, ninesinin gözlerindeki yaşlar dur durak bilmeden akıyordu. Garip olan şey gözleri yerde yatan cansız bedende değil de kendisinin üzerindeydi.

Kolundaki tüm güç tükenmişçesine, yanına düştü. Parmaklarından kayan kan damlalarını hissizce izledi.

Ağlamayacaktı. O gün orada yemin etmişti.

O kadın için ağlamayacaktı.

....................................

Yanağıma düşen yaşlar, sicim gibi akıyordu. Gördüğüm imge Kara Kurt'un bana gösterdiği geçmiş miydi? bilincim şuanda bulunduğumuz ana geri dönmüştü. Bulanık gören gözlerim gittikçe netleşirken, Gideonun Kurt'u bana hüzünle yamalanmış bir bakış attı. Ardından göz kapakları kapanarak, uykusuna geri döndü. Elimi ağzıma kapatarak, olası bir hıçkırığın önüne geçmeye çalıştım. Çıkan seslerden Gideonun uyanmasını istemiyordum. Eğer uyanır da neden ağladığımı sorarsa tek yapabileceğim ona sıkıca sarılmak olurdu.

Tanrım, nasıl dayanmıştı? annesi sırf oğlu kara bir Kurt taşıyor diye intihar etmişti. Hem de bunu Gideonun gözlerinin içine bakarak yapmıştı. Ağlama mı durduramıyordum. Oturduğum yerden kalkarak, baş ucuna geldim. Önünde diz çökerek, terden alnına yapışmış saçlarını geriye doğru taradım. Küçücük yüreği annesinin yarattığı bir travma taşıyordu. Gördüğü her kabusta annesinin kendisi yüzünden ölüşünü mü izliyordu?

Boğazımda birikmiş yumru o kadar güçlü ve o kadar büyüktü ki nefes alamıyordum. Bunu yapmaya hakkı yoktu. Ne olursa olsun Gideon onun oğluydu. Göğsümdeki sancıyı bastırmak istercesine derin bir nefes aldım.

Sonunda acılarından biriyle rastlaşmıştım.

Dudaklarımı yanağına şefkatle dokundurdum. "Senin bir suçun yok..." diye fısıldarken haykırarak ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Elini tuttum. Yeni bir kabusa karşı hazır olmak için burada olduğumu hissettirmek istedim, yalnız olmadığını. "Yemin ederim senin bir suçun yok Gideon"

Yalvarırım inan bana...

დ Gideonnnn bebeğimmmm kıyamam ben sanaaaa. Yazarken çok kötü oldum yaaa 🤧

დ Gideonun ufak bir geçmişini öğrendik burada. Alysayla yakınlaşması abartı değil ama güzeldi. ❤️

დ Çok fazla sır var ve her şey teker teker çözülecek merak etmeyin.

დ En sevdiğiniz kısım neresi oldu? bölümü sevdiniz mi? ben bu bölümü yazarken acayip zorlandım anlatamam size sanki Ragnarı yazıyormuşum gibi hissettim 🙄

დ Sizce Alysanın düşündüklerinde haklılık payı var mı? Gideon gerçekten ölmek mi istiyor? 🤔

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere bebeklerim

VOTEEEEE istiyorum. YORUMMMM istiyorum haberiniz olsun!!!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

23.1K 2.1K 19
Cahiliyet. Bir halkın kendi kendisini yok etmekte, dış politikalara bile gerek kalmaksızın halkını ahmaklaştırmaya çalıştığı ve başardığı bir oyundur...
2.2K 569 25
...TAMAMLANDI... Asia Diaboli Richardson Tenebris örgütünün bir numaralı seri katili Uzak Doğu'ya gönderilmiş küçük bir kız çocuğuydu. Elçi William...
17.3K 2.5K 54
IŞIĞIN ALEVİ SERİSİ 2. KİTAP (+18) "Serinin devamına görkemli bir düğüne, Şehvetli bir aşka Txerrea Krallığı'na Ve yeni ırklara yolcuk edeceksiniz. ...
15.4K 908 69
⚜️ WATTYS 2022 KAZANANI ⚜️ -Hükümdar Serisi- Tanrıça, evrenin parçalarından altı kadın yarattı. Onları yüce kıldı. Evreni doğumla ödüllendirdi. Yara...