KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️ ÇAĞRI

41K 3.9K 1.5K
By endless_Q


Bugün ki şarkımız : James ARTHUR - İmpossible 

▏₰ Alysa

Sert çıkışım kimse tarafından beklenmiyordu. Yükselen sesim ormanın içinde bir yankıyı doğurmuş, sürü üyelerinin gözlerini fal taşı misali açmıştı. Robert'in kalbinden çıkan koyu renkli kan çimenleri yeni bir renkle taçlandırıyordu. Güneş ışıklarının yansıdığı birikinti, tuvale resmedilmiş kırmızının en cinayet tonuydu. Ruhu kabuğunu terk etmişti. Geride bıraktığı parçası ölümün dokunuşlarına maruz kalarak, katılaşıyordu.

Kabul edilemezdi.

Güdüleri ve açlığını bastırma dürtüsüyle saldıran Mantikoru katletmişti. Bizi tehlikeye atmasına rağmen bunu yapmasının altındaki sebebi idrak edebiliyordum. Çünkü karşımızdaki bir yaratıktı. İnsanın sahip olduğu düşünme yetisine sahip değildi. Yemek için karşısında o anda kim olsa tereddüt etmezdi. Lakin bir insan öldürmek çok başkaydı. Kalbine o bıçağı saplarken nasıl oluyor da hala hissizce bakabiliyordu bana? 'Vicdanın nerede!' diye bağırmak istiyordum yüzüne. Ne kötülük işlerse işlesin bu herif öldürülmeyi hak etmemişti. Onun yaşayacağı günleri gasp etmekten hiç mi rahatsız olmuyordu?

Kendini taşa çevirmiş bu adam, elleriyle kaç kişinin şah damarını sökmüştü? Evet. üstlendiği soğuk kanlılık kıya'ya alışık birinin armağanıydı.

Onun için duyduğum korkudan çenem titredi.

Tükeniyordu.

Bana yaptığını hafifletecek bir sebep vermesini istedim. Sordum. Bıkmadan, usanmadan ona neden öldürdüğünü sordum. Birkaç saniye daha geçmişe karıştı lakin o susmaya devam etti. Çenesini kitlemişti ve bakışları yüzümde sabitti. Çene hatları belli olduğundan buradan bile görebiliyordum dişlerini sıktığını. Onu yargıladığım için mi öfkeliydi?

Ağır bir hayal kırıklığı çöktü elalarıma.

"Senin için insan hayatının bir değeri yok mu? hoşuna mı gidiyor arkandan sana bir canavarın gözüyle bakmaları! Gideon o adamı öldürdüğünde son sözü ne oldu?! sana ne diye ithaf etti? bu sen misin gerçekten? inan bana tek yaptığın şey sesini kesmek olmadı. Söylediklerini haklı da çıkardın!" çıldıracaktım. Alnına yapıştırılmış etiketi kabul etmekten ne farkı vardı yaptıklarının? neden inkar etmiyordu!

"Alysa!" Metus araya girmeye çalıştığında Gideon "Karışma" diyerek onu durdurdu. Ne yani onlarda mı Gideonu savunacaklardı? biri bile ağzını açıp yanlış yaptığını söylemeyecek miydi? kaşlarımı derinden çatarak, Metus'a baktım. "Lideriniz olduğu için onun yaptıklarını görmezden gelecekseniz buyurun buna devam edin" dedim. Ardından gözlerimi, hiddetin soğukluğuyla harmanlanmış gümüş renkli irislere çevirdim. "Ben senin süründen yada klanından değilim! üzerimde bir hakkın yok! buraya sadece bana yardım ettiğiniz için karşılığını ödemeye geldim. Eğer bu amaçsız cinayetlere devam ederseniz size karşı direnmekten asla vazgeçmeyeceğim! şimdi durunda köy halkına öldürdüğünüz adamı nasıl izah edeceğinizi düşünün. Eğer onu öldürdüysen bunun olabileceğini de hesaba katmış olmalısın!"

Son sözlerimden sonra arkamı dönerek yanlarından uzaklaştım. Telaşlı adımlarım gittikçe daralan göğsüme baskı uyguluyordu. Zihnimin içine gömdüğüm travmalar uyanma belirtileri göstererek, zangır zangır titrememe yol açmıştı. Yeniden hatırlamaya, yeniden aynı acılara katlanmaya gücüm yoktu.

Vicdanı körelmiş ve taş bir kalbe sahip insanlarla yaşamanın ne demek olduğunu iyi bilirdim.

O duygudan yoksun gözlerle her buluştuğumda, içimde oluşan suçluluk duygusunun uyutmadığı geceleri en iyi ben bilirdim.

Adımlarım yavaşladı.

Elimi yanında durduğum ağaca yasladım. Derin derin nefesler alıp veriyordum. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Aşağı doğru bükülen dudaklarımı kanatacak güçte ısırdım. Gideonun yerinde bir an olsun o adamı görmek, tahmin edemeyeceğim kadar ağır gelmişti bünyeme. Lakin biliyordum ki Gideon, o adam olamazdı. Çünkü klanına ne kadar değer verdiğine kendi gözlerimle şahit olmuştum. Klash'da kaldığım günler boyunca Gideonu gören halk, bakışlarına yerleşmiş derin bir saygıyla selamlıyordu onu. Ketum, dediğim dedik bir kişiliği yoktu. Emri altındaki herkesle tek tek ilgileniyordu. Lider olmak için doğmuş gibiydi adeta. Fakat bir o kadar da merhametsizdi. Kendisine yapılan yanlışı affetmiyordu.

Onu çözmek çok zordu.

Robert'i gözünü kırpmadan öldürmüştü ama... hortlaklardan biri bana saldıracakken yaralanmayı önemsemeyip hayatımı kurtarmıştı. O tırnaklarla oluşturulmuş yarıklar, Gideona değil de bana yapılsaydı içindeki zehre dayanabileceğim meçhuldü. Eminim ki Mantikor'un saldırısı sırasında kritik bir noktaya girdikleri anda müdahale de edecekti.

Bunları yapan biri gerçekten o kadar umursamaz olabilir miydi?

Ona bağırmıştım.

Sürüsünün önünde küçük düşürmüştüm. Ne var ki o sadece dinlemekle yetinmişti. Yüzümü ellerimin arasına gömdüm. Her şeyi batırmıştım. Geçmişimi tetikleyen durumlarda kendimi kaybediyordum. O anda karşımda kimin olduğu önemli değildi. Söylediğim sözleri her zaman en kırıcı yerden seçerdim. Bunu bilinçli yapmıyordum. Tabi birde önümde oynanan sahne; bir insanın cinayetini işlemişti. Bir yanım haklısın diyerek bas bas bağırıyordu, diğer yanım ise hala bir sebebi olması gerektiğini fısıldıyordu.

Ne diye Gideonu haklı çıkaracak sebepler arıyordum kendime? Her seferinde dönüp dolaşıp aynı soruları soruyordum. Gerçekten ona bu kadar... güveniyor muydum?

Kayarak yere çöktüm. Başımı, sırtımı destekleyen ağaca yasladım.

Neden... neden yaptın Gideon?

Sahiden gaddar bir katilmisin sen?....

Biraz daha toparlandığımı hissettiğimde, titrememde durmuştu. Gideon ve diğerleri hala geri dönmemişlerdi. Bunu bilmemin nedeni aynı dönüş yolunu kullanmamızdı. Kısacası karşılaşmamamız mümkün değildi. Çömeldiğim yerden kalkarak, ellerimi çırptım. En iyisi büyükannenin evine geri dönmekti. Hem hortlakların bir daha ne zaman saldıracakları belirsizdi. O yüzden saklanmam en iyisiydi. Yokuş aşağıya inen yolu biraz yürüyerek, birazda kayarak indim. Bu kısımdaki tepe bir parça dikti.

Köyle aramda pek bir mesafe kalmadığında dışarıdaki çukurları fark ettim. Telaşla geldiğimiz için etrafa bakacak zamanı bulamamıştım. Dün gece epey çalışmış olmalılardı. Köyün girişi haricinde tüm bölge derince kazılmıştı. Tıpkı emredildiği gibi zombilerin buraya düştükleri anda çıkmaları çok zordu. Tırmana biliyorlar mıydı acaba? çitler kalın odunlarla desteklenmişti. Giyimlerinden çıkardığım kadarıyla köyün erkekleri de nöbet işini devir almıştı. Her şey olması gerektiği kadar sıkı tutuluyordu.

Attığım adımla birlikte saçlarım dikeldi. Önümdeki görüntü spiral şeklinde dönmeye başladığında, benek benek siyah noktalar ortaya çıkmıştı. Bayılacak mıydım? hayır. Kulaklarımın içinde çınlamaya başlayan gürültüyle inleyerek, ellerimi bastırdım. Çıkan yaygara uyumaya yüz tutmuş bilincime şok etkisi yaratmıştı. Binlerce kişi konuşuyordu. Bazıları uğulduyor, bazıları çığlık atıyordu. Çoğu ise bir şey anlatmaya çalışırcasına fısıldıyordu. Feryat edenlerin çıkardığı seslerden daha baskındı konuşanlar. Fakat anlattıkları şeyi bir türlü anlayamıyordum çünkü hepsi başka bir dil kullanıyordu!

"Kesin sesinizi!" diye bağırdığımda bir etki etmedi. O kadar çok gürültü vardı ki kulak zarım patlayacaktı!

Kayan bakışlarım gölgeme düştü. Gördüğüm akisle birlikte gözlerimi sonuna kadar irileştirdim. Kalbim korkudan dehşetin tuzağına düşmüştü. Güneş yüzünden belirgin olan ondan fazla gölge vardı! İçlerinden hangisi benim gerçek gölgemdi bilmiyorum. Lakin gölgeler etrafımda daire çizerek beni kuşatmışlardı. Ve hepsinin başlangıcı benim ayaklarımın altında bitiyordu.

Bunlarda neydi böyle?

Onlardan gelen buz soğuğuyla ürperdim. Yaşayanlara ait değillerdi.

Ruhlar dedi zihnim. Ruhlar nasıl alemlerinden çıkabilmişlerdi? yoksa bilmeden kapıyı aralık mı bırakmıştım!

Çınlama gittikçe güçleniyordu. Öyle ki artık dayanacak kuvvetim kalmamıştı. Gözlerim kapanmaya başladığında, sendeledim. Soğuk bir kışın kar tanelerini hatırlatan saçlarım rüzgarda savruldu. Geriye doğru düşerken zihnimin içi hala bağırışlarla doluydu. Binlerce sesin arasından çıkarak, bana ulaşan cümleyi en sonunda yakaladım.

Mezar.

Bulanık bakışlarım köyün dışındaki mezarlara kaydı.

Mezarlıkta bir şey mi vardı?

Omuzlarımı kavrayan ateş gibi eller, sırtımı göğsüne çekti. Dişlerinin arasından tıslarcasına "Kaybolun!" diye emrettiğinde gölgemdeki fazlalıklar, rüzgarın etkisiyle silinmişlercesine yok oldular. Geriye sadece bana ait olan hakiki gölgem kalmıştı. Üzerimdeki yükte onlarla birlikte kaybolmuşçasına hafiflemiştim. Tehdit edercesine çıkan ses birkaç heceyle bile ölülere tüyler ürpertici bir uyarıda bulunabiliyordu. Sanki ona itaat edilmezse gazabını üstlerine salacaktı.

Onca saldırganlık içermesine rağmen nasıl hoş bir tınısı olabilirdi?

Emniyette olduğumu anladığımda gözlerim kendiliğinden kapandı.

Her şeyi bir maskenin altında saklayabilirdi ama kokusunu maskeleyemezdi.

Dinlenmek için iki saniyeliğine kapattığım gözlerimi gerisin geri açtım. Elimle omuzlarımı tutmayan devam eden adamın kollarını iteledim.

"Dokunma" Yine dikenlerimi çıkarıyordum. Arkama bir kez olsun bakmayarak köye girdim. Gideon ona ne kadar rahatsız edici hareketlerde bulunursam bulunayım bana karşılık vermiyordu. Sanırım himayesi altında küçük bir kız çocuğu olduğumu düşünüyordu. Beni korumak görevlerinin arasındaydı. Bir lider olarak sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlendirilmişti. Söylediklerim ona bir anlam ifade etmiyordu. Hal böyleyken neden benimle uğraşacaktı ki?

Komik olma Alysa...


Büyükannenin ısrarlı sorularına üstün körü cevaplar vererek sonunda kaldığım odaya girdim. Sıkıntıyla derin bir iç çekerek toplanmamış yatağa oturdum. Tüm gece başımda mı beklemişti? Metus içeri daldığında Gideon anında onu haşlamıştı. Başından beri uyanık mıydı yani? iyide neden uyumamıştı ki? uyumasına engel olacak kadar kötü niyetli miydi peşime takılan ruhlar?

Az önce olanlar aklıma doluşunca yutkundum. Öteki aleme dokunulmaması gerekirdi. Ruhlar özünü canlı canlı yiyerek, bedenine sahip olmaya çalışacaklardı. Sadece bu değil. Aklınla oynayıp sana halüsinasyonlar göstererek işkence etmeyi de severlerdi. Onlarla iletişimini belli sınırlar içersinde tutmak kilit kısımdı. Çünkü sana verecekleri güçler bağımlılık yapabilirdi. Kaç kişi ruhlar tarafından delirtilmişti? bunu hesaplamamızın imkanı yoktu. Ve ben kendi hür kararımla onları içeri davet etmiştim. Gideon olmasaydı orada bana ne yapacaklarını düşünmek bile istemiyordum.

Beni defalarca kurtardığı için ona minnettar kalacaktım. Belki kulağa nankörce gelebilirdi ama sırf bu sebeple yaptıklarını görmezden gelemezdim. Ne yazık ki haksızlığa gelemeyen tarafımın önüne geçmeyi beceremiyordum.

Hala uykumu alamamıştım ama uyumaya da çekiniyordum. Sadece ruhlar değil, bugün olanlarda kabuslarıma konuk olacaklardı. Gerçi ne zaman kabus görmeden rahat bir uyku uyuyabilmiştim ki? dona kaldım. Böyle bir şeyi nasıl gözden kaçırırdım? neredeyse her gece kabuslarla bölünürdü uykularım. Fakat buraya geldim geleli neredeyse hiç kabus görmemiştim. Yıllardır yakamı bırakmayan rüyalar birden bire neden kesilmişlerdi? 

Düştüğüm alem kabuslarımı nötrleyecek kadar beynimi dolduruyordu. Yetmiyor gün içinde dinlenecek aralığı bile zar zor buluyordum. Başımı yastığa koyduğum anda kütük gibi uyumama şaşırılacak bir durum yoktu. Yorgunluğum kabuslarımı da engelliyor olmalıydı.

Kapı bir anda açıldığında kurduğum muhakemeden başımı kaldırarak, içeri giren Metus'a baktım. Bana bakmadan önce başını kapıdan dışarıya çıkardı. Sağa, sola baktı. Hareketleri oldukça şüphe çekiyordu. Birinden saklanıyor gibiydi. Sonunda kimsenin olmadığına emin olduğunda kapıyı örttü.

Kollarını birbirine dolayarak, sırtını kapıya yasladı. "Gideonun seni öldürmediğine şükretmelisin" diye giriş yaptığında kaşlarımı çattım. "Alışıktır o öldürmeye, yapar" deyince alaylı bir "Hah!" çekti. Odanın içinde volta atmaya başladı. "Kızım senin derdin ne? tüm sürünün önünde nasıl Gideona hesap sorarsın? onun pozisyonunu bu şekilde sarsmanın ne sonuçlar doğuracağını bilmiyorsun!" dudağımı dişlemeye başladım. Bir konuda kabahatliysem hep bunu yapardım. Robert'i öldürme mevzusunda haklıydım. Kendimi kaybedip sürüsünün önünde tartışma başlatmam hususuna değinecek olursak... pekala. Onunla baş başa konuşmayı tercih ederdim. Ama işler hep istediğimiz gibi yolunda gitmiyordu.

Bir, iki dönüşten sonra durdu. "Senin gözünde bizler sıradan katillerden farksızız"

"Hayır..." Elini kaldırarak, konuşmamı engelledi.

"İlk önce beni dinle. Yanılmıyorsun. Bizler katilleriz. Bu gerçeği hiçbir zaman inkar etmedik. Ne ben, ne de Gideon. Tek ayrım bizim isteyerek öldürmememiz. Anlayabiliyor musun? Buna mecburuz. Eğer elini kana bulayan kişiler biz olmazsak korumak istediğimiz şeyleri koruyamayız. Orta dünyaya geldiğinden beri nasıl bir hiyerarşi içinde yaşadığımızı anlamış olmalısın. Burada merhamet sadece zayıflıktır. Şayet öldürmezsek ne olur biliyor musun? sevdiğimiz her şeyi elimizden almak için sıraya girerler. Klanı yakarlar. Değer verdiğimiz kişileri gözlerimizin önünde yavaş yavaş öldürürler ve bizi öldürmek haricinde, en beter eziyetleri etmek sadece keyiflerini arttırır. Korunmak yada korumak istiyorsan güçlü olmak zorundasın. Dik durmak zorundasın. Kimsenin bileğini bükmesine müsaade edemezsin. En önemlisi gerektiğinde öldürmeyi bilmelisin"

Yüzünde kırık bir gülümseme vardı. Yaptıklarından hoşlanmıyordu, buna mahkum edilmişti. Karanlık tarafa girmiş birinin tecrübeleriydi bu anlattıkları. Çocuksu ifadesi bile gözlerindeki acımasızlığı silemiyordu.

"Dışarıda ne dedin sen?" işaret parmağı şiddetle kapıyı gösteriyordu. "Gideonu canavarlıkla suçladın"

'inan bana tek yaptığın şey sesini kesmek olmadı. Söylediklerini haklı da çıkardın!' söylediğim cümleler çekikle çakılıyordu zihnimin duvarlarına. Dudaklarımdan firar eden o kelimelerin acısı damağıma işledi. Bakışlarımı dizlerime indirdim. "Öyle söylemek istemedim. Ben yalnızca..."

"Yalnızca Robert denen şerefsizi öldürmesine delirdin"

"Ne olursa olsun kimsenin hayatı sebepsiz yere alınmamalı"

"Sebepsiz miydi gerçekten?" diye sorduğunda nefesim sekteye uğramıştı.

"A..ama ben gördüm"

"Neyi gördün? sadece Gideonun bıçağı kalbine saplamasını mı? hayır. Sen İon'un Gideonu uyarmak için bağırdığını, Robert itinin çorabına sakladığı bıçağı görmedin" olamaz. O adamın bıçağımı vardı? odaklanmaya çalışarak o sahneyi aklımda defalarca canlandırdım. İon'un bağırdığını çok net hatırlıyordum. O sırada şoka girdiğimden bunu neden yaptığını irdelememiştim ama bir bıçak görmediğime emindim.

Kötü bir şey söylemeye hazırlanıyormuşçasına derin bir nefes almıştı. "O bıçağın hedefinde sen vardın. Ölümü yüzünden Gideon'a baş kaldırdığın herif canını alacaktı!" tükürürcesine adını alıyordu ağzına. Ne kadar inkar etsem de muhtemelen anlattığı her şey doğruydu. Bakışlarımı kaçırdım.

"Ona sordum"

Huysuzca homurdandı. "Gideon asla yaptıkları için açıklama yapmaz. Onu suçlaman neyi değiştirir ki? dışarıdan kibirli gözükebilir. Bu hataya düşmen normal. Zira bu kanıya kapılan bir sen değilsin. Çocukluğumuzdan beri yanında olmama rağmen ben bile bazen davranışlarına anlam veremiyorum. Ama biliyorum ki o gerekçesi olmadan birilerinin canına kıymaz. Biz zevk için öldürmüyoruz Alysa! Bir yabancının gözünden bakma ona. Tanımaya çalış"

Tattığım hüznün yansıması vuruyordu vicdanıma. Yüzüne karşı neler söylemiştim herifin. Yetmemiş sürüsüne rezil etmiştim. Yaptıklarımın affedilecek bir yanı yoktu. Özür dilesem bile beni dinlermiydi ki?

"O adam beni öldürmeye çalışarak ne elde etmeye çalışıyordu?"

Omuz silkti. "Aramızda zarar verebileceği tek kişi sendin" zayıf halkayı seçmişti yani. Kurtlara olan nefretini benden çıkaracaktı. Bu aşağılık adamı birde savunmuştum! lanet olsun. Ne diye bana bıçaktan bahsetmemişti ki?

İçimdeki rahatlamaya garip garip baktım. Saatlerdir kendime onu haklayacak bir sebep arıyordum. Sonunda buna kavuşmuştum. Yine de bıçaktan bahsetmemesi benim kabahatim değildi.

"Ne yapmam lazım?" diye sordum. Pes etmiştim. Ne demek istediğimi gayet iyi anlayan Metus'un yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.

"Ruby ninenin sana öteki alemi açtığı doğrumu?" tek kaşımı merakla kaldırdım. Aklında ne vardı onun?...

Metus bana aklında ki planı detaylıca anlattı. Söylediklerini dinledikçe kaslarım gerginlikten düğümleniyordu. Yapmam gerekenleri maddelerken, her duyduğum satırın dayattığı felaket kemiklerimi iki büklüm ediyordu. Benden yapmamı istediği şeye inananıyordum! başlarda yapamayacağımı itiraf etmiştim. Fakat bu cesur tavrımla Gideonun yumuşacağını söyleyince zayıf yerimden vurmuştu. Bunun ne denli beni tehlikeye soktuğunun bilincindemiydi acaba!?

Ayaklarım geri geri gidiyordu ama sonunda dışarı çıkmıştık. Tıpkı tahmin ettiğim gibi köy halkı Robert'in nasıl öldürüldüğünü duyunca ayağa kalkmıştı. Her bir ağızdan ses çıkıyordu. Gideon ise karşısındaki karmaşanın asıl etkeni olmasına rağmen taş yutturuyordu önündekilere. Ona laf edemedikleri için grubun kalan üyelerine sözlü saldırı yapıyorlardı. Hepsi bir cevap bekliyordu. Öfkelerini tatmin edecek bir yanıt onlara yeterli gelecekmiydi bilmiyordum zira bu insanlar zaten uzun bir zulmün altındalardı. Bir de kendilerinden olmayan ırklar tarafından öldürülmek, bardağı taşırmıştı.

"Bizi cesetlerden canımızı alarak mı kurtaracaksınız!"

"Hangi hakla köyümüzden birini öldürürsünüz!"

"En başından beri sizi köye almamalıydık!"

Metus bana 'Ben sana söylemedim mi?' bakışı attı. Açıklama yapmaya çalışmalarına rağmen köy halkını öfkelendirmekten ileriye gidememişlerdi. Kimse Robert'in ihanetini kabul etmiyordu çünkü onu suçlamak için ellerinde bir kanıt yoktu. Ne bekliyorlardı ki? öylece kabulleneceklerini mi? ahalinin bu boyutta isyan etmesinin bir ucuda bana dokunuyordu. Gideon o adamı beni korumak için öldürmüştü. Yardım etmezsem tüm kabahat ona kalacaktı.

"Durun! kavga etmeyi kesin!" diye bağırdım. Sesim kalabalığa ulaştığında şaşırarak bana döndüler. Aklıma cübbemi içeride unuttuğum geldi. Hepsinin bakışları saçlarımdaydı. İçlerinden bazılarının ağzı beş karış açık bir halde bana baktıklarını seçebiliyordum.

Üstlerinde ki hayreti atmaları uzun sürmedi. Tanımakta zorlanmışlardı. 

"Bize ihanet eden o denli ırk vardı ki yine de size itimat etmeye karar verdik. Bu kararın bizim için ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz çünkü bizim yaşadıklarımızı sadece bir gün deneyimlediniz. Şimdi içimizden birini elinizde delil olmadan öldürdüğünüzü söylüyorsunuz. Nasıl inanalım? Robert deli dolu ve vurdumduymaz biriydi kabul. Tavırları nefretle yönlendirilmişti fakat bize ihanet etmezdi. Bizimle beraber o da saldırılara maruz kaldı" diğerleri de konuşanı onaylıyorlardı.

"Pekala. Biriniz bana kendi başınıza ortalıkta dolanmayın, köyün dışarısına çıkmak yasak emirlerinin defalarca tekrarlanmasına rağmen Robert'in ormanın içerisinde ne yaptığını söyleye bilir mi? üyelerimizden biri gizlice kaçarken onu yakalamış" kuşku en etkili silahtı. İnsanın beynine girdiği anda yok etmek koşulsuz şartsız bağlılık isterdi. Buradaki insanların kaç tanesi Robert'i çok iyi tanıdığını söyleyebilirdi ki? bir dakika önce bağırıp duran kalabalığın şu anda ağzını bıçak açmıyordu. Hiç kimse o herifi savunmak istemiyordu belli ki.

Bıkkınlıkla iç çektim. "İkna olmanız için ne söylersem söyleyeyim bundan sonra köydeki ölümler için bizi suçlayacaksınız. Bir ihtimal dile dökmeyeceksiniz ama o şüphe zihninizin bir köşesinde kıvranmaya devam edecek. Görüyorum ki aramızdaki güven köprüsü bu olayla birlikte yıkılmaya maruz bırakıldı"

Endişesi yüzünden taşan biri "Bu köyden gidiyorsunuz mu demek?" diye sordu. Soruyu duyan çoğu kişinin gözlerinde korkunun fitili ateşlendi. Sanırım onlar için değneğin iki ucu da bataklığa saplanmıştı. Telaşlarını yatıştırmak için tebessüm ettim. "Hayır. Sizi hortlaklardan kurtaracağımızı en başından söyledim zaten" tuttukları nefesi bırakmışlardı. Bir başkası "O zaman ne yapacaksın?" diye merakını yönetti bana. 

"Buradaki herkese köyün neden bu halde olduğunu göstereceğim" 

Toplulukta baş göstermiş uğultu silsilesi dalgalanıyordu. Herkes kendi arasında konuşarak bir ip ucu elde etmeye çalışıyordu. Geldiğimden beri bir kere olsun yüzüne bakmadığım Gideonun kaşlarının çatıldığını göz ucuyla yakaladım. Bu gereksiz cesaretimin altında yatan sebebi örseliyordu kendince. 

"Bunu nasıl başaracaksın?"

"Ben bir şamanım" bazılarının bembeyaz kesilerek bir adım geri atmasını üstüme alınmamaya çalıştım. "Bildiğiniz üzere şamanların diğer alemin ruhlarıyla iletişime geçme yetenekleri vardır. Ve burada hortlakların elinde ölmüş çok fazla kederli ruh var. Eğer onları çağırabilirsem köyde neler döndüğünü öğrenebilirim. Ayrıca güven duyabilmeniz için gördüklerimi sizinle paylaşacağım" bir nevi ruhlardan birinin zihnine gireceğim. Tamam. Böyle söyleyince kulağa acayip ürkütücü geliyordu. 

"Sikeyim senin çözümünü! onları kontrol edemez!" kalabalığın arkasından bir gürültü koptuğunda herkesin bakışları o tarafa döndü. Gelen ses çok kızgın bir ton barındırıyordu. Gideon, Metus'un yakasını kavramış ona bağırıyordu. Metus'un yüzünde ise ciddi bir ifade mevcuttu. "Başka şansımızın olmadığını biliyorsun!" ikisi de geri adım atmıyordu. Hangi konuda tartıştıklarını söylememe gerek yoktu.  

"Kes sesini!" Gideonun irisleri öyle bir kararmıştı ki gümüşi ışıktan eser yoktu. Ciddi ciddi Metus'u evire çevire dövecek gibiydi. Telaşla yanlarına giderek, Gideonun kolunu tuttum. "Gerçekten bunu burada yapmak zorunda mısınız?" merakla olayları izleyen insanları işaret ettim. Gideonun bakışları kolundaki elime düştü ardından gözlerini elalarıma mıhladı. "Daha onların varlığından ödün kopuyor. Ve sen şimdi bir hayaletin zihnine mi gireceksin? bunun nasıl bir tehlike barındırdığını aklın mı almıyor!?" bağırmıyordu, keşke bağırsaydı. Sesi bıçak gibi karanlığa iniyordu. Söylediği her bir hece dehşeti gün yüzüne çıkarıyordu. Nasıl korktuğumu çok iyi biliyordu.

"Tek başıma yapamam" diye fısıldadım. Duraksadı. Metus söylemeye çalıştığım şeyi devam ettirdi. Zaten bu fikride o aklıma sokmuştu. "Doğru. Ona yardım edersen tehdit altına girdiği anda Alysa'yı çekebilirsin" 

O aleme bir başıma girmeye cesaretim yoktu ama Gideonda benimle olacak olursa... yapabilirdim.

Dişlerini sıkarak "Şimdi inatlaşacak zaman değil!" diyerek ret etti. Öfkelenme sırası bana geçmişti. Her şeyi elime yüzüme bulaştırabileceğimi bende biliyordum fakat ufakta olsa hiç mi yapabileceğime inanmıyordu? Nereden geldiği bilinmeyen bir kırgınlık serpiştirilmişti kızgınlığımın üzerine. O derece mi işe yaramazdım gözünde? 

"Bizde onu diyoruz. İnatlaşmayı bırak! ya bana yardım edersin ya da oraya tek başıma girerim" çektiğim restten sonra gitmek için arkamı döndüm fakat daha bir adım atamadan bileğime sarılan parmaklar tarafından durduruldum. "Bu iki oldu" dedi. Anlamamıştım. Kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "Üç olursa sonucuna katlanırsın" deyip gözden kayboldu. Şaşkınlıkla arkasından bakıyordum. Yanaklarımda derin bir yanma mevcuttu. Bana anlatması için Metus'a baktım. Zaten yüzümdeki ifadeden ne bilmek istediğimi kavramaması imkansızdı. Sırttı. "Her seferinde arkanı dönüp çekip gitmenden bahsediyor. Ne zamana kadar sana sabırlı davranmasını bekliyorsun ki?" derken oldukça eğleniyordu.   

Ellerini iki kere çarparak dikkatleri üzerine çekti. "Evet baylar, bayanlar. Nöbet tutanlar yerlerinden ayrılmasın. Geriye kalanlar köydeki olayı öğrenmek için reisinizin evine toplanın lütfen!" ahali Metus'un talimatlarını takip ederek ayrılmaya başladı. Ben ise elimi kulağıma götürerek dokundum. Kulağım kavruluyordu. Gideonun sıcak nefesi hala üzerindeydi sanki.  

Göğsümdeki ağrıyı geçirmek için elimle ovuşturdum. Bu ağrıda nereden çıkmıştı? gözlerimi kapatarak, yatıştırmaya çalıştım zihnimi. Kalabalığın arkasından gidiyordum ki, ikinci kattaki hareketlilik dikkatimi çekti. Başımı kaldırdığımda büyükannenin son hızla perdeyi çektiğini gördüm. Ne zamandan beri orada durmuş bizi izliyordu? izdihamı gördüyse neden ilk gün ki gibi halkını yatıştırmaya çalışmamıştı? 

yoksa o da mı artık bize inanmıyordu?...


Nöbette olanlar haricinde bütün sürü içerideydi. Metus onları çıkış ve pencere taraflarını kontrol altına alacak şekilde hizalamıştı. Köydeki herkesin burada olduğu kesinleştirilmişti. Zira kimin suçlu, kimin masum olduğu hala bir gizemdi. Suçlunun kaçabilme yada saldırma ihtimaline karşı önlemler alınmıştı. Gideon ortadaki ateşin köz durumunda kalmasına dikkat ediyordu. Ruhlar için ateşi kullanacaktık. Perdeler çekilerek ortam karartıldı. Sadece közlerin kırmızı yansıması odayı loşça aydınlatıyordu. Metus "Ne görürseniz görün onlara yaklaşmayın. Korksanız bile yerinizde sabit kalın. Eğer ruhları kışkırtacak olursanız buradan biriniz bile sağ çıkamaz!" üstüne basa basa onları uyarıyordu. Zaten ruhları göreceklerini duydukları anda çoğu buraya geldiği için pişman olmuştu bile. Hepsi başını titrekçe sallayarak onayladı. 

Gideon elindeki demir çubukla koru karıştırıyordu. İçerideki insanlarla ilgilendiği pek söylenemezdi. Köz ateşi yüzünü aydınlattığı kadar saçları da sanki alevlerin ta kendisiymiş gibi parlıyordu. Onun bu asil duruşu çoğu köylüyü etkisi altına almıştı. Köyün kadınlarının beğeni dolu bakışlarına gözlerimi devirdim. Buraya ne için toplandığımızı çabuk unutmuşlardı. 

"Buraya gel" beni çağırdığını anladığımda yanına gittim. Benim bir adım var dememek için zor tutuyordum kendimi! Bir adım geri çekilerek "Otur" dedi. Önüne geçerek, bağdaş kurdum. Külün ve korun ısıttığı hava yüzüme vuruyordu. Gideonda arkamda bağdaş kurdu. Herhangi bir tensel temasımız yoktu. Sadece arkamda durması bile güç veriyordu bana. Ne yapmam gerektiğini az çok biliyordum. Ruby nineye merak edip ruhlarla nasıl iletişim kuracağımı sorduğumda bana anlatmıştı. Nereden bilebilirdim ki daha çıraklığımın ilk günlerinde ruh çağırma seansı yapacaktım? 

Başıma ağrı girdi. Resmen dolandırıcılıkla suçladığım medyumlara dönüyordum.

"Başla. Takıldığın yerde sana eşlik edeceğim" Gideon onay verdiğinde ciğerlerimi derin bir nefesle doldurdum. "Lütfen bağlantı kurduğumda veyahut bundan sonra gelişecek olaylarda sessiz olun" ikaz ettikten sonra kemerimdeki küçük torbalardan en sondakinin ağzını gevşettim. Bir avuç tozu alarak ateşin üzerine attım. Közlere dokunan toz 'Tısss' sesi yaymaya başladı ardından etrafa yaydığı sıcak buğu gittikçe düştü. Odanın içi soğurken karanlıkta güçleniyordu. Kırmızı köz, yeşil rengini alarak bir anda alev aldı. Tavana doğru patlarcasına yükselen yeşil alevler odada ki insanların ödünü kopardı. Bazıları çığlık atacakken elleriyle ağızlarını mühürlemişlerdi. 

Bu olanlar benim içinde bir ilkti. Belki onlar gibi benimde korkmam gerekiyordu ama garip bir şekilde sükûnetimi koruyabiliyordum. Gideon arkamda sessizce bekliyordu. Odadakilerin konumlarını hissedebildiğim gibi onun varlığını da sezebiliyordum. Zaten en baskın variyet ona aitti. 

Zehir yeşili ateş, habis bir duygu yayıyordu.

Gözlerimi ateşten ayırmadım. Zamanın; karanlık ve aydınlık arasındaki alacakaranlık periyoduna girmesini bekliyordum. Zira ruhlar sadece yaşam ve ölümün kıyısında görünürdü. 

Vakit gelmişti.  

"Burada mahsur kalan ruhlara sesleniyorum. Topraklara ekilmiş lanetin sebebini bana gösterin. Acı çeken ruhunuzun huzura kavuşması için içinizdeki sırrı üstlenmeme izin verin. Eğer benimle iş birliği yaparsanız size anlaşma sunacağım" onlardan beleş bilgi öğrenme gafletine düşecek değildim. Ruhlardan bir şey aldığında ağırlığınca geri vermek zorundaydın. Ve ben onlara özgürlük vaadi veriyordum. Sonunda ızdırap içindeki mevcudiyetleri huzura kavuşacaktı. 

Benim sesimi derinliklerin içinde duyan ruhlar sonunda tepki vermeye başladılar. Odanın ısısı artık nefesimin buharını görünür kılacak seviyeye inmişti. Ruhların belli bir cisimleri yoktu bu yüzden sadece gölgeler şeklinde duvara yansıyarak ortaya çıkmışlardı. Duvara yaslı halde duran herkes irkilerek uzaklaştı. 

"Yağ lambalarını yakın" Gideonun emriyle Metus ve İon salondaki yağ lambalarını tutuşturdu. Odanın içi birbirimizi göreceğimiz boyutta aydınlanmıştı. Ancak bu durumdan ruhlar bizim kadar memnun olmamışlardı. Evin içi zelzele oluyormuşçasına sallanmaya başladı. Delikli fanusların içindeki küçük alevler söneceklermişçesine titrediler. Ayakları olmayan ruhlar duvarların içinde yüzüyor gibiydiler. Tavana bile çıkmışlardı! dört bir yanımızı kuşatan hayaletler beni sersemletti. Sadece bir, ikisinin çağrıma cevap vereceğini sanmıştım. 

Yanılmışım.

"Kan" Gideon hatırlattığında çabucak önüme döndüm. Onları izlemek bir şey kazandırmazdı bana. Ruh çağırma seansını sürdürdüm. Zehir yeşili ateşe anlaşma için kan damlatmam gerekiyordu. Sağıma, soluma baktım ama kesici bir alet almayı unuttuğumu fark ettim! tırnağımla falan mı bir yerimi kanatsam acaba? duygularımda telaş tohumu filiz attığında birisi kolumu arkaya doğru çekti. 

Gideon?

Elimi tutarak, parmak uçlarıma doğru ilerledi. İşaret parmağımı kavradığında hala ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım. Odağım yeşil ateşin üzerimdeydi ama merakım üstün geliyordu. Bakışlarımı kaydırarak, göz ucuyla ona baktım. Parmağımı ağzına götürdü. Köpek dişleri normal bir insanın dişlerinden bir tık daha uzundu. Sivri ucunu işaret parmağımın üstüne hafifçe bastırdı. Acı o bölgeye tatlı tatlı yayıldı. Açtığı delikten çıkan kanı gördüm. İhtiyacım olan kanı bana sağlamıştı. Ne zaman tutmaya başladığımı bilmediğim nefesimi saldım. Elimi serbest bıraktığında yüzüne bakmadan önüme döndüm. B.. bu nedense acayip müstehcen gelmişti bana! 

Parmağımı ateşin üzerine sabitleyerek kanın kora düşmesini bekledim. Parmağımdan damlayan kan ateşin içine düştüğü anda cızırdadı. 

"Hazır ol" ne demek istediğini daha idrak edemeden bütün hayaletlerin ateşin başına üşüştüğünü gördüm. Yanı başımızda süzülüyorlardı. Yakınlıkları gözümü korkutmuştu. 

"Sakin ol, ben buradayım..." sakinleştim. "Güzel. Şimdi yavaşça gözlerini kapat ve sana göstereceklerini seyret" 

Ve yavaşça gözlerim kapandı...

-------------------------------------------

Göz kapaklarımın ardından ki karanlık, anında beni bir sahnenin ortasına sürükledi. Görüntüyü dışarıdan izliyordum. Geçmişe ait bu anıyı ilgilendiren bir oyuncu değildim. Sanki oradaydım. Görüyor, işitiyor, şahit oluyordum lakin soyuttum. Kulağıma ilk önce konuşan iki kadın sesi çalındı. Hala pusluydu manzara. Sanki birilerinin onları duymasından endişeleniyor gibilerdi. Sesleri kısıktı. içlerinden biri "Bu onları öldürmeye yetecek mi?" diye sorduğunda kanım dondu. 

Nasıl? gerçekten o mu? 

"Bu sıradan bir taş değil. Ne olduğunu bilmen de gerekmiyor. Ölüler mezarlarından çıktıklarında onları kimse durduramayacak. Ve sırayla diğer ırkların ilgisini cezbedecekler. Sende bunu istemiyor musun? o kendini beğenmiş canavara hadlerini bildirmeyi? işte fırsat eline geçti. Geldikçe gelecekler, öldükçe ölecekler ahahahahahaha!!!!" kadının boğukça çıkan sesi zevk alırcasına şakıyordu. 

"Peki ya köy halkı?"

"Onları kandırmakta sana düşüyor. Çoğunun ölmesi işimize bile gelir!"  kini katran karası kadar siyahtı. Yaptığı büyü sadece köylülere zarar vermekle kalmamış, tamda istedikleri gibi farklı ırkların ölümüne yol açmıştı. 

Pus kalktı. 

Konuşan iki kadının silueti gözlerimin önüne serildi. 

Baştan aşağıya siyahlara bürünmüştü. Zifiri saçları kambur sırtından aşağıya dökülüyordu. Gözleri nefretle kirletilmişti. Yüzü ölü kadar beyazdı. Tırnakları uzatılmış ve uçları ok başı gibi sivrileştirilmişti. Alnında, çenesinde kötülüğü simgeleyen dövmeler yapılmıştı. Giydiği elbise boğazına kadar onu kapattığı için vücudunun herhangi bir bölgesine başka işaret var mıydı bilmiyordum. Elbisenin üstüne tül şeklinde siyah dantel dikilmişti. Odadaki varlığı bile havayı sömürüyordu. Çürümüş gibi duran tırnaklarının arasında kan kırmızısı bir taş tutuyordu. Taştan gelen nabız sesiyle kaşlarımı çattım. Elindekinin ne cins bir taş olduğunu bilmiyordum lakin taş parlayıp sönerken bir insanın nabzını taklit ediyordu. 

Taşı sözleşme yaptığı kadına doğru şevkle uzattı. "Onu mezarların içinde bir yere göm. Cesedin yeni olduğundan emin ol. Et ve kirli kanla beslenecek böylece gücü daha çok artacak"  karşısındaki kadın tereddüt ediyordu. "Ne o? zavallı insan kalbin öldürmeye dayanamıyor mu? ne yazık" resmen alay ediyordu. Onu küçük gördüğü her anlamdan belliydi. Öfkelenen kadın taşı elinden kaptı. "Yapacağım" dediğinde siyahlı kadının gözleri bir anda değişime uğradı. Göz akını karanlık yuttu. Siyah renkli irisleri çentikleşti ve rengi alizarine döndü. Kadının yapacağı kötülükten güç alıyor gibiydi. Dudakları hazla kıvrıldı

"Büyülerimin geri alınamayacağını iyi bilmelisin"

Bu siyahlı kadını gördüğüm anda kalbim göğsüme sığmamaya başlamıştı. Nefret, kin, kötülük, acı ve daha sayamadığım her türlü pislikten besleniyordu. 

Anlaşma yaptığı kadınsa... Büyükanneydi...

-------------------------------------------

Biri boğazımı sertçe sıkıyormuşçasına nefes alamıyordum. Sahneden çıkarak, şimdiki dünyaya savruldu benliğim. Oturmama rağmen dik duracak gücü bulamıyordum kendimde. Tüm enerjim çekilmişti. Gideonun kucağına yığıldım. Böyle bir şeyin olacağını tahmin ediyor olsa gerek ki kolunu belime sararak, beni göğsüne çekti.

"Seni manipüle etmesine izin verme. Özüne tezat bir güçle karşılaştığın için bedenin ret ediyor bunu. Birazdan geçecek, nefesine odaklan güzelim" dediğini aynen yaptım. Gideon çenesini alnımın kenarına sürttü. "Şhii. İşte böyle" beni yönlendirdiği için daha kontrollü davranabiliyordum. Omzum göğsüne yaslandığından kalbinin atışlarını hissedebiliyorum. Hızlı ve güçlüydü darbeleri. 

Gözlerimin kenarlarına boğuluyormuş gibi hissettiğim için yaşlar dolmuştu. Odanın içinde büyükanneyi aradı irislerim. Yüzü katıydı. Kendinden asla şüphe ettirmiyordu. Köylüler ise şoka girmiş bir vaziyette ona bakıyorlardı lakin büyükannenin bakışları sadece benim üzerimdeydi. 

"Neden?" diye sordum.

Bir Kara Cadıyla anlaşma yapmıştı...


დ Bölümü ikiye mi ayırayım yoksa uzun mu gelsin dediğimde bu kadar çok HAYIR göreceğimi tahmin etmemiştim. sigsidlaafgd. Ben çabuk gelsinde ikiye ayrılsın diyeceğinizi tahmin etmiştim üstelik beni yanılttınız :D

დ Bu bölümde Alysa ve Gideon fazlamı yakınlaştı ne? hele o ısırık sahnesi :D

დ Sizce büyükanne neden ihanet etti?

დ Bölümde en sevdiğiniz kısım neresi oldu?

დ Büyüyü nasıl bozacaklar?

დ Merak ettiğiniz sorular var değil mi? Robert işin neresinde? büyüyü nasıl bozacaklar? köy halkı Alysanın gördüklerini nasıl gördüler? v.b. bu sorular daha sonra açıklanacak. 

 B İ R  S O N R A K İ   B Ö L Ü M D E ! ! !

VOTE ve BOL BOL YORUM BIRAKMAYI UNUTMAYIN <3  




Continue Reading

You'll Also Like

15.4K 909 69
⚜️ WATTYS 2022 KAZANANI ⚜️ -Hükümdar Serisi- Tanrıça, evrenin parçalarından altı kadın yarattı. Onları yüce kıldı. Evreni doğumla ödüllendirdi. Yara...
2.2K 569 25
...TAMAMLANDI... Asia Diaboli Richardson Tenebris örgütünün bir numaralı seri katili Uzak Doğu'ya gönderilmiş küçük bir kız çocuğuydu. Elçi William...
3.6M 300K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
6.9K 793 23
Cahiliyet, halkımızı yok etti. Bu savaşta, bu özgürlük savaşında binlerce Osmanlı kazığı üzerinde asker ve duygularımı kaybettim. Padişahların kurduğ...