KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄UYANAN ÖLÜLER

41.9K 3.8K 1.5K
By endless_Q

Multi media : LP - Lost On You

Bölümü bu şarkıyla yazdım. Sizde bana şarkı önerebilirsiniz ;)

▏₰ Alysa

Tamamen boşalmış midemden geriye, arada sırada nüks eden ufak kasılmalar kalmıştı. Bir dakika kadar önce bakışlarımı Gideonun yüzünden çekmiştim. Ay ışığıyla bütünleşmiş irislerinde ki gümüşi şavk, buz keserek bir katilin cellatlığına bürünmüştü. Öldürdüğü şey bir canavardı. Bizi kurtardığı için bir tarafım ona minnettardı. Lakin o canavarın kafatasında delik açarken olsun, canavarın gözlerindeki yaşam ışığı sönerken ya da ruhunu kaybetmiş ceset yere devrilirken. Tüm olanları kapsayan kısacık zaman dilimini... zevk alarak izlemişti. 

O hali.. beni canavarın dehşetinden daha çok korkutmuştu.

Omzuma dokunan elle yerimden zıpladığımda "Şhii, korkma benim" diyen Metus'un sesini duyarak, rahatladım. Çabalamaktan boncuk boncuk terlemişti.  Mantikor olarak çağırdıkları canavarın kuyruğunu, tereyağından kıl çekermişçesine kestiğini hatırlıyordum. Bunu yaparken tereddüt etmemişti. Kontrollü ve tetikte hareket ederek istediğini almıştı. 

ikisi de oldukça soğuk kanlıydı. 

İkisi de öldürmek için saldırmıştı.

Tüm bunları kabul ettiğim halde neden Metus'un yanında hala gevşeyebiliyorken, Gideonun yaklaşmasının düşü bile ödümü koparıyordu?    

Çünkü Eğleniyordu.

Sürüsündeki kişilerin tek derdi hayatlarını o canavarın pençesinden kurtarmaktı. Bir ölüm kalım savaşıydı yaşadığımız. Metusun isteğinin de arkadaşlarından ayrı olduğunu sanmıyordum. Onlar mantikor'un karşısında kan ter dökerken, Gideon sadece oyun oynuyordu. İşte onu ötekilerden ayıran odak nokta, burasıydı. Minicik olmasına rağmen etkisi, boynuna geçirdiğin intihar ipi kadar yıkıcıydı.   

"Al, ağzını çalkala" elinde tuttuğu matarayı uzattığında itiraz etmeden aldım. Birkaç kere ağzımı çalkaladıktan sonra suyu tükürdüm. Kuruyan boğazımı ıslatmak için de iki yudum aldım. Matarayı ona geri uzattığımda, kamp alanında gözlerimi gezdirmeye başladım. Omzu delinen adamın başında bir kişi vardı. Aldığı darbeyle ormanın içerisine süratle uçan ise, kafasına takılmış ot ve yapraklarla birlikte çalılıkların arasından çıkmıştı. Kırık, çıkığı yokmuş gibi duruyordu. 

"O mutant bizi fena hırpaladı" hakareti ses tonuna bile yansıyordu. Çuvalladıklarını anlatırcasına başını iki yana sallarken, bir yandan da somurtuyordu. "Gideon bunun için bizi kötü azarlayacak" kaşlarımı çattım. "O şeyin saldıracağını bilemezdiniz. Geldiğini göremedik bile!"

İç çekti. "Alysa fark etmemiş olamazsın. Gideon en başından beri mantikor'un varlığını sezmişti" Düşündüm. Gideon ağacın dalında otururken tüm olanlara hakimmiş gibiydi. Sanki mantikor'un bir anda saldırmasına şaşırmamıştı. İyide, neden kimseyi uyarmamıştı? tüm bu olanlara izin vermişti! onun yüzünden kaç kişi yaralanmıştı? içimizden biri ölebilirdi bile!

"Bu duruma akıl erdiremiyorsun değil mi? için Gideon'a öfkeyle doluyor. Olanlardan onu suçluyorsun"

Kaşlarımı yapabilirmiş gibi daha çok çattım. "Benimle aynı fikirde olmalısın. Tüm kabahat onda!" karşı çıkarcasına kaşlarını yukarı kaldırdı. "Hayır. Gideonun kendince yöntemleri var"

"Bahsettiğin yöntemler insanların hayatını tehdit ediyor! buna nasıl katlanabilirsiniz?!" üzerine basa basa, hak verdiği yöntemlerle alay etmemi sorun etmiş gibi durmuyordu. 

"Bak Alysa. Bazı durumlar gördüğümüz kadarıyla sınırlı kalmaz. Gideon sürüsünü eğitmek için bizi tehlikeye atıyormuş gibi gözükebilir ama dediğim gibi bu sadece buz dağının görünen kısmı. Sürü zayıf olursa sadece kendilerine değil klanlarını da riske atarlar. Hazır olmamız için bunu yapmak zorunda. Hem işler ciddiye bindiğinde biraz önceki kadar hızlı olabiliyor"   

"Ben... ne düşüneceğimden emin değilim Metus" kafam allak bullak olmuştu. Sürüsünü neye hazırlıyordu? Metus gibi öbürleri de Gideon'a hak veriyorlar mıydı? gerçi itiraz edeni görmemiştim. Herkes sessiz bir kabulleniş yaşıyordu. "Şuanda senden bizim kurallarımızı anlamanı beklemiyorum. Tecrübe ettikçe anlamsız gelen her şey bir anda mana kazanacak. İşte o vakit bizden biri haline geleceksin"  

Ağzından çıkan her bir kelime, arkasında bir gizem barındırıyordu adeta. Ve ben düğüm atılmış engelleri özgürlüğüne kavuşturmak konusunda kendime güvenmiyordum. Elimle, saçlarımı geriye doğru attım. Bir türlü sakinleşemiyordum. Gidip Gideon'a çatmama ramak kalmıştı. En iyisi aklımı başka hususlara yormaktı. "Bahsettiğin öncü kurtlara ne oldu peki? bana uluyarak birbirinizle iletişime geçtiğinizi söylemiştin. O halde neden mantikor konusunda haberdar etmediler? yoksa çoktan öldüler mi!?" 

"Hayır, ölseler anlardık. Mantikor onlar gittikten sonra gelmiş olmalı. Öncü birlikleri her ne kadar bizi, yolumuzdaki tehlikelerden korumak için oluşturulmuş olmasalar da tetikte beklemek zorundayız. Şimdiki gibi ihlaller olabiliyor" 

Dinlenmeye karar verene kadar ki yolculuğumuz boyunca sürünün gözlerinin çevremizden ayrılmamasının nedeni ortaya çıkmıştı. Doğdukları günden beri bu vahşetin içinde mi hayatta kalmaya çalışıyorlardı? o mantikorlardan biriyle kaşı karşıya kalmak, neredeyse kalp krizi geçirmeme vesile olacaktı. Kalash klanının bütün mensupları ise onları görmekle kalmıyor, birde onlarla savaşmak zorunda bırakılıyordu. Herkes beni kendi dünyamdan uyandırmak için dürtmüştü fakat ben gözlerimle görmeden onlara inanmakta zorluk çekmiştim. İşte şimdi şahit olduğum her şey bana insan hayatının kısalığını ve çok kolay biçimde gasp edilebileceğin teyit ettiriyordu.

"Şunların içine bakabilir miyim?"

Sinsi bir istila için hazırlanan kaygılarımın beni kendi kuytularına çekmesine müsemma göstermeyerek, odaklanmaya çalıştım. Metus'un kemerimdeki torbalara baktığını gördüğümde "Tabi" diyerek ona izin verdim. Ruby nine, Yulier'e yanımda götürmem için dört ufak torba vermişti. Yumuşak bir kumaştan yapılan kesenin içinde farklı farklı otlar vardı. Ağızları kendileri gibi kahverengi bir iple dolandırılarak, bağlanmıştı. Kemerimdeki bağcıklarını açarak, torbaları sırasıyla ona uzattım. İçindeki otun ne olduğuna bakıp, aradığını bulmaya çalışıyordu. Uzun otlar şeklinde yaprakları olan torbayı açtığında "Buldum" dedi. 

"Hemen döneceğim" Elindeki torbayla hızlı hızlı yürüyerek, omzundan sokulan adamın yanına gitti. Torbanın içinden aldığı otu adama uzatarak bir şeyler söyledi. Acıdan gözleri bayık bakan adam güçlükle otu alarak, ağzına attı. İyice çiğnedikten sonra bulamaç haline gelen ot topağını yarasına bastırarak, acıyla inledi. Ruby ninenin gelmeyeceğini öğrenen Metus'un onca yaygarası asılsız değildi elbette. Bu tarz durumlarda yaralılara bakması gereken bir şifacı olmazsa olmazdı. O otun ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu ama Metus'un ya da ötekilerin olduğunu biliyordum. Böyle bir dünyada doğmuş her çocuk için en azından küçük ama azımsanmayacak gerekliliği olan bitkileri öğrenmek mecburiyetten geliyordu. Metus'un yaptığı işi şuanda benim yapmam lazımdı ancak yeterli seviyeye gelene kadar bana yardımcı olmaları zaruriydi. 

Daha köyle ulaşmadan yaralılarımız vardı. Gerçekten oraya sağ sağlim varabilecek miydik? ormanda bu tarz yaratıklar varken Ulağı bile tedirgin eden şey, öteki klanların başaramadığı görev neydi? on kişi... hayır. Benimle birlikte on buçuk kişiyle bu görevi, sahiden tamamlayabilir miydik? 

Eksilere düşen olasılıklarla, yılarak elimi alnıma vurdum. 

Öleceğiz....

𝔛

Aralıklarla bölünen birkaç saati uyuyarak geçirmiştim. Sırtıma batan minik taşların ettiği işkence, tenimde yürüdüğünü hissettiğim cılız bacaklı böceklerin kışkırtmaları, derinlerden gelen vahşi hayvanların sesleriyle bütünleşen geceden sonra dinlenmeyi bırak, daha da halsizleşmiştim. Şafağın ilk ışıkları yüzümü tamamen okşamadan uyandırılmış ve tekrar yola koyulmuştuk. Kısa bir yürüyüşün ardından serin havanın etkisiyle de üstümdeki mahmurluğu atarak yeni bir sabaha başlamıştım. Bugünün de, dünden iyi olmayacağını söyleyen iç sesime öldürücü bakışlar atarak, susmasını sağlamıştım. Klana geri dönede kadar her yeni günün tekinsiz geçeceğini zaten biliyordum birde onun yaramı deşmesine gerek yoktu! 

Kahvaltı bile yapmamıştık. Nasıl enerjik hissedebilirdim ki zaten? sabahın erken saatlerinde yedikleri biftek bile şuanda gözüme normal gelebilirdi, eğer olsaydı tabi.

Grubun önünde yürüyen Gideon'a kaçamak bir bakış attım. Şafağın kızıl ışıkları, şarap kıvamındaki saçlarına değerek, her bir telini can alıcı bir tona bürüyordu. Baştan aşağıya siyahla kuşanmıştı. Her zaman dik duran omuzları, her hareketinde kıpırdanan kaslı vücudu, belindeki bıçakları, kızların kalbini çalacak kadar yakışıklı suratı ve irislerinde öz güven dolu keskin bakışlarla tam bir eskiçağ prenslerini andırıyordu. Mantikor'u devirdikten sonra bir kez olsun yüzüme bakmamıştı. Onun için bir anda görünmez olmuştum. Ondan korktuğumu ve yanıma gelmemesini gönülden istediğimi sanıyordum. Halbuki gelmesini beklemiştim. 

Madem ki isteği bu yönde bende buna uyardım. Gel gör ki onunla aynı evi paylaşıyordum. Ev sahibimle bulunduğum olumsuz gidişat beni rahatsız ediyordu. İkili bir anlaşma içinde olduğumuzu varsayıyordum ve ben aramızdaki gerginliği elle tutulur biçimde seziyorum. Kopma noktasına gelirsek ne olacağını öngöremiyordum. Merakım hat safhadaydı. Acaba ondan korktuğumu anladığı için mi benden uzak durmaya gayret ediyordu? 

Yersiz yersiz konuşma Alysa! ben Gideonun hayatında kimdim ki bu kadar ince düşünecekti. Korkmuş, zayıf ve işe yaramayan biriyle daha fazla uğraşmak istememiş olmalıydı. Kalbime giren bu sancıda neyin nesiydi? 

Göz ucuyla ona tekrar baktım. Acaba hakkımda gerçekten böyle mi düşünüyordu? yanağımın içini, tıpkı duygularımı kemiren düşünceler gibi dişledim. Öyle olmasa bile eline farklı düşünmesi için ne vermemiştim ki?! Kendimi her seferinde nasıl rezil ettiğimi anlamasam da bildiğim tek bir şey vardı. Kepaze olduğum her olay Gideonun dibinde bitiyordu!

"Köy göründü!"

Heyecanlı çıkan sese bizde eşlik ederek, başlarımızı kaldırdık. Ormanı arkamızda bırakalı çok olmadığı için hala yüksek kesimlerdeydik. Yokuş aşağı inen yol önümüzde uzanırken, kaosa yuvarlanmış köyü zorda olsa seçebiliyordum. 

Aşağı inip, ana kapıyla aramızda pek bir mesafe kalmadığında, ayrıntılarıyla incelediğim köy karnıma kramplar sokmuştu. 

Gördüklerimden hoşlanmamıştım. 

Köy neredeyse ıssızlaşmıştı. Birbirlerinden oldukça uzak olan evlerin çevresi kırık, dökük çitlerle sarılmaya çalışılmıştı. Lakin çitler eskimiş ve... ve sanki dışarıdan gelen birileri tarafından parçalanmıştı. Kuru dallardan biraz daha güçlü olan çeper, üzerine aldığı darbelere çok dayanamamış, devrilmişti. Evlerin duvarları tırmık izleriyle doluydu! boya sivri tırnaklarla kaldırılmış, yarısından fazlası sökülmüştü. Yüzümü yalayıp geçen meltemle, ürperdim. Bu yer... korku filmlerimden hortlamıştı sanki!

Çatılardan fırlatılmış olduğunu varsaydığım kırık kiremitler her yerdeydi. Evlerin duvarına tırmık, kürek yada kalın odunlar yığılıydı. Arazinin dışında, henüz kazıldıkları yaş olan topraklarından belli olan tepecikler oluşturulmuştu. Üç adam, sıra sıra yapılmış tepelerin yanında yeni yerler eşiyorlardı. 

"Onlar orada ne yapıyorlar?" ortaya sorduğum soruya kimseden cevap alamayınca, yanımda duran kişiye bakmak için döndüm. Gümüş renkli irisler, elalarımı delercesine beni gözetiyordu. Yutkundum. N.. ne zaman yanıma gelmişti? iki saniye daha bana baktıktan sonra gözlerini uğraşlarına devam eden adamlara çevirdi. 

Bende cevabımı o dakikada aldım. 

"Mezar kazıyorlar"....

𝔛

Köyün girişinde birilerinin bizi fark etmesi için bekliyorduk. Özel mülk sayılan arazilerine başka bir grup olsa umursamadan dalardı lakin Gideonun kuralları vardı. Güçlünün kazandığı bu çağda garip bir şekilde seçkin sınırları esas alıyordu. Birisi bizi içeri davet edene kadar sürüsünden kimse köye girmeye cesaret edemezdi. Daralan göğsümü rahatlatmak için derin bir nefes aldım. Uyuşan parmaklarını kıpırdatarak, rahatsızlığımı gidermeye çalışıyordum.

Parmaklarım buz kesmişti.

Bu köy.. üstüme çöküyordu. Kalabalık olduğumuzdan olsa gerek kısa sürede bizi gören köy ahalisi rahatsız bakışlar atmaktan geri durmamışlardı. Metus'un insanlara sinir oluşunun nedeni kanıtlarla önümüzdeydi. Cidden gördükleri en çirkin şeylermişiz gibi bizi süzüyor, yetmiyor yüzlerini ekşitiyorlardı. Gerçekten yardım etmemizi istiyorlar mıydı bunlar?

Toplanan kabalığın sebebini merak eden halk, neredeyse bütün işlerini bırakarak dışarı çıkmıştı. Elliden sonrasını saymayı bıraktığım zümrenin irdeleyen bakışlarını, dik dik bakarak karşılıyordu sürü. İki tarafında ilk adımı atmaya niyeti yoktu. Büyük bir kavgaya karışmadan önceki son sessizlik gibiydi bu tavırları. Birbirlerini tartıyor gibi gözüküyorlardı. Buraya neden geldiğimi hatırlayarak birkaç adım öne çıktım. Bu hareketim onları tedirgin etmiş, saldırmak için duruş almalarına sebep olmuştu. 

"Bizler Kalash klanıyız" bunu söylediğime inanamıyordum. Onlardan olmadığım halde, onlardanmışım rolü yapmak zorundaydım. Sonuçta buraya ikili ilişkileri düzene sokmak için yollanmıştım. Klanın ismini duyan kalabalık kendi aralarında fısıldaşmaya başladı. Söyledikleri her şey diğer boğuk seslerin arasında kayboluyordu. Bazen gözlerdeki ayna dilden daha fazla konuşurdu, şimdide olduğu gibi. Korku, tiksinti, nefret, umut... her türlü duygu yansıyordu.

"Buraya size yardım etmek için geldik--" konuşmama izin vermeyen gruptan biri "Sizin diğer gelenlerden ne farkınız var? tek yaptığınız bize güven vererek, başımızdaki belayı halledeceğiniz palavralarını atmak! buraya sizden önce onlarca kişi geldi. Hepsi de pes ederek evlerine geri döndüler. Her geçen gün köyümüzden onlarca insan ölüyor ama onlar kaçmayı seçerek bizi ölüme terk ettiler! sizin de o korkaklardan olmayacağınızı nereden bilelim!" diye bağırarak sustuğunda, ötekilerde hak verircesine konuşan şahsı onayladılar. 

"Bakın korkunuzu anlıyorum ama--"

"Yalan! bizi anlamıyorsun! ne sen, ne bir başkası! aylardır bu haldeyiz. Perişan olduk! yiyeceğimiz tükendi! yakında sadece ölüm nedenimiz o yaratıklar olmayacak! sizin gibiler sadece kendilerini ve alacakları parayı düşünüyor!"

"Ulan buraya size yardım etmek için gelende kabahat!" Metus öfkeyle üstlerine yürüyecekken, kolumu kaldırarak ilerlemesine engel oldum. Bu tavrı kalabalığı daha da kışkırtmıştı. "Ne söylediklerini duymuyor musun!? bırak ağızlarını, yüzlerini dağıtayım!" sıktığı dişlerinin arasından söylenirken, onay vermem için bana bakıyordu. Cübbemin izin verdiği kadarıyla ona çevirdim gözlerimi. 

"Yeter. Müsaade ette halledeyim" ses tonumdaki ciddiyeti algıladığında küçük bir şaşkınlık geçirse de geri çekildi. Bu insanları anlıyordum. Aylardır çile çektikleri yetmemişçesine, her umutla gelen grupla birlikte hüsrana uğramışlardı. Başlarındaki bela yüzünden ekip biçemedikleri için şimdide kıtlıkla sınanıyorlardı. Yerlerinde kim olsa bir yerde kopardı. Sesimi biraz daha yükselterek kolay kolay itiraz etmelerini engellemeye gayesine girdim. Baskın olmazsam beni hafife alırlardı.

"Onca mesafeyi kavga etmek için katetmedik! başınızdaki beladan sizi kesinlikle kurtulacağız diyemem. Ama elimizden geleni yapacağımızı bilmenizi istiyorum. Belki aranızda hala bize inanmayanlar olacaktır, olabilir. İkna etmek için her birinize methiyeler dizmeyeceğim. Unutmayın ki burada muhtaç olan taraf bizler değiliz! yardımımızı istediniz, bizde size yardım etmek için geldik. İki tarafın arasında düşmanlığı bir kenara bırakın. Eğer geri dönmemizi dileyecekseniz şu dakikada söyleyin. Daha sonra itiraz edecek olanları dikkate almayacağız!"

Sesimin herkese ulaştığından emin bir şekilde konuşmamı sonlandırdığımda, karşı çıkacak birileri var mı diye bekledim. Çaresizlerdi. Her ne kadar burada ahkam kesmeye çalışalar da aslında içten içe onları kurtarmamız için yalvaracak durumdalardı. Düzgün düşünememelerini çok görmüyordum zira tükenmişlerdi. Bir dakika dolduğunda, hala yaygara çıkaran birileri olmadığına göre bu kalıyoruz demek oluyordu.

"Açılın! açılın, hadi!" kalabalığı yararak, geçiş isteyen yaşlı bir ses işittim. Herkes kenara çekilerek hafiften kamburlaşmış, ağarmış saçlarını tepesinden sıkı bir topuz yapmış, elinde dayanak olarak kullandığı uzun bastonla yaşlı bir teyze gözüktü. Kırışıklarla dolu suratı, güneşin altında kalmaktan leke leke olmuş ve kararmıştı. El yapımı bir şal atılmıştı üstüne. Bedeninin yaşına rağmen zeytin siyahı gözleri yaşam enerjisiyle doluydu. Teyze kalabalıktan kurtulduktan sonra durarak bizi incelemeye başladı. "Kızım bu sürünün lideri sen misin?" diye sorduğunda gerildim. Acaba lider olmadığımı duyunca mırın kırın ederler miydi? yine de Gideon buradayken liderliği üzerime alacak değildim. 

"Hayır. Ben--"

"Sürünün dişi lideri o" yanımda bu zamana kadar sessizliğini koruyan adam konuştuğunda, gözlerini büyüterek baktım ona. Gideon yaşlı kadını izlemeyi sürdürdü. "Erkek lider ise benim" N.. ne diyordu o?! nasıl beni dişi lider olarak tanıtırdı?! hem böyle bir konuda yalan söyleyecek kadar mı önemliydi bu görev!? yaşlı teyze anında onun söylediğine inanarak, başını sallamaya başladı. "Bende bu köyün reisiyim. Köy halkının size şüpheyle yaklaştığına bakmayın. Hepsi yeni birilerinin gelmesini dört gözle bekliyordu. Evlerin halini görüyorsunuz ya daha fazla dayanacak gücümüz kalmadı. Bunun stresiyle ne dediklerini bilmiyorlar"

"Büyük anne! onları hemencecik kabul mü edeceğiz!?" 

Büyük anne olarak çağırdıkları reis, arkasındaki insanlara ters bir bakış atarak "Siz susun bakayım! hadi işlerinize! misafirlerimizle ben ilgilenirim!" diye yaşlılığının verdiği otoriteyle bağırdı. Böylece açtıkları ağızlarını gerisin geri kapatarak, dağıldılar. Büyükanne onlar tamamen gidene kadar arkalarından ters ters bakmaya devam etti. Ardından yüzünde hoş bir gülümsemeyle bize döndü. "Gelin, gelin. Benim evimde anlatayım başımıza gelenleri. Hem yol yorgunusunuz. Eminim ki açsınızda. Şansınıza yemeğimi ateşe daha yeni koymuştum" 

Onu takip etmemizi istercesine yürümeye başladığında, sonunda beklediğimiz izni alarak bizde peşine takıldık...   

𝔛

Büyükannenin evine gidene kadar yanından geçtiğimiz her ev, bir öncekinden daha beter hale geliyordu. Bazı evlerin yarısı yıkılmışken, bazıları ise tamamen toprağa karılmışlardı. Çoğu ev sadece tırmık izleriyle doluydu. Bunu tırnakları uzun bir yaratığın yaptığı aşikardı. Hangi hayvan yada bilmediğim tür, bu tarz bir yıkım gerçekleştire bilirdi? başlarına gelenleri delilleriyle görünce daha bir tırsıyordum. 

Diğer evlerin neredeyse kopyası olan eve girdiğimizde, büyükanne duvarlardaki gaz lambalarını yakarak, içerisini aydınlattı. Sağa, yukarı doğru çıkan merdivenler kurulmuştu. Dışarıdan öyle gözükmese de ev iki katlıydı demek ki. Evin içinde pek eşya bulunmuyordu. Ekin yapamadıkları gibi satacak bir şeyleri de olmayınca fakirlik kaçınılmazdı. Odanın tam ortasında, etrafına taşlar dizili bir ocak yapılmıştı. Üçken bir şekilde, eklemleri demir tellerle tutturulan eşyanın ortasından sarkıyordu küçük kazan. Altında nar gibi kızarmış odunlar hem evi ısıtıyor, hem de kazanı kaynatıyordu.   

Kazanın üstünden tüten dumanın kokusu tüm odaya yayılmıştı. Yarım günden fazladır açlıkla sınanan midemde tahammül edecek güç kalmamıştı. Üst üste dizilmiş eski minderleri, ocağın kenarlarına atarak "Oturun da yemeğimizi yiyelim" deyince sevinçten zıplamamak için kendimi zor tuttum. Sonunda boğazımızdan sıcak bir yemek geçecekti.  

On bir kişinin yetersiz olan minderlere sığmasına imkan yoktu. O yüzden üç minderi Gideon, ben ve Metus almıştık. Ötekiler kalanları arasında paylaştırmış, mindersiz olanlar ise umursamamış, yere çökmüşlerdi. Rahatsız toprağın üzerinde horul horul uyuyan bu adamlar için ahşapta oturmak lüks bile sayılırdı. Yarım saat öncesinde Mantikor'un saldırmasından bahsetmiyorum bile! olaylara adapte olma hızları müthişti!

Ağaçtan yapılmış kaselerin içine kazandan, kepçe kepçe doldurduğu yemeği hepimize dağıtıp en sonunda da yine tahtadan yapılmış kaşıkları uzattı. Çorbanın içinde azda olsa et parçaları vardı. Halk kadar zor zaman geçiren büyükanne bize karşı çok cömertti. Hele de bizim insan olmadığımızı bile bile. Ondan bir düşmanlık sezmiyordum. Yemeğimizin yarısına gelene kadar konuyu açmadı. Bende bu sırada karnımdaki açlık hissini bastıracak kadar yemiştim. 

Lakin hissettiğim başka bir hissiyat yakımı bırakmamakta kararlıydı. 

Dikkatimi yemeğe vermeye çalışarak, kürek kemiklerimin arasında buz kadar dondurucu, onlarca noktadan azat etmeye çalışıyordum kendimi. onlarda neydi öyle?

 "Size olayları en başından anlatmak en mantıklısı olacaktır" büyükanne olanların bahissini açtığında bizde tüm dikkatimizi ona verdik. Lakin hadiseyi öğrenemeden evin kapısı alacaklı gibi çalmaya başlamıştı. 

"Büyükanne! büyükanne aç şu kapıyı!" 

Bir erkeğe ait ses, evin tüm duvarlarında yankılanacak kadar güçlüydü. Sesinden de anlaşılacağı üzere hoş bir konuşma yapmak için gelmemişti. Büyükanne kaşlarını çatarak, oturduğu yerden kalktı ve kapıyı açmaya gitti. Kapıyı açtığı gibi kadını kenara çeken kırklı yaşlarda ki adam içeri girerek, nefretle kararmış gözünü üzerimizde gezdirmeye başladı. Arkasından birkaç kişi daha girmişti. Ellerinde tırmıklar tutuyorlardı. 

"Köyümüzden defolup gidin! sizin gibi canavarların varlığı yüzünden başımıza bu işler açıldı zaten!" adam içeri girdiği gibi hakaretler yağdırmaya başlamıştı. Kaşlarımı çattım. Büyükanne kapıyı kapatarak yanımıza geldi. "Bu ne saygısızlık Robert! evime nasıl böyle hadsizce girersin?!" 

Adam büyükanneye bakarak, parmağıyla bizi işaret etti. "Bunları evine aldığın yetmiyor birde kısıtlı yiyeceğimizden mi veriyorsun!? büyükanne bu canavarların bize yarardan çok zararı dokunuyor! yetmedi mi artık!? akıllanmanız için daha ne kadar kötüsü olması gerek!"

"Söylediğin sözlere dikkat et! ev benim evim! yemek benim yemeğim! kime vereceğimi sana mı danışacağım birde!"

"Bu şeytanın tohumlarını köyümüzde istemiyoruz!" adamın daha söyleyecek çok sözü vardı ancak Gideonun elinde un ufak olan çorba kasesiyle birlikte herkes susarak, sesin geldiği yere çevirdi başlarını. Elinden dökülen çorba sanki canını hiç yakmamışçasına suratı ifadesizdi fakat ben çorbanın ne kadar sıcak olduğunu biliyordum! kafamı karıştıran başka bir soru ise, çıplak elle o tahta kaseyi nasıl parçaladığıydı!

Gümüş renkli irisleri soğuk bir parıltıyla parlayarak, bakışlarını Robert denen herife çevirdiğinde oldukça ürkütücü gözüküyordu. Adam da bu bakışları görünce bembeyaz kesilerek, geri çekildi. İlk defa Gideonun bu şekilde irislerinin ışıldadığına şahit oluyordum. Buraya gelmeden önce dönüşen iki kurdun da gözleri aynen bu tarz bir parıltı yaymıştı. Gideonun gümüş göz bebeklerinin içine koyu gri çizikler atılmıştı. Çentik halini almış irislerinin parıltısı sadece gümüşi damarlara aitti. Gri olanlar karanlık kadar koyuydu. 

"Senin gibi bir çöpün nasıl olurda dili bu kadar uzun olabilir?" buram buram alay kokan cümleleri aslında içgüdüsel bir korkuyu aşılıyordu. Biraz daha zorlarsa adam arkasına bakmadan kaçacaktı. Ancak onu korkuttuğu gibi ötekileride korkutması işimize gelmezdi. Bunu ona söylesem bile şuanda beni dinlemeyecekti. Zira onu engellemek içimden de gelmiyordu. Büyükanne dışında herkes bize kötü davranmıştı. Üstelik hak etmekdikleri kadar hakaret de işitmişlerdi. Sabırda bir yere kadardı.   

"G.. gördünmü? işte onların gerçek yüzleri bu!"

"Adamlarını da al, evimden çık dışarı Robert! her şeyi mahvettiğin gibi bunu da mahvetme!"

"Ne yani onları değil de benimi kovuyorsun!?"

Büyükanne kızarak adamın üzerine yürüdü. "Senden çok onların işimize yaradığı ortada. Şimdi çeneni kapat ve defol evimden!" adam öfkeyle burnundan soluyarak dışarı çıktı. Adamları da onu takip ettiler. Büyükanne kızgın bir şekilde kapıyı kapatarak bize döndü. Yüzü bizi gördüğü anda yumuşayarak eski haline geri gelmişti. "Onun kusuruna bakmayın. Tavrı size özel değil. Diğer gelenlere de aynı konuşmayı yaptı. Bir türlü durulmuyor. Onun adına ben sizden özür dilerim"  

"Kase için kusura bakmayın" Gideon büyükannenin özrünü görmezden geldi. Bunu anlayan büyükanne gülümseyerek "Olur öyle kazalar" diyerek yerine geri oturdu. Kaza falan değildi. Öfkesine yenik düşmüştü. O kasenin yerinde, Robert denen adamın kafasını kırdığını hayal ettiğine neredeyse eminim. 

İkide bir bölünen konuşmamıza bir türlü devam edememiştik. Büyükanne yeniden anlatmak için hazırlanırken, bu sefer dışarıdan peş peşe uluyan kurtların sesleri duyuldu. Tüm çevreye yayılan ulumanın içine eklenen hırıltılar gözden kaçırılacak gibi değildi. Zira ulumanın anlamını çözen sürü birden ayaklandı. Gideon kaşlarını derinden çatmış bir halde dış kapıya bakıyordu. Gözleri tehlikeli bir şekilde kısılmıştı. 

"Sanırım başınızdaki belayı siz anlatamadan biz zaten görmüş olacağız" Metus'un mırıldanmasıyla büyükannenin nefesi kesildi. "Geliyorlar mı?" dediğinde gerçekten korkmuş gözüküyordu. Gideon oturduğu yerden kalktığında, sürüsü de peşine takıldı. Kapıyı açarak dışarı çıktılar. Bir büyükanneye, bir açık kapıya bakıyordum. Bir yanım onu bu halde bırakmak istemiyor, diğer yanım ise dışarıdaki şeylerin ne olduğunu görmek istiyordu. 

"Sen git kızım. Ben iyiyim. Sürünün yanında ol" 

Sonunda karar vermeme yetecek onayı aldığımda dışarı fırladım. Diğerleri çoktan giriş kapısına ulaşmışlardı bile. Koşarak onlara yetiştiğimde, nefes nefese kalmıştım. Baktıkları yöne doğru başımı çevirdiğim de ormana giden yolu izlediklerini fark ettim. Etrafımızda, demir levhalara binlerce kişi vuruyormuşçasına çıkan metal sesleri yükselmeye başlamıştı. Garip bir uğultu da ona eşlik ediyordu. 

Boğazdan gelen derin homurtular.

Ağaçların içinden, yolun başından, kısacası dört bir tarafımızı çeviren bela görünmeye başladığında kanım çekilmişti. Kendilerinden önce kokuları burnuma dolunca anında elimi burnuma kapattım. Yer yer çürümüş etleri vücutlarından sarkıyordu. Gözüken kemikleri toprağa bulandığı için kirlenmişti. Etleri sadece soluk bir renge bürünmüş olan bedenlerin yeni öldükleri aşikardı. Kiminin kolu yada bacağı yoktu. Kafalarındaki saçlar dökülmüş, tel tel kalmıştı. Tırnakları! hepsinin tırnakları uzundu! hantal gözükmelerine rağmen oldukça hızlılardı. Aralarında insana benzer suretler olduğu kadar canavarlarında cesetleri vardı. İnsanlar, dört ayaklı canavarlar ve insanı andırıp hayvan uzuvlarına sahip olan onlarca ölü!

"Siktir, bunlar hortlak!"

Metus'un onlara seslenişini duyduğumda, yanılmadığımı bilmek beni hiç sevindirmemişti. Bu köyün başındaki bela; mezarlarından uyanan ölülerdi! 

Bu gerçek olamaz!

Ölü olan bir şeyi nasıl yeniden öldürebilirdin ki?! ayrıca sayıları azımsanmayacak kadar fazlaydı! onlarla baş edememelerine şaşmamak gerek! havada yükselen kemik kırılma sesleri, sürüden dönüşmeye başlayanlar olduğunu söylüyordu. Önden giden iki kurt hırlayarak ormandan çıkıp, ölülerin içine atladılar. Dişliyor, uzuvlarını koparıp fırlatıyor, kafalarını eziyorlardı. Hortlakların bir kısmı o iki kurda yönelmişti.  

"Kaç..."

Gideon belindeki bıçakları çekerek ilerlemeye başladı. Dönüşmeyenlerde onu taklit ettiler. Gümüş renkli irisler durarak, başını bana çevirdi. "...Kaç Alysa!" diye kükrediğinde hızlıca başımı sallayarak, bir kaç adım geri attım. Ardından arkamı dönerek büyükannenin evine doğru koşmaya başladım. Koşarken bir yandan da kalbim göğsümde deli gibi bir o yana, bir bu yana çarpıyordu.

Lütfen... lütfen onlara bir şey olmasın.

Büyükannenin evine daldığım gibi kapıyı hızlıca çarpıp, kapattım. Göğsüm körük gibi inip kalkarken, sırtımı kapıya yaslayarak, yere çöktüm. Dışarıdan gelen çığlıklar, kaçış sesleri, kurtların hırlamaları ve bıçakların rüzgarı yararken çıkardıkları sesler birbirine karışmaya başlamıştı. Hortlakların genizden gelen homurtuları ise herkesin kalbine korku salıyordu. 

Elini kalbimin olduğu yere götürerek, sıktım. 

Lütfen....

დ Bugün pek havamda değilim o yüzden bu kısmı geçiyorum.

დ Sizce Alysa'nın hissettiği o soğuk hissin sebebi ne?

დ Gideon ve diğerleri hortlaklarla baş edebilecekmi?

დ Hortlakların o köye saldırmasının nedeni ne olabilir?

დ Bölüm nasıldı, hoşunuza giden en çok hangi kısmıydı?

დ Vote ve Yorum bırakmayı unutmayalım lütfen...

Continue Reading

You'll Also Like

329K 36.4K 30
"Kime, nasıl bir kötülük yaptın da kollarıma düştün?" Büyük Cadı Avı'nda yakalanan Larina; ailesiyle birlikte yanmak üzereyken kendini yabancı bir ev...
145K 6.2K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
88.1K 7.8K 43
Her şey tek bir nedenden kaynaklanıyordu. "O" nerden bilebilirdi ki Vanya'nın sonunun, bu yüzden geleceğini...
2.3K 188 5
M. Ö. 209 – Esik, Orta Asya Mete Han, Çin'e karşı baskısını sürdürmektedir. Boy beylerini bir araya toplayarak son darbeyi indirmeyi planlamaktadır...