MAATTEESSÜF

By Pinktasticc

1.1M 65.9K 66.3K

Kafanızda kurguladığınız hayaller gerçek olsa ne yapardınız? Sanal bir ilişkiye ne kadar dokunabilirsiniz? "... More

TANITIM
1 -Sen-
2 -Ada-
3 -Öpücük-
4 -Kağan-
5 -Hoşgeldin-
6 -Saat-
7 -Fuar-
8 -Düğün-
9 -Duyarlı ol-
10 -Nakış-
11 -Hiç-
12 -Sevgi-
13 -Aile-
14 -Terk-
15 - Bilinç
16 - Teklif
17 -Delirmenin Seyhun'cası-
18 - Piknik
19 -Görücü-
20 -Bowling-
21 -Buruk-
22 -Hoşgörü-
24 -Kahve-
24 ek -SEYHUN-
25 -Masal-
26 - üç gün üç gece-
27 -Kabak-
28 - Yalan {part1}
28- Yalan {Part 2}
29 -Sanal-
Sefa & Seyhun
30 -Hayat-
-Maatteessüf-
31 -İlk Adım-
32 -Yakınken Uzak-
33 -Evcilik-
34 -Balayı-
35 - Ateşle Vals
35/2 -Ateşle Vals-
36 -Kabussaran-
37 -Prens-
38 -Karaoke-
Yeni Kurgu
39 -Heves-
40 -Teselli-
41 - Ayyaş-
42 -Akıl ve Kalp-
42/2 -Akıl ve Kalp-
43 -Öpersen Geçer-
-Alıntı-
44 -İlkler-
45- Taktik-
46 -Böcek-
47 - Taş, Kağıt, Makas-
48/1 -Bebek-
48/2 -Bebek-
48/3 -Bebek-
49 -Bar-
50 -Seyhun-
51/1 -Benimle Gel-
51/2 -Benimle Kal-
artık MAATTEESSÜF değiliz!
52 -Hayal-
Abi -Prolog-
53 -Yeniden-
54 - Düğün Dansı & Yazarı Sensin
54 - Çifte Düğün-
55 -Seninim-
Tamam mı, Devam mı?
-Kalplere Dokunmak-
56 -Huzur-
57 - Özgür -
58 -Viyana-
59 -Klip-
60 -Mutlu Sonsuz-
Final Görünümlü Mola
Biz Geldik
Bölüm Değişim Duyurusu
61 -İhtimal-
62 -Kanser-
63 -Yürek-
64 -Sadakat-
65 -Telafi-
66 -Taylan-
67 -Tanıdık Yabancı-
68 -Güven-
69/1 -Maskeli Balo-
69/2 -Maskeli Balo-
70 -İlkim-
71 -Zor-
72 - Kaos-
73 - Öpsen de Geçmez
74 -Güçlü-
74/2 -Güçlü-
75 -Ötesiz-
75/2 -Ötesiz-
76 -Belki-
77 -Hükümsüz-
78 -Beyaz-
Nerdeydik?
79 -Sümbül-
80 - Leo
...
81 -Zaman-
82 -Kriz-

23 -Umut-

11.5K 694 699
By Pinktasticc

Duyuru: Size güzel haberlerim var. Hikaye için facebook ve whatsapp grupları oluşturuldu.

Bu bölümün detay resimlerini facebook grubunda bulabilirsiniz. Bölüm ekledikçe ve vakit oldukça detay resimleri ve alıntılar ekleyeceğim. Grubumuzun adı, Maatteessüf / Wattpad. İlgili linki dış bağlantıya ekledim. Grupla ilgilecek olan kişi @Gamze-Merve

Whatsapp grubuna katılmak isteyen olursa @sahiplenmekgerek ile iletişime geçebilir.

Gruplarda yardımcı olan iki güzel insana da sonsuz teşekkürler.

*

Playlist: İndila - S.o.s (Mutlaka dinleyin)

James Blunt - You're Beautiful (Son kısım için- Bölüme uyumlu)

Multimedya: Ağaç Ev/Balkon

______________

Gece, saçma ve gereksiz rüyalarla geçmiş, sonu yine ölümün kıyısında kabuslara dönüşmüştü. Zorla uyanarak ablamı aramama rağmen odada yalnız olduğumu fark edince, peluş ayıma sarılıp kendi kendimi teskin etmeye çalışmıştım. Ablam muhtemelen balkonda yatmıştı, ben de ışık açık uykuya direnmiştim.

Güneş, karanlığı bir elbise gibi gökyüzünden sıyırırken kabusların korkunçluğu da silinmişti. Dün istemeden de olsa fazla gerilmiş olmalıydım. Uzun zamandır kabus görmüyorken bu geceki koşuşturmacamın başka anlamı yoktu.

Önce Seyhun beliriyordu yatağımın ucunda, elimden tutup beni dışarı çıkarıyordu. Çekinsem de, onunla birlikte yürüyordum. Sokakta bilmediğim yerler görüyordum, yavaş yavaş herşey yabancılaşıyordu. Seyhun, buranın İzmir olduğunu söylüyordu, gayet sakin bir ifadeyle.

Ardından festival gibi bir yer beliriyordu ve renkli ortama rağmen geriliyordum, etrafımızda dönen dünyayı bırakıp Seyhun'a bakıyordum. Öyle güzeldi ki, yüzünün her detayı ilk kez fark ediyor gibi büyülüyordu beni. Çok yakışıklıydı. Ela gözlerini gözlerime diktiğinde kalbim tekliyordu, sevgi dolu bir ifadeyle bana doğru eğiliyordu ve nefes almayı dahi unutmuş gibiydim. Beni öpmek üzereyken ben değişerek sarı saçlara sahip oluyordum ve kendime baktığımda Derya'yı görüyordum. Hemen ardından ordan sıyrılıp, ikisine uzaktan bakıyordum ve Seyhun Derya'yı öpüyordu. Yüreğimde gerçekcesine hissediyordum sızısını. Ardından can sıkıcı bir tartışma beni çıkmaza sokuyordu, sorunu çözemiyordum. Boğucu karanlık ve nefessiz kalan göğsümle boğuşuyordum.

Tekrar gözümde canlanan kabusu kafamdan atmaya çalışarak yataktan kalktım. Kabus görmemeliydim, bir şeyleri çok kafaya takıyordum. Aynaya geçip kendime baktım, gözlerimin altındaki morluklar sinir bozucuydu, yan profilden içe çökük yanaklarım da öyle. Sefa nadir olarak bana kızardı ve güzelliğime şükretmemi hatırlattı. Görüntüme gülümseyip yanımda olan herşeye şükrettim.

Amaçsız günüm, başka planlarla yön değiştirdi. Ben uyurken ablamlar çoktan yazlığa gitme kararı almışlardı. Bu değişiklik benim için de iyi olurdu, belki de bu yüzden düşünülmüştü.

Annemle babamsa ertelenmiş balayına gittiler, annemin bakışları kırgın olsa da endişesini dile getirerek, beni daha çok mahçup etti. Ben ona sebepsizce, beni düşündüğü için bağırmıştım yine de benim için endişeleniyordu. Annelik dedikleri bu olsa gerek.

Vedalaşırken ikimiz için de buruk bir sarılmaydı ama özür dilemeye cesaret edemedim. Birinden ayrılmak, hep huzursuz bir şeyler uyandırır içimde. Yokluk ve boşluk hissi insanın acizliğini yüzüne vurur.

Annem ve babamı uğurladıktan sonra eşyalarımızı toparladık. Ayımı yanıma alıyordum çünkü tekrar kabus görmekten korkuyordum. Büyük ayıyı koyacak poşet bulamadığım için kapıya indiğimizde Enes benimle dalga geçti.

İki araba gidiyorduk, Hakan abimin arabasında Enes ve Sude vardı. Ablam Sude'nin yanına oturduğunda, beni sessizce Seyhun'un arabasına yollamıştı. Açıkça söylemese de, kırgın olduğunun farkındaydım.

Şehri arkamızda bıraktığımızda önce Sille'de babamların restore ettiği, karşılıklı inşa edilmiş, cami ve kiliseyi dolaştık. Seyhun da bugün sessizdi, İsa abinin iş hakkındaki sorularını cevaplamakla yetinmişti. Bugün herkesi kendimden uzaklaştırmış olarak başlamıştı. Hem de dün geceki, güzel ve kafa karıştırıcı mesajlara rağmen. Bunları düşünmemeye çalışarak Şeyda ile arada sohbet ediyordum.

Dışı sıradan taştan yapılma Kilisenin içi aksine renkli ve canlıydı. Duvarlarda ve oval tavanda Hz.İsa ve havari figürleri çizilmişti. Elimi önümdeki resmin üzerinde gezdirdikten sonra, bize kiliseyi gezdiren dayıma döndüm.

"Burası harika olmuş dayı"

Dayım babamla birlikte çalışıyordu ve bu eski kilisenin başında duruyordu. Seyhun'dan birkaç yaş büyük olmasına rağmen, o da yaşını göstermiyordu ve bebeksi yüzünden dolayı yıllardır sakal bırakırdı. Artık böyle daha yakışıklı olduğuna kanaat getirmiştim veya alışmıştım. Ama her şekilde, etkileyici bir yüzü vardı. Sakallarının sivri biten ucu, onu Hacivata benzetmeme sebep oluyordu. Ya da yeni nesilde, Diriliş Ertuğrul.

"Bu resimleri yeniden mi çiziyorlar?" diye sordu Enes. Gözlerimi onun baktığı tavana çevirdim, Daha önce sadece televizyonda gördüğüm tasvirler bende hayranlık uyandırmıştı.

"Üstlerinden birebir boyuyorlar, ince iş" Tarihi eser değeri olduğu için hiç bir şey yıkılıp değiştirilmiyordu, sadece tadilat yapılıyordu.

Uzun olmasına rağmen kilisenin içi basıktı. Çünkü bizim camilerimizin aksine, kiliselerde küçük camlar vardı ve buranınki baya yüksekteydi. Bu yüzden sabah olmasına karşın yeterince aydınlık değildi, tavandan sarkan sarkıt avize ile aydınlatılıyordu. Girişin karşısında vaaz kürsüsü vardı, tahta bir korkulukla vaaz kısmı misafir yerinden ayrılmıştı. Filmlerdeki kiliseleri gözümde canlandırdım ve doğru yola dönmeleri için dua ettim.

Diğerleri dışarı çıkmaya yöneldiğinde, köşedeki küçük hücre dikkatimi çekti. Müze niteliğinde olduğu için, her detayın önünde, Türkçe ve İngilizce bilgilendirme kartı vardı. Bu da, 'Günah çıkarma hücresi'ydi. İçine girip inceledim. Aslında sadece oturabileceğim bir tabure vardı ve tüm alanı bu kadardı. Solumda duran siyah kadife perdenin ardında Seyhun'un sesini duydum.

"Sevgili peder, ben bir günah işledim" kikirdememi elimle engelleyip, boğazımı temizledim ve sesimi kalınlaştırdım.

"Anlat evladım. Ne tür bir günah?"

"Masum bir kalbi umutlandırdım farkında olmadan, bunun cezası nedir?" Sözleri, içimde minik bir yara açtı. Benden mi bahsediyordu, şakalaşmalarımızın ileri gittiğini ikimiz de idrak etmiştik ama soğuk olmak zordu, üstüne canımı sıkıyordu. Samimi olmak ama bunun ikimiz için de eskiden olduğu gibi olmasını istiyordum.

"O kişiye samimi ol, dürüstlük en büyük erdemdir. Gerekçelerini bilirse, anlayış gösterecektir"

"Beni yanlış anlamasını nasıl engelleyeceğim peki? Ben bir güneşin papatyaya olan yakınlığı gibi yaklaşıyorum ona, büyütecek kadar yakın ama yakmayacak kadar uzak. Ve bu her zaman mümkün değil, onu yakarsam ne olacak peder? Belki de tamamen bırakmalı, kendi gücünü keşfetsin" Sesindeki hüzün ve kararsızlık beni daha çaresiz kılıyordu. Gözlerimi yumarak gözyaşlarımı geri yolladım.

"Bırakma, güneşin papatyaya ihtiyacı olmasa da, papatya onsuz büyüyemez" Sıcağın beni susuz bıraksa bile. Düşünülecek ya da sorgulanacak bir durum kalmamıştı, benim yanımda olmaktan rahatsız değildi ama buna farklı anlamlar yüklememden korkuyordu. Muhtemelen dün, eskisi gibi davranarak bunu önlemeye çalışmıştı. Ancak ben aynı şekilde karşılık vermemiştim. Rahatsız olduğumu anladığı için de mesafe koymuştu. Bundan sonra ne olursa olsun umut beslemeyecektim.

Kiliseden ayrıldıktan sonra baraja uğradık. Baraj o denli güzeldi ki, sonsuz gibi görünen suyu seyretmek.. Denizi olan şehirdelerdeki insanların ne kadar şanslı olduğunu düşündüm bir kez daha. Su hayattı.

Enes'in tüm gün elinden düşürmediği kitap ilgimi çektiğinde ona takıldım.

"Seni kitap okurken görmek.. Sanırım dünyanın sonu geldi"

"Aman ne komik"

"Ciddi anlamda şaşkınım dostum. Bu kadar sürükleyici olan ne?" Enes pek kitap okumayan tiplerdendi, ders kitaplarını dahi elinde zor görürdük. Buna rağmen notları yüksekti, daima hocayı dikkatli dinleyen ve testlerle konuyu kavrayan biriydi.

Elindeki küçük yeşil kitabın ismini okuduğumda yüzümü kırıştırdım "Kokoliji, O bir roman mı?" kitaba uzandığımda, elini geri çekti.

"Gereksiz aşk romanları okumak mı? Hayır, bu bir psikoloji kitabı"

"Psikoloji kitabı, sen?" Bu kez Şeyda şaşkınlığını dile getirmişti.

"Evet ve çok ilginç şeyler var. Kendini keşfetmek isteyen varsa okuyayım ama daha eğlencelisi karşınızdakini keşfetmek"

"Bunu istemeyen var mıdır?" Sude hafif bir tebessümle Hakan abime baktı.

"Nasıl bir kitap bu?" Hakan abim de merak etmişti, hepimiz gibi.

"Şimdi size mizansenlerle sorular soracağım ve onlara verdiğiniz cevaplar, hayatınızdaki duygu ve davranışlarınızı temsil edecek"

"Nasıl yani?"

"Yani, sadece soruları cevapla Nisa. Sonucunu okuyunca anlarsın. Bu arada baştan uyarayım, verdiğiniz cevaplar hiç ummadığınız bir şey çıkabilir"

"Hadi hadi başla" diye üsteledi Şeyda merakla.

"Tamam. İlk soru, Çok nadir bulunan bir taşı bulmak için dağa tırmanmak üzere yola çıkıyorsunuz.

Dağ hakkında neler düşünüyorsunuz?"

Enes'in sorusunu biraz düşündüm. Diğerleri de benimle aynı durumdaydı.

"Aşmak fazlasıyla zor, hatta ulaşılmaz görünüyor. Nadir bulunan hazineyi çok derine saklamış olmalı ve bu dağda aradığını bulmak meşakkatli iş" Seyhun'un fazla karamsar olduğunu düşündüm.

"Bana öyle gelmedi. Bence güzelliklerini biraz deşince gün yüzüne çıkaracak" bu ablamın yorumuydu ve bence de böylesi daha mantıklıydı.

"Hiç bir fikrim yok" dedi Sude. Diğerleri de kararsız kaldı.

"Ben bunu anlamadım" Şeyda'nın itirafı üzerine Enes'e dönerek "Ee şimdi ne olacak?" diye sordum.

"Dağın, psikojide ne anlama geldiğini söyleyeceğim ama önce cevaplayanlar için ikinci soru;

Sonunda aradığınız taşı buldunuz. Ne tür bir taş bu? Taşın değerini tanımlayın"

"Küçük ama etkileyici bir taş, sonuçta ulaşmak için baya çaba gerekmişti. Bence parlak ve göz kamaştırıyor"

Bakışlarımı Seyhun'dan ablama çevirdim ama "Bilmiyorum, bana göre sadece bir taş, belki saklanacak kadar özel ama abartmaya gerek yok"

"Bense, taşa kolay ulaşmayı ama eşsiz olmasını diliyorum" sesli konuşmuştum. Hepimiz oyunu anlamaya çalışıyorduk. Enes sinsice sırıtıp kitabın arka sayfasını çevirdi.

"Şimdi anahtarlar. İlk soru; Dağ hakkındaki düşünceniz; babanızın, sizin gözünüzde nasıl biri olduğunu gösterir.

2, Taşı tanımlayan sözleriniz; kendi değeriniz hakkında hissettiklerinizdir" bakışlarını kitaptan kaldırdığında, sözlerini cevaplarla oturtmak bir kaç saniye aldı. Ve kahkaha ile güldüm.

"Seyhun, göz kamaştırdığını düşünüyor, küçük ama etkileyiciyim"

"Parlak ve göz kamaştırıran bir adet değerli Seyhun" Enes de bana katıldığında gülmekten yerlere yatmak üzereydim.

"Senin cevaplar daha ılımlı oldu Sahra" Seyhun, bize aldırmadan ablama tebessüm etti "Zira birileri, emek harcamadan eşsiz olacağını sanıyor" gözleri bana takıldığında gülmeyi bıraktım.

"O laf bana mıydı?"

"Kendini eşsiz hisseden kimse ona"

"Sanırım babamı duygularımda tanımlayamayacak kadar unutmuşum" Sude'nin hüzünlü sesiyle ona döndük. Dağ hakkında fikri olmadığını söylemişti. Hakan abim kolunu omzuna atarak onu teselli etti. "Olur mu öyle şey? Bu sadece bir oyun, gerçekliği tartışılır"

Neşemin tıpış tıpış yerine oturmasıyla, mantıklı yanım devreye girdi. Seyhun, dağı ulaşılmaz olarak tanımlamıştı.

"Neden babanın ulaşılmaz olduğunu düşünüyorsun?" Bakışlarım, ela gözleri bulduğunda yüzü ifadesizdi, nefesini verdi ve arkasını döndü. "Hadi gidelim, köyün yeni halini görmek istersiniz"

Tekrar arabaya bildiğimizden, aklım diğer arabadaki Seyhun ve hislerindeydi ancak iki dakikadan uzun sürmeyen yol düşüncelerimi kısa kesmeme sebep oldu. Yol kenarına park ettiğimiz arabalardan inerek meydana yürüdük.

Köyün evleri bir dağın eteklerine sıralanmıştı. Yollar gibi, belediyeye ait olan evler de restorasyona dahil olmuştu. Önlerindeki dere, evlerle karşı yoldaki mağaraları birbirinden ayırıyordu. Mağaralar, çok eskiden ev olarak kullanılırmış, ama şimdi dizi çekimlerinde kullanıyorlar; dağa kaçan eşkiyaların evi oldu kısacası.

Kültür bakanlığı, diziler sayesinde ünlenen Sille köyü için toplu restorasyon başlatmıştı ve babama göre büyük bir işti. Bundan dolayı da hafta sonu epey kalabalık vardı.

Köyü dolaşırken Enes kitabına devam etmişti.

"Aha, gizemli bir soru" boğazını temizleyip soruya geçti "Yıllardır kimsenin ayak basmadığı eski bir binadasınız ve yerin altına doğru inen bir merdiven keşfettiniz. Aşağıya doğru kaç basamak indiniz?"

Eski bir bina.. "Bana göre çok basamak var ama onları inmeye cesaretim yok" dedim fazla düşünmeden.

"Sonuna dek giderdim" Bu kez İsa abi dahil olmuştu. O konuşunca ablam sessiz kaldı.

"Sadece birkaç basamak inerdim ben de, sonuçta ne çıkacağını bilemeyiz" Şeyda'nın cevabına Sude ve Hakan abim de katılmıştı.

"Ya sen, göz kamaştıran mücevher?" Seyhun'a arsızca sırıttım, söylediğini yapacaktım ve onu fazla umursamayacaktım. Böylesi ikimiz için de daha güvenliydi.

"Bence epey uzun bir yol var ama sonuna kadar gidip neyle karşılaşacağımı bilmek isterim" Seyhun'un ifadesi ise daha soğuktu. Dünkü tavırlarımız yer değiştirmiş gibiydi, duruşunun onu karizmatik gösterdiğini inkar etmedim.

Enes, son kişiden de aldığı cevapla, kitaba döndü.

"Peki, basamakları indiniz. Derken; karanlığın içinden birinin sesini duydunuz.

Bu kişi yavaşça ağlayıp inliyor mu?

Yoksa sizinle mi konuşuyor?"

Bir süre herkes düşündü.

"Kesinlikle konuşuyor" dedim kendimden emin şekilde. Diğerleri fikirlerini söylerken sadece Seyhun'a dikkat etmiştim.

"Eski bir yerde unutulmuş, nasıl ağlamasın?" Gözlerime diktiği gözleriyle, nispet yapar gibi söylemişti.

"Anahtarlar; Terk edilmiş binalar ve yer altı odaları, gömülmüş anıları ve eski psikolojik yaraları sembolize eder.

Az sayıda basamak inenler, geçmişten daha az etkilenen insanlardır.

Çok basamak inenler, içlerinde derin yaralar taşırlar.

Diğer sorunun anlamı; Kendisiyle konuşan bir ses duyduğunu söyleyenler; eski acılarını bir madalya gibi göğüslerinde taşırlar.

İnleme sesi duyduğunu söyleyenler; zor zamanlarını yalnız geçirmiş kişilerdir"

Enes konuşmayı bitirdiğinde hâlâ Seyhun'la bakışıyorduk. Merdivenleri sonuna dek inmişti, derin yaralar... Ve ordaki kişinin kesinlikle ağladığını düşünüyordu, yalnız... Seyhun yalnız mıydı? Tüm alaycı ve neşeli hallerine rağmen? Her insanla bu kadar samimi olabilmesine rağmen?

"Bu cevapları neye dayanarak veriyorlar?" diye sordu ablam.

"Bence dayanağı yok"

"Yine de çok ilginç" Şeyda, Hakan abime karşılık söylemişti.

"Yazarı, psikoloji uzmanı ve herhangi bir olaya karşı verdiğimiz tepkilerin, içimizdeki hangi duyguyu çağrıştırdığını açıklıyor. Bence herkesin cevabı doğru çıkıyorsa, bu yüzyılın buluşu olur. Düşünsenize stratejik alanda, düşmanın gerçek düşüncelerini ve olası davranışlarını farkında olmadan öğrenebilirsiniz"

Enes'in teorisi üzerine Seyhun ona dönerek yarım bir gülümseme sergiledi. Ellerini rahat bir ifadeyle kot pantolonun cebine sokmuştu "Bunlar yüzeysel ve bir o kadar işe yaramaz bilgi tozlarından ibaret ve bu düşünceyle insanın derinine inmeye çalışanlar amaçlarına asla ulaşamazlar.

Renkli görüntüleriyle pazar tezgahlarını süsleyen hormonlu meyvelerden farksız bu bilgiler. Şekilleri güzeldir, sunum göze hitap eder ama ne tatları vardır ne de vitaminleri"

"O halde eğlencesine okuruz biz de. Devam edeyim mi?" Enes neşesini hiç bozmamıştı. Bilimsel olması bana göre de önemli değildi. Ama duygusal açıdan cevaplara anlam yükleyeceğimi inkar edemezdim.

"Evet"

"Hayır" Ben oyunu beğenmiştim, değişik ama ilgi çekiciydi. Seyhun ise cevaplardan kesinlikle hoşlanmamıştı. Ablamla Sude de hoşnut gözükmüyordu. Diğerleri, daha çok kafası karışık bir ifadedeydi.

"Sen soru sormayı bilmiyorsun, ver bakayım şunu bana" Şeyda Enes'in elinden kitabı alarak sayfaları karıştırdı. Bu sırada köyü bir tur dönmüştük ama zihnimde sorularla meşgul olmaktan etrafı pek inceleyememiştim.

Turizm sektöründe yer almasıyla, köye birkaç hediyelik eşya dükkanı ve yöresel lokanta açılmıştı. Meydandaki park, yeşillendirilmiş ve kamelyalarla piknik alanına çevrilmiş görünüyordu.

"İşte buldum. Bunda şıklar var" Şeyda neşeyle bağırdığında, açık söylemek gerekirse Enes ve ben dışında heyecan yapan olmadı. Ya ben? Evet, bir de Sefa'm dışında. Seni unutur muyum hiç..

"Hadi ama son bir tane daha. Bu çok hoş gözüküyor" Şeyda, önümüzden gidenleri ikna etmeye çalıştığında Hakan abim ve Sude "Tamam" diyerek Şeyda'yı dinlediklerini gösterdiler. İsa abi ise zaten hiç bir şeye itiraz etmeyen kişiydi.

"Hey, mızıkçılık yapmayın, hadi" Ablamla Seyhun'u kollarından tutarak Şeyda'ya dönemlerini sağladım. Bu sırada, köy ve mağaralar arasındaki köprüyü geçmiştik. Yolun karşısındaki mezarlığı görünce içim ürperdi ve hepsine toplu fatiha okudum. Enes ve İsa abi, mezarlığın duvarına oturmuştu. Sude mahzun şekilde mezarlığa bakıyordu. Ailesini hatırlamıştı, tıpkı benim gibi. Ama bu dünyanın gerçeğiydi, her ne kadar insanlar görmek istemeyip mezarları gözden uzağa, dağ başlarına, şehrin dışına yapsalar da... Ölüden değil, diriden kork, Sefa gülümsememe sebep oldu ve aldırış etmemeye çalışarak Enes'in yanına oturdum.

"Derin bir mağarada kayboldunuz ve uzayıp giden, bir labirenti hatırlatan koridorlarda dolanıyorsunuz. Yukarıya çıkan yolu bulmaya çalışırken bir yarasa uçarak gelip kulağınıza bir şey fısıldıyor.

Bu gizemli yaratık size hangisini söyledi?

a. Çıkışın nerede olduğunu biliyorum.

b. Sana yolu göstereyim.

c. Aramaya devam et.

d. Buradan asla çıkamayacaksın"

"Yarasalardan hoşlanmam, lanetli gibiler. Buradan asla çıkamayacaksın demiştir kesin" İlk Enes cevaplamıştı.

"Bence a" dedim, çıkışı biliyor olmalıydı.

"Sana yolu göstereyim" Seyhun oldukça kibar söylemişti.

"c"

"Yolu göstermez" Ablamla İsa abi aynı anda konuşmuştu, İsa abi kayıtsızca cümlesini tamamladı "c, aramaya devam et"

"Ben bunu sevmedim, cevaplamayacağım" Hakan abim, oyuna pek ısınamamıştı.

"Peki, şimdi cevaplar; Yarasanın size söyledikleri, zor zamanlarda başkalarına nasıl yardımcı olduğunuzu simgeler.

a. Burnunu her şeye sokan, her şeyi bilen birisi gibi olmak eğilimindesiniz. Başkalarına hemen tavsiyede bulunuyorsunuz ama bazen hiç gerek yokken de yardım etmeye çalışıyorsunuz. Bu da sizin müdahaleci biri gibi görünmenize sebep oluyor" Şeyda başını kitaptan kaldırıp beni süzdü "Nisa bu sen oluyorsun"

"Bu testlerin yüzeysel olduğu teorimden vazgeçtim, %100 doğru" Seyhun suratına yayılan muzip gülüşle, bana göz kırparak öpücük attı. Bu ifadeyle ne kadar tatlı olsa da sinirimi, kaşlarımı çatarak gösterdim. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve kısık gözlerle omuz silktim.

"Sıra seninkinde Seyhun abi" yüzüme ukala bir tebessüm yayıldı, şimdi onu yerecektim. Onun bana attığı hınzır bakışlar ve benim hamle yapmayı bekleyen sabırsız bakışlarım vardı ama Şeyda'nın sözleri bendeki herşeyi silip süpürdü.

"Kocaman kalbiniz ve asla bencil olmayışınız başkalarına örnek oluyor. İnsanlar sizdeki gücü ve şefkati hissediyor. Bir sorunları olduğunda size gelebileceklerini bilmek onları rahatlatıyor"

"Abi, sen ve Sahra abla C demiştiniz.

Başkalarına karşı, onların özeline olan saygınızdan dolayı uzak duruyorsunuz. Yardımcı olmak istemediğinizden değil ama sorunlarını kendi başlarına çözmeleri için onları cesaretlendirmiş oluyorsunuz.

Ve Enes D.

Yere düşmüş biri gördüğünüzde içinizden ilk gelen şey tekmelemek. Başkalarının kötü durumlarından az da olsa keyif almak doğal olabilir ama bu bir bahane değildir. Bu davranış, arkadaşlarınızla olan ilişkinizi etkileyebilir. Dikkat edin!"

Bu soru üzerine tartışmaya giren Enes ve Şeyda olmuştu. Şeyda onu ruhsuzlukla suçlarken Enes karşı çıkıyordu.

"Eve geçelim mi artık?" Ablamın önerisiyle yazlığa gitmeden önce, köyün ceşmesinden içme suyu doldurduk bidonlarımıza.

Geri dönüp şehir yoluna girdiğimizde, Şeyda Enes'le didişerek Hakan abimin arabasına binmişti. Bu yüzden Seyhun'un arabasında yanıma oturan ablam, öyle bir ifadeyle bakıyordu ki, bakışlarımı ondan, ön koltuktaki Seyhuna çevirerek projesini sordum.

"Senin oteli göremedik?" Yanmak istemiyorsam, ben de eskisi gibi olmalıydım.

"Henüz sadece ilk katı çıktılar, bu işler iki ayda olmuyor"

"Bilmez miyim" dedim kendimden emin olarak "En azından yerini göster"

Aslında yine de en kolayı Seyhun'un işiydi, projelendirme ve kontrol. Bina ve otel inşaatları, gerçekten uzun zaman alabiliyordu. Sillenin girişinine geldiğimizde, arabadan inmeden etrafı fosforlu bantlarla çevrili alanı gösterdi.

Sonuna kadar açtığım camdan dışarıyı gözlemledim. Genişçe kazılmış çukurun içinde, inşaatın beton atılmış iskelesi vardı. Yapının bir kısmı kiremitlerle çevrelenmeye başlanmıştı.

Bugün pazar olduğu için alan boştu, açıkçası babam inşaatçılığın pazarı olmaz diyen biriydi, kendisi bir patron olmasına rağmen tatilsiz çalıştığı olurdu ancak Seyhun bu konuda katıydı. Pazar iş yapımına izin vermemişti.

Alanın önünde, şirketin panosu ve otelin temsili resmi vardı "Özdoğan Holding Limited" yazısı altında proje bilgileri, işveren ismi, arsa ölçüsü, başlangıç ve bitiş tarihleri vardı.

"Buraya yapılacak, küçük bir pansiyon otel"

"Şirin görünüyor"

"Öyle umuyorum" dedi bakışlarını benden inşaata çevirerek.

"Boyalarını ben seçebilir miyim?" diye atıldım heyecanla. Daha önce bir binanın renklerini seçtirmişti babam ve okyanus maviyle lila renkli, beyaz detayları olan binanın önünden her geçtiğimde göğsüm gururla kaparıyodu. Sadece küçük bir parçası olmak bile güzeldi.

"Neden olmasın"

"Harika" Neşeli sesimle ellerimi çırptım. Bugün kendimi saçma duyguların esiri yapmayacaktım, kendim gibi olacaktım. Bir de kalbim, Seyhun hakkında yeni fikir ve heyecanlar üretmekten vazgeçmeliydi. Hadi ama, çok yakışıklı dedi Sefa. Ben Seyhun'un eskisi gibi olduğuna kendimi inandırmaya çalışırken, Seyhun çalan telefonunu kulağına götürmüş, sakin bir şekilde inşaat terimleriyle konuşuyordu. Saçlarına bir şey mi yapmış? Sema'nın aklıma soktuğu soru üzerine başımı biraz daha öne eğerek neredeyse iki koltuğun arasına girdim.

"Ne oldu?" Seyhun yüzünü tamamen bana dönerek, daha iyi incelememe fırsat verdi. Bakışlarımı, koyu renkli, hafif nemli ve dalgalı saçlarından yüzüne indirdiğimde sağ gözünün altında, elmacık kemiğindeki minik lekeyi fark ettim. Beni vardı, dokunmak için elimi uzattığımda daha önce neden fark etmediğimi düşündüm.

Hâlâ telefondayken, bakışları soru sorarcasına üzerimdeydi. Yüzüne dokunduğumda parmaklarımdan kalbime bir yol çizilmiş gibiydi. Bakışları benin üzerindeki parmağımı takip etti.

"Kirpik" gözlerim yukarı kalkıp onunkilerle buluştuğunda, hızla elimi yüzünden uzaklaştırıp geri çekildim. "Yüzünde kirpik kalmış"

Hala bana bakarken, bir kaç saniye sonra telefonu kapatarak uzun parmaklarını elmacık kemiğine fırça yaptı "Geçti mi?"

"Hı hı" onu başımla onayladım ve camdan dışarıya bakmaya başladım.

"Yazlığınız nerede?" Sorusu üzerine arabanın tekrar çalıştığını gösteren motor sesi duyuldu.

"Hani şu beyaz villalar var ya" vazgeçip, yanımda oturan ablama döndüm "Abla sen tarif etsene"

"Akıncılar kavşağını dönmeden, sıralı villalardan. Gidiş yönümüzde, baştan ikinci"

Ablam arabaya bindiğinden beri ilk defa konuşmuştu. O ve İsa abi, ölüm sessizliğindeydi ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu ama işte..

Ömer abi, ki artık ona abi demeye karar vermiştim, yazlığı görmek istediğini söylemişti ancak akşama doğru gelecekti. Düğün mevsimi olduğundan, onun işleri de, İsa abi gibi sıkıydı. Zaten yaz başından beri gelmeyişimizin sebebi, herkesin aynı anda müsait olduğu zaman bulamamızdandı. İsa abi, bu hafta izin koparınca ancak toplu gelebilmiştik.

"Yardım et, Nisa" dedi ablam. Seyhun'un bagaja park ettiği arabadan poşetleri ve su bidonlarını alarak eve doğru merdivenleri çıktım ve bahçenin kapısını araladım.

"Vay salıncağımız" Bahçeden geçerken gözüme çarpan geniş bahçe salıncağa hasretle baktım, hemen iki minder kapıp, gidip kurulmak istiyordum. Uzun zamandır gelmemiştik yazlığa. İki katlı evimiz, küçük ama tatlıydı. Beyaz müstakil evin, geniş bahçesi yeşil çimenlerle kaplıydı. Bahçe yoldan yüksekçeydi, bu yüzden beyaz çitlerle çevrili demirliklerinden yola bakınca ikinci kattaymış hissi oluşturuyordu. Şehrin çıkışında olduğu için etraf tenhaydı.

Evin ilk katı küçük bir antreye açılıyordu, bir tarafta mutfak vardı, diğer tarafta salon ve lavabo. Dış kapının hemen karşısından ikinci kata çıkan merdivenler, apartman merdiveni gibi gitgelliydi. İkinci katta iki oda ve banyo vardı. Ablamla benim aldığımız oda merdivenin karşısındakiydi çünkü hem yola bakıyor hem de bir tarafı eğik, çatı katı görünümündeydi.

Salıncakta uzanma hayalim, araya giren mangal işiyle biraz ertelendi zira acıkmıştık. Mangalı, Hakan abim ve süpriz yaparak erken gelmiş olan Ömer abi sırayla değişerek yaptılar. Ömer abi ablama sarılırken, onun için işten kaçtığını söyledi.

Bahçede, çimlerin üstüne sofra sermiş etleri beklerken, bu kez Sude annem gibi Hakan abim ve Ömer abiye ekmek arası yapıp götürmüştü. Geri dönerken sevinçle gülümsüyordu, birden ayağı takıldığında sendeledi, Seyhun hızla yetişip düşmesini engelledi.

"Ah, bileğim" Seyhun Sude'nin belinden tutarak sofraya gelmesine ve kilime oturmasına yardım ederken biz de yanına gitmiştik.

"İyi misin?" Ablamın sorusuyla ona döndü. "İyiyim, biraz acıyor" eliyle bileğini tutuyordu.

Seyhun ayağının dibine çökerek, elini Sude'nin açıkta kalan bileğinde gezdirdi. Sude hafifçe inlediğinde, kaşlarını çattı. "Sanırım sadece incittin. Nisa buz var mı?" Seyhun'un Bakışları bir an bana değip geçti.

"Bakayım" dedim boşluğa konuşur gibi. Hakan abim gelerek Sude'nin başına oturunca, Seyhun da geri çekilmişti.

Evden içeri girdiğimde, bir an ne yapacağımı unuttum. Anormal bir durum yoktu, Sude düşmek üzereydi ve Seyhun sadece yardım etmişti, herkesin yapacağı gibi. Bu açıklama geçerli olsa da kendimi rahat hissetmeme yetmemişti. Orda düşen, Sude degil de ben olsaydım, Seyhun'un yaklaşımından pek çok anlam çıkarıp endişelendiği için mutlu hissederdim oysa benim düşündüğüm anlamların hiç biri yoktu ortada. Sude nişanlı biriydi ve Seyhun yardımdan başka bir amaç gütmüyordu, dün düştüğüm için beni eve taşırken gütmediği gibi. Ben şimdiye dek kesinlikle kendi bakış açımdan bakmıştım, ilişkimiz Seyhun'un gözünden arkadaşlıktan öte değildi. Bu yüzden kendisini abim gibi görüyordu, seni 'bile' kıskanmış diyordu. Ya kalbim ellerinde? Diye hatırlattı Sefa. Mecaz, diğerleri gibi o da nezaketen mecaz.

Mangaldan sonra aşk kuşları; Hakan abim ve Sude ortadan kaybolmuştu. Ablamla Ömer abi de Silleyi gezmeye gittiğinde, kalanlarla dağa çıkma kararı aldık. Evin arkasından ağaçlıklı dağa çıkan bir patika vardı ve neredeyse her geldiğimizde tırmanırdık. Artık alışkın olduğum için yola çıkmadan suyumu içtim ve yanıma bir şapkayla, pet şişede su aldım.

Seyhun'a ağaç evimizi göstermek istiyordum, bunu daha eğlenceli hayal etmiştim ama baskılanan duygularıma inat iyi olmaya gayret ettim. Ben sadece yanımda olmasını istiyordum daha fazlasını değil.

Yokuş çıkmak başta kolay gelse de yolu yarıladığımızda bacaklarımın sızladığını hissetmiştim. Uzun zamandır spor yapmıyordum ve ne derler, hamlamışım. Dizlerimin üzerine eğilip nefesimi düzene soktum.

"Yoruldun mu?" Seyhun, bu kadar kısa mesafede yorulmama şaşırmış gibiydi, aksime o gayet zinde görünüyordu.

"Evet ama sana göstermek istediğim bir yer var" Doğrulup şişedeki sudan biraz içtim ve kasıklarımdaki baskıya aldırış etmeden yürümeye devam ettim. Sıcak güneş batıya doğru yol alıyordu ve kırsal alandaki rüzgar sebebiyle yakıcı değildi.

Biraz daha ilerlediğimizde nefes nefese kalmıştım. Bedenim alışkın olmadığı tempoyu protesto edercesine apandisiti şişirmişti. Soluduğum temiz hava, ciğerlerimi sızlatıyordu. Elimi kalbime koyarak, ritmi bozulmuş atışları dinlendirdim ve gözlerimle etrafı aradım.

"Enes, ev nerede?"

"İşte orda" Eliyle gösterdiği yöne döndüğümde, ağaçlıkların seyrek olduğu alanda, tahta bir merdiven ve merdivenin uzandığı ağacı yukardan sarmış oturağı fark etmek kolay olmuştu. Aslında ev değil, tahtadan yapılması seyirlik bir balkondu.

"Hadi gel" dedim Seyhun'a ve ağacın yanına ulaştıktan sonra, eskimiş merdivenden yukarı çıktım. Burayı kimin yaptığını bilmiyordum ama yazlığı aldığımız zamanlarda keşfetmiştik ve senelerdir gelirdik. Merdivenleri bitirdiğimde, mudara tutan iskeleye ayak bastım. Ve ahşap zeminde korkuluğa doğru yürüdüm. Arkamdan çıkan Seyhun'un yanıma gelmesini bekledim.

"Harika öyle değil mi?" Gözlerimizin önüne serilen eşsiz manzaraya bakındık. Şehirden çok yüksekte ve çok uzaktaydık, bir tarafta tüm şehrin kalabalığı küçük bir detay gibi kalmıştı, öte yanda düz bir çizgi gibi ilerleyen yolun ardında ağaçlıklı ve kurak dağlar sıralanıyordu. Cismin bittiği yerde mavi gökyüzü tüm samimiyetiyle kendini gösteriyor, pamuk gibi kabarık beyaz bulutlar insana umudu aşılıyordu.

Köy arkamızdaydı ve şehre göre daha yeşillikliydi ancak gerçek şu ki Konya, Karadeniz gibi yeşil değildi. Doğup büyüdüğüm şehrimi sevsem de benim nefes almamı zorlaştırıyordu. Seyhun yorum yapmak yerine, gözlerini kapatıp anın tadını çıkarmayı tercih etti. Kilisedeki konuşmadan sonra ben de konuşacak ciddi konu bulmakta zorlanıyordum.

Şeyda merdivenden çıkarak tahta zeminde yürümeye başladı, onun ardından Enes çıkmıştı ve adımını attığı an iskele sesli şekilde gıcırdadı.

"Burası senin için fazla küçük Enes" dalga geçtiğimde tek kaşını kaldırdı. "Fazlalık olan ben miyim, sen misin?"

"Elbetteki ben zarif narin ve sıfır beden biri olarak, fazlalık olamam" söylerken ellerimi tasvir amaçlı vücudumda gezdirmiştim, anında bu hareketimden utanıp Seyhun'a döndüğümde bakışlarını manzaraya çevirdiğini fark ettim.

"Seni aşağıya atayım da görelim fazlalık kimmiş" Enes, ona fazlalık dediğim için peşime düşme girişiminde bulunduğunda, zaten eskimiş olan iskele sallandı.

"Ah! Seyhun beni kurtar" Küçük bir çığlıkla arkasına saklanarak siyah tişörtüne tutundum. Ve Enes'e dil çıkarmayı ihmal etmedim.

"Bu kadar çocukluk yeter" Seyhun, kardeşlerine kızmış abi tavrıyla bizi aşağıya indirdi. İsa abi, ağaç eve çıkmamıştı. Ağaca yaslanmış ve tek bacağını da kırılı şekilde ağaca dayamış haldeyken, merdivenden indiğimizde yerinden doğruldu.

Çekilmeye başlayan güneşle birlikte dağdan inmeye başladığımızda şişemdeki son suyu da içmiştim ve rahatsız edici baskıyla, yolun hepsini gidip gidemeyeceğimi düşünüyordum. Bu yüzden herkes ilerlerlerken biraz geriden yürüdüm, altımı ıslatmak kesinlikle hoş olmazdı. İhtiyacımı bir şekilde gidermeliydim, etrafta çalılıklar vardı ama of! Bu çok utanç vericiydi. Evde çıkarken tuvalete gitmek neden yeterli olmuyordu ki? Cennete gidersem ihtiyaçsız olmaya şükredecektim.

"Şeyda" kısık seslenmemle arkasını dönen Şeyda'yı, kaş göz yaparak yanıma çağırdım ve durumu izah ettim.

"Tutamaz mısın, az kaldı eve"

"Zaten uzun süredir tutuyorum. İdrar kesemin patlayıp, hastanede 12 gün acı çektikten sonra ölmek istemiyorum" diye fısıldadım kulağına. Bu bilgiyi, ilginç ölümler başlığında okumuştum ve ünlü bir filozofun bu şekilde öldüğünü öğrendikten sonra asla tuvaletimi tutmamak gerektiğine yürekten inanmıştım.

"Söyleyelim mi o halde?" Şeyda tereddütle önümüzdeki oğlanlara bakarken, onlar da şüphelenerek durmuşlardı.

"Ne oluyor kızlar, hadi gelin" Enes eliyle bizi çağırdığında "Siz gidin, bir işimiz var" dedim endişe sesime yansımıştı.

"Dağ başında ne işi?" diye sordu Enes. Ebeninki Enes.

Seyhun, bir adım bize yaklaşırken birbirine yapıştırdığım bacaklarımı gevşeterek, duruşumu düzeltmeye çalıştım.

"Sorun ne? Çok mu yoruldun?"

"Yok, ondan değil" dudağımı dişlemeye başladığımda, Şeyda kolumu dürtükledi "Söyleyeyim mi?"

Bu cidden utanç vericiydi. Bakışlarımı yere indirdikten sonra Şeyda'nın Seyhun'un kulağına eğildiğini fark ettim. Gözlerimi sıkıcı kapattım ve derin bir nefes verdim, şuan yerin dibine girebilir miyim? Gerçekten, hemen bir çukur kazıp içine girmek istiyorum. Ömrümün kalanını deve kuşu gibi, bu anın gerçekliğine göz yumarak yaşayabilirdim.

"Ne?" Seyhun'un şaşkınlıkla karışık alaylı sesi kulağıma geldiğinde, hırsla gözlerimi açtım ve çatık kaşlarımı ona çevirdim.

"Demiştin ki" bir nefes aldım "ihtiyaç olan hiç bir şeyden utanma"

"Evet, utanma" sakin bakışlarını benimkilerden çekerek Şeyda'yı omuzlarından kavradı "Biz ilerideyiz, işini halledince gelirsin" arkasını dönüp yürümeye başladığında, hissiyatım utançtan yüzü kızaran anime kızlarından beterdi.

Biraz etrafa bakarak, kimsenin beni göremeyeceği ama onlardan uzaklaşmayacağım bir yer buldum ve şimdiye kadarki en rahatsız edici şekilde işimi hallettim. Kalkarken kolum bir dala takıldı. Çizilen kolumun acısıyla, dalı hızla ittirdim, duyduğum arı sesi irkilmeme sebep oldu ve birkaç hamle daha yaparak çalılığa savaş açtım. O sırada dirseğimde hissettiğim keskin acıyla inledim.

Hızla boş olana doğru koşarken, dirseğimi sarmalayan acı felaket güçlüydü.

"Acıyor, acıyor, yardım edin" Telaşla bağırmaya başladım, etrafıma toplanan bizimkilere. Keskin bir iğne dirseğimden tüm vücuduma dayanılmaz bir sancı yayıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken onlara kolumu gösterdim. Onlar bana birşey olmadığını söylerken, tek yapabildiğim acıyla tepinmekti.

"Arı soktu" dedim gözyaşları içinde "bir şeyler yapın çok acıyor"

"Arı sokmasından ölmezsin" Enes.

"Cidden nasıl başardın bunu Nisa?"

Sakarlığıma laf atıp, abarttığımı söylediklerini duymuştum ancak sonrasında kulaklarım uğuldamaya başladı.

İsa abi geldiğim yöne dikkatle baktıktan sonra "Ne arısıydı biliyor musun?" diye sordu. "Nerden bileyim, nüfusunu mu sordum? Nah kafam kadardı -Ahh" Sakinliğine çemkirmemin sebebi gittikçe artan sızı ve etrafımda yankılanan seslerdi.

"İyi misin?"

"Değilim" Tuttuğum dirseğim deli gibi kaşınmaya başlamıştı. Hızla kaşırken tüm vücuduma bunaltıcı bir sıcaklık yayılmaya başladı. Ardından bulanıklaşan görüntümden bahsetmek istedim ama ağzımdaki metalimsi tat, konuşmamı zorlaştırıyordu. Enes'in ağzından bir küfür çıktı.

"Nisa!" Seyhun, endişeyle bana doğru atıldı, hızla beni sırtına attığını fark etmiştim.

Zaman sanki durmuş gibiydi, etrafımda olup bitenleri sisli bir perdeden izliyordum, ama bir o kadar da hızlıydı. Görüntüm taşlık yolu seçmeye çalışırken, sarsılan başım bilincimi kaybetmemi engelliyordu.

Sırtım zeminle buluştuğunda, boğucu sıcak, nefes almamı zorlaştırdı ama sarsılma durduğu için gözlerimi kapatabilmiştim "Nefes..."

Devam ettiremediğim konuşma, başımdan aşağıya dökülen buz gibi suyla kesilmişti. Etrafımdaki koşturmacayı fark etsem de sesleri ayırt edemiyordum.

"Nisa uyuma!"

"Beni duyuyor musun?"

'Evet, canım yanıyor, fazla sıcak ve çok uykum var' söylemeye çalıştığım kelimeler ağzımdan tuhaf şekilde çıkıyordu. Kendi sesim dahil herşey arı vızırtısı gibiydi. Arı!

"Zehirlendi mi gerçekten?" Ağlamaklı bir ses.

"Sorun yok, onu yetiştireceğiz"

Hâlâ aynı sıcak mekanda olmama rağmen hafif bir rüzgar oluştu. Koluma değen soğuk nesne, alev almış bedenimde pek de yardımcı olmadı. İçimde ateş kütlesi var gibiydi, kavruluyordum ve çığlık atıp kaçmak istiyordum ancak hiçbirine halim kalmamıştı. Kâbuslarımın gerçeği gibi, kat kat fazla bir acıyla kendimden geçmek üzereydim. Kolumdaki soğukluğu şimdi yüzüm ve boynumda hissediyordum. Dilimle dudaklarımı yalamayı başardığımda, ağzıma gelen tatla yüzümü daha çok ekşittim, yoğurt.

"Nisa aç gözlerini güzelim - Biraz daha hızlı sür"

"Az kaldı, sabret"

"Geldik, sakın uyuma" Tekrar sarsılıyordum. Zorla soluduğum hava değişerek başka bir yere koyuldum. Zaman kavramım yoktu, tüm bunlar saniyeler içinde mi yoksa saatler mi bulmuştu bilmiyordum.

"Zehirlendi, arı sokması"

Gözlerimi aralayıp, hızla akıp giden ışıkları fark ettim ve üstüme çullanan tüm kalabalığa rağmen tek bir ses

"Sorun yok güzelim, iyi olacaksın" Sonrası, kapanan gözlerimle, sonsuz karanlığa gömülen bilincim...

~

Kıpırtılar, fısıltılar, hafif bir sızı, bedenimi yatağa çivileyen halsizlik... Göz kapaklarımı araladığımda, yoğun bir ışık hüzmesiyle karşılaştım.

"Öldüm mü?"

"Evet, ben de sana vaat edilen huri'yim" Görüş açıma giren zayıf yüz ve jöleli saçlarla, gözlerimi devirdim, Enes.

"Sonunda uyandın" Şeyda da yatağın diğer yanına geldiğinde, yeni yeni kendime gelerek kolumu kaldırıp dirseğimi inceledim. Küçük bir şişlik ve kızarıklık vardı. Ama artık hararet yada kaşınma yoktu çok şükür. Midemdeki yangın son bulmuştu. Bunun sebebinin diğer kolumdaki serum olduğunu düşündüm.

"Arı zehirliymiş. İğnesi derinde kalmış" Enes, komodinden aldığı küçük şeffaf kapakta ufak siyah bir kıymığı gösterdi.

"Off at onu çöpe Enes. Görmek bile istemiyorum, resmen cehennemi içimde yaşadım"

"Cidden bu başarının bir sırrı var mı? Arı sokmasından ölüyordun!" Son cümlede hafif bir kızgınlıkla sesini yükseltti "Buraya nasıl geldik haberin var mı?"

"Özür dilerim"

"Aklım çıktı seni öyle görünce" Enes her zaman umursamaz görünmesine rağmen fazlasıyla endişe etmiş gibiydi.

"Çok mu kötüydüm?"

"Korkunçtun Nisa" Şeyda çekinerek konuştu. "Gözlerin yukarı kaydı ve sen ateş gibiydin. Seyhun abim müdahale etmese ne yapardık hiç bilmiyorum. Zaten doktor da söyledi, ilk müdahale iyi yapılmış, biraz daha gecikseymişiz seni..."

"Ölümden mi döndüm?" Şaşkınca gözlerim büyüdü. Ölmek böyle miydi? Her zaman ölümün, kâbuslarımdaki gibi olacağını düşünmüştüm. Oysa nefesimden ziyade kalbimi hedef almış, yangınlara sürüklemişti. Sefa'm da böyle mi hissetmişti? Kurşun bedenini parçaladığında-

"Nisa! İyi misin?" Aniden odaya giren ablam sıkıca bana sarıldığında, farkında olmadan serumun hortumunu zorluyordu.

"İyiyim ama biraz daha sıkarsan serum çıkacak"

Telaşla geri çekilen ablam, olayın nasıl olduğunu sorduğunda, aklıma arı sokmadan hemen öncesi geldi. "Ellerim! Ellerimi yıkamam gerek"

"Çok şükür hala aynı Nisa" bunu odaya giren Seyhun söylemişti. Gözlerinde şefkati gördüm, aslında şu an odadaki herkesin gözünde aynı samimiyet vardı. Benim için gerçekten etkilenmişlerdi. Dün gece Seyhun haklıydı, onlara sahip olduğum için şanslıydım. Çok şanslı.

Bir saat sonra yazlığa döndüğümüzde herkes derin bir nefes almıştı. Annemle babama haber vermemiştik ve vermeyecektik. Benim açımdan herşey normal ve hiç biri yaşanmamış gibiydi. Sanırım verilen ilaçlar ve serum zehri vücuttan attığı içindi. Doktor, kanımın temizlenmesi için, bol su içmemi ve idrara çıkmamı söylemişti ki bunları zaten normalde yapıyordum. Bu kaza da başıma o yüzden gelmişti. Sabahı hatırlamaya çalıştığımda zihnimde herşey birbirine girmiş şekildeydi ve olumsuz hislerini tekrarlamak istemiyordum.

Arada "İyi misin?" Soruları tekrarlandıkça, hepsine tekrar teşekkür ettim, özellikle de Seyhun'a. Şeyda'nın anlattığına göre beni arabaya o taşımıştı. Üstüme soğuk su döken ve yoğurt süren, başımda sürekli konuşup beni bilincimi kaybetmemem için sarsan da oydu.

Salonun ortasına kurduğumuz yer sofrasında, Sude'nin hazırladığı tereyağlı makarnayı yerken diğerlerini izledim. Ablam her zamanki gibi bir makarnadan bir yoğurttan alırken Ömer abi de onu izleyerek aynı şekilde yedi. Ben de genelde böyle yerdim. Şeyda, ketçap ve mayonez sıkmıştı. Hakan abim ve Sude makarnalarının üstüne beyaz peynir serpmişti. Hemen hemen tüm zevkleri uyumluydu. İsa abi, önündeki çatalla oynuyordu, pek yediğini söyleyemem. Seyhun ise makarnasının kenarına salata koymuştu. Enes'in tabağına bakmak istemiyordum zira o, saydıklarımın hepsini bir tabakta karıştıracak kadar midesizdi.

"Nisa yesene. Acıkmadın mı?" Aynı zamanda sofrada kayısı suyu ve sarı kola vardı ki markası konusunda kesin diretmiştim. Enes yine ikisini peş peşe içiyordu, tabi hak geçmesin.

"Yiyorum" ablamı cevapladığımda tabağımdaki makarnadan ilk kez aldım ve yemeğin mideme ulaşması, cidden aç olduğumu fark ettirdi. Daha az düşünüp daha çok yersem, biraz kilo alırdım ve daha güçlü olurdum. Böylece etrafımdakiler benim için endişelenmezdi. Annem, beden zayıflığının hastalığa sebep olduğuna inanan biriydi. Ve ona göre hem fiziken hem zihnen zorluklarla savaşabilmek için iyi beslenmek gerekirdi.

Sofrayı kaldırdıktan sonra, çoğunluk ne yapsak diye fikir yürütürken ablamla Sude, mutfakta bulaşığı yıkıyordu. Yardım lazım mı diye sormak ve kendime su almak için mutfağa girdiğimde Ömer abi, tezgahın arkasında ablamı ikna etmeye çalışıyordu.

"İyi görünüyor, hem yanında diğerleri var. Zaten uzağa gitmiyoruz"

"Git istersen Sahra. Biz burdayız nasılsa"

"Olmaz. Nisa'yı bırakıp gidersem içim rahat etmeyecek"

"Benim için sorun değil abla. İyiyim, ağrım sızım olsa zaten söylerim. Hem kahramanım burda, herhangi bir vakada Seyhun el atar" Neşeyle göz kırptım, varlığı bile güven veriyordu, üstelik saçma duygularımı düşünüp sorgulamadığımda onunla olmak harikaydı ve artık eskisi gibi ânı yaşayacaktım, bugün ölümden dönmüştüm.

"Yine de içime sinmez Nisa'm" Bana şefkatle bakıp, Sude'nin köpüklediği tabakları durulamaya geri döndü.

"O halde yarın akşam?" Ömer, izin koparmaya çalışan çocuklar gibiydi.

"Git" Sude ile aynı anda söylemiştik.

"Peki, tamam" ablam kıkırdadığında, Ömer yanağına kaçamak bir buse kondurdu "Ama bu kez gece yarısından önce bırakmam"

Karşı çıkacağım sırada arkamdan hızla geçen gölgeyle arkamı dönerek, kapıya yönelen İsa abiyi fark ettim. Arkasından gittiğimde kapının dışında ona yetişmeyi başarabildim "Nereye?"

"Dolaşacağım biraz, geç gelirim" İsa abi yan taraftaki merdivenlerden inerek uzaklaştı. Onu seyrederken yanıma gelen Seyhun'u fark ettim. Belli ki, arkasından Isayı abinin peşine çıkmıştı.

"Ne olacak bunların inadı? Ömer'i ablamı öperken gördü, bal gibi de kıskanıyor işte" İsa abinin arkasından bakarken, ilk defa bu konudaki düşüncelerimi dile getiriyordum.

"Şule hâlâ aklını karıştırıyor sanırım. vicdan azabı da çekiyor. Başka bir kadına daha güvenmek onun için zor"

"Onunki saplantı. O kız yaşasa ve dönse bile ne fark eder? Zaten hiç sevmemiş.. Boşuna üzüyorlar birbirlerini" Bunu söylerken Seyhun'u düşündüm. Seyhun da ihanete uğramıştı ama hâlâ o kızın peşindeydi. Özdoğan erkekleri birini sevdiklerinde gerçekten bağlanıyorlardı. Ya da cidden saplantılılardı.

"Bu onların arasında, duygularından emin olsa sessiz kalmaz" Derin bir nefes verdim. Bana göre o da ablamı seviyor, en azından hoşlanıyordu.

"İkisi de mutluluğu hak ediyor Seyhun. Ablam mutlu gibi görünüyor ama Ömer'i sevdiğine emin değilim, umarım yanlış bir şey yapmaz"

"Herşey olacağına varır güzelim. Sıkma canını. Sen iyi misin? Kaşıntın ya da sızı var mı?" Sesinin samimiyeti ve bakışlarının sıcaklığı bana huzur vermişti.

"Yok, turp gibiyim" kollarımı kaldırarak elimi yumruk yaptım ve minnetle ona baktım "Çok teşekkür ederim bugün-"

"Bu yedi oldu. Bir kez daha teşekkür edersen, seni kurtardığıma pişman olacağım"

"Yaa uyuz" Yumruğumla omzuna hafifçe vurdum. Tebessüm dudaklarımın arasından yol buldu.

"Ben şu deli fişeğe bakayım"

"Tamam"

"Anahtarı alsam olur mu? Uyumuş olursanız rahatsız etmeyelim"

"Tabi, getireyim" Cevap vermeden beklemesi üzerine içeriye girdim ve vestiyerden anahtarı alarak geri döndüm. Anahtarı uzattığımda, başıyla onaylayıp elimdeki anahtara uzandı.

"Görüşürüz güzelim"

"Görüşürüz"

Seyhun, elleri ceplerinde, rahat adımlarla İsa abinin arkasından gözden kaybolduğunda, içime işleyen soğukla ürperdim. Şehir dışında olduğu için, burası daha serin olurdu. Ada'mı da böyle hayal ederdim.

Salona geçtiğimde diğerleri aksiyon filmi izliyordu. Klişe olarak başrol çok yakışıklı olmamasına rağmen kaslı ve karizmatikti. Düşmanlarının kumpasıyla patlayan işyerinde dumanlar içinde kalan kadını güçlü kollarıyla taşıyordu. Başımı kanepenin kenarına yaslayarak oyuncuları gözümde değiştirdim. Adam, kadını ambulansın sedyesine yatırdı ve yanına çöktü. 'Herşey yoluna girecek' Parmaklarını kadının dumandan is olmuş yüzünde gezdirdi. Gözlerim kapanırken Seyhun'un o adam olup bana şefkatle dokunduğunu düşledim ve tüm günün yorgunluğunu başımın altındaki kırlente bıraktım.

...

"Nisa. Nisa hadi kalk, yatıyoruz" ablamın sakin sesiyle gözlerimi araladım, saçma yatışımdan dolayı boynum tutulmuştu. Yavaşça doğrulup esnedim.

"Burda erkekler yatacak, biz yukarda kalacağız, gel" Gözlerimi kendi yataklarını hazırlayan Enes ve Hakan abimde gezdirdikten sonra esnedim. "Seyhungil gelmedi mi?"

"Daha gelmediler, Ömer de yeni gitti. Yarın işe yetişemem diye"

"İyi" Sormadığım halde araya sıkıştırdığı detayı umursamadım. Tokadan çıkmak üzere olan saçlarımın üstünden başımı kaşıyarak oğlanlara iyi geceler diledikten sonra ablamın peşinden odadan çıktım.

Mutfaktan kendime su aldım ve acıktığımı hissettiğim için diğer elime burgu krakerlerden alarak merdivenlerden yukarı çıktım. Ablamlar, annemgilin kaldığı büyük odanın ortasına döşekleri sermiş pijamalarını giymiş ve yatakta konuşuyorlardı.

Şeyda elimdeki krakere sevinse de ablam yatakta yememize karşı çıktığında, Şeyda yataktan kalkarak yanıma geldi. Kırıntı kalırsa karabasan görürdük ve özellikle ben bunu hiç istemezdim. Aklıma gelen endişe ile elimdeki kutuyu Şeyda'ya verdim.

"Ayım nerde?"

"Diğer odada"

"Gerçekten ona sarılıp mı yatıyorsun?" Sude şaşkınlıkla uzandığı yerden doğrularak oturdu ve ellerini önünde birleştirdi.

"Bazen yani ben-"

"Seyhun abim aldığı için mi yoksa?" Şeyda muzipçe kıkırdarken, söylediği şeye sinirlenerek kaşlarımı çattım ve kutudan çıkardığı krakeri elinden aldım.

"Hiç de bile. Bunu nerenden uyduruyorsun? O almasa, ben kendime alacaktım böyle bir peluş" Tamam, bunu şimdi düşünmüştüm. Sesimse mızmız çocuklar gibi çıkmıştı.

"Birileri kalbini kaptırmış" Sude'nin imalı bakışlarını üzerimde hissettim.

"Kim? Ben mi? Kime kaptırmışım? Hayır, hiç öyle bir şey yok Seyhun'la aramızda"

"Valla ben Seyhun dememiştim"

"Ahah, ben eğlencemi buldum. Sen misin benim kafama giren Nisa. Bundan sonra elimden çekeceğin var" Şeyda, nispet yaparcasına, yemeye fırsat bulamadığım krakeri elimden kaptı.

"O başka bu başka.. Ben size öylesine takılıyorum" Enes'le onu yakıştırmam onun hoşuna gidiyordu ya da ben öyle sanıyordum.

"Yani siz işi öylesine takılmadan ileri götürdünüz, ciddisiniz"

"Hayır ya of, abla şunlara bir şey söyle. Seyhun beni kardeş gibi görür"

"Abin bugün senin için çok endişelendi" Şeyda hala gülüyordu.

"Ya of çok gıcıksınız. Ben gidiyorum ve siz uyuyana kadar gelmeyeceğim. Bir daha da bu konuyu açmayın" Biraz daha burda kalırsam sinirden çatlayacaktım. Hışımla odadan çıkarken ablam bile gülüyordu. Ablam bile!

Diğer odadan ayımı aldığımda, gecenin bu yarısında uykumu da kaçırmıştılar. Sahi, saat kaçtı? Telefonumu bulmak da bir on dakikamı aldı. En son mutfağın çekmece dolabında buldum, krakeri alırken unuttuğum yerde. Çekmeceden başka bir kraker aldıktan sonra mutfağın sedirine oturarak telefonun kilidini açtım. Gece yarısı olmuştu ama İsa abi ve Seyhun hâlâ dönmemişti. Mesaj da yoktu, olmasını sağladım.

"Herşey yolunda mı? Gelmediniz"

Cevap beklerken kayıtlı mesajlarda gezindim. Dün gece yazdığı mesajı da kaydetmiştim 'kalbim ellerinde' Hangi anlamda söylerse söylesin bu çok değerliydi.

Belki de Şeyda haklıydı, bizim aramızda farkında olmadığımız bir yakınlık vardı. Bu sabah benim için endişelenmişti. Sefa'yla bunun için gülüşürken Sema araya girdi. Daha bu sabah, umut verdiği için pişman olduğunu ve ilgisini yanlış anladığını söyledi. Doğru, öyleydi. Yarın, kızları bu konuda kesin olarak uyarmalıydım. Ben dahil kimse böyle bir umut ve ihtimal beslememeliydi.

Gönderilerde ilerlerken ilk tanıştığımız zamanlara ait bir mesaj gözüme ilişti. Yüzümün kocaman bir gülümsemeyle aydınlanmasına sebep olmuştu. Yeni gönderdiği, "sorun yok, birazdan geliriz" mesajını es geçerek, aklıma gelen şeyi yazdım.

"Sana attığım 11546. mesajı kutlayalım"

"O kadar çok mesajlaştık mı? Saymış olamazsın !!!" Beklediğim tepkiye minnet edip, yere bıraktığım ayıyı kucağıma aldım.

"Telefonum sadece 11546 mesaj alıyor" yazdım ve gülümseyip aramaya bastıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm.

"Merhaba Seyhun"

"Merhaba Nisa"

"Nasılsın güzelim, ne yapıyorsun?" Onu taklit etmem açıkça komikti. Bir yandan da kucağımdaki ayıyı sedire yerleştirip üstüne yatmaya çalışıyordum.

"Güzelim ha? Ben de kurstayım dersem çok ironik olacak bu saatte?" gülerken telefonun diğer ucunda onun da güldüğünü duydum.

"Ne yapıyorsun?" dedi

"Koca bir ayıyla uğraşıyorum"

"Ne dedin sen? Diline biber sürerim"

"Bana aldığın oyuncaktan bahsediyordum. Öyle büyük ki koyacak yer bulamıyorum. Tabi sen üstüne alındıysan bölmeyeyim" sinsice kıkırdadım.

"Demek laf cambazlığı. Bunun cezasını ödeyeceksin ufaklık"

"Hep sen mi laf sokacaksın" omuz silktim "Hıh"

"Sen şimdi görürsün. Bekle" Aniden yüzüme kapanan telefonla kalakaldım. Gelmezdi değil mi?

İlk mesajını tekrar okudum, sorun olmadığını, birazdan geleceklerini yazmıştı. Kahretsin, bu gece burda yatacaktı üstelik ona anahtar vermiştim! Bu kadar kişi varken bir şey yapamaz, diye beni sakinleştirdi Sema. Biber sürmek mi? Hele bir denesin bağırıp tüm mahalleyi ayağı kaldırırdım. Evet, iyi fikir.

Oh, şimdi onu sinir etmenin keyfini sürebilirdim, bu da dün sabahın intikamı olsundu. Kendi düşünceme güldüm, intikam bana ne kadar ters bir düşünceydi.

Damacanadan kendime bir bardak su doldurdum. Çok şükür hayatımda 3.kez taşırmadan doldurduğum damacana suyuydu. Açık mutfak penceresinden gelen hafif rüzgar perdeyi havalandırıyordu. Biraz tereddütten sonra dış kapıyı açarak dışarıya çıkıp, gelip gelmediğini kontrol ettim. Yanında İsa abi vardı, endişelenmem yersizdi.

Üstümdeki hırkanın önlerini çekiştirerek etrafıma sardım ve bahçeye doğru yürüdüğümde temiz havayı içime çektim. Gece fazlasıyla sessizdi ve bu tekinsizlikte dışarı tek başıma çıkmam delilikti. İlerideki sokak lambasının loş ışığı etrafı aydınlatıyordu. Yıldızlar, şehirdekinin aksine onlarca olup, gökyüzünde kandil misali parlıyordu. Seyhun'a ayı demiştim, bu kelime ona uymadı. Ya güzelim lafı? Aklıma gelince tekrar gülümsedim ve geçmişe döndüm.

~

Yeni tanıştığımız zamanlardı.

"Sana attığım 500. mesajı kutlayalım" yazmıştı. Afalladım. O kadar çok yazışmış mıydık cidden? Saymış olamazdı, kafadan sallamıştı kesin yine de hoşuma gitmişti bu mesaj.

"O kadar yazıştık mı? Saymış olamazsın!"

"Telefonum 500 sms alıyor. Şimdi 500. mesajın hatırına, sesini duymayı hak kazandım mı?"

"Beni arama" yazıyordum ki telefon çalmıştı. Biraz tereddüt etsem de 3. çalmada açtım. Bu onunla ilk telefon konuşmamızdı.

"Merhaba Nisa" sesi o kadar kibar ve güzeldi ki. Bir erkekten böyle zarif bir ses beklemiyordum.

"Merhaba" Benim sesimse telefonda dört yaşındaki çocuk gibi çıkardı, bundan hoşlanmasam da. Normalde de öyle çıktığından şüpheliydim.

"Nasılsın güzelim. Nerdesin?"

"İyi, Kurstayım" çekinerek konuşuyordum.

"Müsait degilsen sonra arayayım"

"Aslında tenefüse girdik, şimdi ekmek almaya gidiyorum fırına" İlk defa telefonda tanımadığım biriyle konuşmuyordum ancak daha önce konuştuklarım genelde müşteri temsilcisi ,ttnet elemanı falandı. Bu yüzden Seyhun'la konuşurken çok tuhaf hissettim. Yine de kelimeler ağzımdan öylece çıkıyordu.

"Ekmek ne için?"

"Beslenme tenefüsü de" dedim utangaç şekilde. Kaç kişi beslenme tenefüsünde ekmek yerdi?

"Ekmek ha" güldüğünü duyabiliyordum "Çok farklı bir kızsın Nisa, obur olduğunu bilmiyordum"

"Obur değilim. Kızlarla birlikte yiyoruz. Hem sıcak ekmeği seviyorum. Yanında bir şey olmazsa sadece suyla 2 bütün ekmek bile yiyebilirim" of saçma sapan konuşmaya başlamıştım yine, ne zaman kapatacaktı telefonu...

Anılar gözümde canlanırken, buğulu bir ses hepsini ortadan silip, gecenin karanlığında titrememe sebep oldu.

"Beni mi bekliyorsun hayatım?" aniden arkamda duyduğum sesle küçük bir şok yaşadım, çığlık atmama fırsat kalmadan bir el ağzımı kapattı. Arkamdaki bedenin kulağıma eğildiğini hissettim, kalbim korkudan deli gibi atıyordu "Korkma benim"

Kafamı yavaşça ona çevirdiğimde ancak anlayabildim Seyhun olduğunu. Korku ve öfkenin kocaman açtığı gözlerim, elini ağzımda çekmesini sağladı "Ne yapıyorsun sen?" korkudan sesim bile titriyordu.

"Beni görünce bu kadar heyecanlanacağını bilseydim daha önce gelirdim"

"Altıma ediyordum korkudan! Sabah ölümden kurtardın, şimdi kendin ölüme yolluyordun az kalsın" Sesim duyulmasın diye kısık sesle bağırıyordum. Yüzündeki alay silinerek, yaklaşıp kollarını bana doladı. Sıcaklığı ve kokusuyla birlikte.

"ştt.. Özür dilerim güzelim korkutmak istemedim. İyi misin?" Ne için hızlı attığını kestiremeyen kalbim, sarılmanın huzurundan ziyade sersemlemiş haldeydi. Onun sesi, benim aksime sakindi.

"İyiyim. Neden bu şekilde hırsız gibi geliyorsun?" Yüzüne tekrar alaycı gülümsemesi yerleşti, sol gamzesi yukarı kıvrılan dudağıyla çukurlaşmıştı. Gecenin karaya boyadığı hareler, bu kez sinsi bir bakışla parlıyordu.

"Diline biber sürmeye geldim"

"Biber sürsen bundan iyiydi. Sayende kendi evimde hırsızlardan korkmaya başladım, gece dışarı çıkmaktan da" dudağımı sarkıttım, yaptığı şeyle kalpten gidebilirdim.

"Ben yanındayken hiç bir şeyden korkma, sana zarar gelmesine izin vermem" Birden sahiplendiği ergence tavrından şüphelendim, sarhoş muydu?

"Hı-hı sen hep yanımdasın nasıl olsa değil mi?" Umursamazca kollarından sıyrılıp göz devirdim. Ardından zihnim, merakla bu sorunun gerçekliğini sorguladı. Hep yanımda olacak mıydı? Biz sevgili değildik ya da başka bağlayıcı bir şey.. En yakın ihtimalle arkadaş, belki iki iyi dost olabilirdik ama bu, hiç gitmeyeceği anlamına gelmezdi. Sonuçta onun İzmir'de bambaşka bir hayatı vardı ve bu proje işi olmasaydı, ben onun için sadece sanal ortamda görüştüğü biri olarak kalacaktım. Oraya illa dönecekti ama beni bırakacak mıydı?

"Ne düşünüyorsun?" Çenemi zarif parmaklarıyla tutarak kaldırdı ve yüzümü kendisine çevirdi.

"Hep yanımda olacak mısın Seyhun?" Titrek bakışlarım, kara gözlerde güven aradı.

"Bana ihtiyacın olduğu sürece evet"

"Bu-buna güvenebilir miyim?"

Gözlerini gözlerimin içine dikti, öyle etkileyici bakıyordu ki, sakinleşmeye fırsat bulamamış kalbim, şimdi alev almış bir duyguyla yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu.

"Bir an tereddüt edersen bırak ellerimi"

Heyecandan nefes alamıyor gibiydim. Ellerimi nazikçe avuçlarının içine hapsetti. İlerideki bahçe salıncağına oturmak için yönlendirdiğinde sıcak ve yumuşak elleri, ellerimden tüm vücuduma elektrik akımı yolluyordu. Tüm gün istediğim salıncağa sonunda oturabilmiştim ama içimde kıpraşan heyecanın bununla alakası yoktu.

Seyhun yanıma oturmuşken bedenimi kaslı gövdesine yasladımı sağladı. Eşsiz kokusunu içime çektiğimde, olmak istediğim tek yerin bu sıcaklık olduğunu düşündüm. Nedenleri sorgulamak yerine kapalı gözlerimin ardından huzuru hissettim.

"O gereksizi düşünmüyorsun değil mi yine?"

"Ne?" Şaşkınca açılan gözlerimle, kafamı hafif kaldırıp bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kimden bahsedi-

"Herkes onun gibi adi değil Nisa. O seni hak etmiyordu. Hak ettiğin sevgiyi bulana kadar seni sarmaya devam edeceğim, bana ihtiyacın olduğu sürece seni yüz üstü bırakmayacağıma güvenebilirsin" kaşları çatılmıştı, kızmak ona hiç yakışmıyordu. Kağan'ı düşündüğümü sanmıştı oysa onu düşünüyordum. Bana verdiği eşsiz sözleri.

"Güveniyorum" diyebildim sadece.

"Yeter ki yanlış şeyler umut etme" Neredeyse fısıltı şeklinde söylemişti ve doğru duyup duymadığıma karar vermek zordu. Bir yanım ondan hızla uzaklaşmak isterken, diğer yanım daha da sokulmak arzusundaydı ama hareketsiz kaldım.

"İsa abi, o nasıl?"

"İyi, yatmaya gitti. Hadi uyuyalım, kapat gözlerini" Hâlâ onun göğsünde sıcaklığını hissederken, eliyle gözlerimi kapattı.

"Uyumak mı?" Hızla doğrularak sıçradım. Gece yarısı bahçede olduğumuzu tamamen unutmuştum. Bu hayal değildi, mesaj değildi oysa öyle normal karşılamıştım ki bana sarılmasını. Eksik parçamı tamamlar gibi. Bu adam bana feleğimi şaşırtıyordu. O kadar duygu karmaşası yaşamıştım ki, mantığım ancak devreye girebildi.

"Delirdin mi Seyhun? Herkes evde. Hadi gidip yatalım"

"Uygunsuz bir şey söylemedim, sadece yat işte"

"Saçmalama, ya gece kalkıp bizi görürseler ne olacak? Hem göt kadar alanda oturarak uyuyacak değiliz"

"Tamam, o zaman biraz daha kalalım sonra gideriz" Beni tutup tekrar oturttu ve kolunu omzuma attı. Gayet rahattı ama bu durum beni tedirgin etmişti, şu durumda bizi kim görse yanlış anlardı. Az önceki, erosun oklarından yemiş halim, duygu sarhoşluğundan yeni ayılıyordu.

"Niye surat asıyorsun? Sana sarılmamı istemiyor musun?"

"Ha-hayır ama-"

"İyi. Benden sıkıldın diye ödüm çıktı" Alayla söylediği cümleyle, gülümsememe engel olamadım.

"Sen nasıl bir adamsın Seyhun. Çok değişkensin. Bazen seni anlayamıyorum ve sanırım hiç bir zaman çözemeyeceğim"

"Biraz sessizlik ufaklık, gözlerimi dinlendiriyorum. Bugün beni fazlasıyla yordun" Gözlerini kapatmış, bir elini başının arkasına koymuştu yine. Diğer eli hala omzumdaydı. Başımı omzuna yasladım usulca, ürkekçe... "Peki"

Bugün benim hayatımı kurtarmıştı. Gözlerimi kapatarak o zamanı dışardan bakış açısıyla düşledim. Bir müddet sessizce durduk, sonra kollarını sıkıca bana sardı. Erkeksi kokusu bedenimi sarmaladığında kalbim ağzımda atıyor, midemde anlamsız kıpırtılar kaynıyordu. Vücudumun iki yanındaki kollarımı ona sarmak istesem de cesaret edemiyordum. Ondan etkileniyor muydum? Tabi etkileniyorsun! Sen hayatta bırak bir erkeği, hiçbir kızla bile böyle sarılıp uyumadın Nisa. Ablan hariç.

Seyhun'un yanında o kadar rahat ve pervasızdım ki, bir erkekle şakalaşmak, evcilik oyunu oynamak, sarılıp uyumak normalmiş gibi davranıyordum ama değildi işte. Artık onu gördüğümde, adını duyduğumda bile bir hoş oluyordum.

O bana neden bu kadar yakındı peki? Dediği gibi beni kolluyor muydu? Yardıma, büyümeye muhtaç bir çocuk gibi mi görüyordu? Güneşi olmazsa kuruyacak bir papatya gibi.. Sahi bu kadar güçsüz mü gözüküyordum dışarıdan da?

"Papatya, güneşe hayran kalmışsa ne olacak?" Sessizce soludum.

"O zaman güneşe de papatyayı anlatalım, belki o da seviyordur" dingin sesi uykuya teşvik ediyordu. Cümlesi beni heyecanlandırmadı, aksine artık onun benim için beslediği sevginin, benim umduğum sevgi olmadığının farkındaydım.

Dudaklarımdan belli belirsiz kelimeler döküldü "Beni kırmamak için öyle söyledi biliyorum ben. Yoksa kim takar papatyayı, hem de yorgun..."

Serin nefesini yüzüme üflerken ruhum ağzımdan çıkacak gibiydi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde, gözleri hala kapalıydı. Yüz hatları özenle çizilmiş gibiydi, manken gibi değildi ancak yakışıklıydı. Kavisli kaşları, düzgün burnu, dolgun ve hafif dışarı bükük dudakları.. Çocuksu siması onu yaşından genç gösteriyordu. Başımı yasladığım göğsü kaslıydı, bedenine gerçekten iyi bakıyordu. Seyhun, göz kamaştıran bir taş gibiydi.

Onu incelemek heyecanımı katladı. Tam da şu anda, uygunsuz bulduğum düşünceler zihnimi rahatsız ediyordu. Bizim aramızda bir şey olabilir miydi? O beni çocuk gözünde görürken, sürekli bana takılırken, umut etme derken ya da Derya'ya aşk dolu şiirler yazarken?

O sarışını düşünmek yine beni sinirlendirmişti. Gözlerimi sıkıca yumarak kollarımı beline doladım. Sıkı sıkıya, sahiplenircesine.. Bedeninin ısısını ince tişörtünden hissedebiliyordum. Benim heyecan ve gerginlikten soğumuş ellerime rağmen, o daima sıcaktı. Bu an hiç bitmese, hep onun kollarında huzurla uyusam. Birden uzanıp onu yanağından öptüm, kahramanım olduğu için teşekkür edercesine. Hem de hayal meyal değil, gerçek kahraman..

Saniyelik dokunuş bile dudaklarımı alev almışcasına yakmaya yetmişti. Ne yaptığımı idrak ettiğimde hızla geri çekildim ve ona sırtımı döndüm. Uyuyor muydu, hiç tepki vermemişti.

"Gitme..." ağzının içinde mırıldanıp beni tekrar göğsüne yasladı. Anlamış mıydı? Allah'ım kesin anlamıştı. Salak gibi durduk yere onu öpmüştüm. Hem de şu halde, bahçemizde sarmaş dolaş otururken...

Kimbilir ne düşünmüştü, gözleri açık mıydı acaba, çekindiğimden başımı kaldırıp bakamıyordum. Dudaklarından verdiği sessiz nefesleri saçımda hissediyordum. Ama ne hareket etti ne de ağzından tek kelime çıktı. Ben de gözlerimi yumup, kalp atışlarımın düzene girmesini bekledim.

Continue Reading

You'll Also Like

783K 46.2K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
19.7M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
25.2K 3.2K 42
Teen Wolf Fanfiction | Sterek Ve eğer Stiles isterse Derek ona özgürlük alacak. Ona dünyaları verecek. Stiles'a bir gökyüzü alacak, ona onu sevdiğini...
11.1K 1.2K 6
Umut Işığım'dan tanıdığınız Umut ve Türker'in kızları Parla'nın hikayesidir. Buyrunuz efendim.