MAATTEESSÜF

Par Pinktasticc

1.1M 65.9K 66.3K

Kafanızda kurguladığınız hayaller gerçek olsa ne yapardınız? Sanal bir ilişkiye ne kadar dokunabilirsiniz? "... Plus

TANITIM
1 -Sen-
2 -Ada-
3 -Öpücük-
4 -Kağan-
5 -Hoşgeldin-
6 -Saat-
7 -Fuar-
8 -Düğün-
9 -Duyarlı ol-
10 -Nakış-
11 -Hiç-
12 -Sevgi-
13 -Aile-
14 -Terk-
15 - Bilinç
16 - Teklif
17 -Delirmenin Seyhun'cası-
18 - Piknik
19 -Görücü-
20 -Bowling-
21 -Buruk-
22 -Hoşgörü-
23 -Umut-
24 -Kahve-
24 ek -SEYHUN-
25 -Masal-
26 - üç gün üç gece-
27 -Kabak-
28 - Yalan {part1}
28- Yalan {Part 2}
29 -Sanal-
Sefa & Seyhun
30 -Hayat-
-Maatteessüf-
31 -İlk Adım-
32 -Yakınken Uzak-
33 -Evcilik-
34 -Balayı-
35 - Ateşle Vals
35/2 -Ateşle Vals-
36 -Kabussaran-
37 -Prens-
38 -Karaoke-
Yeni Kurgu
39 -Heves-
40 -Teselli-
41 - Ayyaş-
42/2 -Akıl ve Kalp-
43 -Öpersen Geçer-
-Alıntı-
44 -İlkler-
45- Taktik-
46 -Böcek-
47 - Taş, Kağıt, Makas-
48/1 -Bebek-
48/2 -Bebek-
48/3 -Bebek-
49 -Bar-
50 -Seyhun-
51/1 -Benimle Gel-
51/2 -Benimle Kal-
artık MAATTEESSÜF değiliz!
52 -Hayal-
Abi -Prolog-
53 -Yeniden-
54 - Düğün Dansı & Yazarı Sensin
54 - Çifte Düğün-
55 -Seninim-
Tamam mı, Devam mı?
-Kalplere Dokunmak-
56 -Huzur-
57 - Özgür -
58 -Viyana-
59 -Klip-
60 -Mutlu Sonsuz-
Final Görünümlü Mola
Biz Geldik
Bölüm Değişim Duyurusu
61 -İhtimal-
62 -Kanser-
63 -Yürek-
64 -Sadakat-
65 -Telafi-
66 -Taylan-
67 -Tanıdık Yabancı-
68 -Güven-
69/1 -Maskeli Balo-
69/2 -Maskeli Balo-
70 -İlkim-
71 -Zor-
72 - Kaos-
73 - Öpsen de Geçmez
74 -Güçlü-
74/2 -Güçlü-
75 -Ötesiz-
75/2 -Ötesiz-
76 -Belki-
77 -Hükümsüz-
78 -Beyaz-
Nerdeydik?
79 -Sümbül-
80 - Leo
...
81 -Zaman-
82 -Kriz-

42 -Akıl ve Kalp-

16K 801 1.2K
Par Pinktasticc

"Her şey üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! Çünkü orası kaderinin değişeceği yerdir.
~Mevlana"
________________

Burayı Okuyun.

Önceki bölümde eksik olan şey Derya'nın hisleri idi. Hızlı geçmeye çalıştım ve karakter yüzeysel oldu. Nisa için gecelerce zihnimi patlatmasam belki onu da bu kadar hissedemeyecektiniz.

Derya ve Seyhun aşkı görmek istemediniz, ben de aşklarını değil sorunlarını yazdım. Birbirlerine yürekten sarılıp huzur buldukları yerleri atladım. Derya'nın Tarık ile yaşadığı, yazdığım kadar. Ama Seyhun'a hayallerini veremeyeceği için ortaya bunu sürüyor. Tarık ile daha sonrasında sevgili oluyorlar. Tarık, yoldan geçen birisi değil, tüm o süreçte Derya'ya destek olduğu için duygusal anlamda ona itiliyor Derya. Haklı olduğunu savunmuyorum. Hikayede kimseyi savunmadım. Ben hatalarını göstererek size bir şeyler vermek istiyorum.

Sevgiden bunaldığı için Derya'ya kızıyorsunuz. O hayatı boyunca sevgisiz büyümüş biri, Seyhun'un sevgisi onu afallatıyor. Ve nasıl başa çıkabileceğini bilmiyor. Değerini bil diyoruz, bence de bilmeli ama öyle olmuyor. Sevilmeyen insan, sevmesini de bilemiyor çoğu zaman. Hayat, hikayelerdeki sevgiye muhtaç kalplerin birini bulunca minnet edip kendini adamasına benzemiyor. Bu da göstermek istediğim başka bir gerçek.

Önemli bir şey daha var,

Kurgunun işleyişi ve karakterlere göre yanlış bir durum yok, kafadan sallama yazmadım hiç bir şeyi. İlişkilerindeki yıpranma ve kopma noktalarını yanlış aktardıysam, Derya'nın aşkını, çaresizlik ve hayal kırıklığını yansıtamadıysam bu benim acelece yazmam ve kısa tutmak için fevri çıkışlar yapmamdan kaynaklı. Zira, en başından beri kimsenin okumak istemeyeceğini bildiğim bir bölümü, sadece kendim için karaladım.

Yazmadan önce kısırlık ve çiftler üzerindeki etkisine dair makaleler okudum. Çiftlerin ikisinde de duygusal kopmalar, çevreden ve birbirlerinden uzaklaşma, psikolojik ve fiziksel sorunlar, asabiyet, özgüven eksikliği olabiliyor. Ki Derya, Seyhun'u kaybettiğini hissettikçe çaresizce yanlışlar yaptı. Bebek konusunda kendini müziğe vererek bunun üstünü kapatmaya çalıştı. Tüm bu süreç çiftler için yıpratıcı ve yazdığım her şey yaşanabilir, yaşanıyor.

Ve Seyhun, Derya'nın kendine bile itiraf etmeye çekindiği korkularını bildiği için onu affedebiliyor. Bu da hemen o an olmuyor, elbette kızıyor nefret ediyor. Sonradan affediyor. Gardını düşürdüğü an insanların saldırganlığıyla hırpalanmış Derya. Daima mantığını duygularının önüne çekiyor. O yaşta ve konumda çocuk istemiyor oluşu kendine göre haklı. (Empati yapıyorum) Bunun bedelini de ağır ödüyor. Şu an Nisa'nın ödediği gibi, o da ödüyor.

Bölümü az da olsa düzenledim, tekrar okuyan olmaz muhtemelen ilk etkiyi de veremeyecek. Siz yine görmek istediğiniz gibi göreceksiniz ama burayı okuyanlara teşekkür ederim.

_____________________

●Kısım 1● Nisa'nın Aklı

Beynimi kazan gibi kaynatan baskıyla göz kapaklarımı araladığımda dış kapının kapanma sesini duydum. Başımı yana çevirdim, bilincimi kuşatan ıstıraplı ağrıdan tüm zerrelerim nassibini alıyordu. Gözlerimi ovuşturduktan sonra ellerimle yataktan destek alarak doğruldum. Ağrının içinde var olmaya çalışan siluetlerde Seyhun ile bütünleşen ruhumun yansıması garip hissettirdi. Beni sahiplenircesine kendine çekişi ve dudaklarıma mühürlenen yumuşak yoğun dokunuşları. Ruhumu ağzıma getiren çarpıcı hissiyatla, başımı yana sallayarak rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Rüyalarıma girecek kadar önemsiyor muydum Seyhun'la öpüşmeyi?

Ayılan zihnim gecenin gerçekleri ile bütünleşirken, aklımdaki görüntüler sarsıcı şekilde değişti. Barın kalabalık ve boğucu havasında Seyhun ile öpüşen kişi ben değildim. Üstelik bu görüntü rüyadan çok daha fazlasıydı. Beynimi zonlatan ağrı yetmezmiş gibi anılar üst üste biniyordu. Bir film şeridi gibi, geçmişin kesitleri netleşirken daha büyük bir şokla sarsıldım. Başımdaki her şeyi bastıran ağrı ve ona sebep olan sıvı.. Midemi bulandıran o acı tat... Hayır. Dudaklarıma kapattığım parmaklarıma günahın kokusu karıştı. Hayır, bunu yapamazdım, yapmış olamazdım. İradem dışında dolan gözlerimle inkar edercesine başımı iki yana salladım, "Hayır" Titrek sesim çaresizliğe gömüldü. Bedenen dayanıksız ve güçsüz olabilirdim, belki duygusallığım da pek çok kez mantığımın önüne geçmişti ama ben inandığım değerlerde iradesiz değildim. Kadehe bakarken delilikle gülen gözlerim ve alaya sakladığım acı gözlerimin önüne geldi.

O an, zihnime işkence eden her şeyi susturmak istemiştim, bahaneler ileri sürerek mantığımı saf dışı bırakmıştım. Yanmaya gönüllü bir fedai gibi, sahte zevklerle mutlu olacağına kendini inandıran bir aptal gibi.. Çaresiz kabullenişim bir damla olup yanağıma değen gözyaşlarını takip etti. Pişmanlık kemiklerimi kırarcasına ruhumu parçalarken, fiziksel azabıma ekleniyordu. Parmaklarımı avucumda sıkarak tırnaklarımı tenime batırdım. Ağlarken omuzlarımın sarsılmasına engel olamadım. Başımdaki ağrı dayanılmaz derecede başımı kaldıramama dahi izin vermiyordu. Allah'ım bunu nasıl yapmıştım?

Zihnim defalarca geri dönmeye çabaladı, zamanı geri sarıp o ana müdahale etmek. İçerken nasıl acı çektiğimi biliyordum, sahte bir çare arayışı ile kulak tıkamıştım gerçeklere. Şu an hiç bir bahane, hiç bir sebep yaptığım hatayı düzeltemez, haklı gösteremezdi. Pişmanlık beynimi infilak edecek kadar şiddetli ağrıma eklendi. Başımı ellerimin arasın alarak sıktım. Anlık aptallıklarım ve ağır bedelleri beni tüketiyordu.

Bunu yaparak Seyhun'a yakınlaşmış mıydım, sandığım gibi onu anlamış mıydım? Yok olmuş muydu sorunlar, bitmiş miydi acılarım? Hayır. Ben sadece kendi karakterime hakaret etmiştim vücuduma aldığım zehirle. Hıçkırıklarımın arasında iç çektim. Bedenim titremeye başladığında yeni bir krizden korkarak hızla yataktan doğruldum ve şifonyerin üstündeki makyaj kutusunu yere savurdum. Askıdaki kıyafetleri, yatağın örtüsünü etrafa saçtım. Kendimi toparlamam her saniye imkansızlaşıyor, sinirden odayı birbirine katarken sakinleşmem mümkün olmuyordu. Zihnimdeki vicdan azabı, kalbimdeki ihanet ile yarışıyordu. Bunu bana nasıl yapardı? Bunu nasıl yaptırırdı? Dizlerimin üstüne çöktüğümde başımı avuçlarımın içine alarak sıktım. Ağrı, göz kapaklarımdan tüm sinir uçlarıma değin beni kıvrandırıyordu.

Her düşüncenin kendime işkence etmekten farksız olduğu şu anda, geceyi anımsamaya zorladım kendimi. Özgür'le dans ediyorduk, araba, ev... Seyhun'un babası ile kabga ettiğini hayal meyal hatırlıyordum ama bunun gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu kavrayamıyordum. Seyhun'u şimdiye dek babasıyla kavga ederken hiç görmemiştim, hem de böyle hararetli. Gözümün önüne gelen hiç bir görüntü mantıklı değildi.

Çalan kapıyla duraksadım, yanağımda kurumaya yüz tutmuş yaşlarla derin bir iç çektim. Seyhun asıl şimdi her şeyimi elimden almıştı. Beni bu hale düşüren o değil miydi? Kalbim ve aklım yine amansız bir savaşa tutuşmuşken kapının ısracı çalışları karışısında ayaklandım. Kapıyı açtığımda, ağlamaktan kızarmış gözlerim ve perişan görüntümü umursamamıştım.

"Harika haberlerim var" Nurlana'nın tüm neşesi, boş bakışlarım karşısında endişeye dönüştü.

"Ne oldu sana böyle?"

Gözyaşlarım, anlattıklarıma eşlik ederken, Nurlana'dan sakladığım hiç bir şey kalmamıştı. Duydukları ile büyük kara gözleri her saniye daha da hayrete düşüyordu.

"İnanamıyorum, şaka gibi. Seyhun o yüz-" Yüzü kendi içinde bir şeyleri anlamlandırmaya çalışırken, kendi sıkıntımla meşguldüm.

"Öyleydi" diye fısıldadım, alaylı anlık gülüşüm kendi canımı yaktı. "Her şey bir şakadan ibaretti, belki pek çok şakadan" Yaşlar tükenmiş, yanaklarımda kuruyarak derimi gerginleştirmişti. Nurlana'nın ısrarı ile atıştırdığım bir kaç lokma ve aldığım ağrı kesici ile, en azından fiziksel ıstırabım durgunlaşabilmişti. Gerçi beynimi kemiren düşüncelerle boğuşurken tekrarlanacağına emindim.

"Ben ne diyeceğimi bilemiyorum" Tükenmişlikle titrek bir nefes verdim. Söylenecek söz kalmamıştı ki zaten.

Telefonu yabancı bir müzikle çalmaya başladığında telaşla kaşlarını çattı.

"Bi' saniye" Eliyle izin aldıktan sonra telefonunu açarak kulağına götürdü. O telefondaki kişiyle konuşurken, sabah buraya neden geldiğini anlamlandırmaya çalıştım. Kendi sıkıntımdan ona sormayı unutmuştum.

"Nisa, seni böyle bırakmak istemiyorum ama gitmek zorundayım. Biraz sorunumuz var. Aslında..." Duraksadı ve nefesini verdi.

"Ne oldu?"

"Şey için gelmiştim.. Büyük bir parti için sipariş almıştık ama şef bugün gereksiz şeylere kızıp istifa etti. O şımarığın gitmesine bile sevinemedim, zamansız oldu. Yarına kadar doğum günü pastası ve diğer aparatiflerin hazır olması gerekiyor. Düşünmüştüm ki, sen bir şeyler yapabilirsin"

"Ben mi?"

"Evet, elin gerçekten çok lezzetli. Patrona senden bahsetmiştim ve şu an için başka seçeneği de yok zaten. Senin için de bir şans olur diye düşündüm ama..."

Konuşmayı devam ettirmedi. Benim için böyle güzel düşünceleri olması gurur vericiydi ama şu an cidden çok uygunsuzdum. Hayatımın en büyük hatasını yapmış, en kötü gününü yaşıyordum belki de. Sefa bana alayla sırıttığında kendi içimde çelişkiye düştüm. En kötü günüm olmasına imkan yoktu ama...

Seyhun'un sözleri yine balyoz gibi beynimi istila etti. 'İyi olmak istiyorsun oluyorsun, kötüyüm dediğinde kötüleşiyorsun. Sen her şeyi kafanın içinde yaşıyorsun.'

"Ne yapmam gerekiyor?" dedim henüz duygusal çöküntümden kurtulamamışken. Burnumu çekerek yüzümü elimin tersiyle sildim. Biraz olsun yeni bir düşüncenin kafamı dağıtmasına izin verdim. Ben her acımda yerimde saymıştım, öldürmeyen acıların beni güçlendiremediğini açıkça görüyordum, belki de ayağa kalkma zamanım şimdiydi. Gecenin en zifiri karanlığı, güneşin doğumundan hemen önceydi, sancının dayanılmazlığı doğumun sebebiydi. En büyük hatam ve en çaresiz pişmanlığım silkelenmem için bir vesile idi. Hayatta hiç bir şey amaçsız değildi, kötülükler bile iyiliğe duyulan ihtiyacı göstermek için vardı.

Ne zaman tükendiğimi hissetsem, hayat bir şekilde devam etmem için zorluyordu. Kaderimde ne varsa onu yaşıyordum. Bu düşünceyle yaptıklarımın altından sıyrılmayı ummuyordum, kader benim tercihlerime göre yazılmıştı. Hatalarımız kendi irademize bağlıydı. Ancak gerçek şu ki, şu an hiç bir şey, yaptığımı yaşanmamış sayamazdı. Ağlamak ve pişman olmak, öfkelenmek ya da her hangi başka bir tepki boşunaydı artık. Kader, tükenmez kalemle yazılıyordu ömrümüze, silgisi yoktu. Ya üstünü karalayacaktım olmamasını dilediğim yanlış kelimelerin, öylece bir kara leke bırakacaktım hayat satırlarımda. Yahut da yeni cümlelerle düzeltecektim, önceki kötü sayfaları, yanlışları. İkinciyi seçtim.

"Gidelim ve ne yapılması gerekiyorsa yapacağım" Sesim buruk olsa da bunu istedim.

Nurlana bana gülümsedi. "İnan bana, kendini daha iyi hissedeceksin"

*

Pastanenin büyük mutfağı bir süre her şeyi kenara bırakarak merakımın odak noktası olmayı başarmıştı. Aralıklı geniş tezgahlar ve tezgahlarda özenle dizilmiş malzemeler, önceki şefin ne kadar düzenli olduğunu düşündürdü bana. Patron, Üstün bey ile tanıştığımızda, Nurlana kendinden emin şekilde benden umutluydu. Üstün Bey sipariş edilen pastanın bilgilerini bana uzattı.

"İki katlı, muzlu ve gösterişli bir pasta istiyorlar ayrıca ekler pasta ile posiyon aparatifler olmalı. Sorun şu ki, Berna tarfilerini asla açıklamazdı ve şu an sana güvenmekten başka şansım yok. Yapamayacaksan eğer, müşteriyi arayıp iptal etmek durumunda kalacağım. Her ihtimale karşı başka bir pastaneye aynı siparişi verdim ancak şimdiye dek aldığımız hiç bir işte hata yapmadık. Bunu da kendi adımızla sonlandırmak istiyorum. Aparatları yetiştiremesen bile pasta bizim adımızı taşımalı"

Kafam hala ağlamamın ve hislerin dumanıyla bulanıktı, çekingence konuştum.

"Anladım. Ben pasta konusunda bir şef kadar olamam ama elimden gelenin en iyisini yapacağıma emin olabilirsiniz. Genelde kullandığım bir pandispanyam var. Beğeneceğinizi umuyorum." Heyecan sesime yansırken, onu mahcup etmemek adına gülümsedim. Altından kalakabilir miydim, emin değildim. Bu teklif tam anlamıyla damdan düşercesine olmuştu, üstelik en zamansız anda.

"Sana güveniyorum Nisa. Açıkcası Nurlana ve Sey-"

"Evet, hemen başla istersen, daha çok yapılacak var" Nurlana Üstün beyin sözünü keserek beni tezgaha ittirdi. "Ben de çıraklar gelene kadar sana yardımcı olabilirim. Şimdilik çok müşteri yok nasılsa içeride"

"Ta-tamam" derken Üstün bey'le doğru düzgün vedalaşamadık bile. Kolaylık dileyerek mutfaktan ayrıldı. Nurlana bana önlük ve kep getirdiğinde, defterimden üstünde bir kaç değişiklik yaptığım kendi pandispanyamı açtım.

Gözlerimde hissettiğim şişlik ve ruhumun yaralı kanadıyla, aldığım nefes dudaklarımda titredi. Zaman kısıtlaması beni hızlanmam için baskılıyordu ve aklımdaki tüm sorunları ötelemek durumunda kalarak işime odaklanmaya çalıştım. Pastanelerde yediğimiz pastalar daima daha farklıydı, şimdiye dek bunun sebebinin katkı maddeleri olduğunu düşünmüştüm ya da gizli bir tarifi vardı. Henüz bu tarifin ne olduğunu bilmeden, bir pastane için pasta yapacaktım. Umarım herşey yolunda giderdi. Nurlana neşeyle malzemeleri önüme dizerken derin bir nefes aldım, Bismillah.

Büyük fırına, büyük ve küçük kalıpta iki keki aynı anda koyduk. Tariftekinin iki buçuk katı malzeme kullanarak iki kek hamuru hazırlamıştık. Onlar pişerken kremayı ayarladım. Neyse ki burdaki ocak normaldi ve evdeki kadar zorluk çıkarmamıştı. Nurlana kekleri hazırladıktan sonra işine dönmüştü. Yan kısımda ekmek pişiren ustalar dışında, bana yardımcı olmak için gelen iki çırak vardı.

"Merhaba, Ben Beyza"

"Nisa" Elimi uzattığımda tatlı yüzü samimiyetle tebessüm etti.

"Memnun oldum Nisa. Annem rahatsızdı bu yüzden geç kaldım" Açıklama yaparken bir yandan önlük ve kepini giyindi ve ocakta karıştırmakta olduğum kremayı devraldı.

"Geçmiş olsun"

"Sağol"

Arkasından Ayşenur gelmişti. İkisinin de yüzü o kadar masum ve sempatikti ki, ilk görüşte ısınmıştım. Beyza ve Ayşenur üniversite öğrencisiydi ve Nurlana gibi okul dışında bir de çalışıyorlardı. Evde yatarak geçen günlerimi düşünce ne kadar zaman israfı yaptığımı bir kez daha gördüm. 'Çalışmadan hiç bir şey kazanılmaz. Ne ekmek, ne sevgi, ne aile' diyen annemin sözleri aklıma geldi. Çalan telefonumda annemin adını görerek heyecan yaptım. Kalp kalbe karşıydı.

"Anne"

"Nisa, nerdesin kızım? Dün sana ulaşamadım"

"A ben.." Dün geceyi düşünmek yine burnumun direğini sızlatmış ve ağlama isteği oluşturmuştu. Yanımda bana göz ucuyla bakan Beyza'ya zoraki tebessüm ederek arkamı döndüm.

"Dün erken yatmıştım." Yılanın zehri gibi yüreğimi yakan yalanla dudaklarımı dişledim. Nasıl uyuduğumu bile bilmiyorum anne. Senin el bebek büyüttüğün, tüm güzel hasletleri vermeye çalıştığın kızın şimdi başı boş bir avare. 'Geçici olduğunu varsayıyorum' dediğin Seyhun'un içkisi dudaklarıma değdi, onunkilerse başkasına. Dudağıma değen tuzlu damlayla başımı kaldırarak nefes aldım.

"A-aslında" Duygular dikenli bir tek gibi boğazıma tıkandı. Boğazımı temizleyerek hıçkırığımı tutan hissi yuttum. "Şu an pastanedeyim.. Nurlana'nın pastanesi evet.. Pasta yapıyorum.. Şef gitmiş ve birine ihtiyaçları varmış." Sorularına kısa cevaplar verirken Ayşenur elinde malzemeler ile kouşmamı bitirmemi bekliyordu.

"Anne seni sonra arayayım mı? Şu an gerçekten çok işim var.. Akşam anlatırım" diyerek telefonu kapattım. Tuhaf bir his bedenimi sarmaladı. Ne olduğunu bilmiyordum, dün annemler ile gülüp söylerken, 24 saate neler sığdırmıştık? Zaman sanki kukla gibi oynatıyordu insanları, bir gün sonrasında asla ummadığınız yerde olabiliyor, asla ummadığınız kişiye dönüşebiliyordunuz. Hepimiz yaşayan pinokyalar gibiydik.

"İyi misin?" Ayşenur usulca omzuma dokunduğunda yanağımdaki yaşı silip tebessüm ettim. "İyi olmalıyım"

Zaman hepimizi eğitiyor, büyütüyordu. Hem de hiç ummadığımız şekillerde. Dinginlik kazanan hislerimde sadece pişmanlığın baki kalacağını biliyordum, ama bakış açımın değiştini de hissedebiliyordum. Belki Mevlana'nın engin anlayış ve hoşgörüsüne bir tık yaklaşmıştım. Kınadığımız şeyler başımıza gelebilirdi, ağzımızdan çıkan her sözün bir bedeli vardı. Biri hakkında kötü zanda bulunmadan önce iki kez düşünmeliydik. Çünkü, her kötülüğün bir sebebi vardı.

"Nisa, çok dalgınsın. Anlatmak istersen konuşabiliriz ve..." Beyza'ya baktım. Tedirgince gülümsedi. "Pastayı da bugün bitirmeliyiz" Olgun yaklaşımı ile düşüncelerimden sıyrılmamı sağladığında başımla onu onayladım. Hepimiz işimize odaklandığımız için fazla konuşmadık. Onlar ara kreması ve krem şantiyi hazırlarken, daha önce telefonuma aldığım ama hiç denemediğim pasta süslemelerine baktım. Siparişte herhangi bir şekil istenmemişti, beğenecekleri güzel bir şey olsun istiyordum. Mavi gökkuşağı pastasını görünce gülümsedim, beyazdan okyanus maviye kadar 5 tonda mavi renk geçişi vardı. Tamam bu olacaktı, biraz zahmetliydi ama değerdi.

Büyük kalıptaki keki, pasta testeresi ile üç parçaya ayırdım. Harika bir aletti, kesinlikle ipten daha kolaydı bununla kesmek. Bundan bir tane almalıydım. Soğuyan kremanın yarısını üstü için ayırdım.  Elimdekini spatula ile keke sürerek kapattığımda, küçük keki kremalaması için Beyza'ya teslim ettim. Kalan kremayı, krem şanti ile karıştırdım. Böylece hem daha lezzetli hem de yoğun olduğu için süslemeler daha güzel duruyordu.

"Gıda boyası var mı? Mavi lazım"

Ayşenur'un getirdiği mavi toz boyayı aldım. Tarife uygun olarak kremayı beş farklı kaba böldüm ve hepsine farklı oranlarda boya ekleyerek açıktan koyuya bir renk kartelası oluşturdum. Önce alltaki büyük kalıbı süsleyecek sonra diğerini birleştirecektim. Telefonda resmi açarak, tezgaha dik koydum. Kremanın bir kısmıyla sıva için gelişi güzel keki kapattım. Ardından poşete aldığım kremayı dikkatle sürmeye başladım.

"Pasta ne durumda?" Nurlana'nın neşeli sesiyle, başımı kaldırarak ona baktım. "Süslemeye yeni geçtik."

"Vay canına bunu mu yapacaksın? Harika" Telefonu alarak ekrandaki pastaya heyecanla baktı. Telefonum çaldığında bana uzattı "Ah, Seyhun arıyor"

Adını duymak, unutmayı başardığım pişmanlığı, uğradığım ihanetle birlikte getirerek kendimi kötü hissettirmişti. Bir kaç saattir bu mutfakta başka bir dünyaya girmiş gibiydim ve öylesine dalmıştım ki, tüm dertleri, yaşananları silebilmiştim aklımdan. Ben kendimi oyalamak için yollar bulabilen biriydimama ah... "Sen konuşur musun? Meşgul olduğumu söyle"

Telefonu kulağına dayadığında tereddütle konuştu. "Alo, Seyhun? Ben Nurlana.... Evet yanımda....." Nurlana bakışlarını bana çevirdi. Gözlerini çevreleyen koyu far ona farklı bir hava katıyordu. Ağır makyajın yakıştığı nadir kişilerdendi. Parmağımı kremaya batırarak ona gösterdim ve görüşemeyeceğimi anlatmaya çalıştım.

"İşi henüz bitmedi" dediğinde kaşlarımı çattım. Seyhun'a buraya geldiğimden bahsetmemiştim. "Bugün onu pastacımız olarak alıkoydum da." Telefonu kulağımdan uzaklaştırarak bana sordu. "Ne zaman biter süsleme?"

"Bilmiyorum, ilk kez deniyorum, uzun sürebilir. Eve gitmesini söyle" Fısıltıma karşılık tek kaşını kaldırarak düşünceli bir ifade takındı, sonrasında gülümsedi. Ve telefona döndü. "Seyhun benim birazdan okula geçmem gerek. Kızlar da çıkacak.... Tamam, siz konuşursunuz"

"Ne dedi?"

Telefonu kapattığında bana döndü.  "Buraya geliyor." Sıkıntıyla nefesimi verdim. Onu görmek istemiyordum ki.

Kızlar okula gitmek için hazırlandıklarında vedalaşmak için sarıldık. Bu güzel insanlarla ayrılmanın ve bir kaç saatliğine ödünç aldığım farklı hayatın hüznü çöktü yüreğime.

"Sizinle daha fazla görüşmek isterdim"

"Görüşürüz, biz hep burdayız" Ayşenur'un cevabına Nurlana destekledi. "Elbette görüşeceğiz, bu bir başlangıç" Samimiyeti ve canlı karakteri, onu yıllardır tanıyormuşum gibi hissettiriyordu.

Tebessüm ederek onları uğurladım. Akşam üzeri cafede oturan çok müşteri yoktu ancak iş dönüşü olduğu için tezgahlar ekmek almaya gelenlerle doluydu. Yan taraftaki kömür fırınından çıkan sıcak ekmeklerin kokusu burnuma ziyafet çekti. Bugün, pastanın heyecan ve telaşından pek bir şey yememiş ve baya acıkmıştım. Sıcak ekmeklerden koparmamak için kendimi zor tuttum, ustalara kolaylık diledikten sonra yemeği erteleyerek işimin başına geçtim. Şu an tam da çalışmak istediğim yerdeydim, bir pastanede. Ekmek kokulusundan. Bir günlüğüne de olsa.

Kızlar gittiğinde ıssız hissedince, telefondan müzik açmıştım. Süslemeye odaklandığımda tüm tedirginliği unutmuştum. Kremayı en alttan başlayarak yukarı doğru rengi açılarak sürmeye devam ettim. Son sıradayken engel olamadığım esneme ile doğrularak elimin tersini ağzıma kapattım. Kollarımı esnettiğimde midemdeki açlık daha hissedilirdi. Dudaklarımı ıslatıp elimle karnımı ovuşturdum. Tekrar işime döneceğim sırada tezgahın kenarında beni izleyen ela gözlerle kalakaldım. İfadesiz yüzüne rağmen gözlerindeki hayran parıltılarla şaşkınlığa uğradım.

"Sen ne zaman? Hem buraya nasıl girdin, izin vermiyorlar"

Kollarını göğsünde bağlayarak garipçe bana bakmaya devam ettiğinde kalp atışlarım hızlandı. Bu adamın varlığı bir dertti. "Neden öyle bakıyorsun?"

Sessizliğini koruyarak bana doğru yaklaştığında bedenim gereksiz bir heyecana kapıldı. Nefesim kalbimi zorlarken inatla çıkışmaya devam ettim. "Hem ne diye sessiz geliyorsun. Sapık gibi dikizleme işini bırakmayacaksın anlaşılan"

Söylenirken bana doğru yürümeye devam etti. Benden bir an dahi ayrılmayan ela gözleri kalbimin göğüs kafesini zorlamasının sebep oluyordu. Bu adam neden böyle bakıyordu? Konuşmak için araladığı dudakları dikkatimi çektiğinde, dün geceyi anımsayarak hırsla önümü döndüm.

"Gelmene gerek yoktu"

Öfkeden tüm kaslarımı zorlasam da sıktığım bedenime inat acı ruhuma eziyet etti. Dolan gözlerimi engellemek için başımı dik tuttum. Yutkunduğumda boğazımda düğümlenenler inmedi. Dilime doluşan tüm duyguları bastırdım. Ne desem de boştu. Onunla muhatap olmama kararı alarak işime odaklanmaya çalıştım. Krema poşeti elimdeyken ne yapacağımı idrak edemeyerek öylece kalmıştım.

"Acıkmışsın, bir şeyler yiyelim sonra devam edersin"

Cevap vermediğimde bir adım daha yaklaştığını hissettim. "Nisa" Elini bana uzatığını fark ettiğimde hızla kolumu öne çektim. "Yemeyeceğim, işim var. Sen git ye"

Bir elimle pasta tabağını tutarak, titreyen parmaklarıma rağmen kremayı sürmeye çalıştım. Seyhun'un sakalsız bebeksi siması ve sıcak bakışları şu an ona bakmasam bile gözümün önündeydi. Dün geceki sahnenin zihnimde canlanması ise yaramı deşerek bana acı çektiriyordu. Git artık. Beni ağlatmadan gitsene be adam.

Seyhun bir kaç saniyenin ardından mutfaktan ayrılırken göz ucuyla ona baktım. Gidişi de bir dertti ama gitsindi. Ona dair hiç bir şeyi daha fazla düşünmek istemiyordum. Bitirmiştim her şeyi. Kremayı sürmeye devam ettim. İşim bitince ne yapacaktım peki? O eve geri dönmekten başka çarem var mıydı?

Mutfak kapısı açıldığında, elinde tepsiyle Seyhun'u görerek başımı önüme çevirdim. Pastanın sadece üst kısmı kalmıştı. Seyhun tepsiyi tezgaha bıraktıktan sonra yaklaşarak pastayı inceledi.

"Sanırım bitmek üzere. Çok güzel görünüyor" Sesinin tatlılığından tebessüm ettiğini hissettim, bu sinir bozucuydu.

"Sana gitmeni söyled-" Hırsla ona döndüğümde, aldığım kararı hatırlayarak sustum. Onunla konuşmayacaktım. Tezgaha sırtını sayarak kollarını göğsünde birleştirdi. Dişlerimi sıkarak önüme döndüm. Rahatsız edici bakışlarını aldırış etmeden kremayı tamamladım.

Bitirdiğim pastaya bakarken, ortaya çıkan güzel görüntüsü gururla tebessüm etmemi sağlamıştı.

"İnce işlerde harikalar yaratıyorsun"

"Yaratmak Allah'a mahsus" Bakışlarımız buluştuğunda, bu sözü ona ilk söylediğim zaman gözlerimin önünde canlandı. Kursa benimle birlikte gelmiş ve nakış yaparken beni izlemişti. Ona yaptığım yastık kılıfına hayran kalmıştı. Beni kucaklayarak etrafında çevirdiğini anı hatırlamak nefesimi kesti. Seyhun'un gözleri de aynı şaşkınlıkla bana bakarken, yutkundu. Diliyle dudağını ıslatarak acelece tepsiye uzandı ve simitlerden birini bana uzattı.

"Bir şeyler ye. İzmir gevreğini seversin." Gözlerimi ona bakmamak için zorlarken, alıp almamakta tereddüt ettim. Açtım ama Seyhun uzattığı için almak istemiyordum. Midemdeki açlığa yenik düşüp kararsızca simite uzandım.

"Sabahtan beri burdasın, yemek yemediğine eminim"

"Ne zaman geldiğimi nereden biliyorsun?" Simit ikimizin parmakları arasındayken, kaşlarımı çatmamla duraksadı.

"Nurlana... O söyledi telefonda."

Sessizce tepsidekileri yerken Seyhun konuşmak için fırsat kolluyor gibiydi. Bense ona karşı katı olmakta kararlıydım. Mutfak kısmında sandalye olmadığı için boş tezgahlardan birine oturmuştuk, belki başka bir zaman bu çok hoşuma giderdi. Oysa yüksek tezgahtan sarkan bacaklarımı sallama isteğim bile yoktu. Her şeyde olduğu gibi yine yanlış zamanda yanlış şeyler yaşıyorduk. Bundan sonra ne yapacağımı düşünürken, Seyhun da benim kadar düşünceli görünüyordu.

"Nisa"

Derin bir nefes verdim ve yüzümü düşürerek ona baktım. Yavaşça bedenini bana çevirdiğinde tedirgin görünüyordu, diliyle dudaklarını ıslattı. "Dün gece hakkında biraz konuşalım. Ben-"

"Gerek yok" elimi kaldırarak onu susturdum. Kalbimin ağırlaşan yarasına rağmen ifadesizliğimi korudum. "Dün geceyi ne düşünmek ne de hatırlamak istemiyorum." Gözlerimin dolmasıyla hızla tezgahtan indim. "Artık her şeyin farkına vardım. Bu evliliğin de, senin evindeki yerimin de farkındayım. Bundan sonra seni bunaltmayacağım ve senden bir şey beklemeyeceğim"

İçimde titreşen yüreğimin bedenimi zorladığını hissettim. Mantığım, kalbimin etrafında dönerek bir kaç çizgiyi belirginleştirmeye çalıştı. Bu anlaşmalı bir evlilikti ve ben de bir süre daha Seyhun gibi oyun oynamaya devam etmeliydim. Ailem için, itibarımız için böyle olması gerekiyordu. Ama bu sefer oyunu kuralına göre oynayacaktım. Seyhun'dan bir şey beklemeden. Evliliğimiz devam edecekti ama Seyhun'u terk etmeliydim. Kalbimin amansızca sarıldığı ruh benden çok uzaktı. Ben de uzak duracaktım.

"Nisa" Uzaklaşmak için bir adım attığımda, tezgahtan inerek kolumu nazikçe kavradı. "Dün gece biz-"

Gözlerindeki keskin parıltılar canıma kast ediyordu adeta. Mümkünmüş gibi bedenimi geçerek ruhuma nüfus etmek niyetindeydi. Hayallerim gibi, gerçeklerim gibi, mutluluğum ve hüznümü de, iyiliğim ve kötlüğümü de bıraktmıştım ben bu adama. Yüreğimi avuçlayıp yüreğinin yanına terk etmiştim farkında olmadan, belki de bile isteye. Ona bakarken hissettiklerimle afalladım, bana işleyen bakışlarıyla titredim. Zihnimde yankılanan şefkatli öpüşüyle kıvrandım. Anlatmak istediği manalar mantığımın duvarında parçalandı. Güçlükle yutkundum ve ifademi toplamaya çalıştım. Aptal rüyalarıma bu kadar itibar etmemeliydim.

"Dün gece, sen Derya'ya aşkını ispatladın. Bense dünyanın en büyük aptalı olduğumu. Ben... " Göğsüm hızlı nefeslerimle sıkışırken duraksadım. Hala kolumu tutan elinin sıcaklığı bile yetiyordu kalbimi titretmeye, ruhuma azap etmeye. Vurguladığım her kelime kesik cam parçalarını dudaklarımdan içeri yutmak gibiydi, kese biçe. "Belki de bana kızdın içtiğim için. İnan ben kendime daha çok kızdım." Sesim kırıklarla doluyken savunma ihtiyacıyla parmağımı öne uzattım. "Ve bundan sonra duygularım yerine mantığımı kullanacağım."

Kelimelerim gözü kapalı dökülürken dudaklarımdan, şaşkın görünüyordu. Anlam vermek istercesine kaşlarını çattı, itiraz edeceğinde fırsat vermedim. "Ben artık kendi ayaklarım üzerinde duracağım Seyhun. Bir kez daha haklı çıktın, insan hep yalnızdır. Ve yalnızken güçlenmeyi öğrenmeliyim. Bombok bir his olsa da, burda kendimden başka kimsem olmadığı açıkca ortada." Sesimin praçalanmasıyla gözlerimi kapatarak nefes verdim. Ona karşı ezilme Nisa. Lanet olsun ne zordu, aslında yapmak istediğin farklıyken, başka şekilde davranmak zorunda olmak.

Sakin ama kendinden emin bir şekilde tekrar ona baktım.  Cevap vermekte bocalıyor gibiydi, yüzü anlamsız bir şaşkınlıkla kendini zorluyordu. "Borçlarımız bitene kadar bu evliliğin devam etmesi gerektiğini biliyorum. Sonra da geldiğim gibi gideceğim. Geçmişte yaşanan her şey geçmişte kaldı"

"Tüm hatırladığın bu mu?" Gözleri bir şeyler anlatmak istercesine titrediğinde, kalbimin göğüs kafesinde zorlandığını hissediyordum. Ona dair tüm yaşanmışlık ve hisleri yok saymak istiyordum. Öyle zordu ki. Şu yüreğimin her çarpışta çaresiz feryadı, her atışta kafesini aşamayan amansız çırpınışı.

"Daha fazla aptallık yaptıysam da hatırlamak istemiyorum"

Kolumu çekerek hızla mutfaktan çıktım. Söyleyeceklerini duymak istemiyordum. Çaylayan gibi taşmaya hazır duygularım özgürlüğe kavuşmaya can atıyordu. Benim aksime cafenin sakin ortamında Üstün beyle karşılaşınca zoraki konuşmak durumunda kaldım. Kalbimdeki ağrı gittikçe yoğunlaşırken, duygularım ve istikrarım dağılıyordu.

"Yarın yine görüşürüz, Nisa hanım. Seyhun" Bakışları yanımıza gelen Seyhun'a döndüğünde tebessümle elini uzattı. Cafeden çıkarak arabaya bindiğimizde, baskılanan duygularımı sağlam tutmaya çalıştım.

Evin kapısını yine Seyhun açmıştı, açıkçası sabah yanıma anahtar almayı akıl edememiştim. Bundan sonra daha dikkatli ve güçlü olmalıydım. Mantığımın dayattığı düşüncelerin arkasında durmak kalbime şimdiden ağır bir yük bindirmişti. Seyhun benim hareketlerimi izlerken ne yapması gerektiğini kestiremiyor gibiydi. Ondan uzaklaşma isteği ile yatak odasına girerek kapattığım kapıya yaslandım. Elimle kalbimdeki ağrıyı dağıtmaya çalıştım. İzinsizce yüzümü ıslatan damlaları elimin tersiyle sildiğimde sürmenin karası parmaklarıma bulandı. Güçlü olmalısın Nisa. Acı çeksen bile artık ağlamamalısın, dik durmalısın. Ailem için bu evliliği sürdürmeli ama Seyhun'dan uzak durmalıydım. Düşüncesi bile canımı yakarken nasıl katlanacağımı bilmiyordum.

Yatağa uzandığımda dizlerimi kendime çekerek kıvrıldım. Bu evde böyle kalmak zordu, ailemi özlemiştim. Konya'daki hayatımı, sevdiklerimi, yatağımı, şikayet ettiğin her şeyi özlemiştim. Kolumu uzatarak komodinin yanındaki büyük ayıyı kucağıma sardım. Acı sırtıma tırnaklarını geçiriyor yüreğimi delip geçiyordu. Kalbimi ellerine verdiğim adamı, kalbim ellerinde diyen adamı başka bir kadının dudaklarında görmek en büyük yenilgimdi. Bunu neden... Gereksiz soru parçasının hiç bir önemi yoktu.. Bir şey olmuşsa olmuştu işte, bu salak soruyu kim icat etmişti ki? 'Neden?' Gereksiz boş, malca bir kelime..

Pişmanlık eşantiyon gibi acımın kenarına ilişip beni kahretti. Hayat bize neler yapmıştı böyle? Kendi halinde hayalleri olan bir kızdım ben. Kayıplarını bile canına katıp gülümseyen, geleceğe ışıltılı gözlerle bakan, aşkın düşüyle rüyalarını süsleyen... Şimdi, kahrolası bir yerde kendime ait değerlerden vazgeçmiş, öyle yanlışa batmıştım. Affet beni Sefa, Sema. Sizin o saf yüreklerinizin buna şahit olmasını istemezdim. Affet Allah'ım. Bana yol göster. Hatalarımı telafi edecek kadar vicdan azabı, tekrarlamayacak kadar irade ver. Zamanın dur durak bilmeyen akışıyla bedenim sükunetle hareketsizleşirken, ağırlaşan göz kapaklarım son göz yaşım ile karanlığa gömüldü. Tüm gün aklımda dönüp duran anılar, bu kez rüyalarıma karışırken mantığım mantıksızlıkla dans etti.

Seyhun'la sürekli atıştığımız, ama ona amansızca bağlandığım zamanlara gitmiştim. Her şeyi biliyordu ve ağzı iyi laf yapıyordu. Tabi bilecek Nisa, senden 7 yaş büyük.Toydum, ama cahilliği kabul etmiyordum. Bu yüzden sürekli onunla boy ölçüşüyordum.

"İnsan hep yalnızdır. Yalnız olduğun kadar güçlüsün. İnsanlara muhtaç olmamalısın, bu sadece seni yaralar. İhtiyaçtan tutmamalısın kimseyi yanında. Tek başına da güçlü, başarılı, mutlu olmalısın"

O gece beni mesajla bahçeye çağırdığında, üstümdeki pijamaları çıkarma gereği duymadan, sırtıma bir hırka alarak aşağıya inmiştim. Gecenin bi vakti önemli demesinin açıklamasını merak ediyordum. Kamelyada İsa abi, o ve ben varken, İsa abinin iyi geceler dileyerek eve çıkmasından beri, sert bir dille beni eleştiriyordu.

"Yanında sevdiklerin olmadıktan sonra nasıl güçlü olabilirsin ki? Veya ne anlamı var yalnızken? İnsan daima muhtaç birilerine.. Sevmek, yaşamak, nefes almak için bile.." diyerek kendimi savundum. Kamelyada Seyhun'la yalnızdık ancak şu an odaklandığım tek şey, beni altında bıraktığı yüktü. Yalnızlığı kim ister, kim göğüslerdi?

"Değil işte, olmamalı. Kendi ayakların üstünde durabilmelisin. Muhtaç olmamalısın kimseye"

"Sen de Derya'ya muhtaçsın ama"

"Bak, ikisini karıştırıyorsun. Derya'yı seviyorum. Sevgiden benim muhtaçlığım, aşktan.. Onsuz da yaşıyorum ama istemiyorum. Sense bağlanıyorsun insanlara. Bağımlı oluyorsun. Hayatını ona veriyorsun"

"Ne bekliyorsun benden Seyhun?" Bir yaslanıp bir kalktığım oturakta, yine öne çıktım. Eskiden iğneleme yapardı, doğruları tartışırdık ama bir süredir üstüme geliyordu ve askerini yola getiren bir komutan edasıyla direk beni hedef alıyordu.

"Hayatta bir şeyler başarmanı bekliyorum. Bunu ben yaptım diyebileceğin şeyler. Kimseye muhtaç olmadan nefes alabilmeni istiyorum. Hayatının kontrolü senin elinde olsun istiyorum"

Neden hep haklı olmak zorundaydı? Tamam bir başarıya imza atmayı ben de isterdim ama yalnızken anlamı yoktu işte.. Benim şevkim de, bir işe duyduğum heyecan ve azmim de, kanaat beklentisindeydi. Yapmış olmak için yapmak vakit kaybıydı. Derin bir nefes verip dudak büzdüm.

"Takdir edecek birisi olmayınca anlamı yok başarının"

"Ben seni takdir ederim. Sen yeter ki çabala. Hem şu an dünyaya büyük katkıları olanların bile zamanında değeri bilinmedi. Çok sonra takdir gördüler"

"Torunumun torununa miras bırakacağım bir şey mi istiyorsun benden?" Şaşkın kaşlarımı havaya kaldırdım.

"Neden olmasın sen de o kapasite var" oturağa rahat şekilde yayıldıktan sonra dudaklarını ıslattı "Hiç bir şey yapamam dersen, çocuk yap. En azından torununun torununa bir adım yaklaşırsın" onun söylemeyeceği türden bir cümle olmasına rağmen, gamzesinin eşlik ettiği muzip gülümseme tam anlamıyla Seyhun'a aitti. Gözleri ise aksine dalgındı.

"Anne olacak yaşta mı gösteriyorum?" Kaşlarımı çatarak hırsla ayağa kalktım. Dalga mı geçiyordu benle? Ben ve çocuk yapmak, çok uzak iki kavram. Ben daha bir adamı öpmeye cesaret edemiyordum, ki o şeyden hala tiksinir durumdaydım. Bir de çocuk doğurmak mı?

"Ee anca" dedi yine dalga geçer gibi. Cevabına yüzümü buruşturdum. Az önceki sert tutumundan eser kalmamıştı, sırıtan yüzünde. "Şimdi senin birini bulman, sevgili olman, o kişiyi öpmen zaten yıllar sürer. İş bebeğe gelene kadar yaşıtların anneanne olmazsa iyidir"

"Of abarttın yine. O kadar da demedik.." sıkıntıyla nefesimi verdikten sonra gözlerimi yuvarlayıp biraz düşündüm, haklı mıydı? Öpüşmek kötü gelmiyordu ama daha ilerisi.. Of, bunun için, eşimden sınırsız süre isterdim işte "O zaman, ben ruh eşimi aramaya başlayım şimdiden" dedim ben de sinirle karışık alayla.

"Sana yardım edeyim bebeğim" Aniden belimden tutarak beni kucağına çekince çığlık attım. "Ah!"

"Şimdi beni öpersen, birkaç seneye çocuk yapacak aşamaya geliriz"

"Ne? Pis sapık!" diye bağırdım, elllerimi aramızda yumruk yaparak. Yüreğim ağzımda atıyordu, çok yakındık. Burnunu burnuma tokuşturdu.

"Şaka yaptım. Hemen heyecanlanma"

"Ne heyecanlanması be! Bırak beni! Git bu şakaları Derya'ya yap da, bebeğinizi doğursun" debelendiğim halde, kollarını gevşetse de bırakmamıştı.

"Eğer Derya beni kabul etmezse, İlkim'in annesi olur musun?" Sorunun üzerinden geçen saniyeler, nefes denen varlığı bedenimden soyutlamıştı. Belki de nutkum tutuldu demeliyim ama adı ne olursa olsun, donup kalmıştım. Bu adam ne diyordu?

"Sen ne saçmalıyor- " kendime geldiğimde çıkışmaya başlamıştım ki, fark ettiğim şeyle duraksayıp nefesini kokladım.

"Sarhoş musun sen?"

"Belki biraz" dedi, beni yere bırakırken.

"İki saattir benimle beyin fırtınası yapıyorsun be!" Kollarından kurtulduğumda hırsla ona doğru çıkıştım. Sarhoştu ve ben sarhoş olduğunu ancak fark ediyordum! Bir şeye odaklanınca gerçekten çok dikkatsiz oluyordum. Sevgilisiyle mesajlaşırken dünyayı unutanlar gibi. Bilgisayar oynarken annesinin 5. kez söylediği cümleyi ilk kez duymak gibi.

"İçince güzelleştiğimi biliyorsun Nisa"

"Ya ne demezsin. Öyle bir şey yok" suratımı astım, sinirlenmiştim. Böylesine pervasızca davranmaya hakkı yoktu. Üstelik de gecenin bir vakti, kapımızın önünde kim görse yanlış anlardı. Belli ki kendi de 'adam gibi' içemiyordu.

"Bu gece benimle uyur musun?" Sesindeki masumluk yine duygularımı altüst etmeye yetmişti. Yüreğim sıkıntıyla kabardı. Bakışları, ne benimle tartışırkenki gibi sert, ne dalga geçer gibi alaycıydı. İlk defa böylesine saf ve muhtaç görüyordum bu gözleri. Benim ilk kez ona sormam gibiydi ama ancak bir farkla, ben mesajda sormuştum, oysa gerçekten karşımdaydı ve bana evimizin bahçesinde, kamelyada teklif ediyordu uyumayı.

"Gerçekten sarhoşsun" zoraki gülümsemeye çalışırken, içinde bulunduğumuz durumun tuhaflığını tartıyordum. Kim bilir yine neye üzülmüştü de, böyle kafayı dağıtıp, bana sarmıştı. İç muhasebemle sessiz geçen sürede, gözlerine bakamıyordum, ben de ne yapacağımı şaşırmıştım.

"Tamam, haklısın kusura bakma. Hadi eve çıkalım" Derin bir nefes verdim.

Yan yana apartmana yürürken, az önce olan duygu karmaşaları yaşanmamış gibiydi. Suçu içkiye atıyordum ama şişede durduğu gibi durmuyorsa, ne demeye şişelerce içmişti?

Merdivenleri çıkarken ikimiz de sessizdik. İkinci katın merdiven aralığındayken, dönüp bana sarıldı. Kalbimin bunu normal olarak nitelendirmesine imkan yoktu. Yüreğim ağzımda atarken, yine tuhaf davranıyordu. Sarhoşken bana çok farklı davranıyordu. Yanındaki ben olmasaydım, başkasına da böyle laubali davranır mıydı sarhoş diye?

Kamelyadaki yakınlaşmamız aklıma geldiğinde, benim yerimde Derya olsaydı diye düşündüm. Ona da şaka yaptım mı derdi? Yoksa öpüşürler miydi? Kalbimde fırtınalar koparken, otomatik lamba söndüğünde hala kolları bana sarılıydı ve hareketsiz duruyorduk. Dudaklarından çıkan fısıltı, tüylerimi diken diken etti;

"Senden hoşlanıyorum"

....

"Pastayı çok sevmişler Nisa. Bir kaç sipariş daha aldık. Bu harika!"

Nurlana'nın kıpır kıpır neşesi şaşkınca gülümsememe sebep oldu. Bu duyduklarım kendimi öyle hoş hissettirmişti ki ne diyeceğimi bilemedim. Nurlana mesaj attığı için cafe'ye gelmiştim. Aparatları yapmaya vaktim olmamıştı ama pastanın beğenildiğini duymak gerçekten güzeldi. Üstün beye baktığımda, onaylarcasına tebessüm etti.

"Bizimle çalışmak ister misin Nisa?"

"Ben.. " Kalp atışlarım haklı sebeple hızlanırken neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Bu kadar kolay mıydı yani? Böyle elit bir pastanede çalışmak için ne diplomam ne referansım vardı. "Benimle çalışmak mı istiyorsunuz gerçekten?"

"Evet. Genç olmana rağmen gayet yeteneklisin ve çok özenli olduğun ortada"

"Ah, teşekkürler"

"Ee ne diyorsun?" Üstün bey cevap beklerken, Nurlana da gülen gözlerle kolumu tutmuştu.

"Çok isterim" Kocaman gülümsemeyle karşılık verdiğimde Nurlana sevinç nidası atmıştı. "İşte bu harika"

Neşeyle birbirimize sarıldık. Beyza ve Ayşenur da mutluluğumu paylaşarak, sarılmış ve tebrik etmişti. "Düşündüğümden daha çok görüşeceğiz" Dedi Beyza, güzel yüzüne tebessüm çok yakışıyordu. Hiç üzülmemesini diledim.

"Nisa yarın başlayacağına göre siz de izinlisiniz kızlar. Hadi bir şeyler yiyerek bunu kutlayalım. Ben de öğlen kaçamağı yaparım"

"Olur" Nurlana'yı onayladım. Bugün ne güzel başlamıştı, çok şükür. Çalan telefonumu cebimden çıkardım. Ekrandaki isimle gülüşüm hoş bir tebessüme dönüştü.

Özgür arıyor.

"Alo Özgür?"

"Nisa merhaba. Nasılsın?"

"İyiyim sen nasılsın?" Neşem sesime yansırken kızların yanında ayrılarak cafenin sakin köşesine doğru ilerledim.

"Sesin iyi geliyor. Ben iyiyim. Seni merak ettim, dün görüşemedik. Pastanede işler nasıl gitti?"

"Ah, ne oldu inanamazsın. Bugün işe girdim inanabiliyor musun?" Heyecandan ona kızgınlığım ve utancımı unutmuştum.

"Gerçekten mi? Buna çok sevindim. Mutlaka kutlamalıyız. Ben Seyhun'u arayayım ve-"

"Yok" sözünü kestim. "Şey.. Biz, bir süre birbirimizin hayatına karışmama kararı aldık. Ben... Onunla kutlamak istemiyorum"

"Anladım.. Bana da kırgın mısın? Geçen gece..."

Duraksadığında boğazıma takılan hisle "O geceyi unuttum" dedim. İçmeme izin verdiği için ona kızgındım ama onun yanındaki rahat tavırlarımı, sarmaş dolaş dansımızı hatırladığımda utançtan bir şey diyemiyordum.

Nurlana ve Beyza ellerinde tabaklarla yanımdaki masaya oturduğunda parmağımla bir saniye istedim.

"Peki, öyleyse iş çıkışında seni alayım mı?"

"Tamam, olur. Pastanedeyim ben. Kızlara da sorarım... Tamam görüşürüz"

Telefonu kapattığımda, bana heyecanla bakan gözlerle işe girmemim coşkusu sardı yine bedenimi. Bir sandalye çekerek kızların yanına oturdum. "Özgür, işe girmeni kutlayalım diyor, siz de gelin"

Beyza gülümseyerek bana baktı. "Eşin mi?"

"Eşinin kuzeni" Nurlana cevap verdikten sonra bana dönerek düşünceli biçimde tek kaşını kaldırdı. "Ya Seyhun?"

"Onunla gitmek istemediğimi söyledim ama.. Ne tepki verir bilmiyorum, öyle dengesiz ki"

"Onun tepkilerine göre davranmayacaksın sanıyordum."

"Neler oluyor?" Ayşenur da masaya otururken Beyza ve o, konuşmamızı anlamlandırmaya çalışıyordu. Tereddütle Nurlana'ya baktığımda "İkisi de olgun kişiler. Anlatmak istersen sana yardımcı olmak için ellerinden geleni yaparlar" diye beni rahatlattı.

Beyza ve Ayşenur'u şok etse de anlattıklarım beni rahatlatmıştı. Uzun zamandır herşeyi içime atmış ve kimseyle açık şekilde dertleşememiştim. Gerçekten paylaşmak azaltıyordu insanın yükünü.

"Gerçekten garip bir ilişki. Nisa, bence eşinin duyguları da en az senin kadar karmaşık ama onu daha iyi gözlemlemelisin. Gizemli bir kişiliği var gibi, belki de sana söyledikleri, söylemek istedikleri değildir"

"Bir insan neden olmadığı biri gibi davranır ki. Ben bunu anlayamıyorum. Seyhun'u hiç"

"Bak onun sana şefkatinden bahsediyorsun. Bir insan göstermelik bunca zaman birinin yanında durmaz, yardım etmez. Açıkcası evliliğinize sebep olan yalanla onu zorlamışsın. Seyhun açısından bakınca sana karşı güveninin sarsılması abes değil. Sonuçta sana başkasını sevdiğini açıkca söylemiş"

"Biliyorum, ben de bu yüzden ona git dedim ve unutmaya çalışıyorum" Sıkıntıyla başımı öne eğdim. Gerçekler böyleydi ama istediğim bu değildi. Geçmişi düşünmek yine irademi duygularımın önünde  eğiyordu.

"Nisa beni yanlış anlama, ben geçmiş zaman için dedim. Ama şu an ne olursa olsun siz evlisiniz, birbirinizden ne kadar uzak durabilirsiniz ki? Neden durasınız? Benim demek istediğim ilişkinizin iniş çıkışları ikinizi de yıpratmış. En çok da birbirinize güveniniz ve beklentileriniz sarsılmış."

Nefret etmeye çabalarken kızların tavsiyeleri yine ilşkimizin sorunlarına yönlendiriyordu beni. Her şeyi tam olarak anlatmaya çekinmiştim. Seyhun'un daha geçen gün 'Derya'ya aşığım' dediğini, onu öptüğünü bilselerdi ne düşünürlerdi acaba?

Ayşenur düşünceyle kaşlarını havaya kaldırmıştı. Ela gözleri, Seyhun'unkinin aksine yeşile çalıyordu. Renkli harelerinde kahverengi yeşil ve sarı özenle çizilmiş bir tablo gibi ahenkle dans ediyordu.

"Benim gördüğüm ne biliyor musun? Onu yaralı gördüğün zaman daima yanında olacağım demişsin kendine, sonra bir şey olmuş ve sen hemen nefrete sarılmışsın. Belki de yaşadıklarınız yüzünden ikiniz de birbirinize karşı gardınızı almış ve bencil hareket etmişsiniz. Aslında Seyhun daha önce de sana karşı sert cümleler kurmuş, daha önce de seni zorlamış ve zıt fikirleriniz çatışmış ama o zamanlar sen ona kafa tutabilmişsin. Kızdığında karşılık vermişsin, sarıldığında kabul etmişsin. Şimdi ise kızmasını istemiyorsun, onun da kendince haklı sebepleri olabilir. Beyzanın dediği gibi."

Düşünceli halim kafamda yüzlerce kez çevirdiğim aynı sayfaları bir kez daha göz gezdirdi. "Tekrar düşüneceğim bunlar üzerine. Çok sağolun"

"Rica ederim tatlım" Beyza samimyetle tebessüm ettiğinde Ayşenur da sessizce onayladı.Saatine baktığında "Derse geç kalıyorum, bugünlük müsade isteyeyim"

"Bizimle gelmeyecek misiniz?"

"Belki daha sonra" Bakışlarımı beklentiyle Beyza'ya çevirdiğimde,  "Aynı derse gireceğim" dedi kaşlarını kaldırarak. O da ayaklanmıştı.

"Nisa canını sıkma." Elini desteklercesine omzuma koydu. "Sürekli bir şeyler için çabalamak insanı yoruyor. Sadece kendini biraz geri çek ve zamana bırak. Her şey olacağına varır"

Ablamın tesellilerini hatırlatan sözleriyle onu onayladım. Kesinlikle kendimi geri çekmeliydim.

Kızlar gittikte sonra Nurlana ile baş başa kalmıştım. "Geliyorsun değil mi?"

"Çok isterim"

"Nurlana mola bitti. Beş numaralı masayla ilgilenir misin?" Yuvarlak tatlı simasının neşesi, arkadan seslenen tezgahtar ile sıkıntıya dönüştü. "Ama görüyorsun ki gelemiyorum"

"Hey, güzel vakit geçirin ve benim yerime de eğlenin" Gitmek için ayağa klaktığında yanaklarımı  avuçlarımın içine alarak beni güldürdü. "Bugün hayatında güzel bir başlangıç yaptın, olumsuz şeyleri aklından çıkar"

"Tamam" derken gülümsedim, sonrasında ikileme düştüm. Seyhun'a haber vermeli miydim? Onunla gitmek istemiyordum ve arayıp ne diyecektim, 'işe girişimi kutlayacağım sen gelme' mi? Ona işe girdiğimi bile söylememiştim ki. Kızar mıydı? Allah'ım beni nasıl korkutmuştu, her attığım adımda onun fikrini düşünüyordum. Ben hastalıktan yataklara düşene kadar evin yolunu bilmiyordu. Bu akşam ben evde olsam bile, nasılsa yine gidecek yer arardı. Beni merak ettiği mi vardı. Haber vermeme gerek yoktu. Evet, başımı kararla yukarı kaldırdım.

Msadaki telefonum çalmaya başlayınca kaşlarımı çatarak isme baktım. Düşüncelerimi okuyordu resmen. Telefonu açtıktan sonra kulağıma götürdüm ama konuşmadım.

"Alo Nisa"

"Hım"

"İyi misin?"

"Hım" Bir kez daha kapalı dudaklarımla mırıldandım.

"Orda mısın sen?"

Gözlerimi devirerek nefes verdim. "Evet"

"Bugün iş için şehir dışındaydım, biraz gecikeceğim. Sen korkarsan Özgür ya da Nurlana'nın yanına git, olur mu?"

Açıklamasını anlamaya çalışırken "Zaten bu akşam işimi kutlamak için birlikte dışarı çıkacaktık." dedim. Duraksadığında huzursuz hissettim. İşe girdiğimi ona söylememiştim ki. Kızların sözleriyle içimde ikileme düşen düşünceler vardı. Seyhun'un açısından bakmak.

"Tebrik ederim, çok sevindim" Sesindeki soğuk duyguyu anlayamadım. "Kapatmam gerek yoldayım."

"Tamam" Telefon hala kulağımdayken, ikimiz de susmuştuk ama kapatmamıştık. "Sağol" dedim gecikmiş şekilde. Rahatsız edici bir duyguyla suçluluk hissettim. Ona söylemedim diye kırılmış mıdır? İçimde dudak büzen hisleri azarladım. Bırak şu adamı düşünmeyi Nisa. Öküz, ne hali varsa görsün. Telefon dıt dıt sesine düştüğünde sinirle burnumdan nefes verdim. Pislik, hayvan, şehir dışına çıkmış şimdi mi haber veriyor? Bi de korkma diyor yalnız kalma diyor, ahh parçalayacağım bu adamı ya!

....

Pastanenin önünde beklerken hırkamı bedenime daha da sardım. Hava kapalıydı, yağacak gibi duruyordu.

"Merhaba"

"Merhaba" Arabadan inen Özgür'e gülümsedim. Eliyle kıvırcık sayılabilecek kadar dalgalı saçlarını geriye attı. "Gidelim mi?"

"Tamam" Yüksek jeepte ön koltuğa oturduğumda, bu koltuğa son binişim huzursuz olmama sebep oldu. Geçen gece eve nasıl geldiğimi dahi hayal meyal hatırlıyordum. Özgür'e pervasızca şeyler söylemiştim, belki daha da aptallıklar yapmıştım.

"İyi misin Nisa?" Başımı Özgür'e çevirdiğimde utancımı ve sıkıntımı gizleyemedim. "Çok büyük bir hata yaptım"

"Özür dilerim, buna izin vermemeliydim. Öylesine üzgündün ki, o an ben de senin unutmanı istedim"

"Üzgündüm değil mi? Çaresizdim" Bunları söylerken kendime kızdım. "Bunlar bahane değil ama..."

"Mavi bahçeye gitmek ister misin?"

Sorusuyla tekrar ona döndüm. "Mavi bahçe mi?" İsmi bile hoştu. Konunun aniden değişmesi ise odak noktamı şaşırtmıştı.

"Evet, büyük bir avm. Yeni açıldı"

"Olur" Ne yapacağımıza dair bir planım yoktu.

..

"Vay canına burası harika" Gözlerimi hayranlıkla büyük alanda gezdirdim. Filmlerde görebileceğim kadar eşssiz bir görüntüsü vardı. Sitenin bahçesine benzeyen avluyu çevreleyen cam vitrinler mağazalara aitti. Önümüzde ise minik süs havuzları ve çiçekli küçük ağaçlar vardı. "Sonunda İzmir'in güzelliklerini de görebildim"

"Hadi gel" Başıyla önü işaret ederek yürümeye devam ettik. Alanın ortasındaki büyük havuzun üstünden geçen ahşap köprü mağazaların girişiydi.

"Aç mısın?"

"Pek sayılmaz" dedim. Büyük Avm'nin içini gezmeye başladığımızda, iç balkonların genişliği ve tavandaki şatafatlı sarkıtlar göz kamaştırıyordu. Bir kitap mağazası fark ettiğimde heyecanla atıldım. "Kitap bakabilir miyiz?"

"Olur"

Kitapçının içinde yavaşça ilerlerken hiç bir kitabı atlamamak ister gibi doyumsuz bir hisle doldum. Bazen saatlerce bir kitapçıda vakit geçirerek huzur bulmayı isterdim. Yeni çıkan kitaplara göz gezdirirken amatör ne kadar kitap olduğunu fark ettim.

"Bunu okumuştum" Bir kitabı elime alarak inceledim. Özgür de incelediği raftan başını kaldırarak elimdeki kitaba baktı.

"Basılmasını istemiştim ama şaşırdım"

"Neden? Kurgusu nasıl?" Kitaba uzandığında ona verdim. Arka yazını okumaya başladı. "Çok güzel aslında, yazar gerçekten şaşırtıyor, sonu beni baya etkilemişti. Ama kitap dediğin edebi olmaz mı? Eğitim falan gerekiyordur."

"Biraz yetenek, bolca emek. Yürekten gelerek yazıyorsa, hayal gücünü mürekkep ediyorsa neden olmasın"

"Belki de haklısın, ne bileyim. Dünya klasiklerinin yıllarca dirsek çürüterek yazıldığını düşünürsek, bunların basılması haksızlık gibi geliyor. -Yuh ya bu da mı basılmış?"

Raftaki diğer komedi kurguyla şaşırdım. "Bunlar kesinlikle edebiyata hakaret ya. Arkadaşlar arasında karalanmış absürt şeyleri neden kitap yapıyorlar?"

Anlamak ister gibi bana baktığında açıkladım. "Bunları amatörler sitede yayınlıyor, çoğu genç. Bir kaçını okumuştum"

"Genç yetenekleri keşfetmek için iyi bir şans"

Uzandığım kitabın yanındaki açık seçik kapakla kusma isteği oluştu. "Benim okumadan kütüphanemden çıkardığım kitaplar bile basılmış. Edepsiz kitapların bestseller olmasından sonra niye şaşıyorsam."

Gözlerimi iğreti ile yana çevirdiğinde camın dışındaki masalarda takım elbiseli kişilerle aklım bir şeyi yeni idrak etti.

"Ya sen aç mısın? İşten çıktın, valla bunu unutmuştum ya, kusura bakma"

"Önemli değil" Gülüşü dişlerini gizleyemezken başını iki yana salladı.

Kütüphaneye dahil olan ama balkon kısmından avluya bakan masalardan birine oturduk. Burası kütüphaneye ait olduğu için rahat koltuklarda kitap okurken kahve içenler de vardı, bir şeyler atıştırarak karınlarını doyuranlar da. O kadar hoşuma gitmişti ki yemek için başka bir yere gitmek istemedim, dürümcüden aldığımız tepsilerle buraya geri dönmüştük. Balkondan avluyu izlerken bulutların kapattığı gökyüzü usulca damlamaya başladı zemine. Havuzlara değen damlalar hafif bir dalgayla çevrelenerek dağılıyordu. Ağaç dallarında çiğ taneleri oluşuyordu.

"Burada tüm ömür kitap okuyarak yaşayabilirim. İzmir'in en güzel yeri ilan ediyorum burayı"

"Daha göreceğin çok yer var" Gözlerini benim gibi, avluya çevirdi. "Yağmur olmasaydı sahile de götürürdüm seni. Denizin manzarasıyla huzur bulmadan İzmir'deyim deme"

"Yağmurda yürümeyi severim"

Dalgınca bakışlarıma takıldı, bir kaç saniye sonra "İstiyorsan yürürüz" dedi.

"O zaman yemeği yiedikten sonra yürüyelim? Yağmur dinmeden sahile gitmek istiyorum" Coşkuyla söylediğimde bakışları havayı yokladı. "Durmaya niyeti yok gibi"

Önümdeki tepsiden ayranı alarak çalkaladım kapağını yukarı çektim. Açmakta zorlanmıştım. İki elimle folyoyu ayırmaya çalışırken aniden havalanması ile sol baş parmağıma ince bir sızı battı. "Ahg"

"İyi misin?"

"Evet" derken sıkıntıyla dudak büktüm. Parmağımı kesmiştim. Özgür şaşkınca bana ve parmağıma bakarken sakarlığıma kızdım. "Biliyorum, sakarım"

Kendini toparlayarak cebinden cüzdanını çıkardı. "Bantlayalım"

Cüzdanının içinden çıkardığı yara bandına, denize düşmüş yılan gibi baktım. "Oha, ilk yardım çantası gibisin"

Gözleri hayretle beni bulduktan sonra kahkaha attı. Güzel sesi gülüşüne yansıdı. Engelleyemediği gülüşünü bastırmak için başını eğerek iki yana salladı. "Tedbir.. lazım olursa diye yanımda taşıyordum"

"Zekice" dediğimde gülüşünü toparlamaya çalışarak, boğazını temizledi.  Yara bandının kağıtlarını kaldırdı. "Yaranı bantlayalım"

Bandı eliyle bana doğru uzattığında ben de parmağımı ona doğru uzattım. Farkına vardığım ince ama keskin sızı, sinir hücreleriyle kalbime yol çiziyor gibi acıyordu. Yüzümü buruşturdum. Parmakları ile parmağımı deteskleyerek bandı etrafına sardı. "İşte oldu"

"Teşekkür ederim" Parmağımı mahçupça geri çektim. Ve banda baktım. "Bir gün sakarlık yapmadan durursam dişimi- yok o olmaz." Bakışlarımı kaldırarak Özgür'e baktım. "Bir şey söyle"

"Efendim?"

"Sakarlık yapmadan bir günüm geçerse karşılığında yapacağım bir şey söyle"

Bir kaç saniye düşündü. "Senin için yapması zor bir şey olmalı değil mi?"

"Yani"

"Bir düşüneyim, hadi ye"

Yemeklerimiz bittiğinde bulutların arkasındaki ışık yansımaları kaybolmaya başlamıştı. Akşam oluyordu. Cebimde titreyen telefonu çıkardım.

Kimden: Suratsız Soyka

"Neredesin?"

Mesaja bakarken sıkıntıyla nefes verdim. Bildirim kısmında cevapsız aramasını gördüğümde dudağımı dişledim. Kızacağını biliyordum bu yüzden onunla konuşmayı ve beni azarlamasını istemiyordum. Telefon tekrar çalarken açmakta tereddüt ettim.

"Seyhun mu? Neden açmıyorsun?"

Ekran birden karardığında, telefonumun şarjının bittiğini yeni idrak edebildim. Dün tüm gün pastanedeydim ve eve gittiğimde şarj etmeyi unutmuş, bugün de telefonla çok uğraşmadığım için umursamamıştım.

"Ona hesap vermek zorunda değilim."

"Yanımda olduğunu biliyor değil mi?"

"Ben onun nerde olduğunu biliyor muyum ki ona nerde olduğumu söyleyeyim." Sıkıntıyla dışarıya bakarken elimin arasındaki peçeteyle oynadım.

"Bugün şehir dışındaydı. Ben görüştüğünüzü düşünmüştüm. Ona haber vereyim, seni merak etmiştir"

Görüşmüştük ve ona söylemiştim zaten. Keşke söylemeseydim. Telefonunu çıkardığında "Biliyor" dedim. "Açıkçası her gece beni bırakıp dışarı giderken hiç aklına geldiğimi sanmıyorum. Yokluğum onun için bir şey ifade etmez"

Ne söyleyeceğini kestiremez şekilde bana baktığında ikimizi de bu saçma sıkıntıdan kurtardım.

"Yağmurda yürüyecek miyiz?" Masadan kalkarken aceleciydim. Bir an önce yağmura çıkmak ve gözlerimi zorlayan yaşları serbest bırakmak istiyordum. Seyhun beni bu kadar kırarken merak etme hakkı dahi yoktu. Ne aşkıma inanıyor ne de beni seviyordu. O Derya'sını merak etsin. Ah, lanet kalbim ne diye sızlıyordu yine. Nefret ediyordum bu histen.

Sahil Avm'ye uzaktı ama saçlarıma değen damlalarda yürümeyi istemiştim. Hızlı adımlarla sahile giden toprak yolu adımlarken, Özgür çaresizce beni takip ediyordu. Denize ulaştığımda durdum, sakinleşmeye çalışırken yağmurla birlikte soğuyan havanın tenime çarpan soğuğunu hissediyordum. Görmezden gelerek denizi izledim. Güneş her zamanki mütevazi güzelliği ile gözlerini yumarken, yoğun bulutların arkasında kalan ışık hüzmeleri soluyordu. Karartılı gökyüzünün gözyaşları, sakin denizin göğsünü kabartıyor, hiddetini artıyordu. Birbirine bağımlı iki eş gibiydiler. Açık havalarda nasıl güzel birbirilerini sarıyor, tamamlıyorlarsa, şu an şiddetli bir kavgaya tutuşmuştular. İkisi de birbirini dinlemiyor gibiydi; gökyüzü rüzgarıyla denizi hırpalarken, asi dalgalar baş kaldırıyordu. İkisi de durmuyor, pes etmiyordu, ikisi de gittikçe daha kırıcı oluyor yoruluyordu.

Artan yağmur saçlarımın yüzüme yapışmasına sebep olmuştu. Islak toprak kokusu burnuma doldukça tazeleniyordum, buna rağmen vücudum ayaklarımın altındaki kumların soğuğuna yenik düşüyordu. Havalar serinlediği için hırkamı giymiştim ancak şu an ıslanan hırkam bedenimi ısıtmakta yetersiz kalmıştı. Kollarımı birbirine sararak bedenimin titremesini engellemeye çalıştım. Sonbaharı sevmezdim, içimi sızlatan o basık havayı sevmezdim. Hüzünlenirdim, aglayasim gelirdi... Soğuk gelir, ölüm gelirdi aklıma.

"Dönelim mi artık. Yağmur gittikçe şiddetleniyor"

"İnsanlar da yağmur gibi olsa keşke. Yere düşen damlalar gibi, gözden düştüklerinde kaybolsalar. Acılarımız su gibi olsa mesela, akıp gitse hayatımızdan, su gibi temizlese ruhumuzu çıkması zor izler bırakmasa gönlümüze. Su gibi saf ve masum kalsak olmaz mı?"

Özgür'e döndüğümde, bana dikkatle bakan gözleri verecek cevap bulamıyor gibiydi. Seyhun gibi değildi, onun gibi olamazdı da, Seyhun'un bakışları bedenimden öte ruhumu titretirdi. Kimsenin yapamayacağı kadar heybetli ve derindi o ela gözlerin üzerimdeki tesiri. Konuşması ise daima beni alt etmek için, büyüleyici sözlerle yarışırdı.

Özgür'ün omuzlarıma bıraktığı ceketine sarındım. Deri olduğu için içi kuru ve sıcaktı.

"Keşke öyle olsaydı Nisa. Senin o güzel ve saf yüreğin, bu büyük acıları hiç tatmasaydı keşke"

Üstümdekilere rağmen üşürken çenem soğuktan titriyordu.

"Gidelim, yoksa hasta olacaksın"

Özgür'ü başımla onayladıktan sonra çeneme süzen suları sildim. Çok şiddetli yağıyordu. Ayaklarımızı bastığımız kum gittikçe ıslak ve yoğun olduğunda yürümek zorlamıştı. Sendelediğimde Özgür'ün koluna tutunarak dengemi sağlamaya çalıştım. Çorabıma kadar ıslanmıştım.

"Toprak yol çamura batmış" Özgür kararan havada, yağmura rağmen önümüzdeki Avm'yi seçmeye çalışırken sıkıntıyla ensesini ovuşturdu. "Oraya kadar yürümemiz zor, yağmur dinene kadar şuradaki kayalıklarda bekleyelim"

Güçlükle kayalıklara ulaştığımızda üstümüzden damlayan yaşları sildik. Elimle saçlarımın suyunu akıtırken, Özgür tişörtünü üstünden sıyırarak sıktı. Birden çıplak kalması hayretle yutkunmama sebep oldu. Kalbimde hissettiğim sıcaklık rahatsız ediciydi. Tişörtünü sıktıktan sonra tekrar üstüne giydi. Onun da titrediğini hissettiğimde ceketini ona uzattım, "Sen de üşüdün"

"Önemli değil" Ceketi reddederek tekrar omuzlarıma sardı. "Sen üşüme" Bakışları şefkatle yumuşadı. Ardından başını eğerek hafifçe gülümsedi. "Bana emanetsin. Sonra Seyhun'a ne hesap veririm?"

Kendini tebessüm etmek için zorladığında, onun kadarını bile yapamadım. Seyhun'un emaneti. Ne denirdi ki, ailem beni Seyhun'a emanet ettiğinde onun vefasızlığından sonra, üşütmek devede kulaktı. Düşünceler, soğuktan buz kesmiş parmaklarım, ve titreyen bacaklarımla yarıştı.

Yabancı bir melodi çalmaya başladığında Özgür cebinden telefonu çıkardı.

"Seyhun." Adını duymakla gözlerimde soğuktan farklı bir titreme oluştu, fay hattı kalbime uzanan. "Evet yanımda... Endişe etme, korkmuyor. Mavi Bahçe sahildeyiz, şu an yağmurun dinmesini bekliyoruz... Yollar kapanmış olabil- Tamam"

Telefonu kapattığında bana bakarak gülümsedi. "Senin için endişe etmiş. Şimşekten korktuğunu söyledi"

Özgür'ü dinlerken yapabileceğim en mantıksız şeyi yaparak ağlamaya başladım. Bedenim, omuzlarımdan ayak parmaklarıma kadar buz tutmuşken kalbimde yükselen ateşle sarsılarak ağlamak başladım.

"Nisa, ağlama" Özgür beni sakinleştirmeye çalışırken tek yapabildiğim daha fazla ağlamak oldu.

"Lütfen ağlama" Yalvarırcasına kollarını bana sardı. Başım göğsüne gömüldüğünde bir süre daha gözyaşlarıma engel olamadım.

"Ben onu seviyorum Özgür. Çok seviyorum"

"Biliyorum" Ellerini şefkatle saçlarımda gezdirken, yüzüm hala ıslak tişörtüne yaslıydı. Tüm soğuğa rağmen teninin sıcaklığını hissediyordum. Kokusu o kadar tanıdıktı ki, yabancı bir erkeğe sarılıyor olduğum gerçeğini öteliyordu. O babam gibiydi, Enes gibi, İsa abi gibi, yanında kendimi güvende hissedip içimi rahatça dökebiliyordum. Belki de içinde bulunduğum ruh halinin çaresizliğiydi beni Özgür'e bu kadar yakın kılan. Göğüslerimiz hararetle inip kalkıyordu. Ruhumu esir alan duygular, bedenimde hüküm süren soğuğa meydan okuyordu.

"Onun için neler yaptım bilsen. Kalbimi verdim derler ya, ben içimden geçen her şeyi öylece serdim önüne. ama o" Sesim soğukla titredi. Geri çekilip hararetimi göstermek istiyordum ama üşüdüğüm için Özgür'ün kolları arasında konuşmaya devam ettim. "Tüm hayallerimi çöpe atıp yaktı Özgür. Heves değil, onu seviyorum. O beni sevmiyor" Çaresizce mırıldanırken soğuktan dişlerim birbirine çarpıyordu.

"Daha fazla düşünme."

Özgür beni kendinden ayırmadan kenardaki bir kaya parçasına oturttu ve sırtımdaki ceketi düzelterek daha sıkı sardı. Üşüyen bedenim karmaşık duygularıma karışırken, Özgür'ün sıcaklığına sığındım. Omuzlarımı iyice büzerek başımı göğsüne yasladım. Nefesimin sıcağı anında buğuya dönerek sıcak tenine değdiği an kayboluyodu. Dudaklarıma değen tuzlu damlayı dilimle yok ettim, gözlerimi kapatarak köydeyken ısınmak için yanından ayrılmadığım sobayı düşledim.

"Yağmur ne zaman dinecek? Çok üşüyorum" Omuzlarımdan bedenimi saran kollarını sıklaştırarak, ısıtmak için eliyle sırtımı sıvazladı.

...

"Seyhun seni seviyoruuuum!"

Denize karşı haykırırken, sesim boş sahilde yankılandı. Yağmur dinmiş, yazdan kalma bir havada bedenimde soğuğun etkisi kaybolmuştu. Ondan uzak durmak ve surat asmaktan öyle yorulmuştum ki, kayalıkların ucunda, içime attığım tüm sözcükleri bağırabildiğim kadar bağırıyordum. O duymuyordu nasılsa. Hatta kimse duymuyordu.

Seyhun'la oda arkadaşı gibi olmuştuk. Derya'yla da araları cok iyiydi. Arada bir kaç konuda tartışsalar da öylece seyirci kalıp izliyordum. Seyhun'a onunla olmasını söyleyerek aradan çekilmiştim ama bu kendini ipe asmak gibi bir şeydi. O ikisini bir arada gördükçe daha kötü oluyordum. Seyhun'un gözü ondan başkasını görmüyordu ve bu beni içten içe yiyip bitiriyordu. Rahatlamak için tekrar bağırdım, daha fazla başa çıkamıyordum.

"Seni çook seviyorum, gör artık beni. Aşığım sana!"

"Kime aşıksın?" Alaylı sesiyle şaşkına dönerek başımı arkaya çevirdim.

"Seyhun... Bu-burda ne işin var?" Ne zamandır buradaydı, söylediklerimin hepsini duymuş muydu acaba? Hem beni nereden bulmuştu? Taksiye binerek buraya gelmiştim, arkamdan gelmediğine emindim.

Bir kaç adımla aramızdaki mesafeyi kapatarak, beni omuzlarımdan tuttu ve kendisine dönmemi sağladı. "Demek aşıksın ha?" Tek kaşını kaldırdığında, sesindeki ima sertti. Vereceği tepkiden sebepsizce korkuyordum.

"Ben... Bak yanlış anlama" Kekelediğimde kendime kızdım. Sevdiğimi söyledim, bir de yanlış anlama diyorum. Ağlama isteği ile burdan ve Seyhun'dan kaçmak istiyordum.

"Neyi yanlış anlamayım?... Bana aşık olduğunu mu?" Yüzünde kendinden emin bir ifadeyle, dişlerini gösterecek kadar güldüğünde sinirlendim.

"Ne alaka?" Aniden değişen ruh halimle çelişkiye düştüm. "Sevdiğim kişinin sen olduğunu nereden çıkardın?" diye çıkıştım.

"Mmm.. Bilmem  etrafında başka erkek yok da" Ukala gülüşüyle dişlerimi sıktım.

"Sen öyle san. Senden başkaları da var!" Diye bağrıp kayalıklardan aşağı doğru inmeye başladım. Pislik, kendini beğenmiş ukala. Sana da seni seven kalbime de- Aniden bileğimden tuttuğunda hareket edemedim.

"Öyle mi?" Tek kaşını kaldırarak sorgularcasına bana yaklaştığında endişeyle nefeslerim hızlandı. "Kimmiş bu başkaları?" Gözlerini gözlerime dikmişti. Keskin ifadesiyle baş edemezken nutkum tutulmuş, hiç bir şey söyleyemiyordum. Başımı yere eğdim, ne diyecektim şimdi? Eğer onu sevdiğimi itiraf edersem, yine inanmayacaktı, ya da kızıp benden uzaklaşacaktı.

Suskunluğum ile gülmeye başladığında öfkeyle ona baktım. Benimle dalga geçiyordu, aşkımla dalga geçiyordu. Sevmeyi bir tek o biliyordu. Ben onu Derya ile gördüğüm her an acı çekerken o beni aşağılıyor ve bundan zevk alıyordu.

"Özgür" Üstüne basa basa söylediğimde, gözlerimi Seyhun'un gözlerine dikmiştim.

Gözleri hayretle irileştiğinde, inanmasını dileyerek tekrar ettim. "Özgür'e aşığım" Kararlılıkla öne çıktığımda gözlerinde ifade değişti, ve yüzü eğlenir bir hal aldı.

"Ah, Nisa" Çenemi parmakları ile destekleyerek yüzümü yukarı kaldırdığında birbirimize daha da yakınlaşmıştık. Gözlerinin içine bakarken dirayetli olmaya çabalıyordum. İnanmasını istiyordum, ona o kadar öfkeliyim ki.

Dudağının kenarı haylazca yana kıvrıldı. Ardından kahkahayla gülmeye başladı.

"Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun" Parmaklarını çekerek yüzümü serbest bıraksa da uzaklaşmamıştı.

"Yalan söylemiyorum!" diye bağırdım kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi atarken, anlamaması için dua ediyordum.

"Sen sevginin ne demek olduğunu bilmiyorsun değil mi? Her hoşlandığın hareketi aşk sanıyorsun" Küçümseyen gözlerle bana bakarken ağlamamak için kendimi zor tuttum.

"Hiç de bile! Sen neden benim aşkıma hiç inanmıyorsun? Sürekli dalga geçiyorsun. Benim duygularım yok mu? Neden bu kadar saygısızsın?"

"Çünkü bir onu, bir bunu sevemezsin küçük hanım. Daha geçen gün bana aşık olduğunu söylüyordun. Şimdi ise Özgür'e"

"Hislerimde yanılmışım, tamam mı?" Başımı sahile çevirip devam ettim.

"Sana hissettiğim her şey alışkanlıktanmış. Seninle sürekli birlikte olduğumuz için sana alıştım ve aşk sandım. Sen haklıydın."

Ona dönerek, o sert bakışlarıyla yarışmak için ağzımdan çıkacak olan kelimeleri zorladım. "Hem biliyor musun, Özgür'ün yaptığı hiç bir şey beni rahatsız etmiyor, içki içtiğinde veya benimle ilgilenmediginde bile nefret etmiyorum ondan. Yine de seviyorum" 

Ela gözlerine bakarken sadece göz bebeklerim değil tüm vücudum titriyordu. Canını yakmak istiyordum ama dudaklarımda can veren her kelime benliğimi yaralıyordu. Bu sözleri sarf ederken kendimi o kadar sıkmıştım ki başım ağrımaya başladı. Dil yarası denen şey bu olsa gerekti.

Seyhun'un ela gözleri ise ateş gibi sertti. Önüne kattığı her şeyi kasıp kavuracak bir fırtına göz bebeklerinde sessizce gürlüyordu.

"Özgür'ü unut!" Kati emriyle dişlerini sıktı. Yumruk yaptığı parmak boğumları sıkmaktan beyazlamıştı. Altta kalmamak için çıkıştım.

"Nedenmiş o?"

"Onunla birlikte olamazsın. Sevsen bile, aşık olsan bile olamazsın. Sen benim karımsın, o kuzenim!" Sesi boş sahilde yankılandı. Beni ise korkutmak yerine öfkemi kamçılamıştı.

"Sen de benim kocamsın ama bu Derya'nın kollarında olmana engel değil. Sen yapabiliyorsan ben neden yapamıyorum?"

"İkisi aynı şey değil." Dediğinde o kadar komikti ki, kendine bile inandıramamış, sesi eksik çıkmıştı.

"Ben senin hayatına karışmıyorum. Sen de benimkine karışamazsın. İstediğimi severim ve istediğim kişi ile birlikte olurum. Biz... nasılsa boşanacağız" Kendimi ispat etmeye, onu alt etmeye çalışırken ağlama hissiyle boğazım düğümlendi.

"Eski eşinin kuzeniyle görüşmek senin ahlaki kurallarına uyacak mı? Neden evlendiğimizi unutuyorsun galiba? İnsanlar senin hakkında ne diyecek, ne düşünecek?"

"Ne düşünürseler düşünsünler! Hani aşk kimsenin lafına bakmazdı?" O karşı koydukça inadına diretiyordum. Ona boyun eğmeyecektim. Düşüncelerinde de, sözlerinde de haksızdı.

"Seni düşünüyorum aptal!" Bağırdığında ben de sesimi daha fazla yükselttim.

"Aptal olan sensin. Aynı zamanda körsün de. Neden beni umursuyormuş gibi yapıyorsun?"

Gözlerindeki bakışın şiddeti dinmese de yüzü gevşedi. "Boşandığımızda istediğinle görüşürsün ama şu an benim karımsın ve öyle davranacaksın"

Elini ensemde hissettiğim an hızla beni kendine çekerek dudaklarımı dudaklarına bastırdı. Dudaklarıyla kapanan dudaklarıma inat gözlerim fal taşı gii boşluğa açıldı.

Zihnim kaybolmuşluk hissiyle sendelerken kalbim ağzımda atıyordu. İçimde hissettiğim ateş bedenimi kıvrandırdı. Uzaklaşmaya çalıştığımda dudaklarımı dudakalrıyla kavradı.

"Bırak. Bırak beni!"  

Gözümün önünde her şey toz taneciklerine dönüşerek yok olurken anlamsız bir karanlığın içine düştüm. Düşme hissiyle, yüreğim havada kalmış gibi bir korkuya kapıldım. Kulağıma dolan uğultular kelimelere dönüşürken gözlerimi aralamaya çalıştım.

"Kapıyı açayım mı?"

"Ben hallederim. Sen git kurulan. İyi geceler"

"İyi geceler"

Göz kapaklarımı güçlükle kaldırabildiğimde, gözümü alan ışıkla tekrar kıstım. Yüzüme yakın olan yüze bakarak adlandırmaya çalıştım.
"Seyhun?"

Bana göz ucuyla baktıktan sonra yürümeye devam ederken bedenimin sarsıldığını hissettim. Bilincim yerine geliyordu, Seyhun'un kucağındaydım. Gözlerimi elimle ovuşturup doğrulmaya çalıştım. "Bırak beni" İnmeye yeltendiğimde kolumu ve bacağımı tutan ellerini daha sıkıca kendine çekti. "Yat"

Bir an uykuma yenik düşerek gözlerimi kapasam da, gözlerim kapalı halde tekrar huzursuzca kıpırdandım. "İneceğim"

Cevap beklerken bir kaç saniye sonra bedenim yumuşak yatakta buluştu. Kendimi rahat yatağa gömdüğümde, bedenime değen soğukla yüzümü buruşturdum.

"Üstünü değiştir yoksa hasta olacaksın" Omuz silkerek üstümden çektiği cekete tekrar sarıldım. Bu daha kalın ve tamamen kuru bir ceketti, belki de kabandı ne fark eder.

Ceket tekrar üstümden çekildiğinde, almak için uzattığım elim, başka bir elle buluştu. Elimi kavrayarak beni doğrulttu. Hareketlenen bedenimde soğuğu tekrar hissetmeye başlamıştım. Titreme hisseyle dolarken oflayarak gözlerimi açtım. "Rahat bırak beni, uykum var"

"Sırılsıklamsın. Zatürre olmak mı istiyorsun?"

"Sana ne?" Rüyayı anımsadım bir an. Kapanan gözlerim sahildeki sahneye açıldığında yine ondan uzaklaşmaya çalıştım. "Öp"me... Kelimenin yarısı boşluğa savrulurken bedenim kendini yere bıraktı.

Vücudum buz gibi havayla irkildiğinde üstümden sıyrılan tişörtü hissettim. Uyku sersemliğim, tenime batan soğukla ayıldı. Engellenemez bir titremeye dişlerim birbirine çarparken, Seyhun'un bana değen ellerini hırsla ittirdim. "Bana dokunma! Sen.bundan sonra.benim.bir.adım." Birbirine çarpan dişlerim konuşmamı engellediğinde, ısınacak bir şeyler aradım. Kollarımla atletin üstünden kendimi sararken, bacaklarım da üşüyordu. Ayaklarımı ise hissetmiyordum. Şu an o kadar üşümüştüm ki iliklerime kadar ısınana kadar Seyhun'a sımsıkı sarılmamak adına irademle savaşıyordum.

"Üstünü giyin" Dizleriyle yatağın üstüne çıkarak pijamayı başıma uzattığında, elinden alarak onu itekledim. "Bana dokunma dedim!"

Güçlükle kıyafetlerimi değiştirirken Allah'tan odadan çıkmıştı. Tek kelime kızacak halim kalmamıştı. En son çoraplarımdan da kurtulup kuru pijamalarla battaniyenin içine sığındım. Keşke bir battaniye daha olsaydı, hatta kalın bir yorgan. Cenin pozisyonu almışken dizlerimi birbirine sürterek ısınmaya çalıştım. En işe yaramayansa hala buzdan farksız ayaklarımdı. Battaniyenin sırtımdaki kısmı açıldığında itiraz etmeme kalmadan ayaklarıma değen sıcaklıkla irkildim.

"Su torbası" Seyhun'un açıklaması ile ayaklarımı havluya sarılı sıcaklığa yapıştırdım ve hala aynı pozisyonda tüm bedenimi ısıtmasını diledim. Sırtımdan beni saran sıcak hisse teslim olurken, Seyhun'u fark ederek arkamı döndüm. "Sana benden uzak dur dedim" Sesim beni saran kollarıyla fısıltıya dönüştü. Bedeninin sıcaklığı tüm buzlarımı eriterek, ruhumu amansız bir huzura sürüklüyordu. Dokunuşu, buzun ateşte erimesi gibi bedenime çarpıyor ve birbirine karşı savaşan iki düşmanın sebep olduğu cılız sızıyla, ince bir sis bırakıyordu dudaklarımdan. Mantığım dokunma derken dudaklarım başka bir duyguyu seslendirdi. "Sıcak"

Mırıldanırken ona daha çok sokuldum. Ona olan öfkemi bir süre rafa kaldırdım. Isındıktan sonra gösterecektim ona gününü. Yağmurun ne zaman durduğuna gitti aklım. Özgür'e ne olmuştu? Rüyam tüm gerçeklerin üstüne koyu bir çarşaf çekmişti, anımsayamıyordum. Bedenim ısıyla sakinleşmeye başladığında kafamda dönen duygular aylaklaştı. Beynimin tepesinde uçuşan akbabalar kayboldu bir bir.

"Ohh, çok sıcak" minnet dolu mırıltıyla sayıkladım. "Allah'ım şükürler olsun" Ayaklarımı sıcak torbada gezdirdim ve bedenimi sarmalayan huzurda kayboldum.

........

"Nisa... Uyan" Duyduğum sesle yüzümü buruşturdum. Omuz silktim ve huysuzca mırıldanarak yatağa daha çok yayıldım.

"İşe geç kalıyorsun"

Aniden gözlerimi açarak zihnimin ayılmasını bekledim. İş.. Bugün ilk iş günümdü. Göz kapaklarım istemsizce kapanırken esneyerek gerindim. Battaniye üstümden çekildiğinde bedenime çarpan soğukla yüzümü buruşturup gözlerimi araladım. Seyhun'un garip bakışları üstümde gezinirken kaşlarımı çattım. Pervasızca yatağın iki yanına yayılmış bacaklarımı toparlayarak hızla battaniyeyi üstüme çektim. "Çok soğuk ve uykum var. İşe yarın giderim"

Gözlerimi kapattım ama izin vermedi.  "İlk günden işi asıyor musun? Kendi ayakları üzerinde durma fikri sadece sözde kalacak anlaşılan"

Bedenim yataktan çıkmamak için sızlanırken kalkmak için kendimi zorladım. İnadına yapar gibi etlerim sızlıyordu. Ona karşı güçlü olacağımı söylemiştim, bu kez sözünden dönemezdim. İçimde uyuşukça nazlanan çocuğu azarladım. "Hayır, gideceğim."

Doğrularak yatağın içinde oturdum, gözlerim uykuya doymamış gibiydi. Huysuzca oflayarak uykuma dönmek istiyordum. "Hazırlan, işe giderken seni bırakayım"

"Hmm" Başımı salladım. Tekrar esnemek üzereyken aniden hapşırdım. Sünislerimde hissettiğim kaşıntıyla burnumu buruşturdum. Dün gece yağmurda fazla kalmıştım. Tenime batan minik acılı hisin hastalığa davetiye olmamasını diledim.

Gözlerim beynimin rötarlı aktarılan bilgisiyle büyüdü. Dün beni eve Seyhun taşımıştı, onun kucağında uyumuştum hem de. İçimde eriyip bitmek için tutuşan yana sinirle nefes verip suratımı astım. Uyuma zorluğu çeken biri olarak burada nerdeyse her bulduğum yerde sızıyordum. Beynim Seyhun'un etrafında o kadar çok dönüyordu ki, ampülüm infilak ederek fişi çekiyordu tabi. İyice dizi klişelerine dönmüştük. Dün durduk yere nasıl uyumuştum, üstelik o soğukta? Ve o rüya!

Aralık dudaklarımdan içeri giren nefes bedenimi titretti. Lanet ya, ben adamdan uzak durmaya çalıştıkça bilinç altım ne halt yemeye ikidir onun dudaklarıyla aklımı çeliyordu. Daha sağlam durmalıydım, duygularıma demirden bir duvar örmeli ve taviz vermemeliydim. Evet! Seyhun yok, dudakları da yok!

Dolaptan kıyafetleri çıkarırken, aynadan yüzüme baktım. Her an yukarı kıvrılmaya hevesli dudaklarım ve göz bebeklerime bile yansıyan o aylak ifade. Böyle olmam yanlıştı, onca şey yaşamışken bu kadar unutkan ve umursamaz davranamazdım. Kaşlarımı çatarak sert durmaya çalıştım. Evet, böyle durmalıydım ki yaşadıklarım bana ders olsun. Tek kaşım hazlazca yukarı kıvrıldı, ah! Ciddi durmayı ne zaman başaracaktım?

"Hazır mısın, kahvaltı hazır" Odanın açık olan kapısını nezaketen tıklattı. "Giyinmemişsin bile"

Ona döndüğümde karizmatik görüntüsü ile duraksadım. Saçları taranmış, yüzü traşlıydı. Bebeksi yüzünün son zamanlarda daha zayıf olduğunu fark ettim. Üstündeki bordo gömleğin kollarını dirseklerinin altına kadar katlamış, siyah bir pantolon giyiyordu. Ben ondan uzak durmaya çalıştıkça bu adam neden daha çekici hale geliyordu? Koşup kucağına sarılmak gibi saçma istekler zihnimi istila ediyordu. Ela bakışları ise benimki kadar karmaşık görünüyordu. Ne ukala, ne kendinden emin, ne öfkeli.. Sadece dalgın. Aldığım nefes boğazıma battığında güçlükle bakışlarımı kaçırdım.

"Sen ye, ben pastanede atıştırırım"

Tekrar gardıroba döndüğümde aynadan gitmediğini görüyordum. Bakışlarımız kesiştiğinde başını yana çevirerek boğazını temizledi. "Tamam, acele et"

Gözlerime sürme çekerken yüzümün suratsız kalmasını diledim. Kalem hala elimdeydi, ruhumdaki karanlığı yüzüne yansıtmak kararlı olmamı sağlayacak. Daha kendinden emin ve sert görünmek istiyordum. Makyaj malzemeleri arasında siyah fark bulamayınca sürmeyle göz kapağımı boyadım ve süngerle dağıttım. Dudaklarıma bordo bir ruj sürdüm. Aynadan kendime bakarken farklılaşmıştım. Alışmadığım kadar ağır bir makyajdı ama kendimi böyle sevdim, dahası daha güçlü hissettim. Ya da sadece umursamaz, başı dik ve kendinden emin bir ruh gibi. Her zamanki alışkanlıkla saçlarımı toplarken, dağınık durmasının bu tarza daha çok uyduğunu düşündüm. Saç lastiğini bileğimde bıraktım, saçlarımın önüme düşmesine alışık değildim, bunalınca bağlardım.

Havalar birden soğuduğu için dolapta kazaklara bakındım. Siyah triko kazağı giydim. Hırka da alsa mıydım? Ev bile serinken dışarısı daha soğuk olabilirdi. Pantolonumun altına ince bir tayt giydim. Yataktan çıkmamla kendini kuzey kutbu kraliçesi ilan eden ayaklarıma çoraplarımı geçirdim. Panduf almam gerekiyordu, Seyhun tekrar alışverişe götürür müydü acaba? Hayır ona ihtiyacım yoktu, kendim alabilirdim. Hem kendi paramı kazanacaktım, geç kalmış çoşkuyla özgüven yüzümü gülümsetti. Bugün ilk iş günümdü! Vay.

Aynada kendime baktım ve duruşumu sabitledim. Onun ne pislik olduğunu unutmamalısın Nisa. Hastalandığım için böyle sakinleşmişti ama artık iyiydim ve bana yine sert bakmalıydı ki, ondan nefret edeyim. Sema 'bahane arama, sebep çok' bilmişliği ile tek kaşını kaldırdı. Derya'yı öperken nasıl azap çekmiştim, gözlerim dolduğunda hemen kendimi engelledim. Seni gebertmek istiyorum adi piç. O inek yalamış gibi havalı saçlarını yolmak istiyorum.

Ah, o herif yüzünden içki bile içmiştim. Allah'ım Nolur affet. Bir kez daha pişmanlıkla yakardım. Seyhun'un hiç bir şekilde düşüncelerimde kalmaya hakkı yoktu. Sinirle nefes verdim.

Odadan çıktığımda Seyhun' antredeydi. Yüzümü düşürdüm ve surat asmanın gerçekten yorucu olduğunu fark ettim ama yüzümdeki 54 kası oynatmadım.

"Ben hazırım" Gözlerini telefondan kaldırdı, yüzüme çarpan bakışları irileşti. Beni mantıksız düşüncelere iteceğini bildiğim için gözlerinde oyalanmadım.

"Böyle mi gideceksin?"

"Evet" Ayakkabılarımı almak için kapının yanına ilerledim.

"O ruju çıkar"

"Ne?" Verdiği emir benim kadar onu da şaşırtmış gibiydi.

"Böyle dışarıda seni rahatsız ederler"

"Arabayla gitmiyor muyuz? Pastanede de tüm gün mutfakta olacağım" Bakışlarını anlamlandırmaya çalışırken neden açıklama yaptığımı bilmiyordum. Bana karışma hakkı yoktu.

"Böyle pasta yapamazsın. İçine bir şey düşer"

"Saçlarımı bağlarım" Kapıya yöneldiğimde kolunu önüme uzatarak kapıya dayadı. Şaşkınca ona baktım. Bedeninin yakınlığı yine kalbimi zorluyordu. Diğer kolunu sağ tarafımdan kapıya uzatarak beni kapıyla kendi arasına sıkıştırdığında heyecan göğüs kafesimi zorluyordu. Ela gözlerine endişe ve şaşkınlıkla bakarken kalbimdeki sıcaklık boğazıma akın ediyordu.

"Neden öyle bakıyorsun?"

Gözleri sert bir ifadeyle parlıyordu. Diliyle dudağını ıslattı. "Önce o ruju çıkar"

Kaşlarımı çattım, derdi neydi? Nefesimi tıkayan yakınlığına rağmen irade gösterebildim. "Hayır"

"Çıkaraksın" diye diretti. Saçma amacını anlayamıyordum. Bulunduğumuz durum ise fazlasıyla rahatsız ediciydi. İçimdeki o sıkıntılı hissin gitmesi için, başımın hemen yanında duran kollarından kurtulmam ve ondan uzaklaşmam gerekiyordu. Öne doğru hamle yaptım.

"Çıkarmazsam ne olur?" Bakışlarından korksam da çıkıştım. Kalbim ağzıma çıkacaktı adrenalinden. Bakışları dudaklarıma değdi.

"Kendim bizzat çıkarırım." Bana daha da yaklaşırken kararlı sesiyle irkildim. Nefesime çarpan sıcak nefesi içimden ılık bir şeylerin akmasına sebep oluyordu ve bu tehlike sinyalleri veren kötü bir duyguydu. Bacaklarım huzursuzca kasılırken, bu saçma stres işeme hissi oluşturuyordu. Bir kez daha çekilmesi için çıkıştım.

"Bunu nası-"

Dudaklarıma kapanan dudakları ile afalladım. Gözlerim hayretle büyürken yumuşak istekli öpüşüyle dondum. Bu, fazla beklenmedikti. Gerçi çekilmek için dudaklarımı kıpırdatmaya çalıştım. Bedenini benimkine yasladığında tenim elektrik çarpmışcasına sarsıldı. Karşılık ararcasına titreşen sabırsız dokunuşları dudaklarımı zorlarken zihnim anı algılayamıyordu. Put gibi kalmıştım. Göğsüm şidddetle inip kalkıyor, kalbimde can yakıcı bir alev topu yükseliyordu. Nefes alabilmek için araladığım dudaklarımda hissettiğim diliyle dizlerim titredi. Bu, benim ilk öpücüğümdü!

Hızla başımı geriye çekerek esaretinden kurtuldum ve yüzüne sertçe bir tokat indirdim. Beklenmedik hareketimle sarsıldı. Bedenim bu kez hırs ve öfkeyle titriyordu. İçimdeki her şeyi birbiririne katarak beni maymuna çevirmişti. Ellerimi iki yanda yumruk yaptım. Gözlerim dehşetle kesnkinleşirken burnumdan soludum.

"Sen beni öpmeye nasıl cüret edersin?!"

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

91.8K 4.2K 32
Başlangıç Tarihi » 05.04.20 « Final Tarihi » 31.12.21 « Hiçbir zaman bir çıkış yolu bulabileceğimi düşünmemiştim, o hayatıma girene kadar benim için...
3.1M 156K 66
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
15.4K 1.3K 10
☁️ +İnsanın kaderi alnında yazıyormuş. Senin alnında yara var, ben sende yara mıyım Vural? -Hayır Nazenin, insanl...
3M 159K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...