KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3.1M 271K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️GÖMÜLME YERİ

22.7K 2.7K 805
By endless_Q

Arkadaşlar ilk fantastik OLMAYAN kitabım "EFENDİ" nin (Mafya) VİDEO FRAGMANINI ve GİRİŞ kısmını yayınladım PROFİLİME girip kitaba bakabilirsinizzzz ❤️

Bana ulaşmak için;

İnstagram hesabım = endless_q.r

Twitter hesabım = Endless_QR

❤️

Multimedia- Sharon Lyons- Sacrifice (Kara cadıların kurban ritüeli için söylediği şarkı)

Oy sınırı: 2000

▏₰ Alysa

Put her on the altar, tie her down secure * Onu sunağa koy, güvenli bir şekilde bağla.

She will soon die, her soul is still pure * Yakında ölecek, ruhu hala saf.

Her body is trembling it's filled with fear * Vücudu titriyor, korku dolu.

She'll lose the life which she holds dear * Çok değer verdiği hayatını kaybedecek.

The dagger is ready to do it's evil deed * Hançer şeytani eylemini yapmaya hazır.

On her decayed corpse I will feed * Onun çürümüş cesediyle besleneceğim.

Tie her legs and arms ready to read the rite *Ayini okumak için bacaklarını ve kollarını bağlayın.

Now I feel the force of satan's might * Şimdi şeytanın gücünü hissediyorum.

Under baphomet she is bleeding fast * Baphomet'in altında hızlı kanıyor.

With the corpse indulge in a bloodbath * Cesetle birlikte kan banyosuna dalın.

Pray to the master that this will suffice * Bunun yeterli olması için efendiye dua edin.

Split her skull for this altar sacrifice * Bu sunak kurbanı için kafatasını yar.

Tears on her cheek, sweat on her brow * Yanağında gözyaşları, alnında ter.

It's time to die I will kill her now * Ölme vakti geldi. Onun şimdi öldüreceğim.

Death has come to deliver her fate * Ölüm onun kaderini teslim etmeye geldi.

We don't do it for love we do it for hate * Bunu sevgi için yapmıyoruz, nefret için yapıyoruz.

Birden fazla ağızdan çıkan sesler hüzünlü bir ezgiye eşlik ediyordu.

Kapalı göz kapaklarımın önünden turuncu ışıklar bir belirip bir kayboluyordu.

Bilincim yavaş yavaş yerine otururken zihnimdeki sersemlikte de uzaklaşıyordu.

Gözlerimi aralayıp kirpiklerimi üst üste kırpıştırarak bulanık olan görüşümü düzeltmeye çalışırken işittiğim ezgiyi rüyamda değil, gerçek hayatta duyduğumu anlayınca kanımın akışı hızlanmış bu da daha çabuk toparlanmama vesile olmuştu. Bir anda gözümün önüne tutulan fenerle irkilerek geri çekilmeye çalıştığımda hareket edemediğimi fark ederek başımı kaldırıp prangalanmış bileklerime baktım. Bileklerimi çekiştirsem de prangalar çivilerle taşa çivilendiği için kurtulamıyordum. Kafamı kaldırıp baktığımda ayak bileklerimin de aynı şekilde prangalandığını görmüştüm.

Kafamı gerisin geri yatırarak etrafımda ellerindeki fenerlerle dönen siyah pelerinli kara cadılara baktım. Hepsinin yüzüne Gasadalurda gördüğümüz ruh toplayan cadı gibi şeytan alfabeleri çizilmişti. Cadı öpücüğü gücümle gördüğüm imgede ki cadı da aralarındaydı ancak o diğerleri gibi rütiel dansı olduğunu anladığım hareketleri yapmak yerine avuçlarının arasında tuttuğu kase ile bana bakıyordu.

Yere diktikleri meşalelerdeki ateş git gide ürkütücü olan ezgiye refakat edercesine yükselerek harıl harıl yanıyordu. Taş bir sunağın üzerine en son uyumadan önce giydiğim beyaz uzun geceliğimle yatırılarak bağlanmıştım. Gözlerini gözlerime dikmiş cadı yüzünden bakışlarımı aşağıya indirip şişik karnımı dikkatini daha çok çeker diye bakamıyordum.

Allahım lütfen iyi olsunlar.

Kendimden geçtiğim süre boyunca neler olduğunu bilmediğimden onlara bir zarar verip vermediklerini bilmiyordum. Yüreğim korkuyla çarpıyordu... bebeklerim endişemi hissetmişçesine peş peşe karnımı tekmeleyince içimden şükrederek endişemi dindirdim.

Bebeklerim iyiydi.

Gasadalurda gördüğüm cadının dudakları kıpırdanarak bir şeyler okuyordu muhtemelen diğer cadılar ritüel dansını yaparken o ritüelin temeli olarak gerekli büyülü sözleri okuyordu. Benim uyandığımı gördükleri halde hiç biri yaptığı işi bozmamış hatta küçük bir endişe belirtisi göstermemişlerdi bile. Kadehi tutan kara cadı elindeki kadehe nefesini üfürdüğünde kadehin içinden dumanlar fışkırarak yere inmiş ve toprak zeminin üzerinde ilerleyerek etrafa yayılmaya başlamıştı.

Sis gittikçe kalınlaşıyordu.

Dans eden cadıların geniş bir halka yarattıkları gözümden kaçmamıştı. Kurdukları çembere sırtlarını dönmüş dans ederken ayrıyeten de halka şeklinde dönüyorlardı. Ezgi hüzünlü olsa da yaptıkları dans çok özledikleri biri geliyormuşçasına mutluluk doluydu. Ellerindeki fenerleri kaldırıp indiriyorlardı, bazen bana yaklaşarak etrafımda dönüyor sonra da yerlerine dönüyorlardı. Hiç bir cadı yerini terk etmiyor, ahenkle hareket ediyorlardı.

Ezginin sonu yok gibiydi.

Ya da ben fikir beyan etmek için erken davranmıştım.

Kadehi tutan kara cadının ansızın dudakları dikilmişçesine kapandı. Onun kapanmasıyla birlikte diğer cadılarda şarkı söylemeyi bırakmış ve durmuşlardı. Şimdi heykelden farksız bir şekilde öne doğru tuttukları fenerlerle ayakta dikiliyorlardı. Onların durmasıyla orman da ansızın sessizliğe gömüldü. Öyle ki; yere iğne düşse bardak kırılmasına denk bir gürültü yaratırdı. Duyulan tek şey cadıların ellerinde tuttukları fenerlerin ileri geri sallanırken çıkardığı alçak sesli gıcırtıydı sonra her şey tepe taklak oldu.

Adeta gökyüzü ile yer yüzü yer değiştirmişti.

Meşalelerin ateşleri fışkırırcasına yükseldiğinde ortalık aydınlanmış, yer zelzele misali sallanmaya başlamıştı. Hemen ardından garip bir uğultu ormanı kaplamıştı. Bu uğultu öyle soğuk bir hissiyat veriyordu ki üstüme ürkütücü bir duygu binmişti. Omuriliğimden yukarıya tırmanan ağır hissiyatın ruhumu tehdit eden pençeleriydi.

Sis cadıların oluşturduğu halkanın içerisinde toplanmaya başladı. Toplanan sis yukarı doğru çıkarken yerin altından onunla birlikte bir yapı yükseliyordu. Kapıyı andıran bu yapı antik çağlardan gelmişçesine gri sütunlara ve üzerinde kabartmalara sahipti. Gittikçe belirginleşen kapıdaki detayları gördükçe tüylerim kabararak diken diken oluyordu. Kapıya tutunan onlarca iskeletler vardı. Bu iskeletlerin deriden bir yüzü olmamasına rağmen çığlık attıklarını anlayabiliyordum. Kapı tamamen ortaya çıktığında yarım kol büyüklüğünde ve bir bebeğin bileği kalınlığındaki zincirler yerin altından çıkarak kapıya giriş veya çıkış yasakmışçasına üstüne dolanmaya başladı. Bazı zincirler ise önceden kırık olduklarından yükselemeden evvel yere düşerek toprağa yığıldılar. Yere düşerken toprağa açtıkları derin yarıklar tonlarca ağırlıkta olduklarının ispatıydı.

Kanım tetiklenerek beni uyarmamıştı. Kapının kara cadılara özgü bir şey olmadığı muhakkaktı.

Neydi o zaman? Diğer soru ise gazabın cadılarıyla ne gibi bir bağlantısı vardı?

Çemberdeki kara cadıların ilki elindeki fenerin kapağını açınca fenerin içinde tüy yumağını andıran turuncu toptan ışık beyaz rengini alarak dışarı çıktı. Diğerleri de sırasıyla fenerlerini açarak renkleri değişen ışıkları serbest bıraktılar. Onlarca ruh kısıldıkları kapandan hür kaldıklarına sevinememişti bile. Kapı ruhları kara delik gibi çekerek ışıkların süratle üzerine doğru gitmesini sağladığında şahit olduğum bu görüntü bana yanıldığımı söylemişti.

Kapı değildi.

Işıkları emen paslı, kızıl zincirlerdi.

Beşte dördü kırılmış zincirlerin sadece birlik kısmı sağlamdı ve bu birlik kısım her emdiği beyaz ışıkla birlikte titriyor, gıcırdıyor ve inliyordu. İdrak ettiğim gerçekle birlikte kaşlarımı çattım.

Şeytan alfabelerine sahip olan bu kara cadı tarikatı kapıyı açmaya çalışıyorlardı.

O kapının ardında ne vardı? farklı bir alem mi?

Veyahut serbest bırakmaya çalıştıkları biri mi?

"Korkmuyorsun." Cadı elini kadehin içine sokarak yanıma geldiğinde elalarımı onun turuncuya yakın kızıl gözlerine sabitledim zira şeytan harflerine direkt bakarsam safkana dönüşmüş olsam bile acıdan duramazdım. Bana söylüyordu ama kendisi de oldukça soğuk kanlıydı bu şeyi yıllardır yapıyordu belli ki. Hareketleri korkusuzdu. Ne yaptığını bilir gibiydi, eh bu da tecrübe demekti. Kara cadıların sayısının beyaz cadılardan fazla olduğunu biliyordum ancak burada toplanan neredeyse yirmi cadının da gazap seviyesinde olmasını mantıklı bulamıyordum.

"Nasıl bu kadar fazla olabilirsiniz?" Sorduğu soruyu duymazdan gelip başka bir soru sorduğumda dudaklarının kıvrımları yukarı doğru büküldü.

"Sayımızı arttırmak yüzyıllarımızı aldı."

Kaşlarımı çatmıştım. Yüz yıllar mı? Bu kadın az önce bana yüzyıllardır yaşadıklarını mı söylemişti?

"Bu imkansız." Anında sözlerindeki bilmeceyi çözüp ne demek istediğini bulduğumu görünce cidden de yüzyılların yaşlılığını taşıyan ancak genç duran kara cadının gözlerinde hayat ışığı yanmış gibiydi.

"Kurban olarak verdiğimiz beyaz cadıların arasında bile senin kadar akıllısı yoktu. Yazık olacak hem sana hem de..." Gözlerini karnıma çevirerek "... onlara." dedikten sonra bakışlarını tekrar bana çevirdi. "İçlerinden biri ya da ikisi de senin gibi beyaz cadıysa senden daha çok işimize yarayacaklarını biliyor muydun? Saf ruhun en safları günahsız doğan bebeklere aittir." Doğmamış çocuklarıma kurban muamelesi yapan gazabın cadısına onu oracıkta yakıp kül etmek istercesine baktım.

Kadehe soktuğu elini dışarı çıkarınca parmaklarına bulaşan kanı gördüm. Elini uzatıp alnıma bir şeyler çizerken kafamı geri çekmeye çalışsam da yaptığı şeyi engelleyemedim. Alnıma kurban verileceğim şey, kişi için onun varlığını temsil eden bir simge, sembol falan çizmiş olmalıydı. Bunu yaparken kullandıkları malzeme ise büyünün beyaz mı, kırmızı mı yoksa kara mı olduğunu işaret ederdi. Kara cadının kanı kullanması ise şeytani güçleri temsil ediyordu.

"Kimsiniz siz?" Kadın bir süre yüzüme bakarken ne kadarını söyleyip söyleyemeyeceğini tartıyor olmalıydı bazı büyüler dili düğümlerdi. Ve gördüğüm kadarıyla ritüeli yapmak onların şuurlarını köreltiyordu. İlk kez birini öldürürken zafer nidaları atmayıp zevk almayan kötüler görüyordum.

"Bizler gömülme yerine tutsak edilen köleleriz." Bir ihtimal sorularıma bile isteyerek cevap vermiyor olabilirdi.

Gömülme yeri mi? Bu kulağa neden mezarlığı çağrıştırıyordu?

"Amacınız ne?"

"Kim bilirdi yaşamın en ölüm olduğunu, ölümünde en yaşam... duymuştum bir kez, yaşayan ölülerdik biz, ve bedenimiz en tabutumuz." Açıkça söyleyemediği için gizemli gizemli konuşarak bana varlıklarının anlamı hakkında ipucu veriyordu ancak ne demek istediğine dair en ufak bir fikrim yoktu.

"Her şey kapı için. Kapıdaki zincirleri kırmak için beyaz cadıları hatta bulduğunuz bütün ruhları toplayıp kurban ettiniz." Gazabın cadısı ağzını bir kere daha açmadı. Sessiz kalarak dediklerimi bir nevi onaylamıştı. İlk önce kadehi tutan gazabın cadısına ardından turuncuya yakın kırmızı gözlerle başlıklarının altından bana bakan diğer cadılara meydan okurcasına baktım. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Bunu gören kadeh cadısı anında şüpheyle kaşlarını çattı. Ondan daha fazla bilgi alamayacağıma göre kendimi tutmama da gerek kalmamıştı.

Tuttuğum kahkahamı serbest bırakarak gülmeye başladığımda çemberdeki cadılar neler olduğunu anlamak istercesine kadehi tutan cadıya baktılar. Huzursuzlukla yerlerinde kıpırdansalar da çemberi bozamadıklarından orada durmaya devam ettiler. Korkudan delirdiğimi düşünmek isteseler de bir deliye göre fazlasıyla aklım yerindeydi.

"Gerçekten bu kadar kolay olacağını sanmadınız herhalde."

Kadehi tutan cadı kaşlarını çattığında gülmemi durdursam da elalarımda ateşin yanmasına izin vererek "Başından beri gelmenizi bekliyordum." dediğimde gözlerini büyütmüştü. Elindeki kadehi bıraktığı gibi kadeh yere düşerek içindeki kanı etrafa saçtı. Uzun ve sivri tırnaklarını pençe gibi karnıma savurduğunda gölgemden fırlayan koyu kırmızı karaltı önüme geçerek kara cadıya koluyla vurdu ve onu metrelerce öteye fırlattı.

Harak'ın peşinden gölgemi geçiş kapısı olarak kullanıp yeryüzüne çıkan Şahlar toplanarak beni korumak için tıpkı gazap cadıları gibi etrafımı sardılar. Koyu kırmızı pelerinlerinin altındaki siyah bir duman dolanan bu gölgelerin yüzü yoktu ancak sadık birer astlar olarak diğer gölgeleri geçerek yükselmişlerdi. Onlar gölgelerin yedi komutanıydı, onların efendisi ise Kara kurttu.

Şahları gören gazabın cadıları korkarak birbirlerine bakmaya başladılar hala kaçamadıklarına göre çemberi bozmak ölümlerine neden olacaktı. Yere düşen kara cadı acıyla inleyerek doğrulduğunda bende güçlerimi kullanarak ilk önce sağ kolumdaki prangayı mavi ateşle kızdırıp erittim. Kolumu kurtarmak için biraz güç kullanmam yetmişti. Tak bir ses çıkararak kırılan ilk prangadan sonra aynı işlemleri diğerlerine de uyguladığımda özgür kalarak yattığım taş sunaktan destek alarak doğruldum.

Geceliğimdeki tozları silkeledikten sonra saçlarımı düzelterek kara cadıya üstten üstten bakışlar attığım sırada etrafta yankılanan kurt ulumasıyla gazabın cadısı oturduğu yerden irkilerek gözleriyle ormanın içini taramaya başladı. Onun bu haline kıkırdayarak güldüğümde gözlerini bana çevirdi.

"Kimin geldiğini biliyorsun değil mi?" İmayla sorduğumda dudaklarımda şımarık bir gülümseme belirdi. Taş sunağın üzerinde bacak bacak üstüne otururken saçımı geri doğru atıp "O kadar korkma canım sadece kocam geliyor." dediğimde bana nefretle baktı.

Onunla alay ediyordum.

Aradan daha beş dakika geçmeden gelen sürü ormanın dört bir yanından çıkarak cadıların çevresini avlanmak için hazır bir şekilde sardığında içlerinden bazıları insan formundaydı. Kalashlıların geleneksel savaş taktiğiydi bu. En önde koşarak gelen Kara kurt hızlıca insan suretine bürünerek yaklaştığında ilk önce bana bakarak gümüşlerini herhangi bir yara aldım mı diye üzerimde gezdirdi. Ona gülümseyerek el salladığımda dudağının sol köşesinin hayal meyal yukarı kıvrıldığını yakalamıştım.

Gri kurt ve Metus yerdeki kara cadının arkasında belirdiklerinde gazabın cadısı kaskatı kesilmişti. Zira kurt formundaki Hyuga dişlerini göstererek ona arkasından hırlıyordu. En küçük bir hareketinde kurt dişlerini boğazına geçirerek gırtlağını parçalayabilirdi. Metus ise kadının omzunu sıkarak yanına çömelip "Tek yanlışında seni parçalarına ayırırım." dediğinde tehdidi gayet yerini bulmuştu.

Kara cadı sorguluyordu. Nasıl? Kalashlıları derin bir uykuya yatırdığından emindi daha sonra ona söylediklerimi hatırlamış olmalı ki tekrar bana baktı.

Oyuna getirildiğini anlamıştı.

Gideon'un kapıya bakarken kaşlarının çatıldığını gördüğümde bende istemsizce yerimde dikleşerek kapıya dönmüştüm. O şey sadece beni değil belli ki Gideonuda rahatsız etmişti. Adımlarını çember kuran cadılara yönelttiğinde içlerinden biri hızlıca kafasını sağa sola sallayarak "Kapı olmaz! Kapı olmaz!" diye bağırmaya başladı.

Kaçmak istemiyor değil, kaçamıyorlardı.

Çember onları bağlamıştı.

Kara Kurt cadıların arasından geçip çemberin içine girince endişeyle kaşlarımı çatarak sunaktan aşağıya indim. Tam yanına gidecekken hissetmişçesine kafasını bana dönmeden "Kal yerinde." demişti. Gidip gitmemek de tereddüde düşsem de dediğini yaparak bekledim. Kapının tam önüne gidip avucunu kapının üstüne yerleştirdiği sırada yanımda duran Şahlar bir anda gölgelere dönüşerek kaybolup Gideonun yanında belirdiler. Hepsi sırayla elini uzatıp Gideonun elinin üstüne ellerini koyduklarında kara kurdun etrafında kara bir aura çıkmaya başladı.

Şeytana dönüşüyordu.

Sadece sırtını görebilsem de gözlerinin simsiyah olduğunu, ellerinin kollarına dek karardığını, tırnaklarının uzadığını ve damarların içi katran karası bir kanla dolarak kabardığını gözlerimin önüne getirebiliyordum. Herkes pür dikkat onu ve şahları izlerken gazabın cadıları aynı anda dizlerinin üstüne çökerek çığlık çığlığa bağırmaya başladılar. Kara kurdun durduğu bölgedeki çimenler kuruyarak ölüp simsiyah kesildiler ardından veba gibi ilerleyerek hastalıklarını diğerlerine bulaştırdılar. Gideon ve şahlar güçlerini kullanarak zincirleri iblis gücüyle besliyorlardı. Zincirler beslendikçe güçleniyor, bu sefer kapı iniltiler, gıcırtılar çıkarıyordu. Çember cadıları kafalarını gökyüzüne kaldırarak dehşet verici şekilde ızdırap içerisinde kıvranırlarken hepsi patlayıp küle döndüler.

Hala kenarları kızıl kızıl parlayan küller uçuşarak rüzgara kapılıp kapı tarafından yutuldular. Antik çağlardan gelmiş gibi duran kapı yerin altına çekilerek kayboldu. Hyuga ile Metus'un yanındaki gazabın cadısı ise "Hayırrr!!!!" diye bağırmış ve kapıya ulaşabilecekmiş gibi dizlerinin üstünde sürünerek kapıya yetişmeye çalışsa da Metus ayağıyla elinin üstünü ezerek "Sana tek bir yanlış demiştim cadı." deyip ölümcül bir şekilde konuşmuştu.

Şahlar yorulmuşçasına Gideonun gölgesinin içerisine girerek Çinvata dönerken Gideon tekrar insan suretine geçiş yapmıştı. Yürüyerek kalan son cadının önüne geldiğinde gazabın cadısı ağlayarak yerin altına çekilen kapının olduğu yere bakıyordu hala.

"Oradan neyi çıkarmaya çalışıyordunuz?" Demek kara kurt bile o kapının ne olduğundan habersizdi. Ağlayan kadının bir anda yüzü değişmeye başladı. Suratında kırışıklıklar belirerek, sırtında kamburu belirdi. Saçları griye dönerek gittikçe küçüldü ve en sonunda yaşlı bir kadına dönüştü. Buruşan ağzında bir gülümseme belirse de gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Kafasını kaldırdığında geçirdiği değişim karşısında şok olmuştum.

"Ne yaparsanız yapın bir gün kapı açılacak ve o varlık gömüldüğü yerden çıkacak. İşte o vakit geldiğinde terk edilmiş şehir yeniden canlanacak." Tanrım, sesi bile doksan yaşındaki bir kadını andırıyordu. Kara cadının yaşlanmasının bir türlü durmadığını fark ettim. Saniyeler sonra gazap cadısının gözlerindeki hayat ışığı söndü ve kadın bin yıllık bir mumyaya dönüştü ardından mumla kuma dönüşerek toprağa döküldü.

Terk edilmiş şehir.

Orası neresiydi?

Ben kucağındayken dirseğiyle kapının kolunu aşağıya indirip kapının açılmasını sağladı. Ayağıyla kapıyı iterek içeri girdiğimizde beni dikkatli bir şekilde yatağa bırakıp "Bekle burada." diyerek içeri gitti. Dudak bükerek üzerime baktım, geceliğimi değiştirseydim bari. Sunakların her kurbandan sonra temizlenmesi adetten olsa da kendimi kirli hissediyordum.

Ayaklarımı yere indirip kıyafet dolabının önüne giderek içini karıştırmaya başladım. Kış geldiği için soğuklar bastırmıştı. İçerisi şömine sayesinde sıcak olduğundan biraz daha ince giyebiliyordum birde hamilelikten zamansız sıcaklar basıp duruyordu bana. Giydiğime benzer ama biraz daha kısa bir gecelik bulduğumda üzerimdeki geceliğin iplerini çözdüm. Ayaklarımın dibine inen geceliği karnımdan eğilemediğim için alamıyordum. O yüzden ayaklarımı içinden çıkarıp temiz olan geceliği başımdan geçirdim. Potlaşan karnını düzeltirken Gideon elinde ıslak bir bezle içeri girmişti.

İlk önce bana sonra yerdeki geceliğe baktıktan sonra önüme gelerek çenemden tutup başımı kaldırdı ardından ıslattığı bezi alnımda gezdirdiğinde ne yaptığını anlamıştım. Kara cadının alnıma çizdiği kurban simgesi hala yerinde durduğu için sinirini bozmuş olmalıydı. Alnımı bir güzel temizledikten sonra bezi komodinin üzerine bırakıp "Arkanı dön de iplerini bağlayayım." deyince gülerek dediğini yapmıştım. Hamilelik cidden insanı yoran ve kısıtlayan bir şeydi. Eğilip kendi ayakkabılarımı giyemiyordum mesela. Birde ikizlere hamile kalınca bu durum olması gerekenden daha erken başıma gelmişti.

Resmen karnımın büyüklüğünden ayaklarımı göremiyordum.

Sırtımdaki iplikleri bağlarken parmaklarını tenime sürterek huylanmamı sağlıyordu. Küçük bir soluk içime çekerek kasıklarımı kasan bu hisse kendimi kaptırmamaya çalıştım. Bu gece başımıza gelenlerden sonra istesem de Gideonun yorgunluğumu ileri süreceğini biliyordum. Eğilerek omzuma dudaklarını bastırıp "Yatağa." deyince kıkırdayarak yorganı kaldırıp içine girdim. Üzerindeki tişörtü sırtından kavrayıp çekerek başından çıkarıp tekli koltuğun üzerine attı. Pantolonunu çıkarmadan yatağa uzanınca kaşlarımı çatmıştım.

"Nereye gideceksin?" Böyle yaptığında hep bir yerlere gidiyordu.

"Sen uyuduğunda nöbetçileri kontrol edip geleceğim." İşi savsaklıyorlar mı diye onları denetleyecekti. Gideon baskın yapar gibi bir anda başların dikildiği için nöbetçiler asla gevşeyemiyorlardı. Kara kurt tarafından yakalanırlarsa Allah bilir hangi işkencelerle tanışırlardı.

"Hım..." Ona doğru yaklaşıp kolunu kaldırarak altına girdim. Kafamı kaslı göğsüne yasladığımda hemen ona sokulmama yan bir şekilde gülüp bunu örtbas etti. Ardından eğilerek saçlarımın arasını öptü.

"Gideon o kapının ne olduğunu biliyor musun?" Alberu'nun bana verdiği bilgilerin arasında bile kapı hakkında hiç bir şey yoktu. Birde şu terk edilmiş şehir mevzusu vardı tabii.

"Hayır, bilmiyorum." Boynumdan aşağıya sarkan koluyla saçlarımı parmağına dolayarak oynuyordu. "Kapının ne işe yaradığını bilmesem de kapıyı saran zincirlerdeki habis gücün sıradan bir güç olmadığını söyleyebilirim. Şahlarla birlikte verdiğim enerji miktarı sadece tek bir zincire yetti. Kırık olanları düzeltemedik bile." Şahları yorgunluktan Çinvatta gönderecek kadar güç kullanmışlardı. Üstelik Gideon şeytan versiyonundan döndüğünde kapıya koyduğu elinin üzerindeki damarlar zorlandıkları için kabararak belirmişlerdi. İçinden çekilen gücün miktarı yüzünden iki kan arasında kurduğu terazinin dengesi bozulmuştu bu da dışarıya elinin titremesi olarak yansımıştı.

Şimdi titremesi durduğu için elini kullanabiliyordu.

"Tarikatı planladığımız gibi yok etmeyi başardık. Gerçi kurdukları çember yüzünden hareket edemedikleri için bu kadar kolay oldu. Bize saldırabilselerdi onca gazabın cadısıyla baş etmek bizi bile zorlardı." Nihayetinde gazabın cadılarından biri olan Elaxi'nin gücüne birçok kez şahit olmuştuk. Tarikattaki cadılarında Elaxi'den eksiği yoktu.

"Halkadaki kara cadıların çember bozuldu diye patladıklarını varsaysam da kadehi tutan cadının bir anda yaşlanmasına bir türlü mantıklı bir açıklama getiremiyorum."    

"Çember yüzünden değildi." Başımı göğsünden kaldırarak ona bakıp "Nasıl yani?" diye sordum.

"Sözleşme yüzündendi. Çember kuran cadılar gazabın cadılarıydı onları öldürmek o kadar kolay değil Alysa. Çember bozulsa bile sayıları fazla olduğu için geri tepme dengeli bir şekilde hepsine pay edilir, en fazla içsel birkaç organları hasar görüp kan kusarlardı o yüzden onları öldüren şey bu değildi."

"Ne sözleşmesinden bahsediyorsun?"

"Yüzlerindeki şeytan harflerini görmedin mi? Sen Gasaladur'da gördüğün cadıyı tarif edince başta onun sıradan bir anlaşmacı olduğunu varsaydım ama hepsini bir arada görünce bunun sıradan bir sözleşme olmadığından emin oldum. Yüzlerindeki harfler, harflerin yerleştiriş şekilleri birebir aynıydı bu da; derilerine kazılan sözleşmede aynı maddeler yazıyor demek. Şeytanlar anlaşma yaptıklarında bunu kendi dillerinde insan derisinde yazıya dökerler. Ancak bunu yapabilen tek ırk şeytanlar olmadığı için kiminle anlaşma yaptıklarını sana söyleyemem. Diğer ırklarda çiğnenmesi imkansız olduğu için bazen şeytanların alfabesini sözleşme için kullanabiliyorlar. Kara cadılar kapıyı koruyamadılar, koruyamadıkları gibi sözleşmenin ana maddesini ihlal ettiler yani zincirleri kırmakta başarısız oldular. Muhtemelen sözleşmeci onlara tek bir hatayı bile mazur görmeyen birisi. Fark ettiysen cadılar patladıklarında küllerini rüzgar götürmedi küller kapı tarafından sömürüldü. Sorguya çektiğimiz cadıya gelirsek; o çembere girmedi. Yine de aynı sözleşmeye dahil olduğu için ölmesi gerekti. Tarikat bu işi uzun zamandır yapıyor olmalı. Büyü sayesinde yaşlanmıyorlardı fakat büyü bozulunca..."

"Kara cadı olduğu yaşa geri döndü."

"Evet." Demek toplanmamız yüzyıllar aldı derken ciddiymiş. 

Selestia beni tarikat konusunda uyardığında bu durumdan tabi ki de Gideona bahsetmem gerekiyordu. Bir gece bu konuşmayı yapmak için uygun bir ortam yarattığımda kara kurt dediklerimi sonuna kadar dinlemişti. Birlikte araştırma yapsak da -Aramilden bile yardım istemiştim zira Eflerin kütüphanesi bir şaheserdi- bu tarikat hakkında hiç bir şey bulamamıştık. Çok gizli ve tedbirli ilerlemeleri onları gözümüzde daha tehlikeli hale getirmişti. Söz konusu yalnızca benim canım değildi o cadı saf diye çocukların ruhunu topluyordu biz burada oyalanırken günde kaç çocuk ölüyordu kim bilir.

Tarikatın benim için eninde sonunda geleceğini biliyorduk bizde buna göre bir plan hazırlamıştık. Daha doğrusu ben hazırlamıştım ve yaptığım planı kara kurda anlatınca beni cidden öldürmek istiyormuş gibi dik dik suratıma bakmıştı. Ne olmuş yani kendimi yem yapacaksam? Gideon planı reddetmeden ona neden işi böyle yürütmemiz gerektiğini detaylarıyla açıklamıştım. Bir kere bu tarikatta kaç kişi olduğunu bilmiyorduk, onları bir araya toplayıp aynı anda hepsinden kurtulmak en kolay yoldu. Bütün cadılarda ancak büyük bir kurban söz konusuyla bir araya gelirdi. Hem kendimi hamile halimle tehlikeye atacak değildim. Harak yedi yirmi dört gölgemde beni koruyordu. Cadılar beni götürdüğünde yerimizi anbean Gideona ve sürüye haber edecekti. Tehlikeye düştüğümde anda ise direkt beni korumaya alacaktı.

Hem ben eski Alysa değildim; safkan ateşin beyaz cadısıydım. Mavi ateşim bile onları benden uzak tutmak için yeterdi. Üstelik Tita'ya dönüştüğümde asla kolay lokma olmazdım. Güç bela bu planı uygulamak için onu ikna ettiğimde geriye tarikatın gelmesini beklemek kalıyordu. Sinsi bir planla geleceklerini tahmin edebiliyordum zaten. Kalash gibi bir klandan beni elini kolunu sallayarak alamazdı. Zavallı kara cadılar her şey tıkırında giderken Kara kurdun tüm klanı korumak için kan büyüsü yaptığını nereden bilsin ki? Bu büyü için kova kova kan taşıdığımız günü bir türlü hafızamdan çıkaramıyordum. Kan büyüsü yalnızca klanı saracak bir kalkan oluşturmuyordu aynı zaman da izinsiz içeriye girecek herhangi bir büyüyü de etkisiz hale getiriyordu yani kara cadı bütün klanın sisle uyutulduğunu sanmıştı.

Ben hariç herkes uyuyor numarası yapmıştı.

"Kurban verilmek üzere olan bir cadı için fazla enerjiksin." Eğilerek dudaklarını boynumda gezdirerek "Uyumayı düşünmüyor musun?" diye sorunca boynumu geriye doğru atarak ona daha fazla alan sağladım. Kulaklarım Khafra gibi yukarı dikilince fırsat bu fırsat diyerek kurnazca yatakta kayıp kara kurdu kollarından tutarak üzerime çektim. Karnıma dikkat ederek beni kırmayıp üzerimde yükselen kocamla burun buruna geldik. Kollarımı boynuna dolayarak elalarımı bir dudaklarına indirip bir gözlerine çıkararak "İnanır mısın senin de dediğin gibi bu gece fazla enerjik hissediyorum uyuyabilmek için yorulmaya ihtiyacım var." dediğimde gümüşleri yaptığım haylazlıktan memnun bir şekilde parlamıştı.

"Sen çok yaramaz bir kadınsın."

Kıkırdayarak "Ne olmuş yani kocamızı aşerip duruyorsak?" dediğimde kafasını geriye atarak güldüğünde açıkta kalan boğazına iştahla bakıp dudaklarımı yaladım. Uzanarak adem elmasını dişlerimin arasına alınca inlemişti. Ciddi manada aşerdiğim tek şey Gideon'du. Şu beş ayda zamansız üstüne atlayışlarımın sayısını ben bile bilmiyordum.

+18!!!!!

Adem elmasını ısırarak tatmin olduktan sonra çene hattına ardından oradan inerek boynuma öpücükler kondurup parmaklarımı kaslı göğsünde, karnında ve kollarında zevkle gezdirmeye başladım. Gideon vücudunu keşfetmeme izin verirken dokunuşlarımdan etkilendiğini alt dudağını ısırmasından anlamıştım. Kendini tutuyordu. Kapalı olan gözlerini açarak üzerime eğilip dudaklarımızı birleştirdi. İlk önce üst dudağımı ağzına alıp emdikten sonra alt dudağıma geçti. Bacaklarımın arasına girerek sertliğini bana bastırınca hissettiğim arzuyla tırnaklarımı kollarına geçirdim.

Bana diyordu ama kendisi de benim için hep hazırdı.

"Aç ağzını." Emrine direkt itaat ederek dudaklarımı araladım. Dilini ağzımdan içeri sokarak içerisini talan edip her yerde dilini gezdirdi. Dilinin ucunu damağıma sürterken bende ona aynı şevkle karşılık veriyordum. Nefes nefese kalmış bir şekilde elini geceliğimin altında sokarak iç çamaşırımı çekiştirip aşağı indirdikten sonra bacaklarımdan sıyırıp attı.

"Fazla vaktim yok bebeğim." Tek eliyle pantolonunun düğmesini açıp fermuarını indirdikten sonra iç çamaşırıyla birlikte baldırlarına kadar indirdi. Ben bacaklarımı daha çok araladığımda kendi yastığını alarak belimin altına koydu. Bebekler yüzünden ekstra dikkat ediyorduk. Ellerimle yorganı beklentiyle sıktığım sırada Gideon kendini içime itti. Hissettiğimiz zevkle ikimizin de ağzından boğuk bir inleme çıkmıştı. Kara kurt kendini içime itip çıkarırken eğilerek dudaklarıma yamuldu.

Onun bana hissettirdiği, yaptığı her şeyi seviyordum.

Kendini içime her itişinde bedenim yatakta yukarı savrulup aşağıya iniyordu.

Çok zamanımızın olmadığı anlarda Gideon beni tatmin etmek için bir kere yapıp işine dönüyordu onunsa bir kereden asla tatmin olmadığını biliyordum. Geceliğimin askısını indirerek tek göğsümü dışarı çıkarıp avuçlarının arasına alarak sıktı. Diğer askıyı da indirip bu sefer işin içine dudaklarını sokarak göğsümü yalayıp emmeye başladı. Hamileliğim yüzünden göğüslerim iyice dolgunlaşmıştı Gideon da bu duruma bayılıyordu tabii. Çok fazla hassaslaştığımdan yukarı tırmanmamda kısa sürüyordu. Saç diplerim yavaştan terlemeye başlamış, nefes alışlarımız odadaki tek ses olmuştu.

Dayanamayarak inlediğimde Gideon hızlanarak içime daha sert çarpmaya başladı. Gümüşleri ne iş yapıyor olursa olsun gözlerini benden bir an olsun ayırmıyor, onun için nasıl delirdiğimi izlemekten zevk alıyordu. Kurt bakışlarının baskısını üzerimde hissetmek beni de çıldırtıyordu. Elalarımın sevdiğini söylediği gibi koyulaşarak ateş rengini aldığını biliyordum.

Tanrım, beni kalpten götürecekti bu adam.

Hızı yüzünden gözlerim yaşarmıştı ama bu acıdan değil, tamamen aldığım hazdan kaynaklanıyordu. Yatağın duvara çapıp duran başlığının hızı Gideonun hızıyla eş değer şekilde artıyordu. Gözlerimin önü karardığı gibi çığlık atarak kendimi bırakınca kasılan tüm kaslarım gevşeyerek pelte kıvamını almıştı. Ben rahatlasam da Gideon hala içimde hareket ediyordu. Bir dakika sonra o da kendini bırakınca içime yayılan ılık sıvıyı hissettim.

Nefes nefese kalmış bir şekilde birbirimize bakarken Gideon altında tamamen dağılmış bana bakarak içine küçük bir soluk çekip kafasını çevirmişti. Dayanamadığı için bakmaktan kaçınıyordu. Aslında nöbetçileri kontrole gitmeseydi bir kere daha yapabilirdik ama buna izin vermeyeceğini adım gibi biliyordum. Offf bok vardı da beni kaçıracak bu akşamı bulmuşlardı!

Kara kurt içimden çıkarak kendini yanıma attı. Daha dinleneli beş dakika olmadan yataktan kalkarak erkekliğini pantolonun içine sokup yatakta dolanarak yanıma gelmişti. Pantolonunun fermuarını çekmeyip düğmesini takmadığından açıkta kalan aradan siyah iç çamaşırı görünüyordu. Vücudu attığı terden hafiften parladığı için bana muhteşem bir manzara sunmuştu. Eğilerek beni kucağına alıp "Terin soğumasın, banyoya gidelim." deyince gözlerim ışıldayarak ona yavru köpek bakışları attım. Anında orada da bir kere yapmak istediğimi anlayınca hafifçe kaşlarını çatarak "Hayır." demişti.

Püff.

(Buradan sonuna kadar Anıl Emre Daldal- B. şarkısını dinlerseniz sahnedeki duyguları daha iyi alırsınız.)

Ruby nine yaptığı kontrollerin ardından son olarak karnımın belirli noktalarına baskı yaparak ağrım olup olmadığını sormuştu. Ben hayır deyince de işini bitirerek yanında getirdiği kapta ellerini yıkayıp "Bebeklerin de sende gayet sağlıklısınız kızım." deyince gülümseyerek karnımı tutmuştum. Yaşlı dişi kurt ayda bir bizim eve gelerek gerekli kontrollerimi yapıyordu. Şaman olduğundan mıdır nedir bebeğin ihtiyaçlarını bana söyleyip bugün şunu ye, yarın şunu iç diyerek beslenmeme de dikkat ediyordu. Cebinden çıkardığı kırmızı renkli iksir şişesi elime tutuşturup "İç bunu." deyince itiraz etmeden şişenin tıpasını çıkarıp yudum yudum içmeye başladım.

Tadı dağ çiçeklerine benziyordu.

Ruby nineye beyaz cadıların hamileliklerinin kompleksli olduğuna dair ucundan birkaç şey çıtlatmıştım. Bunu işitince doktor moduna girip beni sıkıştırarak daha çok soru sorunca bende çok fazla detaya girmeden vücutlarımızın çocuğun bizden çektiği gücü kaldıramadığından falan bahsetmiştim bu yüzden doğumda normalden biraz daha zor olacaktı. Fazla endişelendirmemeye çalışsam da başarılı olamamıştım. Diğer hamilelere nazaran üzerime daha çok düşerek bana hassas yaklaşmaya başlamıştı. Eh gördüğüm ilgiden asla şikayetçi değildim. İlgisiz büyüdüğümden midir nedir yapışkan olsalar bile 'Yeter!' diyerek isyan edecek seviyeye gelmiyordum hiç.

"Alysa hiç baş dönmesi, bayılma gibi şeyler yaşadın mı kızım?" Duraksayarak elimdeki iksir şişesiyle oynaya başladığımda Ruby nine yanıma oturarak eliyle karnımı okşadı. "Beni şu durumda Gideonun babaannesi olarak değil şifacı bir şaman olarak görmelisin kızım. Eğer sen bana rahatsızlıklarından bahsetmezsen bende sana yardımcı olamam." deyince "Bayılma olmadı." demiştim.

"Nasıl şikayetlerin oldu?"

"Çok sık başım dönüyor, arada da karnıma bıçak saplanıyormuş gibi hissediyorum ama iyiyim Ruby nine. Hamileliğin üstünden gelebileceğimi biliyorum." Benim güçlü bir savaşçı gibi davranmama bakarak "Kilo almıyorsun." deyince yüzümdeki gülümseme benimde fark ettiğim ayrıntıyla solmuştu. "Bebeklerin kilosu yerinde bu beslenmelerinde sıkıntı yok demek ama sen... sen kilo almak yerine gittikçe zayıflıyorsun Alysa."

Burukça gülümseyerek karnımı okşadım. "İçlerinden biri beyaz cadı Ruby nine artık bundan eminim. Beyaz cadılar cadı çekirdeklerini oluşturabilmek için annenin karnındayken onun cadı çekirdeğinden beslenirler. Bu da anneyi zayıf düşürür ama endişelenmeye lüzum yok safkan beyaz cadının bilgilerine sahip olduğum için beyaz cadıların vücutlarını hamileliğine nasıl hazırladıklarını, hamilelikle vücudu kuvvetlendirmek için içtikleri iksirlerin tariflerinin hepsini biliyorum ve düzenli olarak da kullanıyorum... iyi olacağız."

"Alysa kızım bana dürüst ol beyaz cadıların doğumdan sağ çıkabilme oranları yüzde kaç?"

Elalarımı sevdiğim karnımdan alarak Ruby nineye bakarken duygu yoğunluğundan gözlerim dolmuştu. "Yüzde elli." Ruby nine nefesi kesilmişçesine bembeyaz kesilerek "Yarı yarıya mı yani?" diyerek dediklerimi teyit etmişti.

Islanmış kirpiklerimle gülümseyerek "Endişelenme, ben onları göreceğim Ruby nine. Doğduklarında onlara hoş gediniz diyeceğim, ilk kelimelerini duyacağım, ilk adımlarına şahit olacağım, büyürken onların yanından ayrılmayacağım." dedim.

Bunu yapabilmek için varımı yoğumu ortaya koyacaktım.

Duyduğumuz bardak kırılma sesiyle irkilerek kapıya baktığımızda ilk önce yere saçılan süte sonrada kapının ağzında kaskatı kesilmiş bir şekilde dikilen Gideonu görünce gözlerim korkuyla büyümüştü. Ne zaman eve gelmişti? Dışarıda akşama kadar işi var sanıyordum. Gümüşlerinin bana bakarken karardığını görünce konuştuğumuz her şeyi duyduğunu anlayarak yutkunmuştum.

Hayır, ona ben söyleyecektim.

Böyle... böyle öğrenmemesi lazımdı.

"Gideon oğlum--" Ruby nine onu yumuşatmak için bir şeyler söyleyecekken Gideon gözlerini benden çekmeden "Evine git babaanne." diyerek odanın içinin buz kesmesine sebep olmuştu. Yaşlı dişi kurt bir bana, bir Gideona bakarak oturduğu yerden kalkarak dış kapıya yönelmişti. Ne derse desin torununun onu dinlemeyeceğini en iyi o biliyordu. Kapıdan çıkmadan önce "Hamile, anlayışlı ol." deyince ona sertçe bakarak "Karımı bana karşı koruma." diyerek resmen tıslamıştı. Dış kapının kapandığını duyana kadar ağzını bıçak açmamıştı ama sıktığı yumruğu içindeki fırtınayı dışarı salmamak için kendini nasıl tuttuğunu anlatıyordu. Parmak boğumları çekilen kan yüzünden bembeyaz kesilmişti. Alnında öfkeden delirdiği zamanlarda çıkan o damar belirmiş nabız gibi atıyordu ancak en beteri gözleriydi.

Gözleri öfke yerine hayal kırıklığı taşıyordu.

O kırıkların parçaları ise benim kalbime gömülüyordu.

"Biliyordun... siktiğimin durumunu biliyordun yine de buna göz mü yumdun?"

Dolu dolu gözlerle ona bakarak başımı iki yana salladım. "Hayır, yemin ederim bilerek yapmadım Gideon. Hibuskus çayını içmemi söylediğin günden beri her birlikte oluşumuzda o çayı içtim. İçmediğim tek sefer benim alemime gittiğimiz zamandı o da onca işimizin arasında aklımdan çıkmıştı." demiştim.

Sadece bir kere içmemiştim, o bir kere beni hamile bırakmasına yetmişti.

"O iksirleri de bu yüzden içiyordun." Kafasını sallayarak "Ondan içiyordun." dedi tekrar. Sonra yerimden sıçramamı sağlayacak güçte bağırarak "Sana sordum! Sana o iksirleri ne için içtiğini sordum ama sen geçiştirip beni salak yerine koydun!" dediğinde gözlerimden yaşlar aksa da sakin kalarak "Öyle olmasa bile bu riski yine alırdım." deyince iyice zıvanadan çıkmıştı.

"Sen siktiğimin yerinde benimle dalga mı geçiyorsun!"

"Ben sadece aile olalım istedim." Hışımla yanıma gelerek hafifçe üzerime doğru eğilip göğsünü yumruklama başladı. "Bana bak! Ben neyim? Ben neyim lan! Onlar olmadığında beni ailen yerine koyamadın mı Alysa?!"

Titreyen çenemle "Ailemsin. Hiç kimsenin olamadığı kadar ailemsin." deyip elimi yüzüne götürerek yanağını okşadım. "Ama sen onlarsız kaybettiğin ailenin yerindeki boşluğu dolduramayacaktın. Gideon ben hiç aile kavramını hissetmedim, tatmadım ama sen bunları on yaşına kadar yaşadın sevgilim. Hiç yaşamamakla yaşayıp bunun senden çalınması aynı hissettirmez ki. Ben bir aileye özlem duymadım hiç ama sen duyuyorsun. İstedim ki yıkılan aileni onlarla birlikte yeniden kurayım, istedim ki o boşluğu doldurayım ama bunu yaparken senden habersiz yapmazdım. Safkan olduktan sonra beyaz cadıların bu riski taşıdığını öğrendim ama çoktan çocuklarına hamile kalmıştım sonra da sana söyleyemedim, söyleyecektim ama söyleyemedim işte."

Gümüşlerini kaplayan ince buz kırılarak yerini derin bir hüzne bıraktı. Bu hüzün buz gibi bir soğuktan oluştuğu için sadece onu değil beni de donduruyordu. Bakışları benimle karnım arasında gidip geldi. "Sana zarar verecekler." Derken sesi titremişti. Göz yaşlarım hızlanarak patır patır gözlerimden akmaya başladı. Kara kurt onlara kıyamadığını ancak bana da zarar verecekleri gerçeğiyle nasıl baş etmesi gerektiğini bilemiyordu. Bu bilinmezlik ona acı veriyordu. Başımı iki yana sallayarak "Hayır, hayır onlara bana zarar vermeyecek." desem de bana inanmıyordu. Bir anda dizlerinin üstüne düşünce endişeyle yerimden kalkacak gibi olsam da karnıma yasladığı alnı buna engel olmuştu.

"Ben seni kaybedemem Alysa." Fısıldadığı cümleler beni kahretmişti. Dışarıdan bakıldığında sarsılmazmış gibi kocaman olan bu adam beni kaybedecek diye korkuyordu. Yanağımın içini dişleyerek ağlamamı kesmeye çalıştım. Parmaklarımı kandan daha kızıl olan saçlarının arasına sokarak okşadım.

"Söz veriyorum sevgilim beni kaybetmeyeceksin." Beyaz cadıların normalde de soyları diğer ırklara göre azdı. Dişi cadılar doğumlardan yüzde ellilik bir oranla sağ çıkabildiği için türümüz genelde bir azalıp bir artıyordu bu da kalabalıklaşmamızı baltalıyordu. Bunu engelleyecek bir çözüm bulamadığımız için kabullenmek zorunda kalmıştık. Sonra işin içine sevdiği kadını kaybetmiş kara kurt girmişti. Geçmişimde gördüğüm kadarıyla Zeref beyaz cadıların çeyreğini intikamı için gözünü kırpmadan öldürmüştü. Tüm bunların sayımızı azalttığı yetmezmişçesine işin içine birde tarikat cadıları girmişti. Onlarda kapı için çok fazla beyaz cadı kaçırıp kurban etmişlerdi.

Belki de ne yaparsak yapalım beyaz cadıların soyu tükenmeye mahkumdu.

Yaşadığımız tartışmanın ardından sessizleşen kara kurt yatağa çıkarak kafasını dizlerime yaslayıp uyuya kalmıştı. Öğrenmemesi gereken şekilde öğrendiği gerçekle baş edemiyordu. Zihni yaşadığını kaosu kaldıramadığından onu uyutmuştu. Şimdi saçlarını okşayarak dinlenebilmesi için onu mayıştırırken bir yandan da onu incittiğim için kendimi öldürmek istiyordum.

Onu yaralamıştım.

Bebeklerimi göreceğim derken yalan söylemiyordum. Bunu başarabilmek için didinip duruyordum. Hamilelik sürecindeki beyaz cadıların geçirdiği üç aşamadan doğumum yakın olmasına rağmen sadece ilk aşamayı geçirmiştim. Bu da kullandığım iksirlerin işe yaradığı anlamına geliyordu. İki bebek doğuracağım için riskler iki katına çıkmıştı ama iyiydim. Doğumda çok zorlanacak olsam da dayanmak için çabalayacaktım.

Parmaklarımı aşağıya indirip bu seferde Gideonun ensesindeki saçları okşamaya başlarken gözüme çarpan şeyle birlikte kaşlarımı çattım. Ellerimle ensesindeki saçlarını ayırarak baktığımda orada gördüğüm dövmeyle şaşırmıştım. Bir dairenin içine daha önce görmediğim bir dile ait olan semboller çizilmişti. Merkezde yelkovan ve akrep olduğu için bu sembollerin harf değil de sayı olduğunu anlamıştım.

Bu bir saatti.

Saatin üzerinden geçen ince okun alt kısmında bir halka daha vardı ancak o boştu. Minik minik noktalarla dövmeye yeni şekiller eklenmişti. Bu şekiller koordinat gibi dursalar da öyle olmadıkları barizdi. Birde saatin olduğu dairenin dışındaki bir kısma yine okuyamadığım dilde bir cümlelik bir yazı yazılmıştı.

Bu dövmeyi ne zaman yapmıştı?

Saçları dövmeyi kapattığından fark edememiş olmalıyım. Her neyse, çok fazla üzerinde durmadan saçlarını okşamaya devam ettim. Ne zaman bilmiyorum o dizlerimde yatarken bende kafamı geriye yatırarak uyuya kalmışım. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerdeyken Gideonun karnıma doğru döndüğünü hissetmiştim. Yüzü karnıma dönükken elini kaldırarak karnımı okşuyordu. Genelde ben uyurken bebeklerde konuşup onları sevdiği için buna alışıktım.

Yine onlarla konuşuyordu. Tam olarak ne dediğini duyamasam da son cümlesi "Ona zarar vermeyin." olmuştu.

Kızgındı... kızgın olmakta haklıydı.

Şöminenin karıştırma çubuğunu alarak közleri karıştırıp içine iki kalın odun daha attı. Sıcaktan tiksinmesine rağmen tekli koltuklardan birini ateşin önüne çekerek oturmuştu. Sanki bedeni değil de ruhu üşüyormuş gibi ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın ısınamıyordu. Gümüşleri ateşin odunları sarışını izlerken dalgın görünüyordu.

İçiyordu.

Metusun'un çok ağır dediği likörleri suymuş gibi tüketiyordu. Şişelerden biri dibini bulduğu için kenara koymuş diğerini de yarı yarıya bitirmişti. Uyandığımda yatakta tek başımaydım. Gideonu aramak için salona geldiğimde içeri girmeye cesaret edememiş kapının ağzından kafamı hafifçe uzatarak onu izlemeye koyulmuştum. Üzeri çıplaktı ve sıcak onu şimdiden etkileyerek terletmişti. Bakışları alkolün verdiği gevşemeyle kısıktı.

Düşünüyordu.

Öfkeliydi.

Ama sessizdi.

Ben ortalığı dağıtır, bağırır çağırır ve çeker gider diyordum ama o gitmemişti. Ne kızıyordu, ne bir şeyleri kırıyordu ne de benimle konuşuyordu. Gerçi uyuduğumuzdan beri onunla hiç iletişim kurmaya çalışmamıştım o yüzden bana küsüp küsmediğini henüz bilmiyordum.

Burada beklemenin bir şeyi değiştirmeyeceğini anlayınca usul usul attığım adımlarla yanına gidip oturduğu koltuğun kolçağına dayadım kalçamı. Anında şöminenin sıcağı tarafından sarıp sarmalanırken o geldiğimi bildiği halde sessiz kalmıştı. Konuşmayı ilk ben başlatayım diye dudaklarımı aralamışken benden önce davrandı.

"Çocuklar babalarının kaderini yaşar mı Alysa?"

Sorusuna anlam veremediğim için kaşlarımı çatmıştım. "Niye soruyorsun?"  

"Onların seni öldürme ihtimalinin olduğunu öğrenince babam aklıma geldi." Ben duyduğum şeylerin şokunu atlatmaya çalışırken o elindeki bardağın içindeki likörü döndürmeye başladı. Gözleri dönen şeffaf sıvıdaydı ama büyük ihtimalle orada gördüğü geçmişiydi.

Yüreğine kor çileler saçıp çocukluğunu öldüren geçmişiydi.

"Ben annemi ondan aldım." Peş peşe yutkunurken boğazındaki düğüm canını yakmış olmalı ki kaşlarını çatmıştı. "Annemi ondan aldığım için aklını yitirip beni sürgüne gönderecek kadar gözü döndü. Çok seviyordu çünkü... annemi öyle çok seviyordu ki saçının teline zarar gelse tek bir saç teli için herkesin gelmişini geçmişini sikerdi. Ondandı... beni de görmeyişi ondandı." Dolan gözlerimle "Öyle deme Gideon." desem de beni duymuyor gibiydi.

"Ben... ondan bir parçaydım. Evet, annem benim yüzümden kendi canına kıymıştı ama ben annemden de bir parçaydım Alysa. Nasıl kıymıştı bana?" Ağlamamak için gözlerimi tavana dikerek kirpiklerimi kırpıştırdım. İçtiği için bu kadar kolay anlatmıyordu kendini Gideon körkütük sarhoş olsa bile içini dökmezdi kimseye ama bugün öğrendikleri ağır geldiği için dili çözülmüştü. Çünkü konuşmazsa o hislerin onu diri diri toprağa gömeceğini seziyordu.

Bana ne hissettiğini kelimelere dökemediğinden içinde kopan kıyametin nasıl hissettirdiğini anlatabileceği başka bir yol bulmuştu. "Onu hiç anlamamıştım, anlamakta istememiştim ama şimdi nasıl hissettirdiğini biliyorum... anlıyorum Alysa. Ben babamı ilk kez anlıyorum."

"Bebeklerimiz babalarının kaderini yaşamayacak."

"Korkuyorum. Ben senden sonra ilk kez bir şey için korkuyorum Alysa."

"Sen korkmazsın ki."

Kafasını yaptığım doğru tespitle sallayarak "Korkmam. Korkmazdım ta ki seninle tanışana kadar. Önce seni koruyamayacağım diye kalbim üşüdü. O sikik hissiyat beni mahvetti, ondan nefret ettim Alysa. Bana böyle hissettirdiği için kalbimi yerinden sökmek istedim. Kalbimi sökersem eğer o hissiyatta onunla birlikte ölecekti çünkü. Savaş bitmiş olsa bile seni koruyamama korkusu kalbimde hep diri kaldı. Şimdi de onlar geldi. Benim annemi babamdan aldığım gibi ya onlarda seni benden alırsa diye içim içimi yiyor. Ya bende babam gibi olursam?"

Kollarımı korkuyla boynuna dolayarak "Hayır, sen istesen de baban gibi olamazsın Gideon. Sen bebeklerine kıyamazsın. Görmüyor musun seni şimdiden benden daha çok seviyorlar. İlk sana kendilerini belli ettiler, ilk sana tekme attılar kim bilir aranızda daha benim bilmediğim neler var." dediğimde durup durup "Bende babamı çok severdim." deyince kollarımı daha sıkı sardım boynuna.

"Bebeklerimizde bende iyi olacağız."

Elini kaldırarak kolumu tuttu. "Bu korku... seni kaybetme korkusu bir an olsun bana rahat nefes aldırmıyor." Boğuluyormuşçasına derin bir nefes alarak "Sana zarar vereceklerine inanmak istemiyorum." dediğimde "Güven o zaman onlara Gideon." demiştim.

"Onlar bizim çocuklarımız kara kurdum. Ben onlara güveniyorum sende güven."

"Bana başka çare bırakmıyorlar ki." Gözlerimi duygusuzca söylediği şeyle yumdum. Yarası hala taze olduğu için böyle davranıyordu biliyordum. Onu ezen duygular yüzünden görmüyordu ama o da hazmettiğinde görecekti. Kollarımı boynundan çekerek kalktığında ne yaptığını anlamak için onu izlemeye koyuldum. Fazla içtiği için yürürken bazen dengesi bozulacak gibi oluyor sonra düzeliyordu. Yalnız kalmak için içeri gideceğini anlayınca onu yanımda tutacak bir bahane aramaya başladım. Yalnız kalırsa daha beter hale gelecekti.

Aklıma gelen fikirle "Sütüm nerede?" diye sorduğum da durmuş ve kafasını kaldırarak bana bakmıştı. Dikkatini çektiğimi anlayınca heyecanla oturduğum yerde dikleşmiştim. Anlamamış bir ifadeyle "Ne sütü?" diye sorunca şaşırmıştım. Şaşkınlığım alkol yüzünden sağlıklı düşünememesinden değildi. Başka zaman olsa unutkanlığına verirdim ama her gün aynı rutini takip ederek bana süt getiren adam hayatında ilk kez bu kelimeyi duyuyormuş gibi bakıyordu bana.

Daha birkaç saat önce bana süt getirmek için odama gelmiş ve öyle konuştuklarımıza kulak misafiri olan adamdı bu tepkiyi veren. Sandığımdan daha çok içmiş olabileceğinden korkarak "Hani içmem için her gün getiriyordun ya bugün getirmedin, içemedim." diyerek açıklamış ve onun afallamasına sebep olmuştum. Başına ağrı girmişçesine yüzünü buruşturmuş sonrada kaşlarını çatmıştı.

"Süt." Mırıldanarak hatırlamaya çalışması beni daha da tedirgin etmişti.

"Gideon sen iyi misin?"

Gümüşleri bir anda çentikleşerek parlamaya başladığında hızlıca ayağa kalkarak yanına gitmeye çalışmış ama yaklaştığım anda hırlayarak korkuyla geri çekilmemi sağlamıştı. Pençeleri uzayarak köpek dişleri sivrileşmiş ve bana vahşi bir ifadeyle bakmaya başlamıştı.

"Gideon?" Bana bir adım atarak yaklaştığında korkuyla geriye doğru kaçmıştım.

O gözler... tanıdığım adama ait değildi.

Bana saldıracaktı.

İçgüdülerin kaçmamı, bana saldıracağını söylüyordu.

Tedirginlikle "Kendine gel Gideon!" diye bağırdığımda irkilmiş sonra da gümüşlerindeki yabancı ifadenin değişerek bilincinin yerine gelişine anbean tanık olmuştum. Elini tek bir gözünün üstüne kaparak acıyla inlediğinde "Gideon iyi misin?" diyerek tekrar yaklaşmaya çalışmış ama o "Uzak dur!" diye bağırarak beni durdurmuştu. Dişlerini kırarcasına sıkarken boynundan çenesine doğru uzanan yeşil bir damar belirginleşerek çenesi seğirmişti.

"Sikeyim." Pençelerini öldürme güdüsüne kapılmamak için bir anda havaya kaldırıp baldırlarına geçirince korkuyla çığlık atmıştım. Pençelerinin deldiği baldırlarından çıkan kanlar yüzünden pantolonunun rengi koyulaşıyordu. Ağlamama ramak kalmış bir şekilde "Gideon Tanrı aşkına ne yapıyorsun? Ne oluyor!" diye bağırmıştım. Göğsü körük gibi inip kalkarak "Kaç!" deyip inleyerek iki büklüm olmuş ve bu sefer onunda gözlerine bulaşmış korkuyla "Kaç ve yardım çağır!" demiş ve dizlerinin üstüne düşmüştü. Hemen ardından bilincini yitirerek yere yığılmıştı.

Tekrar çığlık attığım gibi koşarak yanına gitmiştim. Omuzlarından tutup sarsarak "Gideon! Gideon uyan ne oluyor! Korkuyorum... Gideon lütfen uyan!" diye seslensem de nafileydi. Gördüğüm şeylere anlam veremiyordum niye bir anda öyle kötü olmuştu ki? Korkuyla zangır zangır titriyor ve bacaklarımda ayağa kalkacak gücü bulamıyordum. Yardım çağırmam lazımdı! Nasıl yaptım bilmiyorum güç bela ayağa kalkıp koşarak kapıyı açtığım gibi dışarı çıktım.

Boğazımı parçalayacak güçte "Yardım edin! Lütfen, yardım edin!" diye bağırmaya başladım. Gözlerimden ne ara aktığını bilmediğim yaşlar yere düşerken ben içeride kendinden geçmiş adam için deli gibi korkarken bağırmaya devam ettim.

"Biri... Birileri... lütfen... lütfen YARDIM EDİN!"

Gideonun babası gibi olur diye korktuğu sahneyi yazarken ağlamamak için kendimi çok zor tuttum kıyamam ben sana kara kurdummm :( :(

Bölüm nasıldı? En sevdiğiniz yer neresi oldu?

Sizce Gideona ne oldu? Ensesindeki bir dövmenin bir anlamı var mı? Alayım tahmineleri.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere bebeklerim.

Continue Reading

You'll Also Like

55.7K 4.1K 74
WATTYS 2023 YARI FİNALİSTİ BİR DÜŞMÜŞ MELEKLER ROMANIDIR. Her ölümsüzün kimliğini, ait olduğu yeri ve gücü tanımlayan ruh lekesi bulunmaktadır. Fakat...
365K 39.3K 31
"Kime, nasıl bir kötülük yaptın da kollarıma düştün?" Büyük Cadı Avı'nda yakalanan Larina; ailesiyle birlikte yanmak üzereyken kendini yabancı bir ev...
41K 2.1K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
913K 49.7K 35
İki ayrı klan, farklı topraklarda hüzünle dalgalanan iki ayrı bayrak. İki renk. Kırmızı ve mavi. Lanetlenmiş iki düşman halkın üzerine güneş gib...