KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️KIRMIZI DRASENA

20K 2.7K 1.2K
By endless_Q

Multimedia-Minas Morgul / Einleitugn (Alcionenin söylediği tekerlemenin melodisi sözleri ben yazdım)

Oy sınırı: 2200

▏₰ Alysa

Güçlü kol kaslarından aldığı destekle göğsünü zemine yaklaştırarak indiriyor ardından yere değdirmeden kaldırarak yukarı çıkıyordu. Çıplak sırtı adlarını bilmediğim çeşitli sırt kaslarıyla donatılmıştı. Yaklaşık üç saattir spor yaptığından ter içerisinde kalmıştı. Şarap kızılı saçları vücudundan attığı ter yüzünden koyulaşarak alnına yapışmıştı. Alnında boncuk boncuk duran ter damlaları arada şakaklarından ya da direkt göz damlası şeklinde yüzünden kayarak çenesine iniyor ve oradan zemin pıt diye bir ses çıkararak düşüyordu. 

Sabah gözlerimi yatakta açtığımda bebeklerim 'Yemekk!!' diyerek mideme zil çaldırıyorlardı. Aç ve onca saat uyumama rağmen hala yorgun bir şekilde salına salına mutfağa gittiğimde hazır bir masa görmüş ve gözlerim parlayarak pıtı pıtı adımlarla sandalyeyi çekip oturmuştum. Çay demliğine dokunduğumda çayın hala sıcak olmasına sevinerek bardağıma doldurmuş ve karnımı tıka basa doyuracak kadar yemiştim. Gideon hamileliğimi öğrendiğinden beri bana kahvaltı hazırlamayı kendine adet edinmişti. Bazen klan işleri yüzünden erken çıkması gerektiğinde bile masaya illaki yemem için bir şeyler koyuyordu. 

Sonunda midem ve bebeklerim tatmin olunca sandalyede geriye yaslanarak artık dört aylık olan ancak altı aylıkmış gibi duran karnımı aşkla sevmeye başladım. Geçtiğimiz iki ayda nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir şekilde karnım kocaman olmuştu. Tamam, ikiz oldukları için normal bir hamilenin iki katı olacağımı biliyordum ancak büyüme hızlarının bu kadar korkunç olmasının tek nedeni kurtların erken gelişimiydi. 

Bebeklerin üçüncü aylarını doldurup ben beş aylık bir göbeğe sahipken ilk tekmelerini de o sırada atmışlardı. Ve ilk tekmeleri babaları onları karnımda severken gerçekleşmişti. Resmen Gideona cevap verircesine ilk önce biri sonra da diğeri tekmelemişti. Ben her gün konuşup onları sevmeme rağmen ilk tekmelerini bana atmamış olmamalarına bayağı alınmıştım ama onlara küsmek yerine bunun acısını Gideondan çıkarmıştım. Bildiğiniz adama karnıma dokunmama cezası vermiştim. Haklı değil miyim ama? Zaten varlıklarını da ilk babalarına belli etmişlerdi. Gideon çocukları karşısına alıp öğüt verircesine annenize de ilklerinizden birini vermelisiniz diyerek karnıma doğru ciddi bir konuşma yapınca ona katıldığımı göstererek dediklerini onaylamış ve cezasını bitirmiştim.

Diğer hamilelere nazaran kusmalarım aylarca sürmemişti. Bazen kokusuna katlanamadığım bir şey olursa ancak gidip kusuyordum bu da bir elin parmak sayısını geçmemişti. Şükürler olsun ki bu hamileliğim bulantı olmadan geçiyordu azıcık kusmalarımda bile elim ayağım boşalmış gibi hissetmiştim. O anlarda Gideon bana yardım etse de onun kustuğumu görmesini katiyen istemiyordum. Bir diğer sorunsa kıyafetlerimdi. Her on günde bir kıyafet bedenim büyüyordu. Şu iki ayda terziye ne kadar para döktüğümüzü hesaplayınca tansiyonum düşüyordu.

Gideon klandan ve benden arta kalan zamanını atölyede geçiriyordu. Bebeklerimizin beşiklerini ve odalarında ihtiyaç duyacakları eşyaları kendisinin yapmak istediğini söylediğinde sevinçten havalara uçmuştum. Kara kurt gün geçtikçe baba olma fikrine alışmış ve onları şimdiden gözünden sakınmaya başlamıştı. Diyorum ya size beni dışarıda tutup aralarında bağ kuruyorlardı nasıl kıskanmayayım!

Klan hamileliğimi duyunca kendi çocukları oluyormuşçasına bayram sevinci yaşamışlardı. Herkes hediyelerle gelip hamileliğimi tebrik etmişti. Kalash'tan olmayan ırklar bile hediyeler göndermişlerdi. Hediyelerin bir kısmını bebeği olan ve yeni doğum yapan kurtlara dağıtmıştım. O kadar çok hediyeye ihtiyacım olmadığı gibi koyacak yerimde yoktu! Yolda beni gören yaşlı kurtlar elime yemem için sebze, tohum ya da içmem için bir şeyler tutuşturuyorlardı. Akşam için yemek yapmakla yorulmayayım diye eve yemek getirenler bile oluyordu. Anlayacağınız sadece Gideon tarafından değil, klan tarafından da el üstünde tutuluyordum. 

Ben bu hamilelik olayını bayağı sevmiştim.

Tek sorun ağırlığımdan dolayı arada belime saplanan bıçaklardı. Bedenimi güçlendirmek için yaptığım iksirler bayağı bir işime yaramıştı. Normal hamilelere kıyasla sadece karnım büyümüş ve bebekler hiç bir günlük aktivitemden beni alıkoymamışlardı. Güçlendiğim için hamilelik benim için sorun olmuyordu hala birileriyle kapışabilirdim tabii kara kurt buna asla izin vermezdi.

Karnımı sevmeye devam ederken peş peşe gelen tekmelerle "Size de günaydın bebeklerim." diyerek ayağa kalkıp masayı toplamış ve Gideonu aramak için, birazda yürüyüş yapayım diye evden çıkacakken salona girdiğim anda gördüğüm manzarayla ayaklarım yere çiviyle çakılmıştı. İçimden 'bismillahirrahmanirrahim.' diyerek ağzımın suyu aka aka bu görsel şöleni izlemeye koyuldum.

Gideon altında pantolon, üstü çıplak şekilde tavana ne ara astığını bile bilmediğim demir bir çubuğa tutunarak kendini yukarı çekip aşağıya indiriyordu. Ayakları asla yere değmiyor ve bunu uzun süredir yaptığını belli edercesine pencereden vuran güneş ışığı terden ıslanmış vücuduna vurarak tenini parlatıyordu. Allahım her yukarı çıkışında kol kasları şişiyor ve sırtındaki kaburgaların hareketleriyle oradaki kaslar da aynı oranda kabarıyordu.

Hamileliğimde mide bulantısı çekmesem de duygusal olarak her hissi dibine dek yaşıyordum. Ağlıyorsam kıyamet kopmuş gibi davranıyor, gülüyorsam çatlayana kadar gülüyordum ve Gideonu istiyorsam onu saatlerce bırakmak istemiyordum ama hem bebeğe hem de bana zararı olur diye kara kurt eskisi kadar üzerime gelmiyordu. Ah ah nerede o ben kendimden geçene kadar beni yataktan çıkarmadığı günler.

Dudağımı bükerek geçmişi yad ederken Gideon demir çubuğu bırakmış kafasını çevirerek bana bakmıştı. "Günaydın, yemeğini yedin mi?" Ben seni yemek istiyorum! Demek istesem de kafamı sallayarak "Hıhı." demiştim. Dilim damağım kurumuştu. Önü de arkası kadar can alıcıydı. Baklavalarının arasındaki hatlardan kayarak kasıklarına doğru inen terler onu acayip seksi gösteriyordu. Ruby nineye ben sormasam da son aya kadar birlikte olabileceğimizi söylemişti ama son ayda katiyen yasaklamıştı.

Gideon elalarımın karın kaslarında gezdiğini dudağının bir köşesindeki kıvrımla bana anladığını gösterse de ben hala anladığını anlamamış gibi davranıyordum ancak açık açık da süzüyordum. Bildiğiniz kerize yatıyordum yani. 

"Doyduysan bana eşlik etmek ister misin?" 

"Nasıl yapacağım ki?" Bir karnıma bir ona bakınca gülerek bembeyaz dişlerini gösterdi. Köpek dişleri bir tık daha uzun olduğu için çok hoş duruyordu. Gerçi bu adamın her şeyi bana mükemmel geliyordu. Elini uzatarak "Sana talim yaptıracak değilim bana yardımcı olman yeterli." deyince uzattığı elini tutarak "Tamam, ne yapmam gerekiyor?" diye sormuştum. 

"Sadece sırtıma çık yeter."

İşte böyle dediği için saatlerdir sırtında oturuyordum. Bu herif resmen beni ağırlık olarak kullanıyordu! Şınav pozisyonu almış bende sırtında bağdaş kurarak oturmuştum. O bir inip kalkarken bende onunla birlikte sırtında yükselip iniyordum. Bir saatin sonunda sıkılmaya başlayınca içeriden bana yemem için meyve kurusu getirmiş sonrada sporuna devam etmişti. Şimdi bir kendi ağzıma bir onun ağzına kuru meyve koyarak birlikte spor yapıyorduk ya da o yapıyordu bilmiyorum. 

Ben onu izlerken doymuş gibi hissediyordum zaten.    

Üç saatin sonunda tatmin olarak sporunu bitirince yıkanmak için banyoya gitmişti. Geri geldiğinde elinde bir bardak süt vardı. Sütü görünce gözlerimi devirmeden edemedim. 

"İç." Oflaya puflaya elinden bardağı alarak bir yudum aldım. Bıkmıştım süt içmekten! Bana iki aydır her sabah süt içiriyordu artık süt görünce kusacak gibi oluyorum ama beyefendi bebekler için dişimi sıkmamı söyleyip duruyordu. 

Sütü içtiğimden emin olunca "Bugün ne yapacaksın?" diye sordu.

Doğumdan sonra bir daha ağzıma süt koymayacaktım. "Kızlar gelecek Arasta'ya gideceğiz."

"Ne için?"

"Yulier Nayeli için birkaç parça şey almak istiyor Arastaya değişik şeyler geliyormuş bende bebeklerimiz için gidip bakmak istedim. Birde uzun zamandır klandan dışarı çıkmıyoruz biraz gezelim dedik."

"Yanınıza kimleri alacaksınız?"

Evet, işte başlıyoruz. Sütü bağdaş kurduğum bacaklarımın ortasındaki boşluğa koyarak "Biz bize yeteriz diye düşündük." diye mırıldandığımda tek kaşını kaldırarak "Düşündünüz demek." deyince hemen dudak bükerek "Ya ne olacak kız kıza çıkacağız işte! Hem birilerinin bizi korumasına ihtiyacımız olmadığını biliyorsun." dediğimde bana dik dik bakarak "Karnından haberin yok senin herhalde." demişti.

"Gideon normal hamilelerden daha kuvvetli olduğumu biliyorsun üstelik Eira kara şamanlık konusunda bayağı ilerleme kaydetti. Artık lanetler yapabiliyor, e Yulier desen zaten iyileşti. Benim ani hareketler yapmamı istemiyorsun ama ateş gücümü kullanabilirim. Peşimize kurtları takarsan gezemeyiz ki."

"Uzaktan takip ederler."

Sinirle sütü elime alıp ayağa kalktım sonrada masaya sertçe koyarak "İyi, gitmiyorum hiç bir yere." diyerek salondan çıkmak için yanından geçecekken bileğimden tutarak bana arkamdan sarıldı. "Neden sizin için endişelendiğimi anlamıyorsun? Her çıktığınızda başınızı belaya sokuyorsunuz."

"Savaş bitti. Üstelik bilerek yapmıyoruz tamam mı? Bela resmen peşimizi bırakmıyor. Hem bu defa öyle olmayacak sadece gidip gezip geleceğiz. Artık İnalihte bizi tehdit edecek birileri yok."

Bıkkınlıkla iç çekerek "Tamam." deyince sinsi sinsi gülümseyip ona dönmeden önce yüzümdeki gülümsemeyi ortadan kaldırarak gerçek bir tanesiyle değiştirdim. Karnımın izin verdiği ölçüde beline sarılarak "Teşekkür ederim." demiştim. 

"Başınızı bir kere daha belaya sokarsanız klandan dışarıya yanınızdan bizden birileri olmadan çıkmayı unutun."

"Tamam, tamam." Salondan çıkmak için hareketlendiğimde "Nereye gidiyorsun?" diye sormuştu. "Kızlar gelene kadar çalışma odasında iksirler üzerinde çalışacağım." 

"Bir şey unutmadın mı?" Ayağımı sinirle yere vurup oflayarak gerisin geri dönüp masadaki sütü alarak öyle salondan çıktım.

Unutmuyordu da!

「Ateşi bu otu karışıma katarsan bu şey şifadan çok zehre dönüşecek.」

"Her ilaçta biraz zehir değil midir zaten?" Harak kafasını kaldırıp bana tip tip bakınca gözlerimi devirdim. "Sadece şaka yapıyordum." Kuru bitkiyi diğer tarafa koyarak "Bak gördün mü koyma diyorsan koymuyorum işte." deyince sessiz kalmıştı. Sanırım benimle münakaşaya girmek istemiyordu.

Bu da şakadan anlamıyordu canım! 

Benim yine iksir deneyleri yaptığım günlerden birinde yanlışlıkla koymam gerekenden farklı bir ot iksire koymuş ve fark etmemiştim. Tabii bu sefer ki iksir daha önceden yapıp başarılı olduklarından bir tanesi olduğu için tadına bakacakken Harak gölgemden fırlayarak kaşığı benden uzaklaştırmış ve iksirde nerede hata yaptığımı söylemişti. Beni yedi yirmi dört gölgemde gözetlediğini bilsem de hiç kendi isteği ile dışarı çıkmamıştı. Harak'ın iksirlerden anladığını fark edince onu bana deneylerimde yardımcı olması için ikna etmiştim. Her seferinde olmasa da ilgisini çeken iksirlerde bana katılıyordu. Böylece deneyleri birlikte sürdürerek yeni bir hobi edinmiştik.

Çalışma odasının perdelerini çekerek içerinin kararmasını sağlamıştım. Harak güneş ışıklarında dışarı çıkamıyordu. Işığı engelleyecek önlemler aldığımda da ses etmeden bana katılıyordu öyle ki bazen ona seslenmeme bile gerek kalmıyordu. Harak eskiden şeytan olduğu için bu fırsatı kullanıp onunla bir takım zehirlerde hazırlamaya karar vermiştim. Kalash klanının her zaman düşmanları oluyordu o yüzden önceden önlem alarak hazırlıklı olmak en iyisiydi. Normal deneylerin aksine Harak zehir yaparken keyif alıyordu.

Heyecanla "Ee bir sonraki zehrimizin ana maddesi ne olacak?" diye sordum.

「Sana belladonna meyvesini getireceğim. Bu bitkinin meyvesi küçük, parlak, tatlı ve siyah renkte olur. Yiyen biri meyvenin hoş tadından zehir olacağını aklına getirmez o yüzden ister meyve şeklinde kullan ister sıvı. Tabii depolamak istiyorsan sıvı kullanmak zorundasın meyve kurursa işe yaramaz.

"Belladonna'nın meyvesi nasıl bir zehir etkisi veriyor?" Zehirlerinde çeşitli etkileri olduğundan onları sınıflandırmak için notlar alıyordum.

 Bu meyveyi yiyen kişi sanrılar görmeye başlayarak kalbindeki en büyük korkuyu uyandırır.」 

"Hım.. öldürücü etkisini azaltırsak bunu rehin aldığımız kişilere içirip sonrada bize düşman hakkında bilgi vermesini sağlayabiliriz." Harak bu fikri beğenmişçesine şeytani bir şekilde gülmeye başlayınca bende ona katılarak kötü kadın kahkahaları atmaya başlamıştım. Kendi başıma deney yapmaktansa bilen biriyle yapmak daha eğlenceli oluyordu.

Biz kötü kötü gülmeye devam ederken birden "Siz ne yapıyorsunuz?" diyen sesi duyunca şaşırarak kapıya bakmıştım. Kapıyı çaldıklarını duymadığım Yulier ve Eira suratlarında korku dolu ifadelerle bizi izliyorlardı. Hatta Eira biraz Yulier'in arkasına saklanmış gibi duruyordu. Bir onlara birde şuan ki durumumuza bakarak mahcup olmuştum. Perdeleri çektiğimiz için odanın içi ışık almıyordu ve yanımda kan kırmızı bir pelerinle kabus gibi dikilen Harak duruyordu. Önümde karıştırdığım siyah kazanın içinde fokurdayan deney malzememiz vardı. Masanın üzeri araç gerekçe dolu ve biraz da dağınıktı. Ve biz zehirler hakkında konuşurken kendimizden geçmiş bir şekilde gülüyorduk.

İkisinin gözünde kara büyü yaparken kendinden geçerek şeytani bir şekilde gülen kötü kadın veya kötü adamlar gibi duruyor olmalıydık. "Orada durmayın öyle içeri gelsenize." Dediğimde tereddütte kalmışlardı. Halleri aslında komikti. 

"Hadiii." Israrıma dayanamayarak içeri girip kapıyı kapatsalar da hala temkinli hareket ediyorlardı. "Demek Gideon o yüzden göreceklerinize kendinizi hazırlayın diye bizi içeri girmeden önce uyardı." Yulierin sözlerine gülmeden edememiştim. Bir kere Harakla birlikte Gideona da bu şekilde yakalanmıştık. Kara kurt bize ağzında kötü bir yemek varmış gibi bakıp bizi baş başa bırakmıştı. Ne kadar zehirler üzerinde çalışsak da Gideon Harak'a güvendiğinden sorun olmayacağını düşünüyordu.

O günden sonra bizi kendi halimize terk ederek çalışma odasına daha az uğramaya başlamıştı.

Eira kazanda kaynayan iksire ve aldığım notlara bakarak "Bu kitap da nereden çıktı?" diye sormuştu. Yulier'den daha çok ürkmüş olmasına anlam veremiyordum. Kendisi kara şaman olmak için çalıştığından lanetlerle, hayaletlerle uğraşıyordu. Çaka ona muhtemelen kullanabileceği zehirleri de öğretiyordu niye bizi görünce korkmuştu ki? 

"O gölge defterim." 

"Gölge defteri mi?"

"Evet, her cadı kullandığı büyüleri açıklayan, yaptığı deneyleri yazan veya bilgilerini bir sonraki nesle aktarmak için kendi tecrübelerinden oluşan defterler hazırlarlar bu da benimki." Karnımı okşayarak "İkisinden biri bana çekerse diye hazırlıyorum." demiştim. 

"Vay canına bu bilgiler hazine değerinde desene." Bizimkiler sık sık gölgeleri ya da şahları gördükleri için artık onların varlıklarına alışmışlardı o yüzden Harak'ı görünce düşüp bayılacak gibi olmuyor, sanki kendilerinden biriymiş gibi varlığını kabul ediyorlardı.

"Ee işiniz daha bitmedi mi? Karanlık çökmeden gidip gelsek iyi olur."

"Bitti. İksir biz gidip gelene kadar soğur sonra sıvıyı şişelere paylaştıracağım."

"O anınıza şahit olduktan sonra iksirin ne için olduğunu kesinlikle merak etmiyorum."

Harak gölgeme dönmeden önce 「Ateşi bana ihtiyacın olursa seslen.diyerek gözden kayboldu. Şahlardan Harak haricinde kimseyle iletişime geçmiyordum. Harak'da ben haricinde herkesi yok sayıyordu o yüzden kızlara bir şey demeden direkt benimle konuşmasına alışıktım.

"Tamam, güle güle." Kızlara dönerek "Hadi gidelim." dedim.

Bugün ayaklarım ağrıyana kadar gezip tozacaktım.


"Ayy Alysa şunun tatlılığına bakkk!" Yulier tezgahtan aldığı yeni doğan kıyafetlerini bana gösterince gözlerimden kalpler çıkarak "Yaa küçücük!" diyerek onu onaylamıştım. Klandaki terzilerimizde çok iyiydi ancak Arastada şehir dışından ya da ülke bilmiyorum öyle bir yerlerden gelen kıyafetler cidden daha değişik ve hoş duruyorlardı. Şimdiden bayağı bir alışveriş yapmıştık ama duramıyorduk.

"Bunları yeğenlerime almam lazım!" 

"Yulier zaten çok fazla kıyafetleri var." Çoktan bir dolap dolmuştu bile!

"Sus kız sen! Bu yeğenlerimle benim arada!" Böyle diye diye kaç parça eşya almıştı. Onu kendi halinde bırakarak diğer tezgahlara yöneldim. Sadece bebeklere değil kendimize de birçok şey almıştık. Yanımıza aldığımız para neredeyse tükenmek üzereydi. Hesaplamadan alışveriş yapmak cidden insanın cebini zorluyordu. Geçen geldiğimizde Hyuga'nın para vererek bilgi aldığı dilenci çocukları görünce şaşırmış ardından ben farkına varmadan ayaklarım beni onların yanına götürmüştü. Çocuklar beni fark edince çekinmeden yaklaşmışlardı. Muhtemelen onların işleri bilgi alışverişi olduğundan benimde onlara bu yüzden yaklaştığımı düşünüyorlardı.

Gülümseyerek belimdeki keseden her birine iki altın verdiğimde içlerinden en büyükleri gibi duran çocuk "Ne için bilgi istiyorsunuz hanımefendi?" diye sorunca "Bilgi istemiyorum." demiştim. Şaşırarak birbirlerine bakıp sonra bana dönmüşlerdi. 

"Ama altınlar?" 

"Onlar karnınızı doyurmanız için size verdiğim hediyeler." En büyükleri farklı bir art niyetim mi var diye kafası karışmış bir şekilde bana baksa da diğer çocuklar sevinerek bana teşekkür edip uzaklaşmışlardı. Kafamdaki başlığı biraz çıkarıp beyaz saçlarımı çocuğa gösterdiğimde çocuk beni tanımış olmalı ki gözlerini büyütmüştü. "Bir sıkıntınız olursa veya sizi tehdit eden birileri klana gelip benim adımı verin tamam mı? Sen en büyükleri olduğun için onları koruyup kolluyorsun ama kendinin de bir çocuk oluğunu unutup çok ileri gitme sakın. Başınızı belaya sokmanızı istemem yine de aklında bulunsun durduk yere size zarar veren, sataşan olursa çekinmeden gel."

Kafasını sallayarak "Hyuga abi de aynı şeyleri söyledi. Merak etmeyin hanımım ne yapmam gerektiğini biliyorum." deyince gülümseyerek saçlarını karıştırmıştım. Muhtemelen kir ve kötü görünümünden dolayı ona dokunmak istememe şok olsa da sonradan gülümsemesi genişlemişti.

"Aferin sana." Böyle diyebildiğine göre Hyuga bütün bakım işlerini üstleniyordu.

Ben çocuklarla muhabbet ederek yaşam standartları hakkında çaktırmadan bilgi alırken Arasta da biranda gürültü patırtılar yükselmeye başlamıştı. Başımı çevirip baktığımda ileride kavga çıktığını görmüştüm. Hızlanarak oraya gittiğimde çocuklar da peşime takılmışlardı. Toplanan kalabalığın ortasında Yulier'le Eira'yı görünce ağzım beş karış açılmıştı. Ay kavgayı bizim kızlar mı çıkarmıştı?

"Ağzını topla yoksa ben toplarım!"

"Masum ayaklarına yatma kızım! Buradaki herkes senin ve soyunun ne mal olduğunu iyi biliyor!" Diğer adam da arkadaşına hak vererek "Doğru! Avcıların tek derdi birilerinin altına yatmak! Şimdi gelmiş sana bedavadan tohum vereceğimizi söylediğimiz halde kavga çıkaran sensin!" deyince duyduklarımla birlikte başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü.

O adamlar Eira'yı taciz mi etmişlerdi?

'Neden sizin için endişelendiğimi anlamıyorsun? Her çıktığınızda başınızı belaya sokuyorsunuz.' Kafamda Gideonun dedikleri yankılanınca yanağımın içini dişlemiştim. Bu artık tesadüften çıkmış iş belayı kendimize çekmeye dönüşmüştü. Hala bağırıp çağırarak kavga eden Eira ve Yulier diğer kişileri de ne oluyor diye merakla buraya topluyordu. Bu işi büyümeden halletmeliydim. Eğer Gideonun kulağına gidecek olursa... eyvah eyvah.

Kalabalığa yaklaşarak "Çekilin!" dediğimde herkes durmuş ve şaşırarak benden tarafa bakmaya başlamışlardı zira pelerinimin başlığını çıkardığım için kar rengindeki saçlarım meydana çıkmıştı. Benim kim olduğumu anladıklarından anında yolumu açarak geçmem için izin veriyorlardı. Bir elimle pelerinin altından karnımı koruyarak kalabalığı aştığımda "Ne oluyor burada?" dememle Yulier, Eira ve kavga ettikleri adamlar bana dönmüşlerdi. Adamlar beni gördükleri gibi işte şimdi sıçtık ifadeleri takınarak soldaki "A.. Aşina sizde mi buradaydınız? Sizin olaya karışacağınız kadar mühim bir şey olmuyor efendim." dediğinde kaşlarımı çatarak "Sen Kalash'ın sürüsünden misin?" diye sormuştum.

Adam anında kafasını ikiye sallayarak "Hayır, efendim." deyince ona sert bakışlarımdan birini atarak "O halde hangi sıfatla beni Aşina olarak çağırırsın?" diye çıkışınca anında dizlerinin üstüne çöktü ve peş peşe özürlerini sıralamaya başladı.

"Lütfen affedin ben saygısızlık yapmak istemedim!"

Diğer adamda tedirgin gözlerle bir arkadaşına bir bana bakıyordu. "Saygısızlık yapmak istemediğini söylüyorsun ama yardımcı komutan Metus'un mühürlüsüne sarkıntılık yapacak cüreti kendinde buluyorsun öyle mi?" diye imayla Eira'nın kim olduğunu açıkladığımda ikisinin beti benzi aynı anda attı. Bu iki salak Metus'un mühürlüsünün avcı bir kadın olduğunu bildiği halde Arasta da tek başına gezen bir avcının o olabileceğine ihtimal vermemişlerdi. Oysaki avcılar genelde böyle bir muameleye maruz kaldıklarından yalnız gezmemeyi tercih ediyorlardı yoksa gittikleri yerde illaki kan dökülüyordu.

"K.. k... komutan Metusun mühürlüsü mü!"

Eira başı dik bir şekilde "Doğru!" dedikten sonra bana bakıp "İzin var mı?" diye sordu. Gülümseyerek "Senindir." dediğimde avcı kızla Yulier iki adamı eşek sudan gelinceye kadar dövmeye başladılar. Bu sırada bende az önceki dilenci çocuktan Arasta'nın nöbetçilerini çağırmasını istemiştim. Çocuk anında dediğimi yapmak için koştuğunda millet güzel bir gösteri izliyormuşçasına kızların adamları pataklamalarını izliyor ve kızlara kendi aralarında konuşarak hak veriyorlardı. 

"Sonunda hak ettiklerini buldular günlerdir içip içip genç kızları rahatsız ediyorlardı."

"Doğru, bu sefer sert kayaya tosladılar."

"Oh olsun! Karşılarındaki bir avcı bile olsa o izin vermediği müddetçe yanaşmaya çalışmaları terbiyesizlik!"

"Yardımcı komutan bu olanları duyarsa onları yaşatmaz sadece mühürlüsünden dayak yediklerine şükretmeliler."

Eira hıncını alana kadar Arasta'nın baş nöbetçisi yanında diğer nöbetçilerle gelerek ilk önce beni saygıyla selamlamış sonra da olanlar hakkında sorular sormuştu. "Onları birkaç gün zindana atın ki önlerine gelen herkesi rahatsız edemeyeceklerini düşünmeye vakitleri olsun." 

"Emredersiniz." Baş nöbetçi emri altındaki adamlara emirler yağdırarak iki salağı alıp beraberlerinde götürmüşlerdi. Eh onlardan da bir tur dayak yiyecekleri kesindi.

Kızlar adamları dövmekten nefes nefese kalmış bir şekilde yanıma gelmişti. Üçümüzde bir süre birbirimize bakıp aynı anda "Bunu kocalarımızdan sır olarak saklayacağız!" demiş ve kahkahalara boğulmuştuk.


Geçen sefer Arasta da yemek yediğimiz hana gelerek oturmuştuk. Görevlilerden biri siparişlerimizi alarak masayı donattığında hem yemek yiyip hem de içerek sohbet ediyorduk. Buranın yemekleri cidden çok güzeldi. Yulier içtiği bardağı kafasına dikip masaya vurarak "İnanabiliyor musun bildiğin Eira'ya ben yanındayken laf atıp sonrada onunla tenha bir yere gitmeyi teklif etti. Eira duymazdan gelince de kolunu tutup zorlamaya kalktı! O dayak onlara az bile!" derken bir yandan da öfkeden bağırıyordu.

"Şhii az daha sessiz ol herkesin bizi duymasını mı istiyorsun?" Yulier etrafına bakıp sonrada kafasını sallayarak yemeğinden bir çatal daha aldı. Eira iç çekerek "Üzgünüm benim yüzümden günümüz mahvoldu." deyince "Saçmalama, senin bir suçun yok ki." demiştim.

"Doğru! Hepsi o iki şerefsizin suçu!"

"Tamam, sinirlenme artık. Hep olan bir şey zaten. Avcı olduğumu anladıkları anda karakterleri bir anda pislikleşiyor."

"Metus bu gidişle katil olacak." İkimizde boş boş Yulier'e baktık. Sanki Metusun elleri hiç kan görmemiş gibi konuşuyordu. Yulier bakışlarımızı görünce "Tamam, tamam gülün diye şey ettim." deyince ikimizde dediğine değil de şapşallığına sırıtmıştık.

"Bu arada Alysa kapıdaki çocuklar kimdi öyle?"

"Arasta da geçimini dilenerek sağlayan çocuklar. Kim olduğumu anlayınca aldıklarımızı taşımayı teklif ettiler." Aslında verdiğim paranın karşılığını beklemediğimi bilseler de yardım etmek istemişlerdi bizde hayır dememiştik. Sonra Eira ile Yulier'de onlara yardımları için birer altın verince daha çok şaşırmışlardı.

Şaşkın halleri aşırı tatlıydı.

Yulier sesini kısarak masaya doğru yaklaşıp "Birkaç kere bizimkilerle buraya gelince Hyuga'nın onlardan malumat aldığına şahit oldum. Çocuk oldukları için genelde zararsız diye düşünüp yanlarında her haltı konuşuyorlar e bu da onları birer bilgi kapısına çeviriyor. Bazen tehlikeli işler yapsalar da bir şey çalıp çırptıkları yok." demişti. Sessiz konuşmasının nedeni çocukların asıl işlerinin ortaya çıkmasının riskli olmasındandı. Eğer ne yaptıkları duyulursa onlar yüzünden yakalanan kişiler intikam almak isterlerdi. 

"Gayet akıllıca, başlarında şu en büyükleri gibi duran çocuk mu var?"

"Evet." Bir dahaki gelişimizde çocukların isimlerini öğrenmeyi aklıma not ederek yemeğimi yemeye devam ettim. İnalih'e hamile olduğum bilgisi bir gün içerisinde yayılmıştı haliyle Handakilerin arada sırada çaktırmadan bakışları pelerinimin altına kaysa da pelerin bol olduğundan karnım gözükmüyordu. Dikizlenmek hoş bir duygu değildi açıkçası. Han sahibi bizi tanıyınca ikram olarak masaya tatlı yollatmıştı. Gelen tatlıyı aşkla yerken Eira "Hamilelik nasıl gidiyor?" diye sormuştu. Meraklı hali sevimliydi. Yulier'in doğumundan sonra çocuk düşüncesinden soğumuş olsa da beni böyle görünce sanırım heveslenmeden edemiyordu.

Bebeklerimden konuşunca farkına varmadan gözlerim parlayarak konuşuyordum. 

"Harika gidiyor." 

"İki tane olması seni yormuyor mu?"

"Yoruyor tabi ki, doğuma daha üç ay var ama karnım şimdiden burnuma gelmek üzere. Yatakta sırt üstü ya da yüz üstü yatamadığım için başlarda çok zorlansam da mecburen alışıyorsun. Yine de çok hareket edince bazen belime bıçak saplanıyormuş gibi oluyor o bayağı canımı yakıyor."

"Aşeriyor musun peki?"

"Hım.. pek değil. Yani evet bazen canımın istediği şeyler oluyor ama genelde mutfakta bulabileceğim şeyler oluyor öyle saçımı başımı yolmak istercesine şunu istiyorum dediğim olmadı."

Eira ilgiyle dinlerken Yulier gözleriyle onu işaret ediyordu. En sonunda dirseğiyle onu dürtüp "Sizde durumlar nasıl? Metus hala bebek diye tutturuyor mu?" diye sorunca Eira bıkkınlıkla iç çekerek "Hem de nasıl. Çok istiyor, aslına bakarsanız sizi görünce bende istemeye başladım. En başta ben onu sıkıştırırken şimdi tam tersi olmaya başladı." dedi.

"E ne duruyorsunuz yapın bir tane."

"Korkuyorum Yulier. Sadece doğumdan değil o zaten başlı başına kabus gibi ama başka korkularımda var. Avcılarla aramı bozdum bunu kolay kolay affetmezler. Bebek kız olursa onu benden ceza olarak çalmaya çalışabilirler, erkek olursa ona zulüm edebilirler. Irktan kovulanlara merhamet etmiyorlar."

"Hiç bir şey yapamazlar! Kalash klanına gelip zorbalık yapabileceklerine inanıyorlarsa çok yanılıyorlar! Korkma istediğin kadar çocuk yap onlar Ormana değil Kalash'ın sürüsüne ait olacaklar. Biz sürümüze dokunanın peşini bırakmayız!" Vay canını Yulier'in içindeki kurt tepki verircesine bir an için gözleri parlamış ve sönmüştü. Şimdiden diş biliyordu. Dişi kurtlar eril kurtlardan daha tehlikeli olabiliyorlardı. Hele de yavrusuyla tehdit edilen bir dişi kurdu kimse karşısına almak istemezdi.

Eira masaya yasladığı ellerinin parmaklarıyla oynuyordu, gergindi. "Alysa hiç bebeklerden birinin melez olabileceğinden endişelenmiyor musun? Biz kocalarımızın mühürlüleriyiz ancak ırklarımız onlardan farklı. Ben... ben öyle bir şeye dayanamam." Yediğim tatlı boğazımda kalmışçasına yutkunamadım. Elimdeki çatalı masaya bırakarak "Korkmuyorum diyemem sadece bunu düşünmemeye çalışıyorum. Bebeklerim için en iyisini istiyorum ve inanıyorum belki farklı ırklardan belki de ikisi de aynı ırktan olacak ama melez olmayacaklar." demiştim.

Yulier "Zaten melez çıkma oranı öyle çok yüksek değil. Böyle korkularla kafanı doldurup kendini annelik duygusundan mahrum edip durma. Yap işte Metus gibi kıvırcık kafa bir kız çocuğu." diyerek gülmüştü.

Bende Yulier'e destek vererek "Doğru. Üstelik tek tehlikede olan senin çocukların olmayacak Eira. Ben hamile olduğum günden beri Gideondan nefret eden herkes gözleri bizden bebeklerime kaydı. Normalde bu çocukların doğmaması için her türlü kötü emellerini gerçekleştirirlerdi ancak bebeklerin kara kurt olmayacağını bilmeleri ve benim de Gideondan aşağı kalır gücümün olmaması yüzünden geri duruyorlar." demiştim. 

Eira burukça gülümseyerek "Haklısınız, korkaklık ediyorum sanırım." dedi.

"Hayır, bu korkaklık değil. Her anne adayının endişelerini taşıyorsun sadece."

Masadaki içeceğinden yudum alarak "Metusun da dediği gibi size yetişmemiz lazım." deyince etrafta kahkahalarımız yankılanmıştı. Bozkurdun bunu tutkuyla söylerken ki hali gözümün önünden gitmiyordu.

"Gideon bebeklerin fikrine gittikçe alışmış gibi görünüyor onu böyle göreceğimi hiç düşünmezdim. Adam çocuklara etrafta dolanan küçük şeytanlarmış gibi bakıyordu."

"Eh iş kendi çocuklarına gelince öyle olmuyor tabii."

"Bende başlarda onları kabul etmeyeceğini düşünerek çok korktum ama bu işle gayet iyi başa çıkıyor. Bebeklerin ilk kez ona tekme attığındaki ifadesini görmeliydiniz. Biliyorsunuz babalar bebek doğana kadar tam olarak bu duyguyu tadıp çocukların varlığını görmeden kabullenemiyorlar ama ne zaman bebekler karnımda tekme atarak ona buradayız, seni duyuyoruz dediler o zaman gerçekten de içeride olduklarına emin oldu ve mutluydu. Onlara çok güzel bir gülümseme bahşetti."

İkisi de bu anıyı yüzlerindeki gülümsemelerle dinlediler. 

"Doğunca daha da çok sevecek onları."

Mutlulukla gülümsedim. "Evet."

"E sizin aranız nasıl?"

"İyi ama neden bilmiyorum bu aralar dalgın. Çoğu zaman dalgın olurdu ama.. bu sefer ki farklı gibi." 

Yulier ciddileşerek "Ona sormayı denedin mi?" diye sordu. 

"Defalarca. Sizce benden bir şey mi gizliyor?" Eira dudak bükerken Yulier gözlerini kaçırmıştı. Dişi kurdun hareketi kaşlarımı çatmama vesile oldu. 

Saklıyordu.

Bakışlarımı tatlıya çevirsem de gördüğüm o değildi. Gideona sakladığı şey için kızmaya hakkım var mıydı? Bende ondan bir şeyler saklıyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. İç çekerek tatlımı kaldığım yerden yemeye devam ettim. Bana söyleyeceği günü sabırla bekleyecektim. Bana anlatmaya hazır değildi, benimde ona anlatmaya hazır olmadığım gibi ama bunu yakında yapmam şarttı. 

"Hadi çabuk yiyelim de gitmeden önce bir tur daha tezgahları gezelim. Hyuga'nın bana verdiği paranın hepsini harcamazsam içime dert olur."


Güneşin batmasına yakın klandan içeriye girerek geri dönmüştük. Elimizdeki torbaları nöbetçilere vermiştik onlar eve getireceklerdi. Güneş daha gökyüzüne tırmanmadan Arasta'ya gitmiş; gezmiş tozmuş, alışveriş yapmış, yiyip içmiş, bir tur daha dolaşmıştık. Anlayacağınız yürüyecek takatim kalmamıştı. Kızlar benim gibi iki bebek taşımadığından yorulmuş olsalar da benim gibi tükenmemişlerdi. Kar yağmadan evvel gidip gezmemiz iyi olmuştu. Bugün kasımın ilk günü, İnalihliler için on birinci aydı. Soğuklar gelse de kar hala gözükmemişti. Normalde bu zamana kadar yağması gerekirdi fakat bu sene kar geç gelecekti belli ki. 

Yol boyunca beni gören herkesten aldığım selamlarla ilerlerken bir an önce eve gidip ayaklarımı uzatıp şömine ateşinin sıcaklığıyla uyuya kalmayı hayal ediyordum. Bırr dışarısı çok soğuktu. Üzerimde büyü iplikleriyle dikilmiş kıyafetler olsa da İnalih'in soğuğu yüzü kesen cinstendi. Soğuktan akan burnumu çekerek merkezden dağlara doğru giden patika yolunu takip ederek evime gidiyordum. Bazen Gideonun evi bu kadar uzağa inşa etmesine söylenmeden edemiyordum. 

Sonunda evin etrafındaki çitleri görünce sevinçle adımlarımı hızlandırmıştım. Bu kadar gezmek pekte iyi bir fikir değildi sanırım. Tam çitin kapısını tutmuş açacakken duyduğum tak tak sesleriyle kaşlarımı çatarak çitten uzaklaşıp evin arkasına doğru gittim.

Ses oradan geliyordu.

Evin arkasına gittiğimde gördüğüm manzarayla bugün içimden ikinci bismillahirrahmanirrahim'i çekmiştim. Aman Tanrım... Gideon odun kırıyordu. Üzerinde siyah bir atlet vardı, altında da spordan sonra değiştirdiği pantolon duruyordu. Bir tarafı bize aylarca yetecek kırık odunlarla doluyken diğer tarafında az biraz daha kırması gereken odunlar kalmıştı. Önüne koyduğu kalın kütüğün üzerine kıracağı odunu yerleştirerek baltayı havaya kaldırıp tek vuruşta odunu yararak iki parçaya ayırıyordu. Sabahki kadar olmasa da hafiften terlemişti. Kol kasları baltayı her indirip kaldırışında şişerek can alıcı bir görüntü sunuyordu.

Yutkundum.

Şuanda o kadar seksi duruyordu ki üzerine atlamamak için kendimi sakinleştirmem gerekmişti. Yorgunsun sen Alysa kendine gel! Ellerimi karnıma yaslayıp "Babanız bir gün cidden benim kalbime indirecek." diyerek bebeklerimle dertleşmiştim. Aklıma gelen düşünceyle hızla etrafımı, sağı mı solumu kontrol ederek çaktırmadan kıyıdan, köşeden kocamı dikizleyen birileri var mı diye kolaçan ettim. Hayır, yakalamadığım şey değildi.

Gideon beni fark ederek eğildiği kütükten kalkıp "Geldiniz demek." deyince hızlıca yanına giderek "Sen niye çıplaksın?" diye huysuzca sormuştum. 

Tek kaşını kaldırarak "Sıcak çünkü?" demesin mi... içimden ne sıcağı be adam! Dışarısı eksi bilmem kaç derece! diyerek söylensem de vücut sıcaklığı yüzünden ona bu havanın sıcak, bir ihtimal ılık geldiğini biliyordum. Dudağımın kenarını ısırarak "Bu kadar odun yeter bence hadi içeri girelim." dediğimde gümüşleri ısırdığım dudağıma düşmüştü. 

"Sen geç. Ben bunları da halledip geliyorum." Odunları kilere taşıyacağını anlayınca "Yardım edeyim mi?" diye sormuştum.

İç çekerek "Geç içeri Alysa, geç." deyince hamile olduğum halde ısrarla yardım etmek için sorup durduğum için böyle tepki verdiğini biliyordum. Gözlerimle tekrar etrafa bakıp "Çabuk gel ama!" deyince "Tamam, güzelim." demesine gülümseyip gitmeden önce ona havadan öpücük atmıştım. Yaptığım şeye gülerek kafasını iki yana sallayıp kalan odunları kırmaya koyuldu.

Karnımı severek içeri girerken "Ben bu babanızın yakışıklılığıyla ne yapacağım bebeklerim? Biriniz ya da ikiniz birden kızsanız bir an önce gelip babanızı diğer kızlardan korumama yardım etmelisiniz." dediğimde içlerinden biri tekme atmıştı. Bana cevap vermelerine gülsem de sonradan aklıma gelen şeyle "Erken gelmek yok! Zamanınızı bekleyin tamam mı?" diyerek uyarmayı da unutmamıştım.


▏₰ Yazar

"Nana nana na na na..."

Alcione tahta bir kabın içerisine attığı kırmızı drasena yapraklarını eline aldığı tokmakla ezerken bir yandan da şeytani bir şekilde gülümseyerek çocukları kandırmak için söylediği tekerlemeyi söylüyordu.

"Bir iki ölü ve çürümüş kadın. Üç dört arkandan gelecek. Beş altı gözleri havaya bakan kadın. Yedi sekiz bekle zamanın gelinceye dek. Dokuz on senin için gelecek. Nana nana na na na... senin için gelecek..."

Kırmızı drasena yaprakları tokmakla iyice ezilince bulamaç halini alan topaktan beyaz dumanlar yükselmeye başladı. Alcione kabı ellerinin arasına alarak beyaz dumanlara nefesi üfürüp sisin büyüyerek ortalığa yayılmasını sağladı, öyle ki sis kalın bir tabaka halini alıp sürünerek klanı çevrelemeye başlamıştı.

"Nana nana na na na..."

Sis içeri girip sokakların arasında dolanıp pencerelerin pervazlarından sızarak evlerin içine doldu. Odalarında uyuyan kişilerin burunlarından içeriye girerek onları derin, çok derin bir uykunun kollarına hapsetti. Nöbet tutan kurtlar bir anda bastıran sise garip garip baksalar da sise ait kokuyu aldıkları anda bunun uyku içeren bir karışma ait olduklarını anlayarak alarma geçseler de kokladıkları koku uykularını getirerek onları yere yığdı. Kapının arkasında bekleyen ve kulelerdeki nöbetçilerinde akıbeti aynı olmuştu.

Drasena yapraklarının etkisi bitene dek top patlasa da uyanmayacaklardı.

"Bir iki ölü ve çürümüş kadın. Üç dört arkandan gelecek. Beş altı gözleri havaya bakan kadın. Yedi sekiz bekle zamanın gelinceye dek. Dokuz on senin için gelecek. Nana nana na na na... senin için gelecek..."

Alcione elinde tutmaya devam ettiği kaba nefesini aralıklarla üfürmeyi sürdürürken daha çok sisin çıkmasını sağlıyor ve yanında hırıldayarak duran yaratıklar usluca onu bekliyorlardı. Kabın içindeki karışımın gücü sadece sisten ibaret değildi. Ayrıca sis sayesinde klandan içeri giren dumanın gördüğü her şeyi o da görebiliyordu. Duyduğu kapı gıcırdama sesiyle göz bebekleri küçücük kalarak göreni dehşete düşürecek bir gülümsemeyle "Sesime doğru gel." diye fısıldadı. Evin içinden giydiği gecelikle dışarı çıkan kadını görebiliyordu.

Kadının göz bebeklerindeki renkler solarak donuklaşmıştı bu onun garip bir transta olduğunu gösteriyordu. Alcione mırıldanarak tekerlemeyi söylerken kadın emredildiği gibi sesi takip ederek ilerliyordu. Kalın sis her yeri kapladığından yanında geçtiği evler zar zor görülüyordu. Alcionenin emriyle birlikte bayılan nöbetçilerden bazıları uyur gezer gibi ayağa kalkarak ana kapıyı açıp kadının geçmesini sağladıktan sonra tekrar yere yığıldılar.

Çıplak ayaklarıyla soğukta sadece yerleri süpüren uzun bir gecelikle yürüyen kadın ormanın içine girerek sesi takip etmeye devam etti. Alcionenin yanındaki yaratıklar kadını gördüklerini haber edercesine hırladıklarında Alcione elindeki kabı bırakarak kendisinden beş metre uzakta ayakta dikilen kadına döndü. 

Transa giren kadın hiç bir şey yapmadan öylece ayakta dikiliyordu. Alciona ona yaklaşarak gülümsedi. Uzun tırnaklarla çevrili parmaklarıyla kadının yanağını okşayarak zaferle "Hoş geldin beyaz cadı." dedi. 

Artık kapının açılması için bütün hazırlıklar tamamlanmıştı.


დ Ayyy Alysa elden gidiyor millettt!!!

დ Arkadaşlar bu sekiz günde yazdığım üçüncü bölüm ne oluyorrrrr :D Kırk yılda bir gelen rümeysa bölüm yazma tutulması akgbsdşlager.

დEe bölüm nasıldı? En sevdiğiniz yer neresi oldu?

დ Ayy Alysa'ya ne olacak?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzereee :*


Continue Reading

You'll Also Like

1.4K 97 40
Karanlıkta boğulmak nedir iyi bilirim. Şimdi sende fazla direnme çünkü gözüküyüzünün aydınlığından çok uzaktayız. Sıradışı hikâyelere inanır mısınız...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
337K 36.9K 30
"Kime, nasıl bir kötülük yaptın da kollarıma düştün?" Büyük Cadı Avı'nda yakalanan Larina; ailesiyle birlikte yanmak üzereyken kendini yabancı bir ev...
2.3K 188 5
M. Ö. 209 – Esik, Orta Asya Mete Han, Çin'e karşı baskısını sürdürmektedir. Boy beylerini bir araya toplayarak son darbeyi indirmeyi planlamaktadır...