KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3.1M 271K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️LABRİS HARABELERİ

21.8K 2.9K 1.1K
By endless_Q

Oy sınırı: 2100

▏₰ Alysa

"O haritayı benden alıp sakladığında bunun altından bir şey çıkacağını biliyordum." Saçımın ucuyla oynamaya devam ederken dudaklarında muzır bir gülümseme belirdi. Kolunu kovanın kenarına koyarak başını da üzerine yatırmıştı. Beş dakika önce birkaç kurt çadıra kovalar taşıyarak suyun içindeki buzları tazelemişlerdi. Gideon buzların dört, beş saatte bir yenilenmesini emretmişti. Vücudumdaki sıcaklık içinde oturduğum buzlu suyla katlanılabilir hale gelse de ateşimin düşmek yerine çıktığını hissedebiliyordum. 

"Sana ne olduğunu söyleseydim ateşi almak için gitmek isteyecektin." 

"Tabi ki de! Sonuçta Hadme'ye gücünü kullanmam şartıyla bir sene sonrası için mavi ateşin sözünü verdim." Ekil'in kurganında keşfettiğim harita mavi ateşin yerini gösteren haritanın ta kendisiymiş. Gideon Hadme'ye mavi ateşin sözünü ver dediğinde ilk başta tereddüt etmiştim. Kitaplara konu olan mavi ateşin yerini bu zamana kadar kimse bulamamışken biz mi bulup kırmızı ateşe verecektik? Meğerse başından beri her şeyi harfi harfine planlamış.

Kara kurt diğerlerine mavi ateşin yerini gösteren haritanın çok özel bir yeri işaret ettiğini söyleyerek orada gizlenmiş daha birçok hazinenin olabileceğini söylemişti. Çaka'da haritaya bakınca Gideona hak vermişti. Bölge çeşitli tehlikelerle dolu olduğundan biri değerli bir şey saklamak istiyorsa en iyi alternatiflerden biri burasıydı. Haliyle beyaz cadılardan birinin de kanını orada saklayabileceğinden şüpheleniyorlardı.

"Ateşi bizzat almaya gidecektim." 

Hafifçe kaşlarımı çattım. "Yani başından beri beni ateşin olduğu yere götürmeye niyetin yoktu." Parmağını çattığım iki kaşımın ortasına bastırarak "Akıllı cadı." derken benimle dalga geçiyordu. Eline vurarak parmağını alnımdan çekmesini sağladım. "Niye ateşi almaya giden sen oluyormuşsun? Ateş benim ateşim! Söz benim sözüm! Tutması gerekende benim!"

"Sana hediye etmek istedim." Şaşırmıştım. "Niye durduk yere bana hediye olarak mavi ateşi vermek istedin ki? Bana zaten bir sürü hediye aldın, yaptın."

"Bu farklı."

"Nesi farklı?"

Kolunda yatmaya devam ederken baş parmağını elmacık kemiğimdeki kılcal damarların üzerinde gezdirdi. Gümüşleri elalarımı yoklarken gözlerindeki çekingen ifadeyi yakalamak göğsümü anlamsız bir telaşın esiri altına soktu. Alt dudağını diliyle yoklayarak "Düğün hediyesi." deyince kalbime konan kar tanesinin yüreğimde eridiğini hissettim. Gözlerim duyduğum kelimelerle büyürken "An..lamadım?" dedim. 

Yüreğimin titreyişi sesime de vurmuştu.

Elimi suyun içinden çıkararak avucumu sol göğsünün üstüne bastırdı; seni seviyorum dediğinden içime huzurlu bir dinginlik aşılanmış, kirpiklerim usulca kısılmıştı. Parmaklarıma vuran hızlı nabız benim nabızlarıma eşlik etmeye başladı. "Alysa Ragana, hayır. Alysa Vellaï benimle evlenir misin?" Islanmış kirpiklerimi çevreleyen yaşlar bana bu anı gerçekten yaşadığımı doğrulayan bir sızıyla dolup taşırıyordu gözlerimi. 

Nefesimi seslice verdim. 

Buruk bir gülümsemeyle "Benimle evlenme fikri kulağa o kadar mı kötü geliyor ki cevap dahi veremiyorsun?" dediğinde aslında heyecandan nutkumun tutulduğunu ikimizde biliyorduk. Cevabımı beklerken nefes alışverişi sıklaşmıştı. O da benim gibi heyecanlıydı sadece bunu benden daha iyi gizliyordu.

"Sen ciddisin." 

"Ben kendimi on yaşındayken azar azar kaybetmeye başladım Alysa. Bedenim, ruhum, aklım büyüdü ama kaçtığım o çocuk hep aynı yaşta kaldı. Ondan kaçtıkça kendimden de, kafamın içindeki lanet seslerden de kaçarım sandım. O çocuk pes etmeden yıllarca bana ulaşmaya çalışsa da nihayetinde bir gün sesini duyamamaya başladım. Bunu fark ettiğimdeyse artık çok geçti." Zoraki bir şekilde yukarı kıvrılan dudaklarındaki kıvrımlar elemle dikilmişlerdi. "Bana giden tüm yolları o çocukla birlikte unutmuştum." 

Gideonun gözlerinin içinde donmuş bir göl var. O gölün altındaysa zindana kapatılmış bir çocuk. O çocuğu gördüğüm günü dün gibi hatırlıyorum. Kapatıldığı yerin bir köşesine geçerek sessizliğe gömülmüştü. Dargındı. Herkese, her şeye ama en çokta kendine. O yüzden kendisine ait her şeyi unutmayı seçmişti. Adı neydi? Saç rengi, gözleri... en çokta sesi, bilmiyordu. Karanlık, içinde saklanmak isteyen çocuğu kendinden bir parça sanarak onunla bütünleşmişti. 

O küçük çocuktan geriye sadece donuk gözleri kalmıştı.

"Tam o çocuğu aramaktan vazgeçecekken sen çıktın karşıma." Elimi göğsümden çekerek avucumu öptü. "Bana giden tüm yolları buldum Alysa." Gümüşlerini elalarıma çevirerek bu sefer içten gülümsedi. "Senin gözlerinde evimin yolunu görüyorum." Daha fazla dayanamayarak gözyaşlarımı serbest bıraktım. Teker teker dökülen yaşlarım suyun içine damlayarak çadırda sadece bizim duyabileceğimiz sesler çıkarıyordu. Hıçkırmaya başladığımda Gideon ıslanmayı umursamayarak kovanın içine girdi. Beni kollarının arasına alarak sıkıca sarıldığında boynuna kollarımı doladım. Dudaklarımı omzuna yaslayarak orada dakikalarca ağlamaya devam ettim.

O çocuğu bulmuş.

O çocuğu bulmuştu.

"Seni seviyorum. Seni çok seviyorum Gideon." İçim dışarı çıkarcasına, canımdan canmışçasına seviyordum.

"Yakar, yıkar, dökerim. Öldürür, ölürüm ama aynı zaman da senin için yaşarım da Alysa, senin için nefes alırım. Yeter ki yanımda ol cadı." 

"Olacağım, söz veriyorum. Her zaman yanında olacağım Gideon."

"Bu evet mi demek oluyor?"

Kahkaha attım. "Evet, kara kurt. Seninle evlenirim!" 

"Güzel, Hayır'ı bir cevap olarak kabul etmeyecektim zaten."

"Hadme'ye kara ateşin sözünü vermememi bu yüzden istedin değil mi? Çünkü siyah ateş başından beri senin içinde yanıyordu." Başımı Gideonun omzuna yaslamış bir şekilde elimi buzların arasında gezdiriyordum. Kalbim az önce aldığım evlilik teklifinin emareleri yüzünden sakinleşemiyordu. Yorulan yüreğimi dinlendirmek amacıyla düşüncelerimi farklı bir noktaya yönlendirmem gerektiğinden kara ateşin konusunu açmıştım.

"Kara güneş, ateşini gece cehennem alevlerinden alır. Bu alevlerin adı Semûm'dur. Şeytanlar ve gölgeler bu ateşten doğmuşlardır bense bu ateşin efendisiyim."

'Kara güneşe selam olsun, Semûm ateşinin hükümranına selam olsun.' Demek bundan dolayı diğer ırklar Gideonu selamlarken bu sözleri kullanıyorlardı. Semûm ateşinin efendisi olduğu için kara alevleri istediği gibi kullanabiliyordu. 

"Niye bu zamana kadar hiç bu güce başvurmadın?" 

"Kara ateşi kullanmak çok riskli. Semûm ateşine alevi saran ateş denir. Kara ateş diğer ateşleri bile yakacak kadar güçlüdür. Ne olursa olsun tutuştuğu yerde yaktığı şeyi yok etmeden evvel sönmediği için ondan kaçınılmasını imkansız hale getiriyor. Bu gücü kullanırken çok dikkatli olmam gerekiyor o yüzden genellikle yokmuş gibi davranıyorum. Üstelik onu çağırırken çok fazla enerji tüketiyorum savaş alanındayken bu tarz zayıflıklar seni ölüme götürebilir. Dikkat etmezsem bu ateş beni bile yakabilir." Hadme'den ödünç aldığım ateş hiç bir zaman bana zarar vermedi. Gideonun dediğine bakılırsa Semûm ateşi bağlantılı olduğu kişiye bile tolerans göstermiyordu.

"Mavi ateşte bu kadar yakıcı olacak mı peki?"

"Hayır, güzelim. Öyle bir şey söz konusu olsaydı onu alman için bu kadar uğraşmazdım. Mavi ateş şuanda kullandığım kırmızı ateşten daha güçlü ancak uysallık konusunda kırmızı ateşten farklı değil." İyi bari bir de ateş ehlileştirmekle ömür çürütmeyecektim.

"Semûm ateşinden şeytanların da doğduğunu söylemiştin. Peki ya Şeytanların kralı? Azir'de mi bu ateşten doğdu? O da kara alevleri kullanabiliyor mu?"

"Hayır, Azir Semûm ateşinden doğmadı. Şeytanların kralı olabilmek için yalnızca şeytan olman yetmez yapılması gereken bazı ritüeller var." Ağzımı tam bu ritüelleri sormak için açmışken "Hayır, sana ritüellerden bahsetmeyeceğim." deyince gerisin geri kapattım. Meraktan çatlayayım istiyordu! Yüzümü ekşittiğimde burnumu ısırdı. 

"Yaa acıyor!" 

"O zaman sende bana yüzünü ekşitme cadı." 

"İnan bana o ritüeller insanlık dışı şeyler duymak istemezsin." Yanaklarımı havayla şişirerek ofladım sonra aklımda yanan ampulle "Bari Azirin neyden yaratıldığını söyle."

"Duhân-ı ateş. O Semûm ateşinin dumanından yaratıldı." Bu kulağa niyeyse ürkütücü gelmişti.

En iyisi daha fazla bu konu hakkında konuşmamaktı. Nedense Azir'den bahsettikçe ruhuma basan bir soğukluk hissediyordum. "Beyaz cadılardan birinin gerçekten mavi ateşin bulunduğu yere kanını bırakacağından emin misin?"

Gideon ne yaptığımın farkındaydı bana ayak uydurdu. "Kesin bir şey söyleyemem sadece küçükte olsa bir olasılık var. Hem orada beyaz cadı kanı bulamasam bile elim boş dönmeyeceğim. Çaka'da bir yandan yeraltındaki ruhlarla konuşup biri kan hakkında bir şey biliyor mu diye soruşturacak." Başımı anladım anlamında aşağı yukarı salladım. Kanı bulmadan mavi ateş ne işimize yarayacaksa artık. Saatli bir bombayı andıran vücuduma kan problemimi ortadan kaldırmadan mavi ateşi alırsam patlardım. Gideceği yer tehlikelerle dolu olsa da en azından yalnız olmayacaktı. Ne yapıp edip el birliğiyle yanına Metus'la Eira'yı almasını sağlamıştık. Metus delice bir şey yapmasını engelleyecektir... umarım.

"Korkuyor musun?" 

Başımı kaldırarak ona baktım. "Kanı bulamazsın diye mi?" 

"Evet."

 Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Kanı bulamayacak mısın?"

"Bulacağım." Yüzde yüz netlikteki cevabına dayanamayıp güldüm. 

"O zaman korkmam için bir neden yok." Güldüğüm için dudaklarımın kenarında oluşan kırışıkları baş parmağıyla okşarken "Artık ölümsüz olmak için bir şansın var." deyince duraksadım. Gülüşüm dedikleriyle birlikte solarak düz bir çizgi halini almıştı. Hafifçe çatılan kaşlarımı görünce "Ölümsüz olmak istemiyor musun?" diye sordu. 

Ölümsüz olmak mı? Hayali bile korkunçtu, yutkundum. "İstemiyorum." 

"Niye?"

"Ölümsüzlük dediğin senelerde yanımda olacak mısın?"

"Hımm yüz elli belki yüz yetmiş senesinde falan?"

Ters ters suratına bakarak "Yulier kurtların iki yüz yaşına kadar yaşayabildiğini söylemişti." dediğimde sırıttı. "İki yüzyılı gören çok nadir kurt var Alysa yani lafını etmediğim otuz yılı senden ayrı geçirmeyeceğim sadece ölü olacağım." 

"Beyaz cadıların ömürleri normalde kaç yıl acaba?"

Vahim bir şeyden bahsediyormuşçasına ifadesi donuklaştı. "Beyaz cadılar kısa ömürleriyle bilinirler. Büyü gücüne sahip olmalarına rağmen şaşırtıcı bir şekilde yüz altmıştan ilerisini göremiyorlar. Tabii bu ortalama cadı derece atladıkça değişiyor." Bir kurdun ömrü kadar olmasa da Gideonla hala geçirecek çok vaktim vardı. 

"Senin yerinde olsam bir an önce derece atlayıp yaşam süremi arttırırdım." Tek kaşımı kaldırarak "Bu da ne demek şimdi?" diye sorarken sesindeki haşarı ton dikkatimden kaçmamıştı.

Bana ukala bir gülüş atarak "Ben kara kurt olduğum için yaşam sürem diğer kurtlardan daha uzun yani yaklaşık olarak iki yüzü görürüm diye düşünüyorum. Tabii bu sayının içerisine kanıma şeytan kanının karışmasını da eklersek toplam iki yüz elliyi bulur sanki." dedi. Duyduklarımla ağzım beş karış açıldı. Ne demek benden sonra ekstra yüz yıl daha yaşamak? Beni kışkırtmaya çalıştığını bilsem de tırnaklarımı avuçlarıma saplamadan edemedim.

Kıskançlık sinsi bir yılan gibi koynuma sokuldu. 

Ben ölünce ikinci bir evlilik yapar mıydı acaba? Gideon istemese bile klanın lider olduğu için sürü onu evlenmeye zorlayabilirdi. Burnumdan soluyarak "Kim demiş yüz altmış yaşında öleceğim diye? Ben istersem ölümsüz bile olabilirim Gideon efendi! Beyaz cadıdan kaçışın yok!" deyince kahkaha atmıştı. Bayılıyordu beni sinir etmeye!

Kahkahası dinince elini enseme atarak alnını alnıma yasladı. 

"Yine çıkardın pençelerini Aşina." 

"Sende sinir etme beni ne demek bensiz yüz yıl yaşamak!"

"Sensiz bir saniye bile yaşayamazken."

"Doğru!" O sinirle söylediği şeyi duymadan dediğini onaylasam da bir saniye sonra işittiğim cümlenin anlamını çözen beynimle şaşırarak gümüşlerine bakmıştım.

"Bana o kadar yıl katlanabilecek misin?" Şimdi sesi kısıktı. 

Yanaklarıma toplanan kanla birlikte utanarak başımı sallamıştım.

Ensemdeki eli boynumu yumuşakça ovarken alnımdaki alnının yerini dudakları aldı. "Şimdi gitmem lazım."

Endişeyle "Sadece bir süreliğine" diye mırıldandığımda dudaklarını bir kere daha alnıma bastırarak "Sadece bir süreliğine." dedi.

▏₰ Gideon

Kurda dönüşüp iki gün boyunca on beş dakikalık molalar vererek durup dinlenmiş toplam altı saat uyumuştuk. Sayısız kez ağır yaralanmış, tüm hayatım boyunca ölümle yüz yüze gelmiş, dayanılmaz acılar çekmiştim. Öyle ki uyuşturulmamış yaralarımı dahi gözümü kırpmadan dikebilir hale gelmiştim. Bunun adı hissizlik mi yoksa bambaşka bir şey mi bilmiyorum. Bir ad koymaya çalışmadım da. Ancak duyarsızlığımın gün geçtikçe içimdeki bir şeyleri aştığını sezebiliyordum.

Hissizleşmek önemli değildi. Ben önemli değildim. Önemli olan tek şey Alysa'ydı. 

Küçük kızımın kaybettiğim her vakitte canının yanmasıydı mühim olan. 

Önümde yanan ateşten çıtırtı sesleri yükselirken gözlerimi odunları açlıkla sarıp yiyen alevlere dikmiştim. Bedenimin kesilmesine, oyulmasına, zehirlenmesine ve daha nicesine alışıktım fakat boğazıma dolanan bu urgan... nefesimi kesiyordu. 

Zaman; urgandı.

Zaman birçok şey olmuştu. 

Canımı yakmak için birçok şeye dönüşmüştü.

Bazen anneme, bazense babama.

Şimdiyse Alysa'ydı. Diğer ipleri kesip atmak zordu bu konuda kendimi kandırmıyorum. Annemi de babamı da severdim ben. Hele annem... anneme çok düşkündüm. Gözlerimin içine bakıp beni lanetlerken de makası alıp kalbine saplarken de onu sevmeye devam etmiştim. Boğazımda kestiğim iki halatın geride bıraktığı izlerden biri ötekinden daha derindi bu yüzden. Boğazıma sıkan üçüncü ip ise apayrıydı. Ne elim kesmeye gidiyordu ne de beni boğmasına engel olabiliyordum.

Urganın kalmasına izin verdiğim sürece de beni boğmaya devam edecekti. 

Ömrüm boyunca Alysa ile sınanmaya mahkumdum ben.

Razıydım. Zaman sonunda beni yenmeyi başarmıştı.

Bir kadın sayesinde.

İç geçirerek parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. 

Çok pis boka battın Gideon.

"Dün gelen rapora göre Kalash'da değişen bir şey yok. Yulier hamileliğinin üçüncü ayını bitirdiği için çok fazla hareket edemese de İon ona destek oluyor. Herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda biz yardıma gidene kadar dayanabilsinler diye her türlü hazırlığı yapmıştık zaten." Kan büyüsü şu vakte kadar herhangi bir düşmana tepki vermemişti. Klanın dört bir yanında nöbetçilerin sayısını iki katına çıkarmıştık. Sürü savaşta olduğumuz için sıkı bir disiplin içerisinde hareket ediyordu. 

Yulier'in doğumuna üç aydan kısa bir süre kalmıştı demek. Savaşın geleceği nasıl tecelli eder bilemesem de Hyuga'nın doğumda yanında olması gerekiyordu. Dişi kurtlar eşlerini bu zor zamanda yanında isterdi. 

"Ee Alysa'nın alemi nasılmış anlatsana. Nerelere gittiniz, neler yaptınız?" İki gündür deli gibi haritada işaretlenmiş yere doğru koşuyorduk. Molalarımızda nefeslenip karnımızı kurutulmuş et parçalarıyla doyurup su içtikten sonra tekrar yola koyulduğumuzdan konuşmaya fırsatımız kalmamıştı. Metus Alysa'nın alemine gittiğimizi öğrendiğinden beri merakından çatlıyordu. Avcı kızda ateşi karıştırmayı bırakıp bana baktığında onlara gördüklerimi kısaca anlattım. Anlattığım her şeyde biraz daha şaşırıyorlardı. Suratlarına bakınca Alysa'nın yanında benzer tepkileri benimde verdiğimi kestirebiliyordum.

"Vay canına büyü olmadan bu kadar ilerleyebilmeleri müthiş."

"Biz her gün hayatta kalma mücadelesi verirken onların birlikte yaşayabilmelerine imrendim."

"Yaban mersinim onlarda bizim gibi yüzlerce ırkla aynı bölgede yaşamaya çalışsınlar da görelim bakalım her gün kavgaya tutuşuyorlar mı tutuşmuyorlar mı?" İnalihte ırkların birbirlerine bilenmeleri birçok nedene bağlanabilirdi. Kurak geçen yıllarda çıkan su sıkıntısı, kıtlıkta yiyecek sıkıntısı, diğer ırklara baskı kurup yönetme hırsı ve daha nicesi. Alysa'nın dünyasında saydığım ilk iki sıkıntı olmadığından şanslılardı. Üçüncüsü hakkında net bir şey söyleyemesem de ırk sayısı ne kadar az olursa olsun birileri illaki diğerlerinden üstün gelmek isteyecek ve huzuru bozacak sebepler bulacaktır. 

Eira arkamdaki harabelere bakarak "İçeriye gün doğumunda girmek doğru karardı." dedi. Karanlık çöktüğü için etraftan kükreyen hayvanlarla çığlık atan kuşların sesi geliyordu. Metus'da aynı yere gözlerini dikerek "Şu duvarların diziliş biçimine bak. Haritada buraya Labris harabeleri dense de içerisi harabeden çok labirenti andırıyor." dedi. Avcı kızın karanlıkta görme yetisi olmadığından bana hitaben konuşuyordu. Buraya vardığımızda hava karardığı için kamp kurup sabah içeriye girme kararı almıştık. 

Zamanımız kısıtlı olsa da karanlık bize içeride daha çok vakit kaybettirebilirdi.

Labris harabelerinin duvarları metrelerce yükseklikteydi. Metusun da dediği gibi burası sıradan bir harabe değildi içeri girenleri tuzağa düşürmek için inşa edilen bir labirentti. Taş duvarlar yosun tutarak yeşillenmiş, iç bölümde de yaşları yüzü geçmiş kalın gövdeli ağaçların kafaları gözüküyordu. Ve heykeller. Girişte de, içeride de çok fazla heykel vardı. 

Metus gözlerimin içine bakarak "Sende hissediyor musun?" diye sorduğunda kafamı hafifçe salladım. Üzerimize dikili gözler vardı. Buraya geldiğimizden beri bizi izliyorlardı. Bu kadar açık bir şekilde izlemelerinin altında kendilerine olan güvenlerimi yoksa başka bir neden mi yatıyordu bilinmez. Yakında öğrenirdik nasılsa. 

"İlk nöbet sende." Nöbet saatlerini Metusla paylaşacaktım. Eira'nın algıları kuvvetli olsa da karanlıkta göremeyeceği için riske giremezdim. Normal bir yerde değildik. Bu bölge hakkında türlü türlü hurafeler vardı bizse hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu bilemezdik.

Darboğazdaydık.

"Tamam."

"Harita değişiyor." Metus girişin iki yanındaki satir heykellerini kuşkulu gözlerle süzerken "Nasıl değişiyor?" diye sorarak Eira'nın yanına gitmişti. Haritaya baktığımda kağıdın üzerindeki Labris harabelerine giden yolu gösteren mürekkebin dağıldığını gördüm. Dağılan mürekkep kağıttaki resimleri de bozmuştu. Resimler tamamen bulandığında mürekkep durmuş bir saniye sonra tekrar hareket ederek yeni bir çizime başlamıştı. Labris harabelerinin önündeki satir heykellerini daha sonra duvarları ve labirent şeklindeki yolların nerelere gittiğini çizmeye başladı. Yolların üzerinde ise burada bizi neyin beklediğine dair küçük ipuçları yazıyordu. 

Harita Labris harabelerinin taslağını çıkarmıştı.

Metus şaşkınlıkla haritaya bakarken "Bu resmen hile!" demişti. Haklıydı, harita bizi tehlikelerden sakınmak istiyordu. Harabelere, saklı hazinenin peşine düşmüş bir sürü ırk geliyordu. Gelen hazine avcılarının çoğu bir haritaya sahip olsa da sahip oldukları haritalar yalnızca hazinenin yerini gösterirdi. Haritanın doğru olup olmadığını bilmedikleri gibi hayatlarını da riske atıyorlardı. Tuzakların yerini gösteren bir haritayla ilk kez karşılaşıyordum. 

"Bu çarpı işaretleri de ne?" Metus haritanın üzerinde onlarca X işaretlerini göstererek sorduğunda bu işaretlerin girişte de iki tane olduğu gözüme çarpmıştı. İkimizin de aklına aynı şeyin geldiğini bozkurdun başını çevirerek heykel satirlere kıstığı gözlerinin arasından bakmasıyla anlamıştım. Dünden beri izlemiyormuşuz hissiyatı bir an olsun kaybolmamıştı. Üstelik bu hisse rağmen karşımıza birileri de çıkmamıştı. Saklanmaları hala ihtimal dahilinde olduğundan gözlemlemekle yetinecektim. 

"Çok fazla çarpı işareti var buralarda dikkatli olmamız şart." Eira Metusu onaylayarak "Yazan şu hazinelere bakın çoğu efsanelere konu olmuş malzemelerden tutun silahlara, paraya, büyülü bitkilere kadar her şey var." Avcı kızın yıllarca ormanda yaşamasının faydalarından biri harita okumakta çok iyi olmasıydı. Bu yüzden yola çıkmadan önce Ekil'in kurganında bulduğum haritayı ona vermiştim. Bir kez olsun kaybolmadan bizi harabelere kadar getirişi harita konusunda ki uzmanlığını kanıtlamıştı. 

"Ateşi gösteriyor mu?"

"Evet, bakın şu dolambaçlı yolun tam bitiminde." Karmaşık yola baktığımda çarpı işaretlerinin en çok olduğu güzergahı gösterdiğini fark etmiştim. "İlk önce şuradan gireceğiz sonra buradan dönüp düz ilerleyerek ikinci çıkıştan sağa döneceğiz. Ateşe gitmek kolay olmayacak." Harita en azından bizi çıkmaz sokaklarla uğraştırmayacaktı. 

"Beyaz cadı kanıyla ilgili yazan bir şey var mı?"

Eira omuzlarını düşürerek başını iki yana salladı. Metus sıkıntıyla kafasını kaşırken avcı kız üzgündü. Normalde avcılar Kalash klanının aşinalarından nefret ederlerdi. Sonuçta klan liderlerinden tohum elde edebilmek için önlerindeki tek engel dişi liderlerdi. Üstelik beyaz cadı bu zamana kadar kimsenin başaramadığını başarıp avcıların mühürlü kurtlardan uzak durmasını sağlamıştı bu da onların kin beslemesine sebep olmuştu. Avcılardan birine mühürlenen kurtlar genelde hüsrana uğrardı. Metusunda başta Eira'yı istememesinin nedeni buydu. Avcı kızlar kurdu sevseler de içgüdülerine hakim olamadıklarından veya klanın görkemi için duygularını çiğneyerek kurtları aldatıyorlardı. Onlara öğretilen bu olduğu için tüm suçu üstlerine atamazdık ancak buna izin verdikleri için avcıları tamamen masumda sayamazdık. İhanete uğrayan kurtlarımız büyük bir hüzne kapılıp hastalanıyordu. Hasta bir kurdu iyileştirmeye çalışmaksa çok zahmetliydi. Bu sebeple ender de olsa kurt ölümlerinin gerçekleştiği vakalarda bulunuyordu.

Eira avcıların gayesini benimsemekte güçlük çektiği için yakında sürüye katılacaktır. Kalash'da duyguları hissetmekte özgürdü bu da onu mutlu ediyordu. Metus Eira'yı eş olarak kabul ettiği için Kalash'da kalmak isterse tüm klan onları destekleyecekti. 

"Ama garip gelen bir şey var."

"Neymiş yaban mersinim?"

"Ateşin yanında bir çiçeğin resmi duruyor; bakın tam burada." Ateş sembolünün hemen yanında avcı kızın dediği gibi üstte üçgen şeklinde açan üç yaprak, altta üçgenin boşluklarını dolduran üç taç yaprağı daha olan bir çiçek resmi vardı. Engin bitki bilgisiyle "Bu beyaz bahar yıldızı çiçeği." dedi.

Metus heyecanla bana bakarak "Bulduk işte! Beyaz cadılar çiçeklerle sembolize edilmiyor muydu?" diye sorunca "Evet." demiştim. Keyifle sırıttı. "O halde şansımız var. Neden mavi ateşin yanında çiçek sembolü olsun ki? Harita bize burada iki hazinenin birden yattığını söylemeye çalışıyor olmalı."

Umut pek haşır neşir olduğum bir duygu değildi.

"Umalım da öyle olsun." Yoksa o kanı bulmak için bütün ruhları, kara cadıları, bu konuya dair bilgisi olan herkesi konuşturmam gerekecekti ister kolaylıkla ister zorla.

Eira haritaya bakarak bizi ateşe giden yola soktuğunda her an saldırmaya hazır bir şekilde bekliyorduk. Yolda ilerlerken fark etmiştik ki haritadaki çarpıların çoğu orada bulunan heykelleri temsil ediyordu. Yine de yanlarından geçip gitmemize rağmen canlılık belirtisi göstermemeleri yanılıyor olabilir miyim diye beni düşündürmüştü. Labris harabeleri çok geniş bir alana yayıldığı için her bölüm neredeyse ayrı bir yaşam alanı büyüklüğündeydi.

Yeni bir çarpı işaretinin bulunduğu alana geldiğimizde bu sefer etrafta heykeller namına bir şey göremeyince farklı bir tehlikenin kokusunu alarak "Dikkatli olun." demiştim. Yürümeye devam ederken ben ve Metus etrafa bakarak tehlikenin nereden gelebileceğine dair tahmin yürütmeye çalışırken Eira kafasını haritaya gömmüştü. 

"Buradan ilerlersek ikinci çıkışa ulaşabili--" Avcı kız sözünü tamamlayamadan çığlık atmıştı. Bastığı yerdeki halat bileğine dolanarak hızla onu yukarı çekmişti. Baş aşağı sallanan kızı gören Metus endişeyle "Eira!" diye bağırsa da tuzağın tetiklenmesiyle duvarlarda minik minik deliklerin açıldığını duydum. Açılan delikler tükürürcesine dışarıya binlerce ok fırlatmıştı. Süratle üzerimize doğru geliyorlardı. Aptal! Eira yüzünden dikkati dağıldığı için hızlıca koşarak üstüne atlayıp benimle birlikte yere düşürdüm.

Arı iğnesini andıran sayısız ok üzerimizden geçerek bir kısmı ağaca saplanmıştı. Duvara çarpanlar ise betonu delemediği için kırılarak yere düşmüşlerdi. Saplandıkları ağacın kabuğu yavaşça mor rengini alınca iğnelerin zehirli olduklarını anlamıştım. Pis bir koku yaydıklarından koku duyularımı anında kapattım. Bazen nefes yoluyla da zehir vücuda girebiliyordu. Eira Metustan daha akıllı olduğunu bir kez daha ispat etmişti. İpte baş aşağı sallanırken kontrolünü kaybetmemiş hançerlerden birini hızlıca belinden çıkararak ipi daha çok sallayıp kendini yukarı kaldırmıştı. Bacağını tutan ipi yakalayıp kestiği gibi iğnelerden kaçmak için yere yatmıştı.

"Ucuz yırttık."

"Harita sağlam mı?" Eira tuzağa yakalanıp tepetaklak olurken haritayı elinden düşürmüştü. Yattığı yerden kalkarak haritayı alıp üzerindeki topraktan üstüne üfleyerek kurtuldu. "Bir şey olmamış."

Ters ters Metusa baktığımda mahcupça sırıtarak "Üzgünüm." demişti. Sinirle bir iğnelere bir Metusa baktım acaba ağzına soksa mıydım hepsini? Bozkurt aklımdan geçenleri tahmin ediyormuşçasına kaçarak Eira'nın arkasına saklanmıştı. 

"Cani!"

"Kes!"

"Lütfen didişmeyi bırakabilir misiniz? Karanlık çökmeden alacaklarımızı alıp buradan çıkmamız lazım." Sinirime hakim olmaya çalışarak "Yürüyün." dediğimde itiraz etmeden önden gittiler. X işareti olan yerlerin çoğu heykelleri temsil ettiğinden çok fazla tuzaklarla karşılaşmamıştık. Harita elimizi kolumuzu sallayarak Labris Harabelerinde gezmemizi sağlıyordu. Yine de ateşi ve bir ihtimal kanı o kadar kolay alamayacağımızı biliyordum. 

Beni rahatsız eden şey evhamdan ibaret olamazdı.

"Hımm haritaya göre buralarda bir yerde gerilmiş bir tel olması gerekiyor." Eira sözünü tamamladığı anda etrafta bir düzeneğin hareke geçtiğini bildiren çarkın sesi duyuldu. Çark ses çıkardıktan sonra düzenekteki dişlilerle dönmeye başlamıştı. Metus suçlu bir tonla "Ee şey şu telden bahsediyor olabilir misin yaban mersinim?" dediğinde ikimizin de başı bozkurdun takıldığı tele çevrilmişti. 

Duvarlar yüksek olsa da harabe koridor biçiminde blok blok sıralanmıştı. Tel yerden iki, üç cm yukarıda bir duvardan diğer duvara sabitlenmişti. Metus tel neredeyse görünmez olduğu için yanlışlıkla takılmış ve düzeneği tetiklemişti. Normal bir insan olsa yaptığı hata kabul edilebilirdi lakin bu pezevenk insanlardan kat kat daha iyi ve keskin görüyordu. Siktiğimin gözleri ne işine yarıyordu ki?! Ağız dolusu küfredecekken dilime dizilen bin bir çeşit küfrü gerisin geri yolladım. Yaktım çıranı! Bozkurtla ben yeni tuzağın ortaya çıkmasını nefesimizi tutmuş bir şekilde beklerken Eira "Güzel teli buldun!" deyince afallayarak ona döndük.

"Harita ihtiyacımız olacak şeyi telde bulacağımızı söylüyor."

Düzenek bir dakika daha devinmeye devam etti ardından 'Tık!' diye bir ses çıkardı. Metusun tarafındaki duvarda kara bir bölme on cm kadar dışarı çıkmıştı. Metusa kafamla işaret ederek bölmeyi açmasını söylediğimde dediğimi yaptı. Burasının gizli bir bölüm olduğunu anlamıştım. Uzun bir zincire takılı anahtarı bölmeden çıkararak "İhtiyacımız olan şey bir anahtar mı yani?" diye sormuştu.  

"Bir yeri açıyor olmalı." 

Anahtarı bana uzattığında alarak boynuma taktım. Kaçmasına izin vermeden ensesinden yakaladığım gibi sıkmaya başladım. Acıyla inleyerek "Siktir koptu boynum!" diye bağırsa da durmadım. "İt sana kaç kere daha dikkat et diyeceğim! Hepimizi gebertmek mi istiyorsun şerefsiz!" 

"Tamam, hatalıyım! Söz veriyorum daha dikkatli olacağım! Lan söz verdik ya niye daha çok sıkıyorsun!" Dediklerimi aklına kazısın diye elimi biraz daha ensesinde tutup bıraktım. Anında boynunu tutarak acıyan kısmı ovalamaya başladı. "Yaban mersinim bu cani herif bana resmen eziyet ediyor!" Eira kıkırdayarak "Haklı." deyince Metus kalbinden hançerlenmişçesine avucunu sol göğsüne bastırdı. "İhanet!" Yaptığı soytarılığa dik dik baktım. 

Dayaktan da anlamıyordu.

Yola tekrar koyulacakken bir ara kırılan parçaların yere dökülmesiyle yürürken zemine vuran ayak seslerine benzer bir şeyler duydum gibi gelmişti. Bir saniye sonra sesler kesildiği için kaşlarımı çatsam da bir daha duymamıştım. 

Metusun harekete geçirdiği tuzak sadece anahtarı değil Labris Harabelerinde başka şeyleri de tetiklemiş... belki de uyandırmış olmalı.

Zihnimden Şahlara 'Gidin bakın.' diye emrettiğimde gölgemden çıkan yedi karaltı hızla bizden ters tarafa gitmişti.

Haritanın; mavi ateşin ve beyaz bahar yıldızı çiçeğinin bulunduğunu gösterdiği noktaya geldiğimizde bizi çıkmaz bir sokak karşılaşmıştı. Daha bunun anlamını çözemeden sokağın başında gördüğümüz heykellerle duraksamıştık. Koridor boyunca belli bir hizaya göre yan yana dizilmiş satir heykellerin her biri bir tane Labris tutuyordu. Harabelerin adı da zaten bu Labrislerden geliyordu. Temelde balta olan bu silahların diğer baltalardan tek farkı çift uca sahip olmasıydı. Bu farklılık ona yeni bir ad kazandırmıştı.

Üç metre olan satir heykellerin boynuzları ise neredeyse bir metreydi. Kalın ve kıvrımlı boynuzlarının üstünde büyümüş olan yosunlar uzayarak sarmaşık gibi kenarlardan sarkıyorlardı. Heykellerin yüzleri yontulmamıştı. Onun yerine yüzlerinde maske varmış gibi bir izlenim yaratmışlardı. Gözlerinin olması gereken yerlere iki oyuk açılmıştı. Kaslı heykellerin altını düz kilt etekler örtmüştü. Hepsinin toynaklı ayakları çıplaktı. Etrafa yaydıkları baskı şaka değildi. Üzerine kalabalık sayıları da eklenince buraya gelenleri korkutarak kaçırıyor olmalıydılar. 

"Şimdi ne yapacağız? Burada heykellerden başka bir şey yok."

"Harita bizi yanlış yönlendirmiş olamaz bu zamana kadar her dediği çıktı."

"İyi de yaban mersinim burası çıkmaz sokak. Hazineye gidecek bir yol, kapı bir şey görebiliyor musunuz? Duvardan geçecek değiliz ya."

 "Doğru, duvarlar! Duvarlarda gizli bir geçit falan olmalı!" Metus ellerini beline yaslayarak duvarları incelemeye başladı. Gözlerimi koridor boyunca paralel şekilde dizilmiş heykellerin olmadığı tek yere önümüzdeki duvara sabitlediğimde neredeyse görünmez olan deliği görebilmiştim. Dudağımın sol köşesi hafif bir kıvrımla yukarı kalktı. 

Bu bir anahtar deliğiydi.

"Orada." İkisi de benim gösterdiğim yere bakınca görebilen tek kişinin Metus olduğunu biliyordum. "Ha siktir bu ne lan göt kadar delik! Girişi iyi saklamışlar. Çoğu kişi bunu göremeyip yanlış geldiklerini düşünerek geri dönmüş olmalı."

"Ay çok uzakta ben göremiyorum ki!"

"Sıradan bir anahtar deliği yaban mersinim."

"Demek hazineye giden yol bu duvarın arkasında! Ben demiştim size harita yanılıyor olamaz." Eira çenesini kaldırarak gururla konuşunca Metus yanaklarını tutarak çekmeye başladı. "Yerim lan seni akıllı bıdık!" Eira haritadaki büyüden bayağı etkilenmiş olmalı ki sonuna kadar haritayı savunuyordu. 

"Ya koparacaksın yanaklarımı!" 

"Cilveleşmeye kampa dönünce mi devam etseniz acaba?" Avcı kız domates gibi kızararak bakışlarını kaçırırken Metus'un beni sikine taktığı yoktu. Çocukluğundan beri arsız bir kişiliği olduğundan bunu doğal karşılaşmıştım. 

"Hadi şu ateşle kanı alıp gidelim buradan."

Anahtar deliğinin bulunduğu duvara doğru yaklaşırken boynumdaki anahtarı çıkarıp Eira'ya uzattım. Avcı kız anahtarı neden ona verdiğimi anlamamış bir ifadeyle bana baktı. 

"Herhangi bir tuzak faaliyet gösterirse biz ilgileneceğiz sen geride kalıp kapıyı açmaya çalış."

"Tamam." 

Metusla ben avcı bıçaklarımızı kemerlerimizden çıkararak hazırlandık. Omuzlarımı geriye doğru yuvarlayıp boynumu iki yana yatırarak kütürdettim. Eira anahtarı titreyen eliyle duvardaki deliğe soktu. Üçümüzde kanın burada olmama olasılığı yüzünden strese girmiştik. Anahtarı çevirmeye başladığında kilit iki kere döndü. Anahtar kilidin içindeyken bir anda eskimeye başlamıştı. Git gide eskiyen anahtar en sonunda kum gibi dağılarak yok olmuştu. Biz kaşlarımızı çatmış önümüzde gerçekleşen hadiseyi izlerken etraf deprem oluyormuşçasına sallanmaya başladı.

"N..Ne oluyor!"

"Bu labrisle seni paramparça etmezsem benimde adım Metus değil lan!" Eira gözlerini sonuna kadar açmış bir şekilde yüzünün üç-dört cm uzağında durdurulmuş Labrisi izliyordu. Labris öyle bir süratle gelmişti ki bozkurt onu tuttuğunda peşinden gelen rüzgar avcı kızın saçlarını geriye doğru savurmuştu. Teninin rengi birkaç ton açıldığı için hortlak görmüş gibi duruyordu. Satir heykellerden biri anahtar kilidi açınca elindeki Labrisi Eira'ya fırlatmıştı. Metus ise Eiraya doğru gelen Labrisi çıplak eliyle yakaladığı için avucu kesilmişti. Kesilen avucundan akan kan bileğinden kayarak yere damlıyordu. 

"M..Metus iyi misin?"

"Endişelenme yaban mersinim küçük bir sıyrık sen kapıyla ilgilen benim bu satir bozuntusuyla ufak bir işim var." Bozkurt kükreyince pençeleri dışarı çıkıp dişleri uzamıştı. Elindeki Labrisle satire saldırırken koridordaki bütün satir heykellerin kıpırdanarak hareket etmeye başlamasını izledim. Şahlar şüphelerimden sonra emrimle birlikte heykelleri kontrol edip geri geldiklerinde bana tek bir şey söylemişlerdi.

Canlılar.

Harabelere geldiğimizden beri bizi izleyenler heykellerdi.

"Sana yaklaşmalarına izin vermeyeceğiz hazine odasına girmeye çalış." Eira hızlıca kafasını sallayarak duvara döndüğünde canlanmayı tamamlayan heykellerin hepsinin kafası bizim olduğumuz tarafa döndü.

Hepsi bir anda saldırıya geçince en yakında olana parmaklarımın arasıyla çektiğim fırlatma bıçaklarından birini fırlattım. Parçalanan heykelin taşları etrafa saçılmıştı. Metus az önceki satiri Labrisle doğramış hıncını alamamış olmalı ki geriye kalan parçalarını da un ufak etmişti. Onun avcı kızın etrafından çok uzaklaşmayacağını bildiğimden heykellere rahatça saldırabilmiştim yine de bir gözüm üstlerindeydi.

"Bu da ne böyle? Bilmece falan mı?" Eira kafası karışmış bir şekilde duvarı izliyordu. Göz ucuyla baktığımda duvarın üstünde kabartma şeklinde harfler belirdiğini görmüştüm. O sırada Metusun bastığı yer içe doğru gömülmüştü. Yerin altından çıkan kapanın demirden dişleri bir anda kapanarak ayağını koparmaya çalışsa da bozkurt tam zamanında tepki vererek ayağını kaçırmıştı. Ayağını bastığı yerden geri çekmesiyle kapan tekrar yerin altına çekilmişti. Demek buradaki tek tehlike heykeller değildi.

"Az kalsın bacağım gidiyordu anasını satayım."

"Sesli oku!" Eira ne demek istediğimi kavrayarak duvardaki cümleleri çözmeye çalışıp ne yazdığını okudu. "Annem bana bir ev yaptı. Pencereden ne çıkar? Pencereden ne girer?" 

"Bu nasıl bilmece be!" Metus satir heykellerden birinin kafasına çıkmış çıplak elleriyle boynuzlarını parçalarken bir yandan da laf yetiştiriyordu. Eira kendi kendine bilmecenin ne olabileceğine dair bir şeyler bulabilmek için cümleleri tekrarlayıp duruyordu. Benimse bilmeceyi duyduğum anda kaşlarım çatılmıştı. 

Bir hediyeden bahsediyordu.

Eski zamanlarda ölünün yemesi, içmesi için yattığı yerlere delikler açılır bu deliklere de pencere denilirdi. Tabi bu delikleri ölüler değil, ölünün akrabaları kullanırdı. Antik bir gelenekti. 

"Mezara konmuş bir hediye." Eira'nın tekrar etmesine gerek kalmadan sesimi duyan harabe cevabımı kabul etmiş ve doğru olduğunu da duvarda parlamaya başlayan kabarık harflerle göstermişti. Harflerin kabarmasıyla birlikte heykeller oldukları yerde dona kalmışlardı. Metus tepesine çıktığı satirden yere atlayarak Eira'nın yanına gitmiş bende onu takip etmiştim. Duvar ikiye yarılmışçasına ortasında bir kesik belirmişti. Bu kesik iki kapaklı kapının ayrımını oluşturuyordu. Tamda dediğim gibi kapının kapakları ters tarafa doğru açıldığında yerin altına inen merdivenler önümüze çıktı.

"Vay be!"

"Gidelim."

Metus içerisi karanlık olduğu için Eira'nın merdivenlerden inmesine yardımcı oluyordu. Bayağı bir merdiven vardı, zemini göremiyordum. "Bu arada o dandik bilmecenin cevabını nereden biliyorsun sen?" 

"Senin aksine bazılarımızın antikçağ hakkında bilgisi var." Laf sokmama karşı ağzını eğerek taklidimi yapmasını görmezden geldim. Yoksa dişlerini ağzına dökecektim. "Nerede Antin Kuntin şeyler var sen oradasın zaten." Nihayet aşağıya indiğimizde yuvarlak bir kürsünün üstünde küçük bir şişeye konmuş kan ve yanında duran siyah, küçük bir kutu bulmuştuk. İçerisini duvarlara çakılmış meşaleler aydınlatıyordu. Labris harabelerinde hazine odası birden fazlaydı bunu zaten haritada görmüştük. Bu hazine odasında kan ve kutudan başka bir şeyin olmamasını açıklardı. Kan şişesini aldığımda üzerinde Alysa'nın aile sembolünün olduğunu görerek şaşırmıştım. Kan sahibinin beyaz cadının ailesinden birine ait oluşuna tesadüf deyip geçebilir miydim? Hayır, bizi buraya getiren şey kaderdi.

"Şişenin içindeki beyaz cadı kanı olmalı! Yaşasın bu kanla Alysa'yı kurtarabiliriz!" Eira sevinçle yerinde zıplarken Metus "Yanındaki kutu ne?" diye sordu. Kan şişesini cebime koyarak siyah kutunun kapağını açtım. Kutu açıldığı gibi mavi bir ateş ortaya çıkarak harıl harıl yanmaya başladı. Yüzümü yakacak denli kuvvetli yanan ateşin gücüne tebessüm ettim.

Sonunda düğün hediyem hazırdı.

▏₰ Aramil

Lanet olsun! Lanet olsun!

"Hazır!" Diye bağırdığımda Elfler yaylarını gerdiler. Hepsinin yayını hazırladığından emin olunca bu sefer de "Nişan al!" diye bağırdım. Gece görüş mesafemiz fazla olsa da işin içine kilometreler girince kör sayılırdık ve kahrolası bu şeyler simsiyah bir tene sahip oldukları için karanlığı örtü olarak kullanıyorlardı. İnci gibi siyah bir tene sahip olan kara Elfleri karanlıktan ancak gümüş renkli saçlarıyla ayırt edebilsek de kahrolasılar saçlarını pelerinlerinin altlarına saklamışlardı. 

"Bırak!" Diyerek emrettiğimde aynı anda elli ok yaydan süratle fırlayarak düşman saflarına ilerledi. Geceye karışan acı dolu çığlıklar en azından birkaçını vurduğumuzu dile getiriyordu yine de yetersizdi. Sürü kara Elflerin kampa baskın yaptığını anlar anlamaz misilleme yaparak saldırmıştı. Sayıları az olsa da suikast de bir numara olduklarından bu dezavantajlarını kapatıyorlardı. Yarısı insan yarısı kurda dönüşen sürü kara Elflerle uğraşırken onları Hyuga komuta ediyordu.

Alysa'nın kritik bir durumda olduğu şuanda saldırıya uğramamız hiç iyi olmamıştı. Kara Elfler geniş çaplı savaşlara katılmazlardı daha öncede dediğim gibi lanetlenmiş bu ırk suikast de iyiydi ve hilece saldırmaktan gocunmazlardı. Bizim onlardan nefret ettiğimiz kadar onlarda bize kin güttüğünden Elfleri öldürmek için ellerine geçen fırsatı değerlendirmekten zevk alacaklardı. Neticede onları öteki aleme mahkum eden benim soyumdu.

Gideon, Metus ve Eira gideli beş gün oluyordu. Alysa'nın dün geceden beri bilinci gidip gidip geliyordu. Vücudundaki çatlaklar genişlemiş, damarlarından sanki lav akıyordu. Çatlakların etrafı eti yanmışçasına kül rengini almıştı. Bunu ilk gördüğümde ne yapacağımı şaşırmıştım. Izdırap içindeki çığlıklarını sadece ben değil gece ve gündüz bütün kamp dinliyordu. Onu sık sık buzlu suya soksak da artık bu da işe yaramıyordu. Elimizdeki buzlar da tükenmek üzereydi. 

Kara Elflerin saldırısını haber alınca çadırda Çaka'yı bırakıp gelmiştim ama içim hiç rahat değildi. Kara kurttan haz etmesem de Alysa'yı bize emanet ettiği için sorumluluk hissediyordum üstelik Alysa aslen beyaz cadı olduğu için klanım içinde çok önemli biriydi. Aynı zamanda benim içinde öyle. Babaannemin beyaz cadıyla evlenmemin klanın şanı için mühim bir mesele olduğu hakkındaki telkinleri yüzünden kara kurt tarafından mimlensem de ona romantik bir duyguyla hiç yaklaşmamıştım. Beyaz cadıyı beğenmediğimden ya da güzel olduğunu düşünmediğimden değil sadece o başka bir adama mühürlüydü. İnalihte kurtların mührünü bilmeyen yoktu haliyle babaannemin ısrarı boşunaydı.

Aramızda güzel bir dostluk meydana gelmişti.

Hyuga, üstü başı kan içerisinde olsa da tek bir duygu belirtisi göstermeden "Bunların Gideon yokken kampa saldırması hiç hayra alamet değil. Burayı bana bırakıp çadıra git. Kimsenin Alysa'ya yaklaşmasına izin vermeyin." deyince içimdeki sıkıntı düğümlerinden çözülmüştü. Hızlıca çadıra doğru koştuğumda yolda önüme çıkan kara Elflerin oklarımda boğazlarını delerek önümü açmıştım. Çadırla aramda beş, altı metre kalmışken içeride Çaka'nın lanet okuduğunu duydum. Lanetin bitmesiyle çadırdan dışarıya uçan kara Elfi görünce kalbim endişeyle sıkıştı.

Lütfen, iyi ol! Lütfen!

Koşarak çadıra girdiğimde Alysanın yatakta kıvranarak acıyla inlediğini gördüm. Şükürler olsun ki yaralı değildi. Damarlarında çatışan kanlar yüzünden kanter içinde kalmıştı. Çaka arada buz kalıplarını teninde gezdirerek onu kısa sürelik bir rahatlamaya kavuştursa da içten yanan ateşe çaresizdik. Beyaz cadıyla tanışıp öğrenme hızına, gücüne tanık olduğumda sıradan bir aileden gelmediğini içten içe biliyordum. Ancak hükümdar ailelerden biriden olması beklenmedikti.

"Nasıl içeri girdi?"

"Diğerleri dikkat dağıtırken aralarına sızıp beklemiş."

Alçaklar! Yumruğumu sıktım. "Durumu nasıl?"

Başını iki yana sallayarak "Sabaha çıkacağını sanmıyorum." deyince ruhumu saran korkuyla yutkundum. Gideona bir hafta demişti. Kara kurt zamanım var diyerek oyalanacak biri değildi lakin kanı bulamadılarsa aramaktan vazgeçmeyeceklerdi. Kanı bulup geldiğinde artık çok geç olursa... Hayır, hayır en kötü ihtimali düşünmek için daha erken.

"Dayanacaktır, Alysa çok güçlü bir cadı."

"Temennim o yönde."

Çadıra bir anda giren üç kara Elfle neye uğradığımızı şaşırmıştık. İki Elf Çaka ile bana yönelirken üçüncüsü hançerini çıkarak Alysa'ya saldırmıştı. Bana saldıran Elfin dizine tekme atarak iki büklüm olmasını sağladım. Sadağımdan kaptığım oku gırtlağından soktuğumda gözleri yuvalarında ters dönerek yere yığıldı. Çaka'nın ona saldıran elfle baş edebileceğini bildiğimden ondan tarafa hiç bakmadım. Dehşete kapılarak Alysa'nın boğazına dayanan hançeri görüp kara Elfe döndüm.   

"Yerinde olsam kıpırdamazdım Elf bozuntusu."

"Tamam, bak kıpırdamıyorum. Yeter ki ona dokunma."

Benim telaşa sürüklenmemden keyif alarak "Ok ve yayını yere at! Kara şamana da söyle lanet okumayı bıraksın yoksa taptığınız beyaz cadı soyunun sonunu kendi ellerimle getiririm--" Kara Elf cümlesini tamamlayamamıştı zira çadırın içine kirpiklerimi kapatıp açmamla bir gölge girmiş ve pençelerini Kara Elf'e savurarak boğazını parçalamıştı. Boğazında açılan beş yarıktan oluk oluk kan akan Kara Elf'in elinde tuttuğu hançer yeri boylamış sonrada ölü bedeni hançerin üstüne yığılmıştı. Öteki kara Elf Çaka tarafından çarpılmışçasına tüm kemikleri katır kutur sesler çıkararak kırılmış. Kolları, bacakları tuhaf bir şekil almıştı.

"Çadıra ne bok yemeye kara elfleri alıyorsunuz!" Tuttuğum nefesi seslice bıraktım. Öyle bir rahatlamıştım ki huysuzluğu bile şuanda bana batmıyordu. Alysa'ya bir şey olacak diye ödüm kopmuştu.

"Gelmişiniz! Kanı alabildiniz mi?" 

Gideon cebinden boru şeklinde bir kan şişesi çıkardı. Şişenin demir kafasını döndürerek açıp "Şimdi ne yapmamız lazım?" diye sorarken Alysa'nın haline dalıp gitmişti. Sevdiği kadını acıdan kıvranır şekilde görmek bizi bile bu kadar etkilerken onun içinde kopan fırtınaları düşünemiyordum bile.

"Kanı içir." Beyaz cadıya uzanan eli tereddütle duraksamıştı. Sanırım dokunursa canını daha çok yakmaktan korkuyordu. Muhtemelen yapmak zorunda olduğunu bildiğinden ikilemde kalmayı kesip elini Alysa'nın boynunun altından sokarak dikkatlice başını kaldırdı. Şişeyi dudaklarına dayayıp içirmeye çalışsa da beyaz cadı ağzını açamadığı için kan ince bir çizgi halinde dudaklarının arasına dolmuş ve dışarı taşmıştı. Böyle olmayacağını anlayınca kara kurt kan şişesini kafasına dikti ardından Alysa'nın dudaklarına kapandı. Kanı içebildiğini yutkunurken boğazının oynamasından görebiliyordum. Gideon geri çekilerek kanlı dudaklarını koluna sildi. 

"Geriye sadece beklemek kaldı." 

"Ne zaman uyanacak?"

"Birkaç gün alacaktır."

Araya girerek "Peki ya mavi ateş?" diye sorduğumda "Onu da aldım. Uyandığında Hadme'ye bizzat verecektir." dedi. Bakışlarımı tekrar Alysa'ya çevirdim. 

Lore ritüeli. 

Cadıların yapabildiği nadir ritüellerden biriydi. Safkan olmadan önce kanını aldığı kişiyle görüşecekti ve uyandığında tam bir beyaz cadı olacaktı. Cadının bildiği tüm bilgileri ise onunmuşçasına özümseyecekti. 

İşte bu kadar değerli bir ritüeldi.

Dilerim ki; soyunu yok olmaktan kurtarırsın beyaz cadı.

Son kan olmaktan.

დ Ay ay neler oluyor Alysa sonunda Lore'yi yapıp safkan mı oluyorr neee

დ Sizce Alysa görüştüğü cadıdan neler öğrenecek? Ne gibi değişimler geçirecek?

დ Aramile Alysa'ya asılıyor diye o kadar sövdünüz ama çocuk tamamen masummm.

დ Bölümde en sevdiğiniz kısım neresi oldu?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzereee <3














Continue Reading

You'll Also Like

1.4K 97 40
Karanlıkta boğulmak nedir iyi bilirim. Şimdi sende fazla direnme çünkü gözüküyüzünün aydınlığından çok uzaktayız. Sıradışı hikâyelere inanır mısınız...
2.4K 398 21
Ersin ve erol Adeta meslek edilmişlerdi Kendilerine Beladan belaya koşarak böyle yaşamayı Erol 'un amcası Milletvekili hüseyin bey Elbet Birgü...
2.3K 188 5
M. Ö. 209 – Esik, Orta Asya Mete Han, Çin'e karşı baskısını sürdürmektedir. Boy beylerini bir araya toplayarak son darbeyi indirmeyi planlamaktadır...
4.3K 320 20
Fırat ve Ateş, kayıp kız kardeşlerini bulmak için çocukluklarını harcadıkları yolda sona yaklaşmışlardı; eğer Fırat'ın tüm planlarını öfkesine hakim...