KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-

27.6K 3K 1.3K
By endless_Q

İnstagram / "endless_q.r"

Twitter / "Endless_QR"  

7459 kelime... (32 Sayfa)

▏₰ Alysa

Kan rengindeki üç irise sahip kara kargalar tarafından izleniyorduk. Kurumuş çıplak ağaçların dallarına pençelerini geçirmişler leşimizin yere serileceği vakti bekliyorlardı. Akşam yemekleri bizdik. Sayıları o kadar çoktu ki küçük bir kor yaratan cansız ağaçların her bir dalında ikişer, üçer tanesini yan yana dizilmiş olarak görebiliyordunuz. Yulier'in dediği gibi birileri tarafından tuzağa çekilmiştik. Kara büyüyle yaratılan bir alana hapsedildiğimiz için kaçış yolumuz kapatılmıştı. Sırt sırta vermiş, her birimiz bir bölgeyi gözetliyorduk. 

Az evvel işittiğim büyü sesi kesilmişti.     

Çevremizi saran ağaçların hemen karşısında devasa bir sıradağ bulunuyordu. 

Üzerinde çağlayan şelalenin rengi kırmızıydı.

Gökyüzü kırmızıydı.

Bu dünyadaki her şey kana bulanmıştı.

"Beni özledin mi küçük cadı?"

Ses tüm mekanda yankılandığından yerini saptayamamıştık. Konuşan kişinin kim olduğunu biliyordum. Gideon onu sağ mı bırakmıştı? Yulier anında kaşlarını çatarak "Elaxi." dedi. Kızıl kurdun havarileri Kalash klanı tarafından mimlendiğinden herkes onlardan haberdardı. O yüzden Yulierin Elaxiyi tanımasına şaşırmamıştım. Klanın üst mertebesindeki kurtlar daha evvel onlarla karşılaşmış hatta savaşmış olmalılar.   

"Şu işe de bakın aranızda tanıdık yüzler görüyorum... Görüşmeyeli uzun zaman oldu dişi kurt."

"Korkak gibi saklanmayı bırak da karşıma çık gazabın kara cadısı!" Yulier'in yeşil gözleri sinirle parlarken kurt dişleri uzamıştı. Boğazından gelen tehditkar hırıltıyı işitebiliyordum. Elaxi kahkahalarla gülmeye başlayınca kargalar huzursuzlaştıklarının göstergesi olarak kara kanatlarını çırpıp gakladılar. Karanlığın hayvanları dahi doğaya karşı çıkan bu türü ret ediyordu.

"Her zamanki gibi vahşiliğin üzerinde. Sana hep söylüyorum; kaşlarını böyle çatmaya devam edersen erken kırışacaksın. Kusura bakma tatlım bu kez seninle ilgilenemeyeceğim. Beyaz cadı şuanda daha çok ilgimi çekiyor. Ama merak etme seninle oynamak isteyen bir arkadaşımı yanımda getirdim." Parmak şıklatışının ardından bizden on beş metre kadar uzakta hava içe doğru bükülerek spiral bir biçim alıp yutuldu. Yutulan kısım yavaşça kararak kara bir delik meydana getirdi. 

O deliğin içindeki karanlık her nereye bağlanıyorsa gaileyle lanetlenmişti. İçeriden gelen uğultu gezenin etrafında dönerken çıkardığı ürpertici boşluğu andırıyordu. Karanlıkta bir çift kırmızı göz açıldı, kara delikten usulca çıktı. Pençeleri toprağı döven hayvanın kalıplı bedenini gri tüyler kaplamıştı. Bu Hyuga'dan sonra gördüğüm ikinci gri kurttu. 

"Suryok dişi kurt senindir." Duyduğum isimle gözlerim büyüdü. Birilerinin evine izinsiz girmeyi hobi edinmiş o manyak gri kurt muydu? Suryok Elaxinin dediklerini kale almadan korkunç bir şekilde kükredi. Bize doğru koşmaya başladığında sürüdeki kurtlar öne çıkmak isteseler de Yulier "Yerinizde kalın!" diye emredince durdular. Dişi kurt kemerindeki kırbacı çözerek iki kere yere vurup şaklattı. Ardından savurduğu kırbacı Suryok'un bileğine dolayarak bütün gücüyle çekti. Suryok'un dengesi bir an için bozulunca Yulier bu fırsatı değerlendirerek kırbacı iki eliyle birden sıkıca kavrayıp gri kurdu bizden uzağa savurdu. 

Suryok yere yapışmadan evvel pençelerini yere sürtüp hızını yavaşlattı. Metrelerce sürüklendikten sonra yara almadan durabilmişti. Yulier gözünü düşmanından ayırmadan "Hayatta kalın." dediğinde endişeyle arkasından baktım. 

Hamileydi. Lanet olsun, hamileydi. Ona yardıma gitmek istiyor olsam da Elaxinin bizim için bundan fazlasını hazırladığına emindim. Üstelik az evvelki kara büyü bu alanı yaratmak için kullanılmamıştı. Niyeti farklıydı ve benim büyünün ne için yapıldığını öğrenmem gerekiyordu. İliklerime uçları korlaştırılmış iğneleri batırıp çıkaracak güçteki büyü basit bir şey için yapılmış olamazdı. Sezdiğim tehlike bu zamana dek hissettiklerime benzemiyordu. 

Büyüden ölüm hissiyatı alıyordum.

Ölüm büyülerinden biriydi.

Alana çekilmeden evvel Harak uyarmak için bağırmıştı. Şimdiyse onunla iletişime geçemiyordum. Aramızdaki irtibat koparılmıştı. Umarım çok geç olmadan önce olanları Gideona haber vermiştir.

"Aşina ne yapacağız?" Sürü tamamen bana odaklandığında kaşlarımı çattım. 

"Sonuna kadar savaşacağız. Havarileri bizi karşılarına aldıklarına pişman edeceğiz." Bir saniye önceki umutsuz ifadeleri yerini savaşma arzusuna bırakmıştı. Eira "Yardım gelene kadar dayanmamız yeterli." deyince hepsi anladıklarını belirtircesine kafalarını salladı. Avcı kız belinde sayısını arttırdığı diğer hançeri de çekti. 

Artık ikiz hançerler kullanıyordu.      

Eira, Yulier ve benimle birlikte toplamda yirmi üç kişiydik. Üçümüz ayrı ayrı savaşmakta sıkıntı çekmezdik. Yanımızda getirdiğimiz kurtlarsa Gideonun bizzat eğittikleriydi. Kara kurt yanıma aldığım sürünün özel kurtlardan oluşmasına özellikle dikkat ediyordu. Bu adamın tedbirleri her zaman bir yerde, bir şekilde işime yarıyordu. Klana geri dönünce ödül olarak onu öpmeyi unutmamalıydım. 

İzlenme hissiyatıyla dolup taştığımda elalarımı hızlıca çevrede gezdirdim. Gözlerim diğerlerine nazaran daha sık ağaçlarla dolu olan korunun girişine sabitlendiğinde orada dikilen adamı gördüm. Kurum siyahı saçları arkasından örülmüş beline dek iniyordu. Perçemleri uzun olduğundan çenesine düşmüştü. Altında şalvar tarzında ince kumaştan bir pantolon vardı. Aynı kumaşın daha darından uzun kollu bir penye giymişti. Ölü beyazı rengindeki teni ve siyah kıyafetlerin içindeyken tam anlamıyla kara cadıydı.

Dudakları keyifle iki yana yayıldı.

"Algıların güçlenmiş."

Elimi baldırıma bağlı küçük çantanın içine atarak büyü kağıtlarından birini çıkardım. 

"Güçlenen tek şey algılarım değil."

Güldü. "Göreceğiz ama ondan önce yanındaki gereksiz kurtçuklardan kurtulalım." Sürüdekiler Elaxi'ye öldürme kastıyla bakıyorlardı. Gazap seviyesinde olması hiç birini tedirgin etmemişti. Normalde de Kalash'ın kurtları gözü pekti lakin çoğunlukla savaşacakları ırklar onlardan bir tık güçsüz oluyordu. En azından benim katıldıklarım da öyleydi. Elaxi vahşet seviyesini atlatmış bir kara cadıydı, haliyle gücü aşağı yukarı Metus yada Aramil kadardı. 

Ne planlıyordu bu herif? Sürüyü hazırlıklı olması için "Dikkatli olun." diye uyardım.

Elaxi elini kaldırarak yeniden parmağını şıklattığın da bu sefer gökyüzünde neredeyse yirmi adet kara delik belirdi. Yerde değil de semada belirmeleri içeriden uçan bir şeylerin çıkacağını anlamama yetti. Diken üzerinde çıkan şeyi beklerken bir gözümü de Elaxi'nin üzerinde tutmaya özen gösteriyordum. 

Kopan ilk feryat insanın içini testereyle keser cinstendi. 

Delirmiş bir şeyin, aklını kaçırmış, çıldırmanın o zıvanasıyla cezalandırılmıştı. Fark ettiğim ayrıntıyla incelememi yoğunlaştırdım. Suryok'un çıktığı kara delikle şimdiki kara delikler farklıydı. Acaba uzay-boşluk yüzükleri gibi gücünü bölmelere ayırabiliyor muydu? Kara delikler bir geçiş koridoru mu yoksa hapishaneler miydi?

Genişçe açılan kanatlardan dökülen tüyler aşağıya düşerken yağmuru çağrıştırıyordu.

Bakakaldım. Bu şeylerde neydi böyle?

Kara delikten gövdesinin yarısını çıkarıp sağına soluna bakan yaratık en sonunda çıkmaya karar verince kanatlarını devreye sokmuştu. İnsanı andıran bu türün gözü, kaşı, dudağı, burnu, kulağı, saçı yoktu. Yüzü yoktu. Düz bir duvara bakıyor gibiydim. Kimisinin erkek vücudu varken, kimisinin kadın vücudu vardı. Kadınların göğüsleri çıplak olmasına rağmen uç kısımları yoktu. Zaten onları birbirlerinden ayırabilmenin tek yolu da bu fazlalıklardı.

Hepsi keldi. Vücutlarının alt kısmı, diz kapaklarına gelen bir peştemal ile örtüldüğünden cinsel organlarının olup olmadığını söyleyemiyordum. Kaburgalarından çıkan kanatların kökü beyaz tüylerle donatılsa da ortalara doğru renk grileşiyor uçlara gittikçe siyahlaşıyordu.

"Biri beni çimdiklesin." 

"Söylentiler doğruymuş. Gazabın kara cadısı Elaxi Nefilimlerden bir ordu hazırlamış."

Nefilim mi! Bu yaratıklar düşmüş melekler miydi?! Elimdeki büyü kağıdını sıkarak "Biri bana onlar hakkında hızlıca özet geçsin." dediğimde Eira anında bildiklerini benimle paylaştı. "Melekler savaşçı ırklardır, bağnazlıklarıyla tanınırlar. Düşmelerine vesile olan şeyler hala gizemini koruyor. Düştüklerindeyse bu tarz bir yaratığa evriliyorlar. Akıllarını, vücutlarını hatta yüzlerini dahi kaybediyorlar." Anlattıkları mustasyon geçirmiş bir virüsün riskleriyle uyuşuyordu. 

Benim alemimdeki mitlerde düşmüş meleklerin kanatları kopartılırdı. Meleklerin kanatları gurur kaynağı olduğu gibi türlerinin ana sembolüydüler. Buradaysa kanatlar kararıyordu... tıpkı günaha boyanmış gibi. İşittiğim feryatlar düşen meleklerin çektikleri azaptan kaynaklanıyordu. Dönüştükleri şeyden nefret ediyorlardı, bu şey acı veriyordu. Hepsinin elinde çeşit çeşit savaş aleti vardı. Kılıç, mızrak, balta, yay ve daha nicesi. Sanırım kaybetmedikleri tek şey savaşçı ruhlarıydı.

Elaxi onları bir şekilde kontrol ediyordu. 

Peş peşe kara delikten çıkışlarını izlerken önümüzdeki probleme odaklanıp "Daha fazla çoğalmalarına izin veremeyiz." dedim. 

Sayıca çok azdık! 

Eira dikkat etmemiz gereken esas yere parmak basarak "Zaten bir tanesiyle baş edebilmek göründüğü kadar kolay değil. Düşmüş olsalar bile bu onların eskiden melek olduğu gerçeğini değiştirmiyor Alysa. Melekler üstün ırklardır. Güçlüler. Hem de çok güçlüler." dedi. 

Elalarımı düşmüş meleklerden alıp Elaxi'ye çevirdiğimde bana kibirli bakışlar attığını gördüm. Gücün ve avantajın onda olduğu gayet netti. Zira bunca nefilime karşı bir de gazap seviyesindeki o, buradaydı. 

Kelimenin tam anlamıyla darboğazdaydık.

Aklımda kurduğum taktiği birkaç kez gözden geçirdikten sonra sürdürebileceğimiz en iyi metodun bu olduğuna karar vermiştim. "Aranızdan on kişi kurda dönüşsün diğerleri bu formda kalsınlar. Herkes bir kurt, bir insan olarak iki kişilik gruplarla mücadele edecek. Sakın düşmanınızla yalnız savaşmaya kalkışmayın." Kurt versiyonundakiler güçte, insan versiyonundakiler çeviklikte kazanç sağlayacaktı. Eksik kaldığımız yönleri bu şekilde tamamlayacaktık. Maksadımı kısa sürede kavrayan kurtlar plana itiraz etmediler.

"Geri çekilmeniz gerektiğinde çekilin. Sonradan uygun bir fırsat bulduğunuzda tekrar saldırıya geçersiniz. Biliyorum sizin gözünüzde bu kaçmakla eş değer lakin unutmayın ki burada söz konusu hayatlarınız, hayatlarımız. Sayı üstünlüğü onlarda."

"Aşina kara delikleri kapatmadığımız sürece gelmeye devam edecekler. Bu şekilde fazla dayanamayız."

"Siz orasını bana bırakın, halledeceğim." Şimdiye dek söylediklerime büyük bir inançla yaklaşsalar da kara delikleri halledeceğimi söylediğimde ifadeleri çarpıcı bir şekilde değişti. Yüzlerine yansıyan duygu kuşku değildi. "Kara delikleri halledebilmeniz için onlara yaklaşmanız mı gerekecek? Ya Elaxi sizi onlardan birinin içine çekerse? Buradan sizsiz çıkarsak liderimiz bizzat boyunlarımızı parçalar. Lütfen kendinizi tehlikeye atacak bir şey yapmayın. Bizim yapmamıza müsaade edin."

"Aşina ölecek kişi bizlerden biriyse klanda yerimizi doldurabilecek kardeşlerimiz var. Fakat dişi liderimizi kaybedersek sürünün büyük bir parçası eksik kalır. Geride sizin yerinizi doldurabilecek kimse yok." Gruptan onay mırıltıları yükseldi. Hepsinin aynı fikirde olmasıyla nutkum tutulmuştu. 

"Ne yani benim yerime öleceğinizi mi söylüyorsunuz?" Şaşkınlığımı yüzlerindeki tebessümlerle karşıladılar. Dişi kurtlardan biri dizginsiz bir itikatla kardeşlerinin sözcüsü oldu. "Aşinamız için ölür, öldürürüz. Tüm sürü bu gaye için yaşar." 

Ellerini sol göğüslerinin üzerine koyarak önümde hafifçe eğildiler. 

Saygılarını gösteriyorlardı.

Kalbim allak bullak olmuş hislerle küt küt atıyordu. Birileri tarafından ilk kez bu denli benimseniyordum. Kurtlar sürülerine sadık olurlardı. Çoğu doğdukları günden beri beraberlerdi. Sürüde yaş istisnası olsa da katılanlar her halükarda aynı klanın kanını taşıyorlardı. O yüzden miras bırakılan kanı taşımadığım için içlerine girsem de aralarında sırıtacağımı düşünürdüm. Tüm bu sebeplerden dolayı Kalashlıların Aşinası olmayı kabul ederken herhangi bir beklentiye girmemiştim. Buna rağmen beni canı gönülden ağırlıyorlardı. 

Onlardan olduğumu söylüyorlardı.

Kana ihtiyaç yok. Korumak istediklerimiz, kalplerimiz birse, aynı istikbal için omuz omuza savaşıyorsak bütündük. Kalash klanının takip ettiği esas buydu.

İçtenlikle gülümsedim, bende onlardandım.

"Duygularınız için size ne kadar teşekkür etsem de az, minnettarım. Lakin bir konuda yanılıyorsunuz. Sizin benim için hissettiğiniz her şeyi bende sizin için hissediyorum. Kimsenin yaralanmasını, ölmesini istemiyorum. Aşinanız olarak bende sizi aynı şekilde korumak istiyorum. Buradan birlikte çıkacağız." 

Bazıları söylediklerimle memnun kalırken bazılarının ayak direteceklerini anlamıştım. "İçiniz rahat olsun, kara deliklere uzaktan müdahale edeceğim." Bunun sözünü alınca anında sakinleştiler.

"Sizi kim koruyacak? İki kişi sizinle gelmeli."

"Gerek yok. Eira benimle kalacak."

Tereddüt ettiler. Sonuçta Eira sürüden biri olmadığı gibi kötü üne sahip bir avcıydı da. Onun Kalashlılar tarafından kabul edilmesi uzun sürecekti. Eira üstlerindeki güvensizliği okuyarak "Bana itimadınız yoksa Metusa olsun. Bozkurt size ihanet edecek birini mühürlüsü olarak kabul eder miydi? Aşinanızı hayatım pahasına koruyacağım." diyerek ant içtiğinde sürü bunu beklemediğinden afallamışlardı. 

Eira'nın ciddiyeti katı tavırlarını az da olsa yontmuştu.  

Dişi kurtlardan biri Eiraya ters ters bakarak "Sadece yardımcı komutan için." deyip uzaklaştı. Diğerleri de peşine takılarak ikili gruplara ayrıldılar. Aralarında anlaştıktan sonra kurda dönüşecek olanların gözleri parlamaya başladı. Dişleri uzayıp tüyler bedenlerinden fışkırırken vücutlarındaki kemikler çatır çutur sesler çıkararak yapılarını değiştiriyorlardı. Kemiklerin bu süre zarfında kırılıp saniyeler içerisinde kaynaması her seferinde içimi bir tuhaf ediyordu. 

Nefilimler gökyüzünde uçuyorlardı hala bizi fark etmemiş olmaları iyiydi. Göz ucuyla Elaxiyi yoklayarak Eiranın yanına gittim. Şu anlık karışmak gibi bir gayesi yoktu. Yulier'in ve Suryok'un bağırışlarıysa uzaktan geliyordu. Dişi kurt onu bizden uzak tutmak için azmediyordu.

"Kafana takma eninde sonunda seni kendilerinden biri olarak görecekler."

Başını sağa sola salladı. "Sürüye kendimi kanıtlamam gerekiyor. Dışarıdan birine -hele de bir avcıya- yaklaşımları ön yargılı oluyor. Irkım yalnızca kendi türünü önemser Alysa. İşimize yaramayacaksa problemlerden uzak dururuz. Temel amacımız soyumuzu devam ettirmektir. Üstelik bunun için tohumunu alacağımız erkeğin evli olup olmaması mühim değildir. Bazen evli olanları ayartmayı oyun olarak gören avcılarda oluyor. Bana yaklaşımlarını ayıplayamam."

Tek kaşımı kaldırdım. "Haklı olduklarını düşünüyorsun yani? Doğru mu anladım?"

Bakışlarını kaçırdı. "Avcı olmam her yaptıklarını doğru bulduğum anlamına gelmiyor. Şahsen ırkımın soyunu devam ettirme isteğini yanlış bulmuyorum. Hangi klan türünün tehdit altında olmasına göz yumabilir ki? Bizim aksimize dile getirmemelerinin nedeni böyle bir riskin nadiren ortaya çıkmasından. Türümde tohum üretebilecek kimse yok. Erkekleri ret ediyor olmamıza rağmen onlara ihtiyacımız var." İç geçirdi. "Sadece avcıların bu işi çirkinleştirmesi hoşuma gitmiyor."

"Klanında senin gibi düşünenler de var mı?"

"Dikkat edersen elbette bulabilirsin. Buna karşın düşüncelerini dile getirmezler."

"Neden?"

"Bariz değil mi? öldürülürüz. En iyi ihtimalle yüz karası ilan edilerek kovuluruz. Hiç bir avcı erkekleri savunamaz, varlığımıza ters."

"Eira bu farklılığın bir gün seni boğacağını hiç düşünmedin mi?"

Kederle gülümsedi, gözleri dolmuştu. "Boğuluyorum zaten Alysa."

Şefkatle sırtını sıvazladım. 

Herkes öyle ya da böyle bir şeylerle sınanıyordu. 

"Ne olursa olsun yanında olacağımızı unutma."

Bir insan ve bir kurdun oluşturduğu on grup yerlerini alarak emirlerimi beklemeye koyulduklarında Eira da benden uzaklaşmamaya özen gösteriyordu. Evde bol bol zincifreyle yedek büyü hazırladığım için kendimi tebrik ediyordum.

İhtiyacım olan büyü kağıtlarını diğerlerinden ayırarak bir araya getirip saydım.

Otuz adet.

Yirmi kara delik vardı. Elaxi ben kara delikleri dağıtınca muhtemelen yerlerine yenisini yaratacaktı. Yapacağımız mücadele irade savaşına dönecekti. Kalan büyü kağıtlarını baldırıma bağlı çantanın gerisine doğru koyarak işime yarayacakları ön tarafa aldım. 

Üç tanesini çekip parmaklarımın arasına yerleştirdim. Aynı anda üç büyü birden yapacaktım. Böyle bir şeye ilk kez kalkışacağım için tedirgin olsam da başka çarem yoktu. Büyü yaparken birinin beni kollamasına ihtiyaç duyduğumdan avcı kıza "Elaxi ile kaç dakika başa çıkabilirsin?" diye sordum. Kararsızlıkla alt dudağını dişledi. 

"Şartları zorlarsam beş ila sekiz dakika."

"Yeterli. Canını tehlikeye atma, dayanamayacağını düşündüğünde geri çekil. Elaxi'nin rakibi benim." Onunla kapatmamız gereken bir mazimiz vardı. 

Keyifle gülümsedi. "Ona ateşin beyaz cadısının gücünü göster."

Kararlılıkla "Göstereceğim." dedikten sonra başımla sürüye işaret vererek "Başlıyoruz." dedim. Elaxi bize karışmak yerine şu anlık izlemeyi tercih ediyordu. Ne yapabileceğimizi görmek istiyor gibiydi. Veyahut nefilimlerin bizim için kafi olduğunu da düşünüyor olabilirdi. 

İkinci seçeneğin doğruluğu daha ağır basıyordu.

Parmaklarımın arasındaki büyü kağıtlarını yukarı kaldırdığım gibi auramı serbest bıraktım. Yakut rengindeki cadı çekirdeğim de uyuyan ateş harlanarak faaliyete geçti. Güç damarlarıma doğru sürünüp kanıma karıştı. Yakıcı enerji bütün vücuduma kılcal damarlar misali yayılırken nihayetinde gözlerime ulaştı. Elalarımdaki ince damarlar ateş tarafından kavrulup gözlerimde patladı. Isıyı hissediyor, gözlerimden taşan ışık dışarı vuruyordu. 

Nefilimler kör, sağır ve dilsiz olsalar da hala canlıların yaydıkları haleyi hissedebiliyorlardı. Hepsinin başı anında benim olduğum tarafa döndü. Sonik dalgalara benzeyen çığlıklar attılar. Ağızlarının olması gereken bölge mumyaların keten kumaşla sarılmasına benzer şekilde hafifçe içe doğru göçtü. Sanki ağzının üstü bu bez parçalarıyla kapatılmıştı. Sonik patlamayı andıran ses dalgaları da oradan geliyordu. 

Üzerime doğru hücuma geçtiklerinde kurtlar hırlayarak öne doğru atıldılar. İnsan formundakiler bir ellerine avcı bıçaklarını alırken diğer ellerini fırlatma bıçaklarında her an çekilmeye hazır halde bekletiyorlardı. Nefilimler kurtların auraları olmadığından bedenlerinin yaydığı ısıyla yerlerini tespit edebiliyorlardı. Ok ve yay kullanan Nefilimler içlerinde en büyük tehdidi oluşturanlardı. Rüzgardan oluşturdukları oklar minik bir tayfun oluşturuyordu. Ve hepsi bana atılmak üzere yaya gerilmişti. 

Savaş şu saniyeden itibaren başlamıştı.

Göğü kaplayan kırmızı bulutların içerisinde yine kırmızı renginde şimşekler çakıyordu. Bulutların içindeki elektrik yükünün boşalmaya hazır olduğunu sezdiğim gibi "Yıldırım!" diye bağırdım. Bağırışım gümbürdeyen gök gürültüsüne karıştı. Üç kara deliğin üzerine inen zikzak biçimindeki üç ışık gösterisi flaştan yapılmış bir perde indirdi gözlerimize. Bir saniye sonra kalkan perdenin hemen ardından kulakları sağır edecek güçte üç ses çaktı. 

Sanki gök bağrından üç kez bıçaklanmıştı.

Işığın izlediği yolu bükerek içine çeken kara delikler yıldırımları yuttu. Akabinde içindeki yıldırımlar tarafından parçalanarak yok oldular. Elaxi'nin gözlerinin içine bakarak verdiğim mesaj yerine ulaşmıştı. Ne kırmızı ne de turuncu rengi olan göz rengine yakışacak bir isim bulmuştum sonunda. 

Nar rengi. Kesinlikle nar rengiydi. Gazabın sonuncu seviyesine yükseldiğinde göz rengi bir tık daha açılacak ve turuncuya bir adım daha yaklaşacaktı. Arka planda insanı küle döndürecek voltajlarla dolu bulutlar cehennem ağzı gibi gürlerken Elaxi'nin yüzüne bir gölge vurup bir aydınlatıyordu. Hareleri şaşkınlığının getirisi olarak büyümüştü. Sadece on saniye kadar süren afallaması yerini memnuniyete bırakmıştı.

Dişine göre bir rakiptim.

Sürü yaptığım işe hayran kalmıştı. Hepsinin gözünde hırsın kıvılcımları belirerek daha vahşi saldırılara geçmişlerdi. Dedikleri gibi Nefilimlerle savaşmak kolay değildi hele de uçarlarken. Zorlanıyor olsalar da iyi iş çıkarıyorlardı. Elaxiye oyuna girmesi için baskı yapacaktım. Üç büyüyü aynı anda yapmak hafifçe başımı döndürse de beklediğimden daha iyiydim. Eira düşmüş meleklerin attıkları iki oktan kurtulmuştu. Bu sırada rüzgarın etkisiyle ufak tefek kesikler almıştı. Öyle bir ivmeyi sıyrıklarla atlatabilmesi takdir edilesiydi. 

Eira nefes nefese yanıma gelirken "İlk önce okçulardan kurtulmamız lazım." dedi. Bacağındaki ve kolundaki kesiğe bakarak "İyi olacak mısın?" diye sordum. Kesikler derin olmasa da çok kan akıyordu. Şimdiden kolunun ve bacağının bir kısmı kanıyla ıslanmıştı. Hançerlerini kemerindeki kınlarına yerleştirip üzerindeki bluzun eteğini tutarak ağzına götürdü. Dişiyle kavradığı bluzu çekerek yırttı. Kopardığı kısmı iki parmak kalınlığında ortadan böldü. Ardından birini baldırındaki yaranın biraz üstüne, diğerini de kolundaki yaranın az üstüne sararak sıkıp düğüm attı. 

Amacı kanı durdurmaktı.  

Kendine ilk yardımda bulunuşunu izlerken "İksir içmeyecek misin?" diye sordum. Eiranın yanına iksir almamak gibi bir hataya düşmeyeceğini biliyordum. 

"Kullanmak için acele etmeyeceğim. Bu lanet yerde ne kadar kalacağımız muamma. Tedbirli olmamız lazım." Haklıydı. Kurtların yanlarında da ikişer adet iksir olduğunu bilmek rahatlatıcıydı. 

"Ee okçuları nasıl indiriyoruz?" diye sordu. 

Tamda o sırada Nefilimlerin bıraktıkları okların üç kurdun; göğsüne, bacağına ve omzuna saplanıp geçtiğine şahit oldum. Oklar rüzgardan oluştuğu için etlerini spiral şeklinde parçalayıp delip geçmişti. Üstelik kurtların çelik gibi sert kemiklerinde dahi çatlaklar açmayı başarabilmişlerdi. Kan vücutlarından dışarı resmen püskürerek çıkıp toprağa benek benek serpildi. Okun şiddetiyle sürüklenen cüsseleri yerde yığılı kaldı. Kolu yaralı olmasına rağmen partnerine odaklanan insan formundaki adam hızlıca kurdun yarasına bakıp çantasından yeşil renkte iksiri çıkarıp içirdi. Kurdun güç bela inip kalkan göğsü daha rahat nefes alıp vermeye başladığında Eira gibi kıyafetini sıkıp yaralı koluna sardı. Gözleri bu arada etrafında dört dönerek düşmanı kolluyordu. 

Sürü birçok savaşa katılıp piştiği için nerede ne yapması gerektiğinde ustalardı.

Diğer yaralı kurtlara da yardım gitti. 

İzlediğim manzaradan dolayı kaşlarım derince çatılmıştı. Bakışlarımı yukarı kaldırdım. Yeni oluşturdukları okları menzillerine sürmeye hazırlanan Nefilimlere öfkeyle baktım. Damarlarımdaki ateş gözlerimde harıl harıl yanarken sinir uçlarımı da dağlıyordu. O oklardan bazıları sürüme zarar vermişti. Dişlerimi sıktığım anda birden alevler yükseldi ellerimden. Avuçlarımı birbirine vurup alevleri birleştirdiğimde ateşin birbirine kaynarken çıkardığı çıtırtının ezgisini dinledim. Ateşe istediğim biçimi verebilmek için alazın bir kısmını kendime doğru çekip ateşten bir yayla ok meydana getirdim. 

Yayı sonuna kadar gerip yukarıdaki okçulardan birine hedefledim.

Kirişi bıraktığım gibi havayı delerek ilerleyen ateş okum avımın göğüs kafesinin tam ortasına girdi. Gazabımı taşıyan ateşin kıvılcımları içeriye dağılarak ne var ne yoksa yok etti. Nefilim hareket etmeyi kesti. Turuncu bir ışıktan eğirilmiş örümcek ağı misali bütün gövdesine saniyeler içerisinde yayılarak parlayan şey ateşti. 

Bunlar yanan damarlarıydı. 

Düşmüş melek patladığında ateş dalgası yaratıp etrafa küllerini saçtı. 

"Ateşin cadısının gücünün tadına bakın sizi bozuk melekler!" Eira otuz iki diş sırıtarak zaferin sarhoşluğuna kapılıp Nefilimlerle dalga geçiyordu. Onun coşkusuna kapılarak bende gülüp bir sonraki Nefilimi indirdim. Kurtlardan biri daha zor durumda olduğunu belli eden bir feryat çıkardığında anında bakışlarımı o tarafa çevirdim. Sorumlulukları üzerimde olduğu için iyi olacağına inanana dek yaralanan kişiye bakmadan duramıyordum.

Ölmelerini istemiyordum. 

"Sen meleklerle ilgilen ben giderim." Eira cevap vermemi beklemeden koşturdu. Bir kurdu bildiğiniz boğazlayan meleğin üstüne atladığında melek çırpınarak onu sırtından atmaya çalışsa da Eira kolay lokma değildi. İkiz hançerlerini meleğin iki taraftan boğazına saplayıp çıkardı. Parende atarak yere indi. Bu melek az öncekinin aksine beyaz bir ışık saçarak patlamıştı. 

Ölümleri içlerinde başıboş kalan enerjiyi dışarı salıyordu. Enerjinin amansız infilak etmesiyle oluşan dalgalara maruz kalanlar da büyük oranda ölecektir. Nefilimler tıpatıp canlı bombalardı.

Elaxi'nin arkamdan tekrar parmağını şıklattığını duyunca çenemi sıktım. Beni her şekilde kapana kıstıracaktı. Tahmin ettiğim gibi dağılan kara deliklerin olduğu bölge bükülmüş, yeni kara delikler yaratmıştı. Vakit kaybetmeden çantamdan üç büyü kağıdı daha çıkardım. 

"Yıldırım!" Zikzak şeklinde inen kanlı yıldırımlar farklı üç kara deliği yok etti. Benimle kapışmak istiyorsa istediğini alacaktı. Bakışlarımı savaş alanında gezdirerek yardıma muhtaç birileri var mı diye taradım. Çoğu grup melekleri tuzağa çekmişti. İnsan formundakiler komplo kurulan meleğin kaburgalarındaki kanatları avcı bıçağı ile tereyağından kıl çekermişçesine bir hızla keserek kaçma şansını ortadan kaldırıyor, kurt ise dişlerini nefilimin boğazına geçirerek işini bitiriyordu. Lakin bazı melekler tek kanatla kalsalar da pes etmiyorlardı. Kollarını feda ederek keskin dişlerin arasına sokup ölümcül hamleyi engelliyor, insan formundakini sonik patlama ile metrelerce öteye savuruyorlardı.

Uzuvlarındaki kayıplar onlar için dert değildi. Savaşmaya odaklanmış ölüm makineleri olmak dışında işlevsizlerdi.

Aşağıdaki kurtlar meleklerin dikkatini çekmek için fırlatma bıçaklarını kullanıyorlardı. Alçalan melekler menzillerine girdiklerinde yeniden fırlatma bıçaklarına başvurup alınlarının çatından vuruyor olsalar da her birinde aynı taktik işe yaramıyordu. Kılıç ya da balta kullananlar silahlarıyla kendilerini savunarak minik bıçakları bertaraf ediyorlardı. Sürünün yetenekleri göz doyuruyordu. Aralarında fikir ayrılığı olmadığı gibi koordinasyonları da mükemmeldi. Şimdiden on melek öldürülmüştü. Benim öldürdüklerimle sayı on beşi buluyor olsa da kara deliklerden sonu yokmuşçasına çıkıp durdukları için sayıları azalmıyor ölü rakamı artıyordu.

Böğrü deşilmiş kurtlardan birini kenara çeken kadını görünce adımlarımı onlara doğru çevirirken aynı anda avcı bıçağımı çektim. Yol boyunca yanından geçtiğim melekleri bacağından, kanadından ya da omzundan bıçaklayarak sürüme yardım ettim. Odakları bana dönecek olsa bile sürü anında müdahale ederek yeniden meleklerin onlara dönmelerini sağlıyorlardı. Alnını ter tabakası kaplamış dişi dolu dolu gözlerle "Hayır." diye mırıldanıyordu. Elleriyle kurdun böğrüne baskı uyguluyordu. Dizlerimin üstünde çömelerek yarayı inceledim.

Çok derindi.

"Aşina ölüyor." Göz bebekleri titriyordu. Mental olarak çökmüş olduğundan sağlıklı düşünmekten çok uzaktı.

"Orta derece iksir lazım." Yanaklarından patır patır yaşlar dökülürken kafasını iki yana salladı. "Sadece turuncu olanlardan var. Bu yara için yetersiz." 

Burnumdan öfkeyle soludum. "Ne demek yeşil iksirim yok?" 

"Klanın verdiklerini önceki görev esnasında kullandık. İksir dükkanına gitsek de ayın sonuna dek iksirin çıkmayacağını söylediğinden boş ellerle döndük." O cüce iksirleri aylık mı yapıyordu? Yoksa toplu olarak alınmadığından fazla maliyet elde edemeyeceği için mi kapıyı yüzlerine kapatmıştı? Kahretsin! Klanın dışarıya bağlı olması bu tarz durumlarda başımıza bela oluyordu. Çantamdan yeşil iksiri çıkarıp uzattım. 

"İçir."

Afalladı. "Olmaz Aşina! Siz ne yapacaksınız?"

"Dediğimi yap! Ben başımın çaresine bakarım." Kız diretecek gibi görününce yüzüme sarsılmaz bir ifade ekleyerek "Ölmesini mi istiyorsun!?" diye bağırdım. 

"H.. hayır ama--"

"Aşina olarak bu bir emirdir!" Ona seçenek sunmadığımdan çekinerek uzanıp iksiri aldı. Tıpasını çıkarıp kurda içirdiğinde yarada gözle görülür iyileşme belirtileri başladı. Hayatım riske girse de bir yanım rahatlamıştı.

"Uyanana dek tetikte kal." 

Başını hızlıca salladı. "Teşekkür ederim."

Savaş alanına geri dönmek için ayağa kalktığımda bir an için başım döndüğünden tökezlemiştim. Dişi kurt telaşla ayaklanıp kolumdan yakaladı. 

"İyi misiniz!" Gözlerimi bir süre kapatıp açtım.

"İyiyim."

"Büyü gücünüzü, ateş gücünüzü, dirayetinizi aynı anda kullanıyorsunuz. Bunun size zarar vermemesinin imkanı yok."

"Bir anlık bir şeydi geçti." Bakışlarındaki endişeye gülümseyip "Arkadaşınla ilgilen." diyerek cevap vermesine fırsat tanımadan kurtların arasına koşturdum.

Dayanacaktım. 

Dayanmak zorundaydım. 

▏₰ Yazar

Bozkurt pencereden dışarıdaki kasvetli havaya baktıktan sonra yaptığı işe geri dönerek şöminedeki közleri demirle harlayıp ardından kenara dizilen kalın kütüklerden içine birkaç tane attı. Demiri tekrar közlerin içine sokarak odunları tutuşturmaya çalıştı. Üçüncü ayın ortalarında oldukları için kar yerini yavaş yavaş yağmura bırakmaya hazırlanıyordu ama ne zaman o ilk damla düşerdi meçhul. 

"Ne zaman geri dönecekler demiştin?" Kendisinin aksine koltukta bir ayağını diğer dizine yaslayarak rahatça oturan gri kurda sinirle ofladı. Karısının hamile olduğunu öğrendiğinden beri hayatı onlara zindan ediyordu. Yulier'in ilk mantar toplayışı falan mı sanıyordu? Gideon Alysa için bu kadar dır dır etmemişti. 

"Sikeceğim ama artık."

Hyuga işittiği küfürle Metusa döndü. Gözlerini her an geri döndüklerine dair bir haber gelir diye dışarıdan ayırmıyordu. 

"Ne meraksızsın lan? Hiç mi Yulier için endişelenmiyorsun? Karıma hamile hamile iş kitliyorlar." Metus gözlerini devirdi. Eira için bile demiyor yine karısını araya sokuşturuyordu. Hem Yulier'i çalıştıran onlar değildi ki? Kendisi istemişti gitmeyi. Üstelik şikayetçi olması gereken adam içeride kendisine çay dolduruyordu.

"Bir tek senin karın mı hamile kalabiliyor bu dünyada? Oğlum ne abarttın ya? Kız iyi işte!"

Bu sefer kaşları çatılan taraf karşısıydı. Ayağıyla Metusu sırtından ittirince Metus küfrederek son anda dengesini sağladı. Yoksa kafa üstü şömineye girecekti.

"Alt tarafı ne zaman geleceklerini sordum it! ne dedim sanki?"

"Sokacağım şimdi demiri götüne. Beş dakika önce, ondan önceki beş dakika ve ondan önceki beş dakikada da sordun! Bilmiyorum lan anla artık şunu!"

Suratını ekşitip tam ağzını açmışken Metus konuşmasına izin vermeyerek demiri kafasına geçirecekmişçesine kaldırıp "Bir kere daha karım hamile benim dersen cidden işi gerçeğe dökeceğim." diye bağırdığında Hyuga bir demire, bir Metusa bakıp susma kararı aldı. Çocuğunun doğumunu görmek istiyordu sonuçta. 

Onlar tartışırken içeri elinde tuttuğu bardakla giren Gideon sessizlik karşısında tek kaşını kaldırdı. "Daha demin biri kuyruğunuza basmış gibi viyaklıyordunuz ne oldu da sessizleştiniz?" 

"Evde şömine demiri tutmak tehlikeli olabilir." Hyuga'nın saçma tavsiyesine tip tip baktı kara kurt. Durduk yere ne bok diyordu bu herif? 

"Ne--" Aslında aklından geçen şey ne saçmaladığını sormaktı fakat cümlesini yarıda kesen bir şey meydana geldi. İlk darbe kalbine geldiğinden iki büklüm oldu. Elindeki bardak yere düşerek binlerce parçaya ayrıldı. 

İkinci darbe beynini bir anda dolduran milyonlarca sesten ibaretti.

Gölgeler.

Gölgeler kafasının içerisinde aynı anda konuşuyor ona endişeyle sesleniyorlardı. Zihninde o kadar çok ses vardı ki ne dediklerini anlamadığı için kafası patlayacakmış gibi hissediyordu. Dizlerinin üstüne çökerek kafasını parkeye vurup ellerini başına bastırdı.

"Gideon?!"

"Gideon ne oldu?!"

Diğerlerinin arasından sıyrılan gür bir haykırış zihninde kükreyerek gürültüyü sindirdi.

「Kalmes! ateşî tehlike--」

Seçtiği kelimeler eksik kalmasına rağmen kendi kendilerini korkunç bir kıpırtıyla tamamladılar. Keşke yan yana gelmeselerdi dedirtecek şekilde hem de. Harakla birlikte bütün gölgelerin sesleri geldikleri hızla hiçliğe çekildiler. Bununla birlikte Gideon küçüklüğünden beri sezdiği varlıklarının da yıllar sonra kaybolduğunu hissetti. 

Alnında dakikalar içerisinde birikmiş ter damlaları çektiği acının özetiydi. Eğildiği için aşağıya doğru damlayan ter damlası zemine düşerken Gideonun üst üste yaşadığı şokların etkisiyle göz bebekleri daralmış, küçücük kalmıştı.

Onun olmayan sıcaklık kalbini terk ederek atağa geçti. Yakından tanıdığı o karanlık zehir gibi bir his sızdırdı kanına. Kalbinde doğan şeytan gözlerini açmıştı. 

Gölgeler gitmişti.

Aşinası tehlikedeydi.

İçi ezildi. 

Kadını tehlikeydi.

▏₰ Alysa 

Aralarında dakikalar olan büyüleri iki kere üst üste kullanınca gözlerim kararmış kara ağaçlardan birinden bayılmamak için destek almıştım. Göğsüm körük gibi inip kalkıyordu. Boğazım, ağzımdan nefes alıp verdiğimden tahriş olmuş acıyordu. Burnumdan ılık bir sıvının aktığını hissettiğimde elimi sus çizgime sürüp geri çektim.

Kan.

Burnum kanıyordu.

Şuana kadar toplam on sekiz büyü kağıdı harcamıştım. Saatlerdir Nefilimlerle mücadele ediyorduk. Sürümden de yaralı ve iksirlerini bitirmiş kişiler mevcuttu. Bunca uğraşa rağmen bir adım ileri gidememiştik. Yulier'in nadiren de olsa uzaktan geldiği bağırışları yaşadığıyla avunmam için yeterli oluyordu. Tek dileğim bebeğin zarar görmemesiydi. Burada geçen zamanla dışarıda geçen zaman aynı mıydı, değil miydi bilmiyorum. Belki de gerçek dünyada sadece yarım saattir kayıptık, belki de günler geçmişti.

Elaxi gücünü saklamak için kara delikleri yok ettiğimde yeniden oluşturmak için acele etmiyordu. Kara deliklerin sayısı belirlediği sınırın altında kalınca müdahale ediyordu. Şimdiye dek on sekiz kara delik yok etmiş, yirmi olan sayılarını on da sabitleyebilmiştim. Tabi bu durumun Elaxi'nin keyfine göre değişmesi an meselesiydi. 

Kulaklarımın içinde başlayan eks ötüşü savaş alanındaki bağırış çağırışları boğuklaştırdığı gibi gördüğüm alanı tamamen kafamın içinde döndürmeye başlamıştı. Bakışlarım elimdeki kana sabitlenmişken bulanıyordu. Alıp verdiğim soluklar canımı yakıyordu. Eiranın yanıma gelip telaşla adımı seslendiğini dudaklarını okuyarak kavrayabiliyor olsam da bu dünya ile olan bağlantımı sağlamlaştıramıyordum. Kirpiklerimi hızlıca kırpıştırarak görüşümü düzeltmeye çalışıyor, bazen gözlerimi sımsıkı kapatıp tekrar açarak deniyordum, defalarca. 

Gözlerimin önünden mağarayı andıran bir görüntü geçip gitti. İçeriden sarkan sakıtlar ıslak, sivrileşen uçlarından dakika da bir, bir damla düşüyordu. Beynimin içindeki uğultu artarken yeni bir görüntü daha gördüm. Oldukça güzel bir kadın taştan yapılmış mihraba zar zor tutunmuş, kusacakmışçasına başını eğmişti. Önünde açılmış kitabın siyah rengindeki sayfalarına kan kırmızı bir mürekkeple yazılar yazılmış, çizimler karalanmıştı. Beş köşeli yıldızın her köşesine kırmızı bir mum dikilmişti. Kırmızı mumların fitilinde siyah renkli ateşler yanıyordu.

Kırık bir cam parçasını avucuna bastırıp hızlıca çekti. Eline dolan kanı kitabın üstüne akıttı. Sayfalarına patır patır dökülen kan damlalarını kitap emiyordu. Emdikçe güçleniyor, mihrap büyüyordu. Ağzının kenarından katran rengi bir kan sızıp çenesinden akarken, dudakları kıpırdanarak hep aynı büyüyü mırıldanıyordu.

"হৃদয়ত ভৰি পৰা প্ৰথম অন্ধকাৰে পাপীক পথ প্ৰদৰ্শন কৰে। *Kalbe dolan ilk karanlık günahkara yol gösterir." Ölüm büyüsünü yapan oydu.

Gözleri onu gördüğümden beri kapalı olan kadın büyükçe kan öksürerek nefessiz kalınca kirpikleri kıpırdanarak açıldı. Ortaya çıkan en açık renkteki turuncu irisler yıkımın cadısı olduğunu vurgulamıştı. Selestia dedikleri bu kadın olmalıydı. 

Nihayetinde havarilerle savaşıyorduk.

"Alysa kendine gel!" Eira omuzlarımdan tutup sertçe sarstığında görüntü tamamen gitmişti. Beynimdeki uğultu yatıştı. Savaşın gürültüsü geri geldi. 

"İ.. İyiyim. İyiyim."

"İyi falan değilsin! Şu haline bak burnun kanıyor!"

Bacaklarımdaki güç beni yarı yolda bırakınca Eira elini belime doladı. Ardından kolumu omzundan atıp yükümü üstüne aldı.

İyi falan değildim.

Bir yandan beni desteklerken diğer yandan çantamı karıştırıp turuncu iksirin tıpasından kurtuldu. "İç şunu artık daha ne kadar erteleyeceksin?!" Zorla dudaklarıma yaslayıp iksiri boğazımdan aşağıya boşalttı. Artık içmem gerektiğinin bende farkındaydım zira içten içe etim soyuluyormuş gibi hissediyordum. İksir anında hasar almış bölgelere nüfus ederek onardı. Acı hissi yerini ferahlığa bırakmıştı. Enerjim hızlıca geri gelirken ellerimi sıkıp açarak kan akışımı hızlandırdım. Ayakta durabilecek kıvama geldiğimde Eira'dan uzaklaştım. 

Alnımdaki teri koluma silerek "Ne durumdayız?" diye sordum. 

Yüzü düştü. Şöyle bir bakınca yerde yuvarlanıp durduğundan suratında teriyle birleşen toprağın çamurlaştığını, kıyafetindeki yırtıkların çoğaldığını fark etmiştim. Kesiklerine bağladığı kumaş parçaları oldukları renkten daha koyuydu. Yutkundu. "Ölüler var."

Üstlendiğim sorumluluğun altında eziliyordum. Yine de serinkanlı gözükmek zorundaydım. 

"Kaç tane?"

"Üç. Beş tanede ağır yaralı var." Yedi kişi eksilmiştik. On altı kişiyle nereye kadar dayanabilecektik? "Böyle giderse başaramayacağız." 

"Başka ne yapabiliriz ki? Bütün şartlar onların yanında."

"Nefilimlerin dikkatini aşağıya inmeleri için çekerken çok fazla vakit kaybediyoruz."

"Haklısın, biz bunu yaparken deliklerden iki katı çıkıyor. Keşke onlarla gökyüzünde savaşabilmenin bir yolu olsaydı." Eira'nın sözlerindeki kilit noktayı işitince yakaladığım ipucuyla gözlerim büyüdü. 

"Ya varsa?"

"Ne?"

"Uçabilirim."

Anlamak ister gibi hafifçe kaşları çatıldı. Aklına Hadme'nin gücünü alınca uçabildiğim gelince duraksadı. "Bunun için pratik falan yapman gerekmez mi?"

"Zamanımız olsaydı gerekirdi tabi ki."

"Alysa--"

"Çaresizsen kimsenin başaramadığını başarabilirsin Eira."

Dudağı hafifçe sağa doğru kaydı. 

Sesindeki yakıcı istekle şöyle söyledi: "İki, üç tanesini aşağıya yollamayı unutma."

Ben ateşin soyuyum.

Ben ateşin cadısıyım.

Ben ateşim.

Konsantre olmuştum. Bilincimi çekirdeğimin olduğu bölgeye, ruhumun en derinliklerine yollamıştım. Şeffaf kürenin etrafındaki kırmızı örümcek zambağı sanki ilahi bir ninni söylüyormuşum gibi gittikçe daha da canlanıyor, yaprakları bana selam verircesine kıpırdanıyordu. Kürenin içindeki ateş ise kor gibi kızarıyor, gittikçe büyüyordu. Başta kimliğimi yadırgayarak kabullenmekte güçlük çeksem de artık kim olduğumu biliyor, kimliğimi benimsiyordum. 

Bir yanım insan, bir yanım cadıydı benim.

İnsani yönümü yapabildiğim kadar geride tutarak cadı yönüme odaklandım.

Kapalı gözlerime rağmen etrafımda toplanan ateşin halemden top top çıkarak etrafımda döndüğünü hissedebiliyordum. Karanlık göz kapaklarıma vuran turuncu ışığı görebiliyordum. Ateş beni seviyordu, ateşi seviyordum. Tenimi okşayan sıcaklık kimileri için kavurucu olsa da benim için ılık bir histen öteye gitmiyordu. Eira iki metre uzaklıkla beni koruyordu. Büyük bir güç sezen Nefilimler algıladıkları tehditten kurtulmak için saldırıyorlar lakin avcı kızla kurtları geçemiyorlardı. 

Kaburgalarımdan fışkıran ateşler kanat halini aldıkları anda vakit kaybetmeden gözlerimi açarak koşmaya başlayıp zıpladım. Kanatlar uçabilmem için gereken çırpmayı geniş olduklarından kolayca hallediyorlardı. Eiranın arkamdan uzunca ıslık çaldığını duyan sürüm tezahürata katılabilmek için uludular. İnsan formundakiler ise alkışlayıp tempo tutuyorlardı. Avuçlarımdaki alevlerle nefilimlerin arasına daldım.

Büyüden meydana getirdikleri bu alanı ateşe verecektim.

Kolumu hızlıca sağdan sola savurduğumda beş metre genişliğinde, ateşten bir yarım ay yarattım. Ateş düşmüş meleklere çarparak onları küle çevirdi. Peş peşe gelen enerji patlamalarının etki alanından çıkmak için kanatlarımı çırparak geriye kaçtım. Bütün Nefilimler peşime düşünce bir süre gökyüzünde kovalandım. Kanatlarıma alıştıkça manevra yapmak kolaylaşıyordu. Yukarıdan aşağıya doğru bir kesit attığımda ateş beni taklit ederek Nefilimleri dikey olarak ikiye yardı. Yanan iki parça aşağıya düştü. Yarattığım ateşler kaybolmayıp aşağıdaki koruya düştüğünden bütün orman alevler içerisinde kalmıştı. Ateşin yarattığı patlamalar sebebiyle kargalar kaçışıyordu. 

"İşte şimdi eğlenceli olmaya başladı." Neredeyse kulağımın dibinde işittiğim sesle refleks olarak sağa doğru kaçındığımda Elaxinin kısa kılıçlarla etrafında dönerek az önce olduğum yere saldırdığını gördüm. Bana saldırmasından çok nasıl yukarı çıktığını hesaplamaya çalışırken hamlesini atlatınca yere çakılmasına metreler kala altında bir kara deliğin oluşup oradan içeriye girdiğini gördüm.

Sezdiğim tehlike hissiyle soluma uzandığım gibi parmaklarımı bileğine doladım. Şuanda ateş kadar kızgın olduğumdan Elaxi inleyerek bileğini elimden kurtarıp arkasında beliren kara deliğe çekildi. 

Kahretsin kara delikleri gökyüzüne çıkabilmek için kullanıyordu. 

"Senden de böyle korkakça saldırılar beklenirdi zaten."

"Bence haksızlık ediyorsun. Siyah güneş şahların bağırsaklarımla oynamasına göz yumduğunda ben oyun bozanlık etmemiştim." Söylediklerine anlamamış bakışlar atarken pekte umurunda durmuyordu. Gerçi bileğini yaktığım için bir kısmı kızarıp su toplamaya başlamış eli farkında olmadan bağırsaklarını okşadığından travma falan geçirmiş olma ihtimali yüksekti. Gideon gerçekten böyle bir şey yapmış olabilir miydi? Yanağımın içini dişledim. Kesinlikle yapmıştı.

"Bu arada küçük cadı niyetin alanı yakıp küle çevirmek mi?" Dört bir yanımız dediklerini desteklercesine alev alev yanıyordu. "Bizi serbest bırakmazsan senide kemiklerine dek yakacağımdan emin olabilirsin."

"Woww! Şu haşin bakışlara da bakın. Bana siyah güneşi anımsatıyorsun. Söylesene böyle benzemenizin sebebi mühür mü ki? Kurtlardan birini bana mühürlenmesi için zorlarsam acaba o da bana benzer mi?" Bu adamın tahtalarından biri eksikti.

"Bağırsakları dökülmüş birine göre kendine fazla güvenmiyor musun? Aa bak benimde aklıma bir fikir geldi. Gideona benzediğimi söylüyorsun o halde ben de mi bağırsaklarını dökmeliyim? Ama dur herkesin kendine ait bir tarzı var şimdi. Benim tarzım ateşle birleştiğinden belki de onları yakmayı denemeliyim ne dersin?" 

Bakışları kademeli olarak koyulaşarak sinirini açığa çıkardı. Yüzünde tekinsiz bir sırıtma belirdi. Yine de irislerindeki öfkeyi örtbas edememişti. "Dilin uzamış. Bakalım biraz sonra da küstahlığını koruyabilecek misin?" Art niyet yatan imasıyla kaşlarımı çattım. Aklından ne geçiyordu bu psikopatın?

Düşmana saldırırken atılan nidanın hemen ardından bıçağın bıçağa çarparak çıkardığı sürtüşmeyi işittim. Koruya yayılan ateşin, odunları sararak çıkardığı çıtırtı sesini delip geçen birkaç çarpışma... Metalin metalde kayarak kabzaya çarparak duruşu... Hemen ardından bozguna uğramış birinin bağırışı.

"Yulier?!" Elalarımı süratle sürümün olduğu alanda tarayarak Eira'yı buldum. Gördüğüm sahneyle neler olduğunu anında anlamış sabrımdaki kayış kopmuştu. Etrafıma saldığım ateşin dalgaları çığırından çıkmışçasına büyürken Elaxi'ye döndüm. 

"Yulier'e ne yaptın?!!!" Kafasını geriye atarak kahkahalarla gülmeye başladı. Alkışlayarak "Aslında seni tebrik etmem lazım. Sayınız bu kadar azken Nefilimlerin sizi yakalamasının çokta uzun sürmeyeceğini düşünmüştüm. Yulieri zaten Suryok oyalayacaktı ama sen bizzat beklentimi aştın. Nefilimlerle baş edebildiğin gibi sürünü yönlendirip beni de sahaya sürdün." dedi. 

Yanan bileğini dikkatle tahlil ediyordu. "Şu bileğimin haline bak... Nasıl bu kadar güçlü bir ateşe hükmedebilirsin? Oysaki beyaz cadılar ateş konusunda berbatlardır. Birkaç sene hayır, bir sene yeterli. Gazap seviyesini aşacak hale geleceksin ve biz buna izin veremeyiz."

"Zırvalamayı kes! Hemen Yulieri düzelt!"

"Alysa!" Eira yardım istercesine bana seslenirken bir yandan da Yulier'e zarar vermemek için bıçak darbelerini hançerleriyle savuşturuyordu. Evet, doğru tahmin ettiniz. Yulier Eiraya saldırıyordu. Sürü şok olmuş bir şekilde Yulier'e bakıyordu. Yulier odağını kaybetmiş gözlerle önündeki düşmandan başka bir şey düşünmeyerek bıçaklarıyla dans ediyordu. 

Suryok insan halindeydi, sürünün içine daldı. İnsan formundaki bir kadının önünde belirerek kısa kılıcıyla şah damarına hızlıca bir kesik atıp diğer avına geçmişti. Kadın elini kesilmiş şah damarına bastırsa da kan saniyeler içerisinde bedeninden dışarı boşaldığı için yere yığıldı. Seri hareketleri yüzünden sürü onu durdurmak için birden fazla kişiye ihtiyaç duyuyordu. Hafifçe aksamasıyla patlamış kaşından akan kan Yulier'in eseriydi.

Dişi kurdu baştan aşağıya korka korka incelediğimde dudağının patlamış olduğu gözüme takıldı. Boynunda, kritik bir noktada pençe izi vardı. Kanlı yarıkların ortasında virgülü andıran iki nokta mor renkli bir sıvı sızdırıyordu. Sanki bir yılan tarafından sokulmuştu. Elaxi büyüyü Suryok'un pençelerine yapmış. Yulier'i kuklaya çevirmişler. 

Neler olduğunu çözdüğümü idrak etmişti. "Teslim ol beyaz cadı. Teslim ol ki arkadaşının ailesini öldürerek ömrü boyunca vicdan azabı çekmesine engel ol." Yulier'in Eira'nın çenesine yumruk attığını gördüğümde avcı kız dengesini bir saniye için kaybetti. Dişi kurt eğilerek birde çelme takınca tamamen yere düştü. Yulierin ölümcül darbe için pozisyon aldığını onunla binlerce kez antrenman yaptığımdan okuyabiliyordum.

İleri atılacakken Elaxi önüme geçti.

"Cık. Cık. Cık. Nereye gittiğini sanıyorsun?" Dişlerimi sıkarak "Çekil!" diye bağırsam da oralı olmadı. "Ne yapacaksın? Avcıyı kurtarmak için dişi kurdu mu öldüreceksin?"

"Saçmalama!"

"Saçmalamak? Bir düşünsene; Yulier'i öldürürsen hem sürünü, hem de avcı kızın hayatta kalmasını sağlayacaksın. Yulier'i kurtarmayı seçersen bu sefer de hem sürünü, hem de avcı kızı kaybedeceksin. İlk seçenek daha makul değil mi? Kalabalık taraf kazanır."

Göz ucuyla Eiranın Yulier'in bıçağından yerde yuvarlanarak kaçtığını görünce rahatlamıştım. Bıçak toprağa saplanmıştı. İçimden bir kere daha Khafra ile iletişime geçmeye çalıştım ama nafile. Yemek aramak için ormana gitmişti. Haraktan ses çıkmıyordu. Gideon ya da Kalash'tan birileri yardıma gelmemişti. 

Alt dudağımı ağzımın içine yuvarlayarak çaresizce ısırdım.

Kukla büyüsü iki şekilde bozulur. 

Birincisi; büyüyü yapan kişi köleyi serbest bırakırdı. 

İkincisi; büyüye maruz kalan kişi ölürdü.    

Elaxi ellerini genişçe iki yana açarak büyük bir şevkle "Sürünün, arkadaşlarının hayatı senin elinde. Hadi seç bakalım beyaz cadı." dedi. Tırnaklarımı avuç içlerime saplayarak o acının beni kendime getirmesini umdum, olmadı. 

"Aşina! Yardımcı komutan Yulier'i seçin!"

"Doğru Aşina! İstedikleri kadar hile yapsınlar galip biz olacağız!" Sürünün bağırışlarıyla gözlerimi kapattım. 

"Teslim olduğumuz anda Yulier'in büyüsünü bozacaksın."

Şeytani bir zevkle gülümsedi. "Bozacağım."

Gözlerimi hışımla açarak "Kan yemini et! Sana öylece güveneceğimi düşünmedin herhalde!" diyerek bağırdığımda birazcık bozulsa da dediğim gibi kan yeminini etti. Ardından elini şıklatarak Nefilimlerin kara deliklere dönmesini sağladı. Suryok birilerini öldürmeyi bırakıp kenara çekildi. Aynı sinir bozucu zafer gülümsemesi onun suratında da mevcuttu. 

O anda intikam için yemin ettim.

Ne olursa olsun bu yaptıklarını onlara ödetecektim.

Sıktığım parmak boğumlarımın arasından sızan kan şahidim olsun.

Ekhidnalıların büyüyle kuvvetlendirilmiş prangalarını ayak ve el bileklerimize, boynumuza geçirmişlerdi. Üç pranganın zinciri de birbirine kaynaştırılmıştı. Bu şekilde yakalanan kişinin kaçma ihtimalini düşürüyorlardı. Bizi bir araya toplamışlardı. Elaxi kan yeminini bozmaya cüret edemeyeceği için Yulier'in büyüsünü kaldırmıştı. Dişi kurtta zincire vurulmuş lakin bilinci yerinde olmadığı için dizlerimde kendinden geçmiş bir vaziyette yatıyordu. Esir edildikten sonra neyi beklediğimizi bilmiyordum. Hala yaratılan alanın içerisindeydik. Suryok ile Elaxi ise bir köşeye geçmiş bizim gibi bekliyordu.

"Kendini suçlama. Verebileceğin en sağlıklı karar teslim olmaktı." Eira'nın bir gözünün altı morarmıştı. Yuliere zarar vermemek için elinden geleni yapıp bazen darbeleri bilerek göğüslemişti. Kıyafetlerinin altında birçok morluk olmalıydı. 

 "Özür dilerim, hepinizden."

  "Aşina özür dilemesi gereken bir şey yapmadı." Sürü kısık mırıltılarla konuşanı onayladı. Ne diyeceğini bilememek çok kötü hissettiriyordu. Dudaklarımı konuşmak için bir, iki kez aralasam da işe yaramadı. En sonunda Elaxi'nin kara deliği Suryok'un çıktığı zaman gibi açıldığında içeriden fısıltı gölünde gördüğüm kıvırcık cadı ile yanında yabancı bir adam çıktı.

Uzun boyluydu, bu alemdeki bütün adamlar gibi kalıplıydı. Bir savaşçı gibi giyinmişti. Koyu kahverengi saçları yeşil gözlerle tamamlanmıştı. Sol kaşının üzerinde eskiden kalma bir yara izi mevcuttu. Gözlerini sürünün üstüne şöyle bir gezdirip bende sabitledi. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Suryok ve Elaxi de adamın yanına gelip önümüzde durdular. Kumral adamın yeşilleri üzerimde ayrıntıyla gezdiği için sürüm huzursuzlaşmıştı. 

"Onlara kendini sevdirmişsin." Demek bilerek yapıyordu.

"Sen Deruth musun?" Adam özgüvenle sorduğum soruya hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Sana benden bahsetmişse bayağı şaşırırım."

"Bahsetmedi. Adını havarilerinden sık duyuyorum diyelim."

Güldü. 

Kısa bir gülüştü bu. "Titizsin, bunu sevdim. Evet, Deruth benim." Alandaki yangına şöyle bir göz attı. "Etkilendim doğrusu. Selestia bana beyaz cadıların ateşle aralarının iyi olmadığını söylerdi sen istisna gibisin."

"Öylede diyebilirsin." Beni görmezden gelerek kucağımdaki Yulier'e dikkat kesildi. Tek dizinin üstünde çökerek elini Yuliere doğru uzatınca reflekse ona engel olmaya çalıştım. Tabii zincirleri unuttuğum için çekiştirmekle kalmıştım. 

Deruth yakından bana bakarak gülümsedi. "Biz bayağı eski dostuz. Neden endişeleniyorsun?" Bu adamın yüzü gülüyor olmasına rağmen gözleri buz gibiydi. Cevap vermediğim için Yuliere dönerek saçlarını yüzünden uzaklaştırdı. Yeşilleri karnında takılı kalmıştı.

Nefesimi tuttum. Anlamıştı. Lanet olsun anlamıştı!

Yulier kahküllerindeki parmaklarla hafifçe gözlerini açtı. 

"Deruht?" 

Deruth gülümseyerek "Merhaba yeşillik. Uzun zaman oldu ha?" dediğinde aralarındaki ilişkiyi bir türlü oturtamıyordum. Bu adam neden düşman değilmiş gibi davranıyordu? Yulier neden bu adama hüzünlü gözlerle bakıyordu? 

Dişi kurdun bakışları bir saniye için adamın bileğine kaydıktan sonra tekrar gözleriyle buluştu. "Kaybın için... üzgünüm." Deruth'un gülümsemesi yavaşça soldu. Şimdi yeşillerindeki buz kütürdeyerek kırılıp ızdıraba bulanmıştı. 

Yulier'in baktığı yere bakınca Deruht'un mührünü gördüm. 

Bir kılıç dövmesiydi. Kılıcın etrafına gövdesini sarmış tek bir frezya çiçeği vardı. Mühür güzel olmasından çok korkunç görünüyordu. Mührün üstü tamamen kırmızı çatlaklarla dolmuştu. Kırmızı çatlaklar volkan rahnelerini andırıyordu.

Mühür kırılmıştı. 

Kalbim acıyla kasıldı. Önümdeki kurgun mührü ölmüştü...

"Yufka yüreğini yitirmemişsin. Taziyeni içtenlikle kabul etsem de bu düşmanlığımızı değiştirmeyecek biliyorsun değil mi? Öcümü alacağım Yulier." 

"Hiç bir zaman taraf tutmadım, tutmayacağım. Yine de bilerek yapmadığını unutma."

Deruth Yuliere boş gözlerle baktı. "Bu yaptığı şeyi değiştirir mi?"

Dişi kurt bu kez diyecek bir şey bulamadı. Deruth avucunu gözlerine kapatarak "Dinlen." dediğinde gözleri bir saniye için kırmızı rengini alıp söndü. Yulier tekrar uykuya daldı. Ayağa kalkarak "Gidiyoruz." dediğinde Elaxi elini şıklatarak kara delik açtı. 

"Efendim bir kara delik sadece yedi kişi alıyor. Maalesef ikincisini yapmak için yeterli enerjim yok." Yalancı!

Elaxi'nin yakınmasına kıvırcık kara cadı şuh bir kahkaha ile karşılık verdi. "Efendim sadece kızlara ihtiyacımız var. Kurtlar bize yük olacaktır."

Deruth "Fazlalıklardan kurtulun." emri verince üç havarinin de gözleri kan arzusuyla parladı. Sürü karşı koymak istese de Ekhidnanın zincirlerinden kurtulamıyorlardı. Sürü için deli gibi endişelenerek "Bir dakika!" diye bağırarak kara delikten girmek üzere olan Deruth'u durdurdum. Bana yandan bir bakış attı. "Beni al. İstediğin yalnızca benim değil mi? Bırak sürü gitsin. Yulier'in durumunu anlamış olmalısın. Bırak gitsin." Bastıra bastıra söylediğim sözlerden sonra bana bakmayı sürdürdü. 

"Alanı kaldır." Elaxi anında itaat ederek elini şıklattığında kanlı alan çatırdayarak kırıldı ve bizi mantar topladığımız bölgeye ışınladı. Uzun süre yangının getirdiği dumanı soluduğumuz için bir anda temiz havayla buluşan ciğerlerim sızılar eşliğinde ağırlaşmıştı. Bana doğru yürüyerek yanıma gelip Yulier'i kucakladı. 

"Ne yapacaksın ona?!" Beni dinleme zahmetinde bulunmayarak bölgedeki su kuyusuna ilerledi. Su kuyuları taş duvarlarla örülmüştü. İnalih'in su ihtiyacının büyük bir kısmı bu kuyulardan giderildiği için üstü de içine bir şey girmesin diye taş bir ağırlıkla kapatılıyordu. Duvara küçük bir tekme atınca taş kapak kayarak yere düşüp yarı yarıya kuyunun ağzı açıldı. Yulier'i kuyudan aşağıya bıraktığında gözlerim sonuna kadar açıldı.

"HAYIR!!! YULİER!!!

"YULİER!!"

Güç bela ayağa kalkarak kuyuya gitmeye çalıştığımda Suryok sürüye dalarak katliam yapmaya başladı. Kısa kılıcın doğradığı bedenlerden fışkıran kan etrafa sıçrıyordu. Elaxi kolumdan tutarak beni kara deliğe sürüklerken bağırıyor, çağırıyor, elinden kurtulmaya çalışıyordum. Kıvırcık saçlı kara cadı ise peşinden Eira'yı çekiyordu. Kara deliğin içine zorla çekilmeden önce yerde yattığını gördüğüm ölü kurtlarla dünyanın başıma yıkıldığını hissettim. 

Hayal değildi, gerçekti. 

Bizi nereye getirdiklerini bilmiyordum.

Sadece yürüyordum.

O kadar boştum ki duygularım inzivaya çekilmiş gibi hissediyordum. 

Zamanı beş dakika öncesine alabilmek için her şeyimi verirdim. Halbuki bir şey yapamayacağımı, sonucun aynı kalacağını biliyordum. Beni korumak için canlarını ortaya atan sürümü ben koruyamamıştım. Gözümün önünden havaya sıçrayan kan, cansız bedenlerin yere düşüşü; kulaklarımdan son haykırışları gitmiyordu, gitmeyecekti. 

İnleri kale gibi bir yerdi. Kara delik direkt içeride açıldığından konumumuzu tahmin edemiyordum. Askeri bir üssü andıran bu yer çeşitli canlılarla doluydu. Geçit gibi bir yerden geçtiğimiz sırada Eiranın çaktırmadan dirseğiyle beni dürtmesiyle aşağıya bakmış ve hayatımın ikinci şokunu yaşamıştım. Kaya büyüklüğündeki değerli taşların ortasında Elaxi'nin açtığı kara deliğe benzer bir bozulma vardı. Oradan sayısız türde canlı çıkıyor aşağıdaki orduya katılıyordu. 

"Sürülmüşler." Eira'nın fısıldadığı hitap şeklinin hafızamda çağrıştırdığı anıyla kalbimdeki ağırlığın binlerce kat arttığını hissettim. Öteki diyara ulaşacak bir giriş açmışlardı. Sürgüne gönderilen ırkları İnalih'e tahliye ediyorlardı.

İşgal için ordu topluyorlardı.

Buradan sağ çıkamasak bile edindiğimiz bilgiyi bir şekilde Gideona ulaştırmamız gerekiyordu.

Getirdikleri ırklar doğuştan katildi. Onları İnalih halkının üzerine salacak olurlarsa büyük bir izdiham gerçekleşirdi. Böyle bir şeye izin veremezdik.

Geçitten geçtikten sonra merdivenlerden alt kata indik. Önden Deruth gidiyordu. Hemen arkasında kıvırcık saçlı kara cadı ve Elaxi geliyordu. Eira ile benim zincirlerim iki kara cadının elindeydi. Bizim arkamızdansa Suryok geliyordu. 

"Efendim gelmişsiniz." Naif çıkan sesin sahibine baktığımda gördüğüm kadınla duracak gibi olsam da Suryok arkamdan ittirerek yürümeye devam etmemi sağladı. Ölüm büyüsünü yapan yıkımın cadısı karşımdaydı. 

Deruth Selestia'ya kaşlarını çatarak baktı. "Niye ayaktasın? Dinlen demiştim."

"Geldiğinizi duyunca duramadım." Deruth kızacakmış gibi görünse de bir şey demedi. Cebinden mor renkli bir sıvı çıkararak yıkım cadısına uzattı. Selestia şaşırarak bir şişeye, bir Deruth'a baktı. Şişenin içindeki şey sağlık iksiriydi. Hem de en etkilisinden. Sağlık iksirleri turuncu, yeşil ve mor olarak üç sınıfa ayrılırdı. O şişe ölü olmadığı sürece her yarayı iyileştirebilirdi. 

"Neden uğraştınız? Ben yakında iyi olacağım." Deruth ters ters bakınca "Teşekkür ederim." dedi. Şimdi ona şöyle bir bakınca renginin ne kadar kaçtığını ayırt edebiliyordum. Alandayken mihrap kurduğunu ve kan kustuğunu görmüştüm. İçsel olarak büyük hasar almıştı. Öyle bir büyü yapıp ölmediğine şükretmeliydi.

"Selestia rica ettiğim tohumları bulabildin mi?"

Kıvırcık saçlı kara cadının şakıyarak sorduğu soruyla Selestia bana baktı. 

Bu bizim ilk karşılaşmamızdı.

Beyaz ve kara cadı.

"Buldum. Aşağıda."

Kıvırcık saçlı cadının gözleri heyecanla parladı. Yer altına inen merdivenlere koşarken  Elaxi arkasından tip tip bakıp Eira'nında zincirini de tuttu. 

"Yatağına git." Selestia itiraz etmeden gözden kaybolurken Deruth Elaxi ve Suryok'a hitaben "Ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz." dedikten sonra Selestia'nın arkasından gitti. Sanırım yapacağımız konuşmayı ertelemişti. 

Merdivenlerden indikten sonra tamda tahmin ettiğim gibi zindana gelmiştik. Kıvırcık saçlı kara cadı havanda tokmakla bir şey dövüyordu. Selestia'ya bahsettiği tohumlar olmalıydı. Suryok zindanlardan birinin kapısını açarak içeri geçmemizi bekledi. Ters ters ona bakıp içeri girerek yere oturdum ve sırtımı duvara yasladım. Eira da beni taklit etmişti. Gitmek yerine üçünün de zindana girdiğini görünce kaşlarımı çatarak yerimde dikleştim.

Kıvırcık cadı yarım bardak kadar su koyduktan sonra havanı döndürerek içindeki sıvıyı karıştırdı. Elaxi bir anda Eiranın arkasına geçerek bir eliyle ensesini sıkıca tutup diğer eliyle çenesini sıkarak zorla ağzını açtırdı. Havandaki şeyi Eira'ya içireceklerini anlayınca telaşla yardıma gidecekken beni demir gibi elleriyle Suryok tuttu. 

"Bırak! Bırak dedim!"

Eira tekmelerini Elaxi'ye atsa da elinden kurtulamıyordu. "Epona hızlı ol!"

"Tamam. Tamam." Adının Epona olduğunu öğrendiğim cadı kaşığa doldurduğu sıvıyı Eira'nın ağzına soktuğunda Elaxi hızlıca avcı kızın burnunu tutarak zorla sıvıyı yutkunmasını sağladı."

"Eira! Eira!!" Eira'nın çırpınışları ansızın kesildi. Elaxiyi tutan kolları cansızlaşmışçasına yana düştü. Göz bebekleri öyle bir küçülmüştü ki iğne topuzu kadar kalmıştı. Ne olmuştu?

"Ne yaptınız ona?!"

Epona kıkırdayarak "Henbane tohumlarını duymuş muydun beyaz cadı?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Bu isimde bir tohum hatırlayamamıştım. 

"Hayır mı? O halde birazdan ne işe yaradıklarını öğreneceksin. İzlemesi bayağı keyifli olacak." Suryokun elini boğazımda hissedince nefes alamamaya başladım. Çenemi mengene gibi kavrayıp sıktığında biraz daha güç kullansa kemiğimi kıracaktı. Ekidnanın zincirleri tarafından tutsak olduğum için ateş gücümü kullanamıyordum. Can havliyle çırpınsam da işe yaramadı. Epona kaşığı ağzıma soktuğumda sıvıyı yutmamak için dirensem de Suryok Elaxi gibi burnumu tutarak yutkunmamı sağladı. 

Boğazımdan geçen sıvı hızlıca mideme ulaştı, oradan kanıma karıştı. 

Hayalet bir elin parmakları zihnime ulaştı.     

Vücudumdaki enerji dibe vurdu.

Uyuştum.

Gözlerim açık kaldı fakat bilincim mühürlenmişti.

Etrafımdaki dünyanın değiştiğini sezdim.

Değişiyordu.

Çok derinlerde içimde bir şeylerin söndüğünü hissetmiştim. Derin bir kaybın ardından gelen yasa benzetmiştim bu duyguyu. Göğsüme konaklanan elem beni uyandıran şey olmuştu. Açılmamak için direten kirpiklerim sonunda inadını kırdığında tanıdık gelen tavanla bakıştım bir süre. 

Bu ağırlık soluklarımı aksattığından yattığım yerden doğruldum. 

Baş ucumdaki gece lambasına uzanarak yaktım. Loş bir şekilde aydınlanan odamda şöyle bir gözlerimi gezdirirken yorganı üzerimden atarak çıplak ayaklarımı parkelere bastım. Yürüyerek duvardaki lambanın düğmesini de bulup bastım. Tamamen ışığa bürünen odama bakmayı es geçerek duvara yasladığım boy aynasının önüne geçip aynadaki aksimi izledim bir süre.

Yanaklarımdaki ıslaklığın izlediği yola şaşırarak bakıp elimi yaşa sürdüğümde ağladığımı fark etmiştim. Ruhumdaki yalnızlığın sızısını hissederek göğsümü ovuşturdum.

Kabus mu görmüştüm?

Yere oturarak bacaklarımı kendime doğru çekip çenemi dizlerime yasladım. Aynadaki aksimi izlemeyi sürdürdüm. 

Gün doğana dek bunu yapacaktım.

Bu bir alışkanlıktı.

Elalarımı önüme düşürdüm.

Kabus görmüş olmalıyım.

Yine.

დ OMG! Alysa ve Eira'ya ne oldu?

დ Yulier iyi mi?

დ Alysa'nın ortalığı duman etmesini sevdiniz mi? Ve bu tam gücü bile değil.

დ Gideon ne yapacak?

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.







Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 300K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
8.4K 736 27
23.12.14 Bir Akıl Hastanesi! Günler geçtikçe benliğinin yok olduğunu farkeden ve gölge gibi peşinde gezen geçmişini araştıran biri ; "Holly" ve onunl...
6.9K 793 23
Cahiliyet, halkımızı yok etti. Bu savaşta, bu özgürlük savaşında binlerce Osmanlı kazığı üzerinde asker ve duygularımı kaybettim. Padişahların kurduğ...
337K 36.9K 30
"Kime, nasıl bir kötülük yaptın da kollarıma düştün?" Büyük Cadı Avı'nda yakalanan Larina; ailesiyle birlikte yanmak üzereyken kendini yabancı bir ev...