MAATTEESSÜF

By Pinktasticc

1.1M 65.9K 66.3K

Kafanızda kurguladığınız hayaller gerçek olsa ne yapardınız? Sanal bir ilişkiye ne kadar dokunabilirsiniz? "... More

TANITIM
1 -Sen-
2 -Ada-
3 -Öpücük-
4 -Kağan-
5 -Hoşgeldin-
6 -Saat-
7 -Fuar-
8 -Düğün-
9 -Duyarlı ol-
10 -Nakış-
11 -Hiç-
12 -Sevgi-
13 -Aile-
14 -Terk-
15 - Bilinç
16 - Teklif
17 -Delirmenin Seyhun'cası-
18 - Piknik
19 -Görücü-
21 -Buruk-
22 -Hoşgörü-
23 -Umut-
24 -Kahve-
24 ek -SEYHUN-
25 -Masal-
26 - üç gün üç gece-
27 -Kabak-
28 - Yalan {part1}
28- Yalan {Part 2}
29 -Sanal-
Sefa & Seyhun
30 -Hayat-
-Maatteessüf-
31 -İlk Adım-
32 -Yakınken Uzak-
33 -Evcilik-
34 -Balayı-
35 - Ateşle Vals
35/2 -Ateşle Vals-
36 -Kabussaran-
37 -Prens-
38 -Karaoke-
Yeni Kurgu
39 -Heves-
40 -Teselli-
41 - Ayyaş-
42 -Akıl ve Kalp-
42/2 -Akıl ve Kalp-
43 -Öpersen Geçer-
-Alıntı-
44 -İlkler-
45- Taktik-
46 -Böcek-
47 - Taş, Kağıt, Makas-
48/1 -Bebek-
48/2 -Bebek-
48/3 -Bebek-
49 -Bar-
50 -Seyhun-
51/1 -Benimle Gel-
51/2 -Benimle Kal-
artık MAATTEESSÜF değiliz!
52 -Hayal-
Abi -Prolog-
53 -Yeniden-
54 - Düğün Dansı & Yazarı Sensin
54 - Çifte Düğün-
55 -Seninim-
Tamam mı, Devam mı?
-Kalplere Dokunmak-
56 -Huzur-
57 - Özgür -
58 -Viyana-
59 -Klip-
60 -Mutlu Sonsuz-
Final Görünümlü Mola
Biz Geldik
Bölüm Değişim Duyurusu
61 -İhtimal-
62 -Kanser-
63 -Yürek-
64 -Sadakat-
65 -Telafi-
66 -Taylan-
67 -Tanıdık Yabancı-
68 -Güven-
69/1 -Maskeli Balo-
69/2 -Maskeli Balo-
70 -İlkim-
71 -Zor-
72 - Kaos-
73 - Öpsen de Geçmez
74 -Güçlü-
74/2 -Güçlü-
75 -Ötesiz-
75/2 -Ötesiz-
76 -Belki-
77 -Hükümsüz-
78 -Beyaz-
Nerdeydik?
79 -Sümbül-
80 - Leo
...
81 -Zaman-
82 -Kriz-

20 -Bowling-

10.4K 703 543
By Pinktasticc

Playlist: Kelly Rowland - Ice

Timbaland - The Way I Are ft. Keri Hilson

Mesaj kısmı için: Ooh la la (Video'da Seyhun var)

Multimedya: Seyhun Gifi

___________________

Havanın güzelliği insanı mutlu etmeye yeterken yaklaşan düğün bu mutluluğu ikiye katlıyordu. Hakan abim herşeyin en güzeli olsun istiyordu, biz de kızlarla düğün heyecanına girmiştik bile. Ev, eşyalar, kına, düğün... Alınacak, yapılacak, planlanacak o kadar şey vardı ki.

Son bir haftayı özetleyecek olursam, karışık ve parçalı Seyhun'lu. Güya proje bittiğinde, işi bittiğini söylemişti oysa onu piknikten sonra bir kez görmüştüm sadece ve bunu düşünmek kötü hissettiriyordu. Ona yazmadığım zaman günlerimden çalınmış gibi, görmediğimde mutluluğum yarım kalmış gibiydi.

Her ne kadar, düğün hazırlığından Seyhun'a vakit ayıramadığımı düşünsem de, asıl bana uzak duran oydu. Minyatür çardağımız penceremin önünde durduğu halde, henüz adaya gitmemiştik. Onunla kurduğumuz hayaller olmadığında Kağan'ı ve biten ilişkimizi düşündüm. Akyokuştan ayrılırken, Kağan'a dair herşeyi bırakmış gibiydim. Onsuzluğu sorgulayacak olursam, bu kez unutmak daha kolay olmuştu. Belki daha önce bunu yaşadığım için, belki de Seyhun olduğu için. Aslında hala içimde kırgınlık vardı ama yerini terk edilmişliğin öfkesi almıştı artık. Yine de bazen lanet ediyordum yalnızlığa, anlamsızdı herşey, amaçsızdı aşksız sevgisiz...

Seyhun ise bir o kadar bocalamama sebep oluyordu. Piknikteki yakınlaşmayı defalarca kafamda tekrarlamış, evirip çevirip her açıdan düşünmüştüm ve şunu anlamıştım ki, Seyhun'layken çok düşüncesiz ve dikkatsizdim. Sonuçta eskiden sadece mesajlaşsak da şimdi burda olması, hele de onun bir erkek olduğunu düşünmek, yaptıklarımın utanç verici olduğunu yüzüme vuruyordu. Belki Seyhun da bu yüzden geri çekilmişti. Tüm bu mantıklı sebepler, onunla yazışmak hatta görme isteğimin önüne geçemiyordu.

İçimde, kendime bile itiraf edemediğim, Seyhun'a dair kıpırtıları dillendirmek zordu. Hele de o, farklı bir hâl takınmışken. Daha otoriter ve sürekli tetikte gibiydi, bazen onu anlamaya çalışıyordum ama beni sinir ediyordu.

"Pembe takım olsun"

"Bence krem daha iyi, klasik her zaman iyidir, değil mi kızlar?" Hakan abim ve Sude oturma odası için koltuk takımı bakarken ablamla onlara yardım etmeye çalışıyorduk.

"Bence de krem" dedim. Kremi her zaman sevmişimdir. Son zamanlarda beyaz çok moda olsa da, krem daha nötr ve yumuşaktı. Beyazın yalınlığının aksine, krem rengindeki yoğunluk uyumluydu ve hoşuma gidiyordu.

"Pembe de çok hoş duruyor, çiçekli minderleri bahar gibi bir hava katmış" Ablamın sözleriyle Sude kararsızca iki takım arasında göz gezdirirken Hakan abim gözlerini devirdi.

"Ama krem daha şık, ben de kremi seçiyorum" ablamın fikir değiştirmesi iyi olmuştu. Bunlara kalsa günlerce koltuk takımı için gezeceklerdi. Tamam, herkes en güzelini en beğendiğini almak ister ama milyon tane seçenek yapmış adamlar ve hepsi de güzel işte. Göz zevki olmayan biri değildim ama ben çoğu şeyde orta yolluydum. Beğen, al, çık. Seçici veya detayları önemseyen biri olduğum söylenemez, bu yüzden kısa alışverişlerden zevk alırken, uzun alışverişler beni sıkıyordu.

"Evet! o zaman krem takımı alıyoruz ve sıradakine geçelim" Hakan abim bir anda böyle bir çıkış yapınca, tek sıkılan olmadığımı anladım. Ne kadar detaycı olsa da sonuçta bir erkekti.

"hımm, emin değilim hayatım" Sude hala kararsız kalmakta ısrarcıydı.

"Sude bu takım harika! İlerde pudranın modası geçecek ve rengarenk bir oturma odası sana çocuksu gelecek. Bebişiniz olunca odasını pembe dizersiniz"

"Bebişimiz" Hakan abimin gözleri bu cümleyle parlarken gülümseyerek elini Sude'nin karnına koydu. Olmayan çocuğu için heyecanlanıyordu. Dizilerde gördüğüm, evlenmek istemeyen, çocuk istemeyen erkeklerin bizim kültürümüze ne kadar uzak olduğunu fark ettim o an. Ailemin erkekleri bebekleri çok severdi. Hakan abim bir bebekleri olacak diye heyecanlanmıştı, Seyhun bile hayali bir bebeğe sahipti. Belki de bu aile olmak istemeyen erkekler, evlenmeden evlilik hayatı yaşayan batı kültürünün getirisiydi.

"Haklısın ben bunu hiç düşünmemiştim. Tamam kremi alalım" Sude neşeyle burnunu Hakan abimin burnuna tokuşturduktan sonra Hakan abim ona sarılarak arkadan baş parmağıyla 'tamamdır' yaparak bana göz kırptı.

Koltuklara uygun mobilya bakmak için mağazanın diğer köşesine yürüyorduk ki cebimdeki telefon titredi.

"Selam ufaklık"

"Aa selam. Neredesin sen kaç gündür?" Neşeli halim, kafamdaki tüm ikilemleri silmişti. Ben onun her hareketini sorgulayıp, bir mesajdan bin mana çıkarmak istemiyordum çünkü sonuçta, ciddi bir durum olsaydı açıkça söylerdi ve bunu o zaman düşünürdüm. Oysa şimdi herşey normal görünüyordu, birbirine takılan iki dost veya öyle bir şey.

"Niye, çok mu özledin güzellik?"

"Özledim, yalan yok. İşler çok mu yoğun?"

"Baban beni çok çalıştırıyor, bu özleminden ona da bahset ;)"

"Sonra da bizi evlendirsin değil mi? Derya'nın çok hoşuna gider" telefonumu cebime koymadan tekrar mesaj attım.

"Babam işkolik, anlamışsındır"

"Senin gibi cadıyla mıı !"

"Beğenemedin mi? Neyim eksikmiş benim?"

Hakan abim ve Sude birkaç takım arasında tartışırken telefonu elimde çevirip mesaj bekledim ama cevap yazmadı. Söylediği moralimi bozmuştu, sanki ben vebalıydım da kaçarcasına tepki göstermişti.

"Ne cadılığımı gördün aşk olsun!" İçimde küçük Emrah hissiyatı, sinir katsayıma eklenirken,bi 7 dakika daha bekledim, cevap yok. Bu adam cidden!

"Benden iyisini bulursan şamda kayısı!" Hırsla yazdığım mesajın mantıksızlığını sonradan fark ettim. Hadi ama, niye cevap yazmıyordu? Benimle evlenmek bu kadar kötü müydü? Öylesine bir lafa niye bu kadar kafa takmıştım ki.. Telefonu cebime sokup Sude'nin gösterdiklerine odaklanmaya çalıştım ama kafamın içinde yazdıkları tekrarlanıp duruyordu 'Senin gibi bir cadıyla mıı?' Sabırsızca telefonu tekrar çıkarıp mesaj attım.

"Madem öyle, sen de bu cadıyla uyuma o zaman. Geceleri yatağını ısıtacak başka birini bul!" Öfkeyle mesajı gönderdiğim sırada telefonum çaldı. Beklemediğim melodiyle bir an irkilsem de telefonu açarak kulağıma götürdüm.

"Alo, İsa abi?"

"Benim güzellik"

"Seyhun?"

"Ta kendisi. Şarjım bitmişti de, İsa'nın yanına geldim şimdi. Çoktandır görüşmüyoruz, bugün hep birlikte dışarı çıkalım" Şarjı bitmiş! Allah'ım, ben de kafamda neler kurup saçmaladım. O mesajları görünce kesin dalga geçecekti benimle. Of ya, niye bu kadar sabırsızdım sanki. Cevap vermediyse sebebi vardır, aptal kafa!

"Dallar meyveye durdu"

"Ha?" gözlerimi yuvarlayıp, iki saniye söylediği manayı düşündüm "Şey, tamam görüşelim"

"4'den sonra boşum, o zamana hazır ol. Sen diğerleriyle haberleşirsin"

"Tamam zaten birlikteyiz, söylüyorum şimdi. Çoktan hazırım ve dışardayım"

"Pratik cadı, öptüm yanaklarından görüşürüz" Kapatmak üzereyken aklıma gelen şeyle, telaşlı bir çıkış yaptım "Seyhun!"

"Evet güzellik?"

"Şey... Sana attığım mesajları okuma. Yani telefonun kapandıktan sonra attıklarımı.."

"O niye?"

"Okuma işte" diyerek telefonu kapattım. Aptallığıma yanayım.

Avm'ye geldiğimizde Seyhun, ben, Şeyda ve Enes vardık. Ablam, İsa abi geleceği için gelmek istememişti ancak Seyhun'la buluştuğumuzda, muhtemelen İsa abinin de aynı sebepten gelmediğini gördüm. Hakan abim ve Sude ise yatak döşek bakacaklardı, nevresim takımı ve türevleri işte. İşleri bitince buluşacaktık.

Seyhun eliyle parlak ışıklardan labut tabelasını gösterince "Bowling'e mi gidiyoruz?" diye sordum heyecanla. Geçen hafta bana söz vermişti.

"Evet" tebessümüm, yüzünde karşılık buldu. Her zamanki samimi gülüş, sol gamze, ela gözler.

Bowling salonu, dışarıya göre daha loş bır ışıklandırmaya sahipti. Kasa olduğunu tahmin ettiğim yerden sıra alırken, görevli ayak numaralarımızı sorarak, arkasında dizili, beyaz, düz ve rahatsız edici görünen bowling ayakkabılarından verdi. 43 numara, ayak numaralarımızın arasındaki fark, yaşlarımız arasındaki fark kadardı.

Mekanda uzay havası verilmeye çalışılmıştı. Koyu yeşil rengin üzerine, renkli pasta süsü eklenmiş gibi görünen halıdan yürüyerek, bize verilen bölmenin önüne geldik.

"Kim kim olacağız" diye sordum, kenardaki dar masaya oturduktan sonra ayakkabılarımı değiştirirken.

"Sen benle olacaksın ufaklık"

"Ben de Şeyda'yla olurum. İyi oynuyorsun değil mi Şeyda?" Enes tek kaşını kaldırarak Şeyda'ya baktı.

"İdare eder işte" Şeyda'nın yarım ağız söylediği cevap Seyhun'un hoşuna gitmişti. "Kesin biz kazanacağız" diye göz kırptı bana.

"Bakacağız" Yüzüme, tereddütle zoraki bir tebessüm yerleştirdim.

"Daha önce oynamadım deme" kaşlarını kaldırdığında hafif şaşırmış ifadesini fark ettim.

"Ne diyim?"

"Oynamadın mı?"

"Oynamadım" kafamı hafifçe sallayarak, söylediğimi görüntüye döktüm.

"Ne yapalım, iş başa düştü, öğreteceğiz" Düşünceli gibi görünmeye çalışırken gerçekten komikti, onu çocukça hallerde görmek inanılmaz derecede eğlenceydi.

Enes isimlerimizi girerken "Nesine?" diye sordu.

"Kaybeden kazanana yemek ısmarlar"

"Yemekse biz kazandık" sırıtarak kendinden emin konuştu ve ilk olarak onlar oynadı. Enes, ikinci topu attığında hepsini devirmişti. Şeyda da yarısını devirdi. Sıra bize gelince Seyhun tek seferde hepsini devirdi.

"Vayy" hayretimi dile getirmekten çekinmemiştim. Herkesin yapabilmesi, heyecanım kadar, kolay olduğunu da düşündürmüştü. Yanımdaki sıradan turuncu bir top alıp, parmaklarımı deliklere geçirdim. Gözlerimi kısarak kendimce hesaplama yaptıktan sonra labutlara fırlattım.

"Hadi!" tam ortadan gidiyordu ki boş raylarla buluştuğunda, nasıl yana kayıp karavana olduğuna anlam verememiştim. Atamamanın sıkıntısıyla nefesimi üfleyip dudak büzdüm. "Off"

Enes'le Şeyda biz kazanacağız gibisinden gülüyorlardı, yani pis pis sırıtmak denir ona. Seyhun da güldü beceriksizliğime. Sıra tekrar bize geldiğinde, Seyhun ilk atışta bir tanesini ıskalamıştı. Bana göre, sağ köşeye yakın duran tek labutu isabet ettirmesinin imkan yoktu ama devirdi.

"Ben de böyle atmak istiyorum ya" dedim mızmızlaşarak. Topu elime aldığımda, o da elimin üstünden topu tuttu.

"Bekle, göstereceğim"

"Peki" Yeni bir şey öğrenmenin ve topu atacak olmanın coşkusuyla heyecanmıştım. Çalan yabancı şarkı da hareketli olduğu için heyecanıma eklenmişti.

"Bak, önemli olan hedefe odaklanmak. Dengeni sağlarsan hepsini vurabilirsin" Topu tutan kolumu aşağı eğdiğinde, her ne kadar tam arkamda durmuyor olsa da üstüme abanmış vaziyetteydi. Tuhaf halimiz, bana filmlerdeki golf sahnelerini anımsattı. Güya romantikmiş ama her zaman bu yakınlaşmayı komik ve saçma bulurdum.

"Ne tür bir posizyonda olduğumuzun farkında mısın?" Başımı geriye çevirip ona baktım.

"Ne türmüş?" Yüzündeki çarpık gülümsemeyle bir an bakışları beni buldu. Yüzyüze çok yakındık, sonra bakışlarını labutlara çevirdi. "Böyle at" diyerek hareketimi yönlendirdiğinde, aklım hala komik duruşumuzdaydı.

"Şimdi olmaz kocacığım herkes bize bakıyor" diye fısıldadım kulağına. Mantığım, düşünmeden söylediğim cümleyi süzerken yanlış bir şey söyleyip söylemediğimde tereddüt ettim.

Yutkunduktan sonra sert bir tonla "Topa odaklan" dedi. Neden birden gerilmişti? Dediğini yaparak önüme dönüp topu attım. En azından 2 tane vurmuştum, bu da bir şeydir.

"Öndeyiz" diye beşlik çaktılar Enes'le Sude.

"Üzgünüm" Seyhun'a dönüp, pişman yüz ifademi sözlerime ortak ettim.

"Önemli değil, sadece bir oyun" Yüzünün düştüğünü fark etmiştim. Yaptığım şaka yersiz olmuştu kesin, ne kocacığımı, ne olmazı? Kast ettiğim saçmalığı ben bile anlamlandıramamışken, onun rahatsız olması normaldi heralde.

Sonraki atışlarda da yine kötüydüm maalesef. Seyhun bir daha nasıl atacağımı göstermedi. Sadece durduğu yerden direktif verdi, sesinin mesafeli tınısı yüzünden kendimi suçladım. Önce düşün sonra konuş. Konuştuktan sonra üstünde beyin fırtınası yapman bir işe yaramıyor.

Son elde, beş tane labut kalmasıyla teslim bayrağı çekmiş olduk. Enes ve Şeyda mutluluk dansı yaparken "Tekrar oynayalım" dedim. Henüz yeni anlamaya başlamıştım oyunu.

"Yenildiniz Nisa, kabul et"

"Lütfeen" kelimeyi uzatarak çocuk gibi ısrar ettim.

"Peki ama iddiayı biz kazandık, bu öylesine olacak" dedi Enes. Sevinçle ellerimi çırpıp Seyhun'a göz kırptım. "Bu kez kazanacağız"

'Hiç umut yok' gibisinden kafasını olumsuz anlamda sallarken dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Sıra bana geldiğinde, atışı hesaplamak için tek kaşımı kaldırarak elimi belime koydum. Seyhun'un söyledikleriyle önceki atışlarımı karşılaştırdım. Tamamen dengeyle alakalıydı. Kafamdaki denklemler, kendimi strateji oyununda gibi hissettirmişti. İlk atışlarım yine pek başarılı olmadı, biraz zaman alacaktı. Daha iyi konsantre olmaya çalıştım.

Üçüncü elde çoğunu devirmiştim, iyi gidiyordum. Enes'gil yine de öndeydi. Şu an onlardan çok kendimle yarışıyordum. Allah'ım bu sefer yapayım, nolur! Oyunun basitliği önemli değildi, bunu başarmak istiyordum. İlk atışta 3'ü hariç hepsi devrilmişti. Gözlerimi kapatıp kendimi motive ettim 'bunu başaracağım!' Top köşedeki labuta çarptığında, domino taşları gibi sırayla devrildiler.

"İşte bu!" Sevinçten çığlık atarak Seyhun'un boynuna sarıldım. "Başardım"

"Harikasın tatlım" Gülümsemesine rağmen durgun bakışları dikkatimi çekti ancak bunu sorgulamaya kalmadan, ona sarılmış olmanın bilincine varmam, daha önce hissetmediğim bir duyguyla içimde rahatsız edici bir ılıklık oluşturmuştu.

Oyun salonundan çıktığımızda hava kararmak üzereydi. Hakan abimlerle buluşup Taka'ya gitmeyi kararlaştırdık.

Bir karadeniz restoranı olan Taka, Konya'nın çarşısı sayılan Karatay'ta ve işlek bir caddedeydi. Yol üzerinde sayılırdı ancak önüne park alanı yapılarak restoran daha içeri alınmıştı. Dar bir girişi olmasına rağmen sağa döndüğünüzde büyük salon sizi karşılıyordu. Duvardaki kağıtlar taş görünümü elde etmek için, minik taş desenliydi. Sol tarafta mutfağa ait bir bölme vardı. Geniş salonda, aralılıklı olarak kalın kolonlar bulunuyordu. Mekanda enstrumental müzik çalınırdı ve her zaman sakin bir ruh haline bürünmemi sağlardı. Dışarıya bakan duvarın yarıdan yukarısı tamamen cam kaplıydı. Camın önündeki büyük yuvarlak masalardan birine geçtik.

Yerleştiğimizde, Seyhun ve Sude'nin arasına oturmuştum. Ablamı gelmek için ikna etmiş olsak da, İsa abinin eksikliği hissediliyordu ve bu beni rahatsız etmişti. Herşey yerli yerinde olsun istiyordum, sevdiklerimin üzülmesi, mutluluk planıma tersti ve ben işlerin planlandığı gibi gitmemesinden nefret ederdim.

Menüye bakarken düşünmeden seçtiğim ilk yemek, fırında ispir fasulyeydi. Konya'nın kuru fasulyesinin aksine iri taneli ve şeker tadında olurdu, hele de fırınlandığında ağızda dağılırdı. Bunun dışında salata ve pide yiyebilirdim ki, karadeniz pidesi de Konya'dakinden farklıydı. Minik ve hamuru dahada kalın, kapalı pide yapardılar. Zaten Konya'lılar etliekmek, mevlana, bıçakarası ve börek olarak adlandırdıkları için kendi yaptıklarına pide demezlerdi.

Benim fasulye ve kavurmalı pide siparişim, diğer balık siparişlerinin içinde biraz sırıtmıştı. Seyhun buna şaşırsa da balık yemediğimi söyledim.

"Balık sevilmez mi ya?"

"Nisa da böyle bi çeşit işte, sevilecekle sevilmeyeceği ayırt edemiyor" Enes bana laf soktuğunda, sinirle kaşlarımı çattım.

"Allah Allah nedenmiş o? Renklerle zevkler tartışılmaz"

"Öyle bir tartışılır ki" Enes'in muzip cümlesi, ortaya atacağı bir mevzunun habercisiydi. Ancak ikimiz dışında buna odaklanan yok gibiydi, Sude kızlara aldıklarını anlatırken Hakan abim hayranlıkla O'nu izliyordu. Seyhun ise menüden siparişini seçmekle meşguldü.

"Levrek buğulama alayım" uzun parmaklarıyla tuttuğu menüyü katlayıp zarifçe garsona uzattı.

"Kaç kişilik olsun? Tüm masaya servis yapabilirim veya en az iki kişilik verebilirim, fırında piştiği için tek porsiyonu yok" Seyhun garsonun açıklaması üzerine bana döndü, "Birlikte yer miyiz? Denemiş olursun"

"Hayır, asla" ellerimi önüme set yaparak istemediğimi açıkça belli ettim. "başkasıyla al" Görmeye bile tahammülüm yoktu, zavallı hayvan.

Hayatım boyunca yemekten çekindiğim iki gıdadan biriydi balık, diğeri de kekikti. Tabi dünya üzerinde yemediğim başka şeyler vardı ama bana göre 'yenilebilir' kategorisinde yer almadıklarından bahsini dahi etmeye lüzum yoktu.

"Sanırım herkes sipariş verdi" Bakışları masadakilerle buluştuğunda, Enes "Ben yerim" diye cevapladı.

"O zaman palamut ızgara iptal mi?" Garson, elinde tuttuğu kalemi, otomatik not defterine dokundururken, siparişi iptal etmek için Enes'ten onay bekledi.

"Yo hayır, ikisini de yerim" sonra bakışları bana döndü "Nisa, bak buğulamayı senin için yiyorum, değerimi bil" bana göz kırparken aynı zamanda dil çıkardı.

"Ay canım arkadaşım, nasıl da düşüncelisin ya" yalancı bir sırıtıştan sonra gözlerimi devirdim. Bu çocuğun boğazına fil oturmuştu kesin, yoksa o çöp gibi vücuduyla bu kadar yiyebilmesinin açıklaması yoktu. Belki de annesinin yemeklerini özlüyordu, bize ne zaman gelse annemin yemeklerine iltifatlar sıralardı. Ona çikolatalı pasta yapmadığım için küsmüşlüğümüz de vardı hani. Hakan abimin, baba parasına kavuştuktan sonra, dışardan ısmarladığı yemekleri saymazsak, öğrenci hayatı yaşıyorlardı, ki bu yüzden maymum iştahına hak vermeliydim. Ben annemsiz kaç gün yaşayabilirdim emin değildim.

Masaya ilk gelenler her zaman ilk gözdem olmuşlardır. Asla yemeği bekleyemeyen biri olarak, önce Seyhun'un sosladığı roka salatası ve mısır ekmeğinden, ardından gelen falsulyeden yemiştim. Diğerlerinden önce gelen pidemden teklif ettiğimde Şeyda ve Hakan abim dışında alan olmadı. Sırayla balıklar da gelmişti ama göz ucuyla gördüğüm pörtlek gözlere bakmak dahi istemiyordum. Hayır, vahşetten zevk mi alıyorlardı, balık yiyorsan ye ama kafasını pişirmek nasıl bir fantazidir?

"Canım arkadaşım sen de ister misin?" Karşımda oturan Enes, balığı havaya kaldırmış gözüme sokuyordu.

"Yaa!" Tiz bir çığlık atarak sandalyemde geri çekildim. "Çek şunu, istemiyorum"

"Aşk olsun, baksana ne güzel gözleri var, şu dişlere bak inci mübarek"

"Enes!" Sandalyemden fırlarken çığlığı bastım.

"Üstüne gitme Enes" Hakan abimin sözüyle Enes balığı geri çekti. "Şunun neresinden korkuyorsun? Canım benim" bana söylendikten sonra balığı sevmeye başlamıştı.

Temkinli adımlarla masaya yaklaşıp sandalyeme oturduğumda, hayret dolu bakışlara sahip bir adet Seyhun vardı. Tabi, çevredeki aynı ifadeyle bana bakan birkaç kişiyi saymazsak.

"Balık fobin falan mı var?"

"Hayır, sadece sevmiyorum. Onları yüzerken görüyorum ve görüp hayran olduğum bir şeyi böylece öldürmek beni rahatsız ediyor"

"Et yiyorsun ama" kafası karışmış gibiydi. Düşüncelerimi olduğu gibi dillendirdim.

"O ayrı, inek başını tabağıma koysalar onu da yemem. Ama ette görmüyorsun ki, oysa balığı canlısını gördüğüm şekilde pişiriyorlar"

"Konserve balık yiyor" ablam yerime konuştuğunda başımla onayladım.

"Yani tadını sevmediğinden değil"

"Tadını bilmiyorum"

Seyhun'un tabağı geldiğinde hafifçe geri çekildim. Garsonun yuvarlak kapağı kaldırmasıyla, közlenmiş domates kokusu etrafa yayıldı. Merak edip baktığımda sebzeler ortasında beyaz et vardı. Buğulama böyle mi oluyordu?

"Tadına bak" Seyhun yerken bana çatalını uzatmıştı.Yüzümü buruşturarak geri çekildim "Yiyemem"

"Tadını bilmediğin bir şeyi yargılamalısın, bu sadece et" Seyhun bunu söyledikten sonra, yemeyi reddettiğim balığı ağzına götürdü.

"Hem omega3 kaynağı, gidip gelen hafızana iyi gelir" Hakan abim de, dalga geçenler furyasına katıldığında gülüştüler. Komik miydi? Benim için değil. 3 Saniyelik hafızası olan balıkların, hafızayı güçlendirmesini hep saçma bulmuştum, ta ki psikoloğum Gurur'un Omega* adındaki balığıyla tanışana kadar.

"19 yıldır mevcut omega3'üm bana yetti, bundan sonra da ihtiyacım olmaz" dedim umursamaz bir sırıtışla onlara karşılık verirken. İçimde, bu beni huzursuz etmişti, eğer hafızayı yöneten şey omega3 ise, bende bir gram yoktu. Ama bunun sebebi balık yememem değildi.

Seyhun "İnsanlar önyargılarından kurtulmalı" derken, sesinin tınısı muzip bir tona bürünmüştü. Onlara ayak uydurmak ve daha çok da örselenen duygularımı bastırmak için, hızla yerimden kalkarak sandalyemin arkasına geçtim.

"Çocuk gibi kaçacak mısın?"

"Zorla yedirmeyecek misin?" Tüm dişlerimle sırıttığımda, hafif bir kıkırtıyla başını eğip, gamzesini sergiledi. Dudağını ıslattıktan sonra etrafa bakındı. "Yedireceğim"

Ayağa kalkarak, yeniden yemek koyduğu çatalı bana uzatırken, diğer elini çatalın altına destek yapmıştı. Refleks olarak uzattığı balıktan kaçıp, masanın çaprazında duran kolonun arkasına saklandım. Aslında yemeği düşünmüştüm çünkü balıktan ziyade bir parça beyaz ete benziyordu, konservede yediklerim gibi. Ancak yaptığım çocukluk, neşelenmem içindi. Benim değil, Sefa'nın muzipliğiydi.

"Şaka mısın?" Başımı kolondan uzattığımda, Seyhun elindeki çatalla ayakta dikilirken tuhaflıklarıma şaşkınca gülümsüyordu.

"Hayır, yüzde yüz gerçeğim" ellerimi başımın yanında sallayarak ona göz kırptım. Bir an, yüzündeki gülümseme söndü ve tek kaşını kaldırıp kararlı bir ifadeyle bana baktı. "Yiyecek misin, yemeyecek misin?" Bakışları, yemezsen yerime oturuyorum türündeydi.

Kolonun arkasından çıkarak tereddütle dudaklarımı eğdim "hmm, aslında emin değ-" ağzıma tıkıştırdığı lokmayla, cümlem yarım kalırken, Seyhun zafer kazanmış bir gülüşle arkasını döndü ve yerine oturdu. Bir kaç saniye şüphe ettikten sonra ağzımdaki lokmayı çiğnedim. Fazla pişmiş ve yumuşak bir tavuk gibiydi ayrıca domates tadı vardı ki, o daha hoşuma gitmişti. Masaya döndüğümde tuhaf sessiz bakışları üstümde hissettim.

"Oldu da bitti maşaallah!" Enes kahkaha atarak olayı toparladığında, herkes gülüştü. Ben az önce, koca restoranda Seyhun'dan kaçıp, elinden yemek mi yemiştim? Ah Sefa! Hiç beni suçlama, bunu ben bile yapmam.

Sonraki muhabbet evlilik, çeyiz ve takılmalarla geçti. Hakan abim ve Sude İstanbul'a taşınacaklardı, Sude bu yüzden biraz üzgündü ama Hakan abimin şirketteki işi çoktan hazırdı.

"Doydum" Enes'in masada yemediği şey kalmadığında, söylediği söz pek manidardı. Bense Seyhun'un tabağındaki buğulamadan biraz daha almıştım ama balığı değil, domatesi sevmiştim, bu bildiğin menemendi ve suyuna batırdığım lavaş ekmeğiyle harika olmuştu. Bardaktaki suyumu yudumlarken ben de en az Enes kadar doymuştum. Zaruri ihtiyaçla lavaboya giderken, kendimi büyükanneyi yiyen kurt gibi hissediyordum.

Bir restoranda yemeklere veya mekanın gösterişine önem veriyor olabilirdiniz. Ama benim ilgimi çeken ilk şey tuvalet olurdu. Temiz mi, alaturka tuvaleti var mı? Peçete ve sabun da çok önemliydi. Hatta tuvaletin fayans renkleri ve mozaikleri bile ilgimi çeken şeylerdi.

Ellerimi yıkarken, gerekmemesine rağmen yüzümü de ıslattım. Parmaklarımı enseme indirdiğimde , hissettiğim ferahlıkla tebessüm ettim. Balık fena değildi ama daha güzel olan, Seyhun'un bana yedirmiş olmasıydı. Üstelik de peşime düşerek ve restoranda. Bir yanım kendimi ayıplayıp, dudaklarımı dişlememe sebep olsa da, diğer yan, savaş açarcasına içimdeki heyecanı gülüşüme yansıtmaya çalışıyordu.

Restorandan çıktığımızda, bizi eve bırakan Hakan abim oldu. Ablamla balkonda biraz laflamıştık ve Ömer hakkında söyledikleri hoşuma gitmemişti, yüzük için çok erkendi. Ablamın da böyle düşünmesi gerekirken fikrini ne değiştirmişti bilmiyorum ama boğazım kuruyana kadar dil dökmemin faydası olmamıştı. Sonunda yine zamana bırakmayı tercih ederek, güzel geçen günümle kendimi avuttum.

Kendimi yatağa attığımda üç duygu yoğundu; mutluluk, heyecan ve yorgunluk. Artık bu tempoya alışmalıydım, yaz daima hareketli geçerdi ama gerçek şu ki, hiç bir şey yapmadığım bir günde bile kendimi yatağa attığımda yorgun hissediyordum. Nefesimi kısıtlayan burnum, zihnimin tazelenip dinlenmesine savaş açıyor gibiydi.

Yattığımda ise bedenim sakinlik ve huzur arayışına çıkmıştı. Bunun sebebi yatış pozisyonunun, beyne uyu sinyali gönderiyor olmasıydı. Oyuncak bebekleri yatırdığımızda göz kapaklarının kapanması gibi, beyin bize de 'kapat' komutu veriyordu. Bazen buna karşı koyup gözlerimizi açık tutsak da, gözlerini kapatmak, yerçekimi kadar olağan bir tepkiydi. Sessizlik size yorgunluğunuzu fısıldar, duygularınızı hafifletip kalp ritminizi düşürürsünüz. Yavaşça düşüncelerinizi serbest bırakın. Rivayet odur ki, 15 dakika hareketsiz durduğunuzda beyin kendini kapatır ve uyuya dalarsınız. Ne rivayeti yahu, bunu bilimadamları söylemiş.

Bu dinginlik halinde, kalp atışlarımın sakinliğini bozan, telefonumun titreşim sesi oldu.

"Hiç bir eksiğin yok,

Büyücünün kadın olanına cadı denir biliyorsun. Bazen gerçekten büyüleyicisin.

Kayısı sevmediğimi bilirsin, bunun için Şam'a gitmeye niyetim yok, ben senden gayet memnunum.

Ve sen neler düşünmüşsün öyle!!"Yazdıkları beni mutlu ettiği kadar utandırmıştı da.Sabah yazdığım mesajlara tek tek cevap atmıştı.

"Okuma demiştim"

"Yatağımı ısıtacak ha? Bazen ne dediğini bilmiyorsun" Ne kadar utandığıma aldırmadan, dalga geçiyordu benle.

"Yaa... Öfkeyle şeyettim onu. Ne demek istediğimi anladın"Ardında bugün için teşekkür mesajı attım. "Bu arada güzel bir gündü, teşekkürler" Mesajı yolladığım anda mesaj geldi. Önceki yazdığımı yeni cevaplıyordu.

"Anlamaz mıyım? Bowlingte ne dediğini hatırlıyor musun ?" Nerden hatırlayabilirim ki? Günde 1546 cümle kuruyorum.

"Hangisini diyorsun?"

"Rica ederim. Aslında daha farklı teşekkür edersin diye düşünmüştüm"

"Ne gibi?"

"Şimdi diyorum, başbaşa kaldık karıcığım"

Kast ettiği şeyi anladığımda elimle ağzımı kapattım. Yine kalbim heyecandan kalıbına sığmaz olmuş, küt küt atıyordu. Sabah komik bulduğum vaka, farklı anlamlara bürünerek yanaklarıma kan pompaladı.

Gece yarısı, 12'den sonra külkedisine dönen Sindirella gibi, gündüzleri nazik kibar sevecen adam gece yine aynı nezaketi sapıkça sergiliyordu. Ve bu bende doping almış gibi koşma isteği uyandırıyordu. Karmakarışık hislerimi bastırıp ona kızmak yerine aynı alayla cevap verdim.

"Olmaz başım ağrıyor" Erkeğe hayır diyip, sırt dönen kadınların klasik bahanesi buydu değil mi? Eğer öyle değilse, bir yanlış anlama vakasıyla daha karşı karşıyaydım.

"Masaj yapayım? Sırtını dön. Şakaklarını, saç diplerini parmaklarımla nazikçe ovuyorum. Rahatlatıyor değil mi?" Parmaklarımla yazdığını somutlaştırıp, zihnimin gevşemesine izin verdim.

"Evet, güzel bir his, büyülü"

"Boynundan omzuna inen parmaklarımla seni kendime çektim. Bacaklarımı seninkilere doladım. Minik vücudunu bedenime hapsettim. Saçlarının kokusunu içime çekiyorum, üstündeki ince pijamadan başka aramızda hiç engel yok"

Mesajı okuduğumda ellerim titremeye başladı. Yazdıkları.. O sanki.. arzuluyor muydu? Beni o şekilde hayal mi ediyordu? İçimi basan hararetin sıcaklığı tüm bedenimi sarmıştı bir anda ne yapacağımı bilemedim. Hayır, birbirimize sarılıp yatmakta sorun yoktu, sürekli böyle mesajlaşıp hayal ederdik ama bu seferki ne bileyim.. Göğsüme dolan tuhaf baskıya anlam veremedim, kan yanaklarıma hücum ediyor gibiydi. Kalkıp lavaboda yüzüme su çarptım, aynada yansımama bakarken al basmış yanaklarım beni daha çok şaşırttı. O burda değildi, yanımda bile yokken sadece bir mesajla utanmış, neler hissetmiştim. Yoksa asıl sapıklaşan ben miydim? Telefonu alıp mesajı tekrar okudum.

"Pijamandan başka aramızda hiç engel yok" Ah, bu ne demekti şimdi? Onun kıyafetleri yok muydu? Dur bir dakika, ruhumun delisi nidalar atarak ordan oraya koşmak üzereyken mantığım olaya el attı; Nerede olabilirdi? Biz ayrılalı 2 saate yakın olmuştu ve gecenin bu vakti uyumuyorsa..

"Nerdesin? Dürüstçe"

"Barda" Tabi ya, sarhoş! Beni o biçim hayal edebilecek kadar sarhoş. Pis ayyaş, beni iğrenç hayallerine alet ediyor!

"İyi geceler!"

"Nisa, sana gerçekten dokunmak istiyorum"

Mesajına cevap verecek değildim. Telefonu kapattım. Kim bilir devam etse daha neler saçmalayacaktı. Böyle güzel bir gün geçirmişken ne halt etmeye içmişti ki, of!

Bir anda bunca duygu karmaşası çok fazlaydı, beni hem geriyor, hem yoruyordu. Seyhun'un bu anlatılamaz değişimlerini görmezden gelmeliydim, bu beni bilinmeyene sürüklüyor beynimde fırtınalar estiriyordu. Onu her zamanki tanıdığım gibi düşünmeliydim, gülecen, nazik, tatlı dilli.. Bedenimi kendine hapsetmiş. Kahretsin Seyhun aklımı ne diye karıştırıp duruyorsun!

Saatlerdir yatakta dönüp duruyordum. Yatış pozisyonunun uykuyu getirmesi teorim yalan olmuştu zira kendimi zorlasam da bu tedirginlikle uyumam mümkün olmuyordu. Uzun tereddütlerden sonra telefonu açtığımda bir yeni mesajla karşılaştım. Parmaklarım mesajı açmakla açmamak arasında tereddüt ediyordu.

Kimden: Laf cambazı

"Yanlış anladın" Yanlış anladım.. Kaç saattir aklımı kurcalayan şeyi tekrar düşündüm. Cevap bulmak için başımı ağrıtacak kadar zorlamıştım kendimi, neyi yanlış anladım? sen ne kast ettin ki? Yanıtla tuşuna basarak mesaj attım.

"Doğrusu ne? Ne yapmamı bekliyorsun?"

"Hiç bir şey"

"Amacın ne Seyhun?"

"Ben neye ihtiyacım olduğunu bilmiyorum"

"Benim hakkımda mı?"

"Sen, kendim, hayatım, geleceğim" Bu fazla bir genellemeydi, benimle kısıtlanamayacak kadar fazla.

"Yanlış bir şey mi yaptım?" Yazdım tereddütle, ben bile ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Hayır. Sen fazlasıyla saf ve masumsun"  Kötü bir şey gibi söylemişti. Ama bunu yazmadım, aklıma gelen binlerce düşünceyi susturup bekledim.

"O mesaj için üzgünüm, şimdi birlikte uyuyamayiz değil mi?" Niye beni zorluyordu ki, daha birkaç saat önce resmen arzuluyorum demişti. Oysa şu an, öyle masumca soruyordu. Onu, masum bir çocuk gibi düşledim.

"Sadece benim pijamarım varken olmaz" Bozuk olduğumu belli etmek için surat assam da, hayır diyemediğim için asıl kızmam gereken kişi kendimdi.

"Şapşal, tabi ki çıplak değilim"

"Nerden bileyim? Şapşal sevgilindir!"

"Nisa"

"Ey?"

"Bana kızgın mısın sevgilim?"

"Evet!"

"Şapşal sevgilim!" Ah! Hemen şımarmış, benle alay ediyordu ama suç bende, ben yüz veriyordum. Masum çocuk gibiymiş, peh!

"Katıksız Öküz!"

"Gel buraya minik cadı, abin seni kollarına sarıp uyutacak"

"İstemiyorum. Ben cadı değilim, sen abim değilsin"

"Sitemini yesinler. Sen dünyanın en şeker hırçınısın. Büzdüğün o dudakları öpesim geliyor"

"Yaa! Hani abimdin? Gece seninle mesajlaşmayacağım, sapıklaşıyorsun!" İnadına yapıyordu yeminle bu adam birgün beni sinirden çatlatacaktı.

"Sen de alınganlaşıyorsun. Şimdi uslu bi kız ol ve başını göğsümden kaldırmayı bırak, bensiz uyuma ihtimalin yok. Bu saatte ne diye ayaktasın? Yine çişe mi kalktın?"

"1. Utandırma!

2. Sen niye ayaktasın?

3. Sensiz uyuyamadığımı nerden çıkardın?

Ve ben alıngan değilim, tuhaf davranan sensin" Hışımla attığım mesajla tekrar yerimden doğruldum. Bana sinir krizi geçirtip, bir de göğsümden kalkma diyor. Geri yatağa uzandığımda, tabi göğsüne yatmadım.

"1. İhtiyaç olan hiç bir şeyden utanma.

2. Cevap yazmanı bekledim, eve döneli çok oldu.

3. Çünkü ben sensiz uyuyamıyorum.

Ve çok gezevesin, yatakta dönüp durmayı bırak"

"Peki. İyi geceler!" Yatakta yönümü değiştirerek gözlerimi kapattım. Bunca sözünün üzerine ona sarılacağımı sanıyorsa çok bekler.

"Sırtını dönmen bir şeyi değiştirmez. Hala sıcak kollarımla seni sarıyorum. Kaşlarını çatmayı bırak ve sakinleş, Masum güzelliğim iyi geceler"

"Kaşlarımı çattığım ne malum? Arkamdan göremiyorsun" Hala atar yapsam da, en çok beni bu denli tanımasına şaşıyordum.

"Ben bilirim. Beni bu saate kadar ayakta tuttuğun için cezalısın. Sabah işe sen kaldıracaksın" Asıl beni uyutmayan oydu, üzerine bir de deli etmişti ama kızamadım.

"Denerim ama pek sanmıyorum"

"Şimdi uyuyalım"

"Uyuyalım" Yazıp telefonu bıraktım, tekrar yazmazdı.

Sırtımda bana sarıldığını düşlediğimde, tuhaf şekilde sakinleşmiştim. Onunla yazışmak kendimi daha iyi hissettiriyordu. Seyhun hep aynı, bir öyle bir böyle. Hâlâ kızgın olsam da, ellerini çek diyemiyorum. Ben bu adama hiç rest çekemiyorum. Mesajlarını bir kez daha okudum. Kesinlikle aklı başındayken, benim hakkımda o şeyleri düşünmezdi. İçmeyi bırakmalıydı, en azından kendinden geçecek kadar içmemesi gerekirdi. Kimbilir, ne olmuştu da kafasını dağıtıp bana saracak kadar içmişti. Mesajları silerek ilerlerken son mesajlara geldiğimde duraksadım.

'Büzdüğün o dudaklarını öpesim geliyor' okurken istemdışı dudaklarımı büzdüm. Sapıklıkları hoşuna gittiğine göre aklını kaçırıyor olmalısın diye uyardı Sema. Öpmek sapıklık sayılmazdı ki, ama arkadaşlar da birbirini öpmezdi. İstemesem de mesajı sildim. Ama diğer mesaj 'Çünkü ben sensiz uyuyamıyorum' Yorgun gözlerim uykuya teslim olurken ağzım kulaklarımdaydı.

_________________

*Omega: Yazar burda 'Bir Balığın Terapi Günlüğü'ne gönderme yapıyor. Gurur ve Seyhun'un aynı oyuncu olması ise tamamen tevafuk. Hem karakterler hem görünümleri farklı ;)

*

Merhaba, beni heyecanlandıran iki bölümün, size de aynılarını yaşatabilmesi harika bir his. Okuyan, oylayan ve Seyhun'la hayal kuran herkese sonsuz teşekkürler.

Bir bölüm hakkında fikir istiyorum, sizce 'halı yıkama' bölümü olsun mu? Yoksa çok mu demode?

Continue Reading

You'll Also Like

294K 12.6K 51
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
333K 20.6K 49
Vahşi bir hayatın içine düşmüş narin bir beden, yabani bir adamla baş edebilecek miydi? Burası dışarıdan bakıldığında hipnotize edici eşsiz bir güzel...
25.9K 1.9K 37
'Bırakın.' Ağzımdan çıkan tek kelime buydu. O an sadece beni tutmayı bırakmalarını kastetmiyordum. Bulunduğum yeri, durumumu bırakmak istiyordum. Büt...
809K 45.5K 37
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...