KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-

36.7K 3.2K 1.8K
By endless_Q

Bebeklerim hani Gideonun sağ göğsünde klanın sembolü vardı ya bugün bir arkadaşınızla oturup tasarımı yeniledik. Multimedyaya tek halini koydum, kitabı da düzenlediğimde bu şekilde yazacağım. Alttaki ise Gideonun göğsünde duruş hali. Kalashlı olan herkes bu dövmeye sahip.

Bu arada bayağı erken geldim :D SÜPRİZZZ

▏₰ Alysa

Kahvaltı yaptıktan sonra temiz kıyafetlerle birlikte dolabımdaki giysileri kucaklayarak -dört, beş seferde ancak getirebilmiştim- Gideonun odasına gelmiştim. Çok fazla kıyafeti olmamasına rağmen gardırobu gereksiz yere genişti.

Gardırobu iki kısma ayırarak yeniden düzenlemek saatlerimi almıştı. Zira temiz kıyafetleri katlamakla da uğramıştım. Gideon kalıcı olarak odasına yerleşmemi istediğinden artık burası ikimizin odası olmuştu. Eşyalarıma kadar taşınmayı lüzumsuz görsem de kara kurt inatla her şeyi getirmemi, odanın hepsini alabilecek büyüklükte olduğunda ısrarcıydı. Sanırım uyumadan uyumaya geldiğim bir yer olmasındansa odasını benimsememi istiyordu.

Benimle ilgili meselelere en ince ayrıntısına dek takılması çok hoşuma gidiyordu. Gardırobu ikimize göre ayarladıktan sonra dün terzide ufak kısımları diktirip tamir ettiği rüya kapanını yatak başlığının üzerine asmıştım. Üzerindeki büyünün de yenilendiğinden emindim. Kendi alemimdeyken bu tarz tılsımlara asla inanmaz, işe yaramadıklarını düşünürdüm. Buraya geldikten sonraysa ehil ellerden çıkan her becerinin gücüne bizzat tanıklık etmiştim. Bu da muska tarzı büyüler yüzünden evi sık sık aramam gerektiğini bana düşündürtmüştü. 

Kırmızı Hint akrebine bürünen kabusum her hatrıma düştüğünde iğnesini kalbime sokuyordu. Belki de rüya kapanının gücü sayesinde o yaratık bana zarar verememişti. Ne ara yaklaştığını bile bilmiyordum, bu çok ürperticiydi. Gideonun dediğine göre o şey bir albasıymış. Yaşayanlara kabus gösterir, avını zayıflattıktan sonra ruhunu emermiş. Şeytan harflerini kullanan kara cadı da çocukların ruhlarını bu sayede toplayabilmişti zaten. Kara kurt kan büyüsü ile klanı tamamen saracak bir koruma büyüsü yapsa da albası gibi ruhani yaratıklar için yapabileceği pek bir şey olmadığını söylemişti. Her an onlara karşı tetikte olmak zorundaydık. 

Bu olay bir kere daha İnalih'te ki her günün ölüm kalım meselesi olduğunu bana belletmişti. 

Acaba büyü gücümle kötü ruhları def etmek için bir şeyler yapamaz mıydım? Deneyip görmem gerekecek. Düşünmeyi sonraya bırakıp kırmızı örümcek zambağının olduğu vazoyu yattığım taraftaki komodinin üstüne koydum.

Odanın içine şöyle bir göz atınca eşyalarımın içerideki havayı nasıl değiştirdiğini fark edip şaşırmıştım. Gideonun yatak odasını renklendirecek süsler koyması beklemek ne mümkün? Odası sade ve ihtiyaç temelli dizayn edilmişti. Şimdiyse karı-koca albenisi vardı.

Yeni evlilerin ev dizerken hissettiği heyecan böyle bir şey miydi acaba?

Uyandığımdan beri üzerimde bitmek bilmeyen bir neşe vardı. Yaptığım iş yorucu olsa da hevesle yerine getirdiğimden eteklerim zil çalıyordu. Yalnız kurtluğu adet edinmiş adam inine girmeme müsaade etmişti. Hem de temelli! Dudaklarımda hin bir gülümseme belirdi. Böyle böyle bensizliğe katlanamayacak hale gelecekti.

Yatak odasını hallettikten sonra kara kurt eve gelinceye kadar hazır elim değmişken evi bir güzel silip süpürmüştüm. Marangoz dükkanında yapılıp cilalanan yeni masamı dün eve getirmişlerdi. Aşina olmanın iyi yanlarından biri istediğiniz her şeyin harfiyen yerine getirilmesiydi. Şimdiyse Gideonla birlikte çalışma odasını benim için ayarlıyorduk. Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki kara kurt gerçekten tertipli ve düzenliydi.

Onaylanıp kaldırılan belgeler olsun, haritalar olsun, iş için lazım olan malzemeler olsun hepsinin belli bir düzeni ve yeri vardı. O yüzden çalışma odasını şekle sokmak çokta zor olmamıştı. Odayı iki kısma ayırıp bir sınır belirlemiş ve bütün araç gereçleri dizmiştik. Ortak bir alanımız bile vardı! Ruby nineden öğrendiğim bitki sanatı ve cadı zanaatına ait bütün tariflerim için bile burada çalışabileceğimi söylemişti. Onu rahatsız etmek istememe rağmen sorun olmayacağını söylemesi gözüme o kadar tatlı gelmişti ki yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tutmuştum.

Gideonla günün bir kısmını evi düzenleyerek geçirmekten büyük zevk almıştım. Eşyaları oradan buraya taşırken bazen birbirimize sataşıp durmuştuk. Hatta bir ara Gideon beni yere yatırıp gözümden yaş gelene dek gıdıklamıştı. Tamam, yüzüne zincifreden sürmek benim suçumdu ama o anda çok mantıklı gelmişti.

Tepeden tırnağa değiştirdiğimiz odanın ortasında tükenmiş bir vaziyette oturuyorduk. Ne vardı canım, altı üstü hazır eşyaları kaldırmışken sağı solu da temizleyelim dedik. Gideon camları cillop gibi yapmıştı. Kalash klanının liderinin elinde bezle cam sildiği görülse kimsede korku falan kalmazdı. Ender bir şekilde titizdi de. Üstelik temizlik yapmaktan da gocunmuyordu. 

Yorgunluktan ölsem de kalkıp bize bol köpüklü bir kahve yapıp getirmiştim. Parkelerin üstünde bağdaş kurmuş kahvelerimizi içiyorduk. 

"Şu gölgeler... Ne çeşit yaratıklar ki? Yani bildiğimiz gölgelerden mi bahsediyoruz?" Gölgeler kendi kendilerine var olabilirler miydi ki? Ay dün akşamdan beri kafamı kurcalayıp duruyordu. Sormak için uygun fırsatı ancak yakalayabilmiştim. Çekine çekine soruyor oluşuma dudakları hafifçe kıvrılsa da bir saniye bile sürmedi eski hallerini almaları.

Eşeledikçe eşeliyordum.

"Hayır, bildiğin gölgelerden değiller."

Tırsarak "Hayaletler mi?" diye sordum. Hayaletlerle pek iyi anılarım olmadığı gibi travmalarım Gasadalurda Nirvana'ya ulaşmıştı. Uzun bir süre ne adlarını duymak istiyor ne de etrafımda dolaşmalarını istiyor olsam da sakız gibi yapışmışlardı. Kahvesinden küçük bir yudum aldıktan sonra dudaklarını yaladı. Bir an için elalarım ıslanan dudaklarına düşse de hemen bakışlarımı kaçırdım. 

"Ölmüş şeytanlar." Hımm peki. İçim çok rahatladı doğrusu.

"Şeytan yakasındaki şeytanlardan mı?"

"Şeytan yakası Azirin hakimiyeti altında, oradan değiller." Gözleri hafifçe kısılıp dudağının kenarına dokundu. Sanırım bir şey düşünüyordu. "Artık oralı değiller daha doğru bir tabir olur. Şeytanlar öldüklerinde gölge yakasında, gölge olarak yeniden doğarlar." 

"Eski bedenlerinin gölgeleri olarak mı diriliyorlar yani?"

"Güzel yakaladın, bu şekilde de izah edebiliriz. Güçlü şeytanlar kanlı bir pelerine bürünürler, onlara şah denir. Seninle konuşan ve sana görünende onlardan biri. Sıradan şeytanlarınsa siyah pelerinleri olur."

"Şeytanlar ölüp gölge olduklarında güçlerinde bir değişim oluyor mu peki?"

"Dirilmek kolay olmadığından güçlerinin bir parçasından feragat ediyorlar elbette."

"Kaç tane kanlı pelerinli, kaç tane siyah pelerinli gölgen var?"

"Yedi kanlı şah var. Diğer gölgelerin sayısını bilmiyorum." Saymakla uğraşamayacağın kadar çoklar yani. Dün gölgesinde gördüğüm kırmızı gözlerin fazlalığı gözümün önüne geldi. Kalbimde soğuk bir rüzgar esmişti.

"Bu güce ne zamandan beri sahipsin?"

"Doğduğum günden beri benimleler ancak on yaşıma girdiğimde iletişime geçebildiler." İlk kez kurt formunu aldığında... O yüzden Ruby nine Gideonu rahat bırakmadılar dedi. Gölgeler, hayaletler, kara cadılar daha bilmediğim nicesi bu adamın peşine düşmüştü.

"Gideon nasıl oluyor da sende onlardan biri olabiliyorsun? Şeytan değilsin, onlar gibi değilsin."

İçmek için dudaklarına götürdüğü bardak sorduğum soruyla birlikte yarı yolda durdu. İçmeden bardağı yere koydu. Keyfini kaçırmıştım sanırım. "Çünkü ben gölge olarak doğdum Alysa. Kara kurt olmanın özelliklerinden biri bu, gölge olmak için ilk önce şeytan olmama gerek kalmayışın sebebi bu."

"Anladım. Son soru! Gölgeler ölürlerse tekrar şeytan olabilirler mi?"

"Olamazlar. Bir kere daha ölecek olurlarsa ruhları sonsuza dek dağılır. Her ırkın diğerlerinden farklı olarak öne çıkmasını sağlayan bir özelliği, yeteneği vardır. Şeytanlara verilmiş kabiliyette bu."

"Bu yüzden kimse şeytanlara zıt gitmek istemiyor. Düşünsene ölseler bile intikam için gölge olarak doğup yeniden sana azap çektirebilirler." Yulier ve diğerlerinin şeytan harflerine bakarken bile temkinli olması yalnızca bu durum yüzünden değildi elbette. Şeytanlar başlı başına bela demekti.

Gideonla aramızda bir süre için sessizlik meydana geldi. Kahvesini içerken bir yandan da beni izliyordu. Aklını kurcalayan şey her neyse içsel bir çatışma yaşıyordu. Anlamadığım nokta benimle ne ilgisi olabileceğiydi.

"Bir şey mi oldu?"

Ensesini sıkıntıyla ovalayıp "Ben sana sormadan bir şey yaptım." dedi. 

Gerilerek yerimde dikleştim. "Ne yaptın?"

"Korkarsın diye söylemedim ama hiç söylememek gibi bir niyetimin olmadığını başından bilmelisin." Boğazını temizleyip "Gölgene şahlardan birini sakladım." dedi.

Dondum. Ciddi ciddi yüzüne bakarken bana bir kal geldi. Muhtemelen yüzümde kireç gibi olmuştur.

Benim. Gölgemde. Eskiden. Şeytanken. Ölmüş. Bir. Şah. Vardı.

Gölgelerin kıdemlilerinden bir tanesi hem de.

"Gerçi pek yabancılık çekeceğini sanmıyorum. Seninle bana danışmadan konuşan gevşek ağızlıyı yaptığının sorumluluğunu alması için bundan böyle seni koruması için atadım." Pekala, şahın yaptığı şeyden haz etmediği gayet netti. Şey içlerinden bana en yakını oydu tabii. Bizzat tanışmasak da belli bir münasebetimiz var diyebiliriz. Demek o yüzden Gasadalurda gölgemden çıkıp bizi -beni- habise karşı korudu.

Elimi ağzıma paravan gibi kapatarak "Yedi yirmi dört mü?" diye sordum. 

Güldü. "Yedi yirmi dört."  

Yutkundum. "Şu anda bizi duyuyor mu?" 

「Duyuyorum Ateşî」

Tanıdık kalın sesi işitince yerimden sıçramıştım. Gideon korktuğumu görünce ters ters gölgeme baktı. 

"Gideon ben buna alışabileceğimden emin değilim." Tanrım korkularım evham olmaktan çıkıp sahileşiyordu!

"Onu görmezden gel, seni rahatsız etmeyecek. Sadece hayatının tehlikede olduğu zamanlarda ortaya çıkması gerektiğini biliyor." Yanımda olmazsa diye tedbir aldığının farkındaydım. İçinin rahat etmesi için başımı güçte olsa sallayarak onay verdiğimde elimi tuttu. Baş parmağıyla avuç içimde daireler çizerek sakinleşmemi sağlıyordu. "Seni şahlarla tanıştırayım mı? Onlara sık sık maruz kalırsan alışmana katkı sağlayacaktır." Açık uçlu sorusu beni kararsız bıraktı. Gideonu anlayabilmek için güçlerini tanımam gerekiyordu. Gölgeler de onun bir parçasıydı. Şimdi geri adım atarak onu ret edersem bir daha bu teklifi sunmayacağını da biliyordum.

"Bize görünecekler mi?"

"Burada olmaz ancak karanlık çöktüğünde cisimleşebiliyorlar. Gündüzleri onlarla tek yapabileceğin şey konuşmak." 

 "O zaman akşamı mı bekleyeceğiz?"

"Biz onların alemine gideceğiz." Bu iş gittikçe ilginçleşiyordu. Garip bir heyecanla karışık korku filizlenmişti içimde. 

"Gölge yakasına mı?"

"Gölge yakası fiziksel olarak variyetini sağlayan bir yer değildir Alysa. Soyut bir yerdir, oraya sadece gölgeler girip çıkabilir."

"Öyleyse beni nasıl götüreceksin?

"Yaka benim emrime göre açılıp kapandığından yanımda istediğim kişiyi götürebilirim. Zaten sadece ruhsal olarak oraya gideceğiz bedenlerimiz burada kalmaya devam edecek."

Yaka hakkında yeni bilgiler öğrendikçe şaşırıyordum. Hem esrarengiz, hem de mistik bir mekandı. Bu yüzden diğer ırklar için bilinmeyen bölge olarak kalmaya devam ediyordu. Gölgeler de, efendileri de dış dünyaya kendilerini tamamen kapatıyorlardı.

"Sana kimsenin bilmediği bir şey daha söyleyeyim; gölge yakasının asıl adı Çinvattır."

Dudaklarımda istemsiz bir gülümseme belirdi.

"Gizli kalması gereken bu kadar bilgiyi bedavadan bana vermen sorun olmasın?"

"Hım? bedava olduğunu kim söylemiş?" Elimi kendine çekerek dişlerini bileğime geçirip kışkırtıcı bir bakış attı bana. "Hepsinin teker teker ödemesini alacağım." Çaktırmadan gölgeme bakış attım. Anında yaptığımı fark edip "Ne zaman toz olması gerektiğini biliyor." deyince sıcaklık boynumdan yukarıya yükseldi.

Bileğimi dişlerinden kurtardım. "Oynama benimle." 

Kıkırdadı. "Doğru diyorsun gece oynaşırız."

"Ya Gideon!"

Elini davet edercesine uzatarak "Hadi gidelim." dediğinde en ufak bir tereddüt içermeden elini tuttum.

"Gözlerini kapat ve aklını boşalt. Korksan da önemli değil, yanında olduğumu; sana zarar veremeyeceklerini unutma yeter."

"Unutmam." Gözlerimi kapattığımda kalbinin vücuduma kan pompalarken çıkardığı ses kulaklarımın içinde çağıldamaya başladı. İmge gördüğüm her seferde ruhumun bedenimden ayrıldığını hissederdim. Aynı çekim gücünü şimdide hissediyordum. Biraz zorlu bir süreç olsa da dişimi sıktım. Çekimin kaybolduğu saniye Gideon "Gözlerini aç." komutu verdi.

Kirpiklerimi açtığımda ıssız, sessiz ve gayyadan bir yerdeydik. Karanlığa rağmen etrafı duru görebiliyor olmam olağanüstüydü. Gözlerimin içinde fener var gibiydi. Kapkara ağaçlarda yine kapkara yapraklar açmıştı. Meyveleriyse tam aksine kandan daha kırmızıydı. Buna rağmen canlı olmadıklarını sezebiliyordum. Ölü meyveler nasıl oluyor da dışarıdan nefis görünebiliyorlardı?

Burada yaşamın işi yoktu. Zira yaşamak mümkün değildi. 

Gökyüzü olduğunu tahmin ettiğim gökte siyah bir güneş asılı duruyordu.

Ve bir köprü vardı. İki yamacı birleştiren asma bir köprü. İnşasında kullanılan kara tahtalar bana üvez ağacını çağrıştırmıştı. Gideonla yürüyüşe çıkmışçasına etrafı geziyorduk. Evlerin olmayışıyla sakinlerinin yaşamıyor olması burasını bir şehirden ayıran en temel özelliklerdi. Gideon meyvelere baktığımı görünce esrarengiz bir tınıyla "Onları yiyemezsin." demişti. 

"Ne? Yersem burada hapis falan mı kalırım?" Hadesin Persephoneyi yer altında tutsak alabilmesinin yolu yediği nardan geçiyordu. Bir şey söylemeyip beni meyve ağaçlarının oraya götürdü. Uzanarak daldan bir tane koparıp hatır hutur yemeye koyulduğunda inanamayarak ona baktım. Bakışlarımı yakalayıp hızlıca beni ağacın gövdesine yasladı. Kara budağın sırtıma yaydığı soğuklukla üşümüştüm. Kabuk ölümün enerjisiyle doluydu.

"Ağzını aç." Hafifçe kaşlarım çatılsa da dediğini ikiletmeden yaptım. Yarısını yediği meyveyi bir kere daha ısırdı. Kopardığı parçayı aldıktan sonra dudaklarıma uzatarak meyveyi diliyle ağzıma iteledi. Birkaç çiğnemeden sonra tadının eriğe benzediğine karar vermiştim. Dış görünüşünün apayrı olması bir yana sulu sulu olması gereken meyve kurutulmuştu da, hem de hala ağaçta asılıyken.  Sanki buradaki her şey doğasına ters işliyordu.

Tıpkı bir aynanın aksi gibi.

Elalarımı gümüşlerine dikerek "Yiyemeyeceğimi söylemiştin." dediğimde "Söylemiştim. Neden yedin?" diye geri bir soru sordu. 

Neden yediğim bariz değil miydi? "Çünkü sen verdin."

Gümüşleri kara bir deliğe bürünüyor; beni içine çekiyordu. Böyle zamanlarda ne düşündüğünü bilemesem de öyle yoğun bakıyordu ki beni öpsün istedim. Refleksle ayak parmaklarımın üstünde yükselip kollarımı boynuna doladım.

Yaptığımı fark edip dudaklarıma indirdi bakışlarını "Ben verdim." diye mırıldandı. İrisleri çentikleştiğin de gözlerini kapatıp dudaklarıma yumuldu. Kontrolü kaybettiği nadir anlardan birindeydik. Kemikli elleri yavaşça bel kıvrımımdan kayıp kalçalarıma indi, etimi kavrayıp sıktı. Kalçalarımdan iterek beni kendine bastırdı. Dilinin ucunu ağzımın çatısına sürttükten sonra dilimin etrafında birkaç tur döndürdü. İnleyerek parmaklarımı saçlarının arasına sokup çekiştirdim. Dizimi kaldırıp erkekliğine temas ettirdiğimde elektrik çarpmışçasına irkildi. O kadar ihtiyatlı bir irkilmeydi ki bu değip geçmişti sanki vücuduna. 

"Uslu dur."  

Çenemi ısırarak geri çekildi. Devam etmek istediğini sezebiliyordum ama yapamazdık, o da bunu biliyordu. Bacaklarım titriyor, göğsümdeki sıkışmayla baş etmeye çalışıyordum. Ciğerlerim uzun süre nefessiz kaldığından isyan ediyordu. Nasıl olduysa bir anda kendimizi kaybetmiştik. Saman alevi gibi tutuşan libidomuz cidden yer, zaman tanımıyordu. 

"Güvenini kazanmak için hiç bir şey yapmadığım halde gözün kapalı geliyorsun peşimden."

"Güvenimi kazanmak için ekstra bir şey yapmana gerek yok ki Gideon kendin olman yeterli."

 "Sence ben güvenilir bir adam mıyım?" Bakışları inancıma kazık saplar cinstendi. Bendeki doğrular ona yanlış geliyordu.

"Seninle tanışmasının üzerinden iki gün geçmiş herkes ağzının içine bakar hale geliyor. Öyle olmadığını mı inkar edeceksin?" Söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkmışçasına saçımın bir tutamını alarak burnuna götürdü. "Kokun yaşamın olmadığı bir dünyaya bile sirayet ediyor." Gümüşlerini bu alemle zıtlaşan saçlarımdan çekerek elalarıma çevirdi. 

"Bahsini geçirdiklerin benim aslen kim olduğumu hep akıllarının bir köşesinde tutuyorlar. Gösterdikleri inanç gölün üzerini kaplayan ince buzun sağlamlığıyla eş değer. Sense bana her şeyini emanet ediyorsun."

"Bana ihanet mi edeceksin?"

"Asla." İşte şimdi gümüşleri bir bıçağın keskin ucuydu. Bilenmiş soğuk çelik omuriliğimin üzerinden aşağıya kayıyordu; niyeti zarar vermek değildi. Lakin etimle buluşunca, orada yüzeyselde olsa kanlı bir iz bırakmıştı. Severken acıtıyordu. 

Gülümsedim. "Gördün mü? kendi ağzınla itiraf ettin." 

"Güvenin yolu sadece ihanete düşmez cadım. Sana zarar vermeyeceğimi düşündüğünde seni parçalara ayırabilirim, isteyerek ya da istemeyerek. Bu hakikat güveni zedeler, güveni parçalar."

'Nasıl sevilir bilmiyorum.' Zihnimin karanlık köşesinden yükselen yabancı sesle başıma sancılı bir ağrı saplansa da kara kurda sezdirmeden düzeldi. O da neydi?

"İstemeyerek bana vereceğin zarardan seni sorumlu tutmam."

"Sana laf anlatamayacağım değil mi?"

"Hıhı."

"Sabır... Bir de hıhı diyor."

Elini tutarak bu kez ben çekiştirdim onu. İç karartan şeylerden daha fazla konuşmak istemiyordum. Hem bu alem sandığımdan daha ilgi çekiciydi. Beni biraz daha gezdirsin istiyordum. Garip bir şekilde çinvatta kötülük dolaşmıyordu. Gerçi kötülüğün ta kendisi olduklarından da olabilirdi. Her neyse, en azından tekinsiz bir atmosferi olacağını farz etmiştim.  

"Hadi gidelim, geç kalacağız sonra."

"Beklesinler işleri ne?"

"Geç olmadan Yulier'in yanına gitmek istiyorum. Biliyorsun hamile olduğundan çabuk yoruluyor."

 "Ona yardım mı ediyorsun?"

"Evet." Elini elimden çekerek belime dolayıp saçlarımın arasına küçük bir öpücük kondurdu.

"Kendine fazla yüklenme."

Güldüm. "Gideon hamile olan ben değilim o kadarcık işle yorulmam."

Belimdeki kolunun hafifçe kasıldığını hissettiğimde ne dediğimi idrak etmiştim. Bu ihtimali varsaydığından mı tepkisi bu şekilde olmuştu? Bir şey söylemiyordu. Bende soramıyordum. Bu tarz konuların konuşulmak için erken olduğunu bilsem de o ne düşünüyordu acaba? Konuyu açmaya yanaşmamasını olumsuzluğa mı yormalıydım? Her neyse, şu anda kafamı bununla meşgul etmeyeceğim.

Asma köprünün karşısına geçerken altımızdaki sis tabakası yüzünden gerilmiştim. Köprü sağlam dursa da düşecek olursak aşağıda bizi neyin beklediğini bilmiyordum. Su sesi duyulmadığından akarsuyun olup olmadığını söyleyemiyordum. Kayalıklarla doluysa ayvayı yemiştik.

"Kendini korkutmayı kes." Gideon ne yaptığımı çok iyi bilir tutumda ikaz edince gözlerimi devirdim. Bazı adımlarımız bastığımız tahtalardan ürkütücü bir gıcırtı sesi çıkardığından kara kurda iyice yaklaşarak kolunu tuttum. Al İşte! kötü düşünmek benim suçum muydu yani? Başımıza bir badire gelmeden sağ salim karşıya ulaştık.

Yamacın bu kısmı kocaman bir bağdı.

Sağ tarafta salkım salkım siyah üzümler yetişmişti, her biri iri bilyeler büyüklüğündeydi. Buradaki bütün meyveler o kadar sağlıklı görünüyorlardı ki... Kim ölü olduklarını düşünürdü ki? Muhtemelen kandırmacadan başka bir şey değildi. Persephonede narın cazibesine böyle kapılmamış mıydı? Bir diğer merak konusuysa meyvenin görünüşü ile tadının aynı olup olmayacağıydı. Acaba hepsinde mi aynı özellik vardı yoksa tür çeşidine mi dayanıyordu? Sol taraftaki ağaçların dallarındaki kalın kabuklu meyveleri görünce gözlerim fal taşı misali açıldı.

Nar. 

Ay cidden nardı bunlar!

"Gideon bu kadar meyveyi ne yapıyorsunuz? Gölgeler yiyip içebiliyor mu ki?"

"Onlar sadece güçlenmek için ölü mana özümseyebilirler. Canlıların yiyip içtikleri şeyleri sindiremezler." Verdiği bilgi hafızamdaki bir anımla uyuştuğundan beynim süratle devir daim etmeye başladı. Ekil'in kurganına girdiğimizde Gideon mezar odasına tek başına girmişti. Orası adeta ölü mana deposuydu. İçeri girdikten sonra şapırtı ve bir takım sesler işitmiştim.

"Ekil'in mezarındaki ölü manayı gölgelere mi yedirdin?"

"Şahlara." Metusun içeri girmeme izin vermeyişi bundandı demek ki.

"Meyveleri şarap yapıp şeytan yakasındaki şeytanlara satıyorlar. Ödemesini ölü mana yahut ruhlarla alıyorlar."

"Ruhlarla da mı besleniyorlar!?" 

"Ruhlar şeytanlara ve gölgelere enerji sağlar."

Tırnaklarımı avuç içime gömdüm. "Gideon hiç ruhla beslendin mi?"

Bana yandan bir bakış attı. Yüzümdeki ifadeyi sabit tutmakta ne kadar başarılı olduğum muammaydı. Gölgelere hükmetmesi, karanlık bir yönü olması kabul edilebilirdi... ama ruhla beslenmesi? Duyacağım cevaba mum olabilir miydim muğlak.

"Hayır. Beslenmedim, beslenemem. Gölge olsam da özümde kurdum."

 "Bu melez olduğun anlamına mı geliyor?"

"Melez değilim. Kafa karıştırıcı, biliyorum." Omuz silkti. "Safkanım. Yaradılışım bu şekilde diyebiliriz."

"O halde şeytanlarla anlaşmanın en kolay yolunun ruh bahşetmek olmasının nedeni bu. Onlardan besleniyorlar."

Kafasını salladı. "Kötü ruhları yiyorlar."

Muhabbet ederken bir yandan da yürüdüğümüz için neredeyse bağın sonuna gelmiştik. Önümüzdeki patikaya çıkmadan evvel burnuma dolan pudramsı hoş kokuyu içime çektim. Siyaha yakın mor rengindeki bir tarla dolusu çiçek görüş alanıma girdi. Harikulade görünüyorlardı. 

"Çiçekleri de mi onlar dikti?" Bu çiçekleri biliyordum. Adı dilimin ucundaydı ama bir türlü söyleyemiyordum.

Gümüşleri bir ölü kadar duygularından arınmıştı, çiçekleri seyrediyordu. Ayna görevi gören harelerine çiçeklerin yansıması vurduğundan göz bebekleri hafifçe mora çalmıştı. Akça ağaçlarına bakarken de böyle görünüyordu. Buradaki çiçeklerle bir mazisi mi vardı acaba?

"Çiçekler kendi kendilerine bitiyorlar. Bağı genişletmek için birkaç kere yolmayı deneseler de sonuç elde edemediler. Çinvatla özdeştiklerinden olsa gerek."

"Nasıl özdeşiyorlar?" 

"Süsenler ölümün çiçekleridir."

Ahh, doğru ya; İris çiçekleri. Van Gohg'un tablolarında resmetmeyi en sevdiği çiçeklerdi. Genelde ölümü simgelemesiyle bilinirlerdi. Kara kurt ölümün sevdiği çocuklarından biriydi. Gölgeler alemi, efendisinin aurasıyla kaplıydı. Belki de bu yüzden diyar; iris çiçeklerini Kalmesine atfediyordu. 

Gözlerimin önüne gelen görüntüde ölüm çiçekleriyle resmedilmiş bir adet Gideon vardı. Çok yakışmıştı, bu çiçekler ona çok yakışıyordu. Ressam olmanın tuhaf yanlarından biri beyninizde düşlediğiniz her şeyi tablolara dökebilme yeteneğiydi. Ardından kolları sıvayıp boyalara gömülüyordunuz.

Merkeze yaklaştıkça gölgeler bir bir görünmeye başlamışlardı.

Siyah pelerinli, yüzleri gözükmeyen varlıklar bizi gördükleri gibi eğilerek selam veriyorlardı. Kimisinin yanında küçük küçük pelerinlilerde vardı. Muhtemelen çocuklardı? Gölgeler çoğalabiliyordu demek ki. Kalbim korkudan o kadar hızlı atıyordu ki herkesin duyduğuna emindim. Yüzlerinin olması gereken yerde koyu bir boşluk vardı. Tepkilerimi kontrol altına tutmaya çalışmaktan kaskatı kesilmiştim.

Yorulmuştum. Daha ne kadar yürüyeceğimizi sormak için dudaklarımı araladığımda attığımız her adımda bölgenin olağan halinden daha da karardığını görüp sustum. Keşfimin üzerinden bir dakika geçmemişti ki etraf tamamen değişti. Muzlimin perdesi aralanmış bizi başka bir kesme getirmişti. Sesler kesilmiş, gölgeler gitmişti. İşte umduğum tekinsiz hava burada nabız gibi atıyordu.

Kirpiklerimi kırpıp açmamla geçen süre zarfında önümüzde yedi tane kanlı şah belirdi. Ne ara geldiklerini bile anlamamıştım. Boy farklarını görmezden gelirsek yedisi de birbirinin aynısıydı. Şahların verdiği baskıya kıyasla gölgeler zayıftı. Kahretsin, kılımı kıpırdatmaya dahi çekiniyordum. Sezgimin büründüğü çan süratle kafamın içinde çalıyor, 'Tehlike!' diye beni uyarıyordu.

Aman Tanrım.

Bu şeylerden biri benim gölgemde saklanıyordu!

「Evinize hoş geldiniz Kalmes.」

Sakinleş. Sakinleş. Derin bir çukurun dibinden geliyormuşçasına çıkan farklı sesler aynı anda konuştuklarından tüylerim diken diken olmuştu. Gideon selamlarını kısa bir baş sallamasıyla aldı. 

"Harak."

Üçgen şeklinde sıralanmışlardı. En baştaki şah öne çıkarak diz çöktü.

「Emredin.」

"Alysa Harak ile tanış. Seni korumaktan sorumlu şah o." 

"Bu zamana kadar yaptıkların için teşekkür ederim Harak." Böyle bir şeyi beklemediklerinden olsa gerek hepsi sessizleşti. Yanlış bir şey mi söyledim acaba?

「Bu benim görevim ateşî. Minnetinizi kazanacak bir şey yapmadım.」 Eskiden şeytan oldukları için yapıları gereği mi duygusuzlardı yoksa yanımızda Gideon var diye mi alttan alıyorlardı? İç geçirdim. Nasıl olsa bundan sonra beraberdik elbet öğrenirdim.

"Kalanıyla zamanı gelince tanışırsın. Geri dönüyoruz." Bu adam astlarına karşı bile ilgisizdi!

Gölgeler aleminden geleli iki saat kadar oluyordu. Ruhsal olarak başka bir diyara gitmemize rağmen tüm o gezinin yorgunluğu fiziksel bedenime aktarılmıştı. Öğle yemeği vakti geldiği için mutfağa geçmiştik. Gideon bonfile eti kızartırken ben salata malzemelerini doğruyordum. Bugünü bana ayırdığından işlerini ertelemişti. Resmen beraber yemek yapıyorduk! Çaktırmadan arada yandan bakışlar atarak yemek yaparken ki duruşunu inceliyordum.

Kalbim için fena bir görüntüydü.

Salatalığı doğrarken "Çinvata yine gider miyiz?" diye sordum. Baharatların olduğu bölmeden kara biberi alarak etin üzerine serpiştirdi. 

"Tekrar gitmek mi istiyorsun?"

"Hıhı. Doğru dürüst gezemedik bile."

"Oranın nesini sevdin ki?" 

"Niye öyle diyorsun ya? Tamam birazcık iç karartıcı bir yer olduğu doğru ama bağlar falan bayağı güzeldi. Üstelik beni orada yaşadığın yere götürmedin bile."

"Korktuğunu sanıyordum."

Güldüm. "Doğru sanmışsın. Hele de şahların karşısındayken korkudan altıma işeyeceğim sandım!"

O da benimle beraber gülmeye başladı. "Yapsaydın üzerlerinde pek iyi bir izlenim bırakmazdın."

"Orası kesin. Sonuçta orayı sevdim ve bir daha gitmek istiyorum."

"Tamam, bir ara gideriz."

Hazırladığım salatayı masaya koyduktan sonra bambudan yapılan tabakları yerleştirip yanına çatak ve bıçak koydum. Gideon nar gibi kızaran eti çatalla tabaklara doldurup bulaşığı tezgahın üzerine bıraktı. İçecek olarak suyumuz vardı. Pişmiş etten ağzıma bir lokma attığımda lezzetine bayılmıştım. Mükemmel et yemeği yapıyordu.

"Şeytana sattıkları şu şaraplar, onlardan buraya getiremez miyiz?"

"Sarhoş olup dağıtman için mi? Pek sanmıyorum." Somurttum. İyi ki sicilimize bir vaka işlenmişti, laf sokup duruyordu. Sinsi sinsi sırıtsam da hemencecik ifademi toparladım. "Senin yanında içsem?" Masum ayakları kestiğimde eti bölen bıçak tamda planladığım gibi durmuştu. Son bir direnişle "O şaraplar senin içtiklerine benzemez." dedi. İçebilirdim yani! Sadece şeytanlarla sınırlandırılmış olabilirler diyordum bende.

"Abartmayacağım söz veriyorum, Lütfennnn." Resmen yavru köpek bakışları atıyordum. Çatalla beni işaret ederek "Sadece bir bardak ve altını çizerek söylüyorum yalnızca benimle!" dedi.

"Yaşasın! anlaştık." Mutlu mutlu yemeğimi yemeye geri döndüm. Yemeğimizin sonuna doğru bir sürü delikten giren rüzgarın çıkardığı güzel bir melodi duydum. Gideon masadan kalkarak mutfağın penceresini açmıştı. Uzun tüyleri türlü renklerle bezeli bir kuş, kara kurdun uzattığı koluna pençeleriyle tutunmuştu. Kalashlılar haber göndermek için çeşit çeşit kuş eğitiyordu. Kaknus dedikleri bu kuşta onlardan biriydi.

Bacağına bağlanmış küçük rulonun ipini hayvana zarar vermeden çözerken yanına giderek bıçakla kesip avucuma koyduğum eti kuşa uzattım. Minik gagasıyla eti alıp tek lokmada yutunca gülümseyerek kafasındaki tüyleri okşadım. Az önceki ses gagasının üzerindeki yüzlerce delikten çıkmıştı.

"Kimden?"

Gözleri kağıttaki yazılarda gezerken kısaca "Avcılar." dedi.

Şaşırarak "Eira mı?" diye sorduğumda bu kez baş sallamasıyla onayladı.

"Geri dönüyormuş."

Kıkırdadım. "Metus buna çok sevinecek." 

"Yalnız değil."

Duraksadım. "Ne?"

Kaşlarını çattı, çenesi seğiriyordu. "Bir casus yakalamışlar yanında onu da getiriyor."

Kara kurdu tanıdıkça neleri sevdiğini, neleri sevmediğini, kişiliğini ve nicesini öğreniyordum. Hakkındakileri bazen ona sorarak, bazen de gözlemlerime dayanarak kavrıyordum. Kurtların bölgelerine izinsiz giren ırklara tahammülü yoktu mesela. İçgüdüleri onların üzerinde fazlasıyla etkiliydi. Benim dünyamdaki normal kurtlarla, insana dönüşebilen Kalash'ın kurtları arasındaki benzerlik yüzde doksan beşti. Az önce verdiğim bütün bilgiler genel kurtların özellikleriydi. Gideon ise bambaşka bir mevzuydu.  

Diğer kurtlara nazaran duygularını dipte yaşıyordu. Sinirlenmesi saniyelerini alıyordu. Bir anda parlıyor ama sönmesi kolay olmuyordu. Pek sabırlı bir adam olduğu söylenemezdi. Bununla birlikte gümüşlerini doğasındaki acımasızlığa boğan birtakım unsurlar vardı. Bunların başını ihanet çekiyordu. Onun nezdinde ihanetin herhangi bir bahanesi de affı da yoktu. 

Eiranın yanında bir casus getirdiğini öğrendiği anda gümüşlerinin arkasında saklanan o donmuş gölün yansıması serap misali harelerine yansıyıp kaybolmuştu. Klanın ana mensupları esasen insana bürünmüş vahşi kurtlardı. Benimle birlikte mührün bağıyla buraya yaşayan ırklarda bunun gayet bilincindeydiler. Sürüye bir kere katıldıysanız onlardan sayılırdınız. Şayet ihanet edecek olursanız sizi mühür dahi kurtaramazdı. 

Kurtlar kindardı. 

Kurtlar kendilerine yapılanı unutmazdı.

Avcıların kuşla haber göndermesinin üzerinden beş gün geçmişti. Metus, Hyuga ve ben ikinci bir kuşla gelmek üzere oldukları bilgisini alınca Kalash'ın ana kapısında beklemeye koyulmuştuk. Gideonun işi başından aşkın olduğu için avcıları karşılama ve casusu konuşturma işi Aşina olarak bana kalmıştı. Metus neredeyse bir saattir volta atıp duruyordu.

"Başım döndü." Yüzündeki şapşal aşık sırıtışını silerek bana baktı, sonunda durmuştu. Gözlerini fettan bir ifadeyle kısarak "Gideondan hemen hemen üç hafta uzak kaldığını farz et." dediğinde gözlerim büyümüştü. 

Üç haftamı? Çüş.

Güldü. "Keşke yanımızda ayna olsaydı da sana şu ifadeni gösterebilseydim." Benimle dalga geçtiğini on metre ötedeki biri bile anlardı. Gözlerimi devirip kollarımı birbirine doladım. "Kurdum biraz daha dişisini görmezse dışarı çıkıp Valinora dek koşturacaktı. Avcılar gecenin bir yarısı mühürlüsünü görmek için kapılarına dayanan bir kurdu kuzu çevirme yaparlar. Sikeyim nasıl bir bağımlılık lan bu!" Düşünceleriyle afallıyordu. Hyugaya bakarak "Normal mi bu? Sende bazen öyle hissediyor musun? Acemiyim oğlum, her bok şuanda bana doğru geliyor." 

Gri kurt sırıttı.

"Mühürlenmenin üzerinden daha bir sene bile geçmemiş gelmiş burada ahkam kesiyorsun şerefsiz. Ben on dört yıldır kafayı yememek için direniyorum."

"Uff on dörtte fazla be. Düşüncesiyle bile karnıma ağrılar giriyor. Senin şansın mühürlünün aynı klandan çıkması." Hyuga başını sallayarak dediklerine katıldığını gösterdi. 

"Ve sen." Metus beni işaret ederek suratıma karşı dan diye "Hislerini direkt yüzüne söylemezsen o aptal istese de senin onu sevdiğine inandırmayacaktır kendisini." deyince öyle bir şok geçirdim ki taştan bir heykele dönüşmüştüm durduğum yerde.

"Sen... Nasıl?"

 "Nasıl mı bilebilirim?" Gözlerini devirdi. "Sen saklandığını falan mı sanıyordun?"

Hyuga "Gideona bakışını hepimiz görüyoruz." deyip Metusa destek verdi. En ufak bir itiraza yer bırakmadıklarından dilim damağım kurumuş, ellerimin içini ter basmıştı. Belli ettiğimi biliyordum ama gram şüphe etmeyecekleri kadar mıydı? Gideon ve Hyuga'nın içtiği gece gri kurt, kara kurda ondan hoşlandığımı ima etmişti. Ben varsayım yaptığını farz etmiştim, oysaki emindi. 

Bakışlarımı yere indirdim. "İtiraf edersem benden uzaklaşacaktır." 

"Nereden biliyorsun?"

"Metus Gideonu benden iyi tanıyorsunuz. O sevilmek istemiyor, kimse tarafından."

"Doğruluk payın var ama sen kimse değilsin Alysa. Ne kadar inkar ederse etsin kurdu mühürlüsünden sevgi bekler; içgüdülerimizle baş etmekte berbatız. İtiraf ettiğinde Gideon senden kaçsa bile üzerine git, zorla kabullendir. Seni ret edemez."

"Peki ya o?" diye mırıldandım. "O beni sevecek mi?" Gri kurtla bozkurt birbirlerine bakıp bana döndüler. Akıllarından ne geçiyordu acaba? Metus sıkıntıyla saçlarını kaşıyarak "Bunu sadece o bilebilir. Niye bu kadar ümitsizsin ki? Eira ile mühürlendiğimde bana peşinden koşmamı, onu değiştirebileceğime inandırdın. Yulier cadalozu gri bir kurdu peşinde kuyruk etti! Sen niye yapamayasın? Tamam işin çokkkk zor yalan değil. Offf, kısacası vazgeçme işte!"

Hyuga daha demin kendisi ve karısı hakkında söyledikleri için Metusun kafasına vurdu. 

"Karım hakkında düzgün konuş it!"

"Kusura bakma kardeşim örnek vereyim diye şey etmiştim ben. Yoksa Yulier asla cadaloz falan değildir içini bilirim ben." Zevzeklik eden ifadesi bir an sonra dondu kaldı. Burnuyla havayı birkaç kere derince içine çekince gözleri hafif bir ışıkla parlayıp söndü. "Geldi." Nöbetçilerin yanına koşarak gür bir sesle "Kapıları açın!" diye yaygara kopardı. Onun telaşı yüzünden düşüncelerim de dağılmıştı. Hyuga yanıma gelerek "Akışına bırak." dedikten sonra Metusun ardından gitti.

Benim itiraf etmemden yana oldukları halde Gideonun hislerinden kesin konuşamıyorlardı. Ya her şey tahmin ettiklerinden beter hale gelirse? Tabii iyi gitme olasılığı yüzde bir de olsa yok değildi. hislerimi bilse nasıl bir tepki verirdi acaba? Offf! Ne yapmalıyım? 

Korkuyordum, tanıdık bir korkuydu içimdeki. Babama asla itiraf edemediğim sevgim kalbimde küçülerek gittikçe taşlaşmıştı. Yılların vurduğu yel aşındırmıştı varlığını. Şimdiyse yeni bir türden bir sevgiyi, bir adam için büyütmüştüm. 

Yumruğumu sıktım. 

Yapacağım. Hislerimi bu defa korkularım yüzünden zamanın önüne atmayacağım. Üstelik bu kez hiç umudum da yok değildi. 

Bizi birbirimize bağlayan mühür umudumdu. 

Açılabilmem için bir fırsat yaratmam gerekiyordu.

Kapının arkasındaki kütükler iki tarafa çekilip kapı itilerek açıldı. Kurt formundaki iki nöbetçi içeriden çıkanlara bakıp önlerine döndüler. Metus Eiranın kokusunu aldığı için acele ettirse de daha görünürde kimse yoktu. Ancak beş dakika sonra ufukta minik gölgeler görünmeye başlamıştı. Eira'nın yanında altı avcı daha vardı. Bilekleri arkadan bağlı, ortalarına aldıkları kadın bahsi geçen casus olmalıydı. Üstü başı yer yer kirlenmiş, saçı başı dağılmıştı. Avcılar onu buraya getirmeden evvel sorgulamış olmalıydılar zira kaşı ve dudağı patlamış ve kan kuruyarak kabuk bağlamıştı. Yorgun olduğu arada aksayan adımlarından anlaşılıyordu.

Metus bütün dişleri gözükecek şekilde sırıtıp koştuğunda Eira ne yapacağını anlayarak gözlerini kocaman yapmıştı. Avcının belinden kavradığı gibi etrafında birkaç tur döndürdükten sonra dudaklarına yapışmıştı! 

"Hasiktir." Hyuga aklımdan geçeni daha kaba bir üslupla telaffuz etmişti. Avcı kadınlar gördükleri manzaraya şaşırmışlardı. Bazılarının kıskançlıkla baktığını fark etmiştim. Metus avcılar arasında en iyi tohum sınıfına girdiğinden çoğu onunla birlikte olmak istiyordu. Tabi ki dertleri aşk meşk işi değildi. Sadece soylarının devamını getirmek için onu istiyorlardı. Kimisi ise Eira'nın Metusla bu denli samimi olmasını kınar şekilde bakıyordu.

"Metus!" Eira durması için adını söylese de Metus hiç oralı olmadı. Resmen etrafında kalpler uçuşuyordu.

"Seni çok özledim yaban mersinim!" İşittiği tabirle yumuşayan Eira bakışlarını kaçırarak "Bende, ama şimdi yeri değil!" diyerek kızgınca fısıldasa da karşılanma merasiminden hoşlandığı yanaklarının hafifçe kırmızıya çalışından anlaşılıyordu. Metusun yakınlarına taktığı lakaplar asla kafasından uydurulmuş şeyler değildi. Mesela Yuliere yeşillikten nefret ettiği ve gözleri yeşil olduğu için 'Yeşillik.' diye sesleniyordu. Eiraya da diğer ırkların olmadığı yabanda yaşadığı ve yaban mersinin tadı gibi bazen buruk, bazen acı, bazen de tatlı olduğu için bu lakabı vermişti. 

Bir an için Metusun yerine Gideonu koyup hayal ettim... olmuyordu. Bana asla bu şekilde yaklaşmazdı, hödük. Kızı hala yukarıda tuttuğu için yere bırakıp üzgün bir suratla birlikte usluca "Tamam, biraz daha beklerim." demişti. Surat asmasına rağmen gözlerindeki parlaklıkta herhangi bir değişiklik yoktu. 

Olaya el atmam gerektiğini anlayarak öne çıktım.

"Kalasha hoş geldiniz avcılar."   

Eira az önce olanlar yüzünden gözlerime doğru dürüst bakamıyordu. Utanma duygusu avcılar arasında nadiren görülen bir şeydi. En azından bana böyle söylenmişti.

"Hoş bulduk Aşina." Eira diğer avcıların aksine bana Kalashlılar gibi resmi bir ortamda Aşina diyordu. Çok tatlı, sanırım bu bende sizdenim deme şekliydi.

Casusun gözleri deminden beri üzerimdeydi. "Hyuga şu gammazı avcılardan alıp sorgu yerine götür lütfen." Gri kurt bunu dememi bekliyormuşçasına avcılardan casusu teslim alarak yanımızdan uzaklaştırdı. Az sonra bizde peşinden sorguya katılacaktık. Ondan önce kalan avcılara gülümseyerek "Kalacağınız yerler hazır. Uzun bir yolculuktan sonra yorulmuş olmalısınız gidip istirahat edin." Nöbetçilerden birini çağırarak "Avcılara kalacakları yere kadar eşlik et." dediğimde Nöbetçi "Emredersiniz Aşina." diyerek avcılarla birlikte gitti. 

Gideonun beyaz cadısını görmeyen avcılar olduğu için onlar tarafından fazlasıyla inceleniyordum. Üstelik Kalia ile de kanlı bıçaklı olduğum dedikoduları yayılmış olmalıydı.

O kuyruğunu mu sallıyordu? Görünen o ki Metus içinde kuduran kurdu yatıştıramıyordu. Dönüşümü tetiklediğinden kuyruğu ortaya çıkmıştı. Bir o yana, bir bu yana sallanan kuyruğu görmezden gelerek Eiraya kollarımı açtım. 

"Görüşmeyeli uzun zaman oldu!" Değişen tavrımı olağan karşılayıp gülerek bana sarıldı. Otoritemi korumam gereken ortamlarda ciddi olmaya kendimi alıştırıyordum.

"Ulan bana böyle sıkı sarılmadın!" Metusun yakınmasını umursamadık. İçeri doğru yürürken Eira bana olmadığı süre zarfında neler yaptığını anlatıyordu.

 ●

Aldığım malumatlara göre Eira Valinora casus meselesi yüzünden çağrılmış. Kabilenin yaşlıları şüphelendikleri kişileri tuzağa çekerek ortaya yem atmış ve balığı yakalamışlardı. Avcılar ters psikoloji ile yetiştirildikleri gibi işkence konusunda da dayanıklıydılar. Kadını sorgulasalar da ağzından pek bir şey alamamışlardı. Üstelik avcıların işkence yöntemleri cidden kulak kanatacak cinstendi. Yaşlılarda Kalashla yaptıkları anlaşmayı kullanarak casusu sorgulanmamız için bize göndermişlerdi. Aynı tarafta olduğumuzdan öğrenilen bilgiler her şekilde paylaşılacaktı.

Diğer bir konuysa Metustu. Yanılmamışım, birkaç avcı Eira'yı yaşlılara şikayet etmişti. Bozkurtla olması gerekenden fazla samimi oluşu yüzünden azarlanarak geri gönderilmiş ve uyarılmıştı. Aslında onu Kalash'a geri göndermek gibi bir niyetleri olmasa da işin içine kara kurdun gireceğini ya da korkusuz bozkurdun kapılarına dayanacağını bilerek mecbur kalmışlardı. İlaveten güçlü bir tohumdan olacak çocuğu öylece kapı arkası edemezlerdi.

Eira kara kara ne yapması gerektiğini düşünüyor, içsel bir çatışma yaşıyordu.

Bir tarafta ailesi, bir tarafta sevdiği adam.

Aralarında ya dengeyi kuracak ya da bir seçim yapacaktı.

Casusun attığı çığlıklar mahzenin içerisinde yankılanıyordu. Yarım saattir konuşturmak için uğraşan Hyuga şimdiye dek başarılı olmuş sayılmazdı. Kadın gri kurdun yaptıklarına psikopatça gülüyordu. Mazoşist midir nedir anladım ki. Metus kollarını birbirine dolamış vaziyette soğuk bakışlarla karşısındaki manzarayı seyrediyordu. Az evvelki aşk böceği halleri durulmuştu. 

Eira'nın avcılarla bizim hakkımızda konuşup konuşmadığını kimse bilemezdi. Sadece ona güvenmeyi seçiyorduk. Muhtemelen yaşlılar bunun için üzerine gideceklerdir. Kararı verip susacak mı yoksa görev bilip ötecek mi orası ona kalmıştı. Bildiğim tek şey bizi sırtımızdan bıçaklarsa Gideonun onu bir daha asla kabul etmeyeceğiydi.

Metus ise... ne yapardı bilemiyordum. Hayal kırıklığı cam parçası gibi göğsünü deşecekti lakin yaptığını affeder miydi orası meçhul. Her halükarda Kalash onun yuvasıydı.

 "Gideonu mu çağırsak acaba?" Diğerlerine çaktırmadan gölgeme baktım. Harak sessiz kalsa da benimle birlikte olduğunu biliyordum. Gideon şahları kızla ilgilenmesi için çağırabilirdi ya da ben rica etsem acaba Harak ortaya çıkar mıydı? Hyuga alnında boncuk boncuk birikmiş teri koluna sildi. Elleri kan içindeydi. Köşeye lavabo büyüklüğünde küçük bir havuz inşa edilmişti. İçi her zaman temiz suyla doluydu. Orada kanlı ellerini yıkayan gri kurt "Hayır, Gideona gerek yok. Metus Yulier'i çağır." dediğinde anlamamış bir şekilde kaşlarımı çattım.

Yulier mi?

"Onun dilinden ancak o anlar."

Bozkurt ellerini ceplerinden çıkararak "Hah! tahtası eksik yanını uzun zamandır görmüyorduk." dediğinde iyice meraklanmıştım. "Ne diyorsunuz siz?" Metus bilmiş bilmiş sırıtarak "Biraz sonra görürsün." diyerek Eiraya havadan öpücük atıp ıslık çalarak çıkışa yöneldi.

On beş dakika sonra öne sürdükleri bilmece kendiliğinden deşifre edilmişti.

Yulier her zaman kemerinde kıvırarak gezdirdiği kırbacını savurarak havada şak şak sesleri çıkarmıştı. Avına ilk önce göz dağı veriyordu. Yüzündeki masumane ifade kırbacı eline aldığı gibi değişmiş, dişi bir şeytanın versiyonunu almıştı. Hamile olmasına rağmen bu kadar kanı görmek onu gram etkilememişti. Kırbacını casususun sırtına acımadan geçirerek, seri hamlelerle kızı kırbaçlamaya koyulmuştu.

Casusun sırtına inen kırbaç ilk darbede eti kızartıyordu, bilerek aynı yeri üst üste kırbaçladığı için teni en sonunda yarılarak etrafa kan fışkırtıyordu. Etin yarıldığını gören Yulier'in gözlerindeki cani ifade delilik parıltısıyla harmanlanarak onu elezerin eşiğinde gösteriyordu. Gaddarlığı öfkenin değil, tamamen zevkin eseriydi. 

"Ağzını açarsan diri diri dudaklarını dikerim! Biraz daha susup seni kırbaçlamama izin ver! Ahahahahaha!" Elinin tersini ağzına doğru tutarak manyakça kahkaha attı. Eira da benim gibi Yulier'in bu yönünü görmediğinden ikimizde iri iri olmuş gözlerle onu izliyorduk.

Bu kız hikayenin kötü karakteri falan mıydı neydi?

Hyuga karısının bu yüzünü başından beri biliyor muydu?

Gri kurt karısını izlerken arada yutkunuyordu. Gözlerindeki bakış bakış değildi. Karı-koca delirmiş bunlar. Metus halimize acıyarak aramıza girip ağzının içinde gevelercesine "Hyuga'yı nasıl eğitti sanıyordunuz?" diye mırıldandı. Ay hiç bu noktadan bakmamıştım olaya! 

Casusun başı öne düştüğünde bayıldığını anlamıştık. Yulier sinirle cıklayıp ayağındaki botla kızı sırtından tekmeleyerek düşmesini sağladı. Cidden bayıldı diye kızı eşek sudan gelinceye dek dövmek istiyor gibiydi. Kırbacını bir, iki kere şaklatarak üstündeki kanı silkeledi. 

"Su dök." Hyuga anında itaat ederek kovadaki soğuk suyu casusun kafasından aşağıya döküp kızı uyandırdı. Yulier kızın saçlarından sertçe çekerek yüzünü açığa çıkardı.

"Yok öyle kolaya kaçmak. Daha eğlenmeye yeni başladık."

Kabus gördürecek sözlerinden sonra gerçek bir travma yaşadık. Saatlerce o mahzende Yulier'in casusa manyakça kahkahalarıyla işkence edişini izledik. Tanrım hayatımda bu kadar şok olduğumu hatırlamıyordum. Hyuga'nın işkencesinden hoşlanan kadın Yulier'in elinde köpek olmuştu. Dayanamayıp konuştuğunda sadece avcıların değil, bütün ırkların içine casus yerleştirildiği malumatını almıştık. Üstelik Deruth denen şahsın büyük bir plan hazırladığında olduğunu öğrenmiştik. Maalesef bu plan hakkında bilgisi yoktu. Sadece havarileri plandan haberdar olmalılardı.

Yulier aldığı bilgilerden sonra paçasına yapışan kızı itekleyerek uzaklaştırdı. Kız gerçekten mazoşist olmalıydı yoksa niye bir anda itaate bürünsün ki? Yuliere daha fazlasını yapması için bakıyor olmasından bahsetmiyorum bile. Hyuga casusa öldürücü bakışlar atarak karısının yanına gitti. Kıskanıyor olamazdı değil mi? 

Dişi kurt bizim ona bakışımızı fark ederek yüzüne sıçramış kanı omzuna silip masumca gülümsedi. 

"Kahve içelim mi?" Duvarların temizlenmesi gerekiyordu. Üstüne seken kanlar yüzünden iğrenç verici bir görüntü oluşturmuşlardı. Islak kan tabloya vurulan taze boya gibiydi. Kızın sırtı, yüzü bakılamayacak hale gelmişti. Yerde minik minik et parçaları vardı. Yulier yalnızca kırbacıyla kalmamış bıçaklarıyla da kızın üstünde çalışmıştı. Hatta bir parmağını komple kesmişti. 

Yüzümü ekşittim.

Kusacağım.

"Yavrum sen iyi misin?" Lavaboya kusup geldiğim için ağzımı çalkalayıp dişlerimi misvakla iyice temizlemiştim. O sırada evde olan Gideon şöminenin demiriyle közleri harlamış, içine odun atmıştı. Koltuğa oturduğu sırada havluya ağzımı silen beni görmüştü. Çatık kaşlarla benden bir cevap beklerken yanına gidip kafamı boynuna gömmüştüm. Silik kan kokusu hala burnumda olduğundan kara kurdun enfes kokusu ilaç gibi gelmişti. 

 Eliyle saçlarımı okşadı. "Ne oldu? Hasta mı oldun?"

"Olmadım. Yulier'in sadist yanına denk geldim." 

"Ne yanı?"

"Sadist, yani cani yanına. Casusu o konuşturdu." Neler olduğunu anlamıştı.

"Dışarı çıkabilirdin."

"Kimse bana Yulier'in bu eğiliminden bahsetmedi."

Güldü. "Sadece gizlemesini iyi biliyor." Dedikten sonra "Çok mu kötüydü?" diye sordu.

Yüzümü buruşturdum. Çalkalanan midemi zapt ederek "Berbattı." dedim.

"Mide bulantın için sana nane-limon yapayım mı?" 

"Hayır, birazdan çıkacağım." 

Sorgulayan tarafı öne çıktığından hafifçe kaşlarının çatıldığını görmesem de biliyordum. 

"Nereye?"

"Mantar toplamaya."

"Doğru, hasat zamanı gelmişti. Neden sende gidiyorsun?"

"Yulier benim için değişiklik olacağını söyledi. Hem Eira da geliyor." 

"Bundan gitmek istediğini mi çıkarmalıyım?"

"Hıhı."

"Pekala, dikkatli olun." 

"Oluruz."

"Mantar yemeği sever misin?"

"Mantara bayılırım."

"Güzel. O halde yarın ki akşam yemeğinde mantar var."

"Sen mi yapacaksın?"

"Parmaklarını yiyeceksin."

Kıkırdadım. "Sabırsızlanıyorum."

Çalışma odasına gitmek için ayaklandığında "Hyuga'ya da öyle şeyler mi yapıyor?" diye dayanamayıp sordum. Gideon gülmemek için alt dudağını dişledi. O yapınca fazla seksi duruyordu. "Fazla meraklısın." Omuz silktim. Üzerime doğru eğilerek bir sır veriyormuşçasına "Bazen acı zevk verir." diye ihtirasla fısıldadı. 

Yutkundum. 

"Kesinlikle öyle zevklerim yok." 

Sırıttı. "Benimde olmadığı için şanslısın." Şükürler olsun! Üzerimde deneyeceği şeyleri hayal dahi edemiyordum. Kan onu kışkırtıyor ve acı zevk veriyor olsa da Gideonun ki en azından makul bir psikopatlıktı. Yulierin o tarz zevkleri de var mıydı acaba? Hyuga'nın sadist yönünden muzdarip olduğu pek söylenemezdi. Çok ileri gittiklerini sanmasam da garip garip eğlence tarzları olduğu kesindi.

Aralarındaki ilişki beni ilgilendirmese de yakın arkadaşınızın içinde bir sadistin yaşadığına kolayca ikna olamıyordunuz. Gülmeden edemedim, cidden cadalozdu bu kadın. Dudaklarımdaki gülümseme yavaşça soldu.

Kara kurdun çıktığı kapının ardından baktım.

Geri geldiğimde... Geri geldiğimde mutlaka söyleyeceğim.

"Ahahahah hayal gücünüzün cidden sınırı yok. Gerçekten Hyuga'yı öyle kırbaçladığımı falan mı sandınız? Hem de varlığıyla ortalığı kasıp kavuran meşhur gri kurdu?"

"Şahsen benim sorgu odasında gördüğüm kadın tamda bu dediğini yapacak türden birisiydi. Avcıların senden çekindiğini uzun zamandır biliyorum. Konu Kalash'ın Yulier'inden açıldığında çoğunlukla senden bahsetmekten kaçınıyorlardı ve bu bizim içimizde çok nadirdir. Şimdi niye yüzlerinin öyle bir ifade aldığını biliyorum." 

"Elbette benden korkacaklar. Hyuga'ya yaklaşmamaları gerektiğini onlara anladıkları dilden gösterdim." Vuaaa bu bayağı zorbalıktı. "Kalash bir günde şuan ki şanına yükselmedi kızlar. Eiracığım sen o sıralar on iki yaşlarında falandın, e Alysa zaten İnalih'te değildi. Ben on sekiz yaşından beri savaş alanlarının içindeyim. Bizzat sürüyü, binlerce kez komuta ettim. Çok kan döktüm, arkadaşlarımı kaybettim. Düşmanın bize yaptıklarını, geride kalanların ağıtlarını hiç bir zaman unutmadım. İntikamımızı her zaman aldım. Böyle bir meydan da yetiştiğinizde bir süre sonra düşmanına acımaman gerektiğini öğreniyorsun." Açıklamasını şöyle bir tarttığınızda söylediklerinin kulağa makul geldiğini kabul ediyordum.

"Yani o tarz bir merakın yok?"

"Tabi ki de yok. Dişi bir kurtta olması gereken hırçınlığa, vahşiliğe sahibim lakin bu yanımı sadece düşmanlarıma gösteririm."

 "Metus bize öyle demedi ama?"

Yulier şüpheyle gözlerini kıstı. "Ne dedi ki size?"

"Hyuga'yı bu şekilde dize getirdiğini."

"Hah! öyle dize geleceğini bilsem en başından yapmaz mıydım? İftiracı pislik. Fırsat bulunca sizinle eğlenmiş!" Resmen keklenmiştik. Şimdi arkamızdan kıs kıs gülüyordur eminim ki. O tiftik tiftik olan saçlarını yolacaktım!

"Aramızdaki yanlış anlaşılmayı düzelttiğimize göre işimize bakalım kızlar. Sabaha dek toplayabildiğimiz kadar fazla mantar toplayıp klana döneceğiz. Ertesi gün başka bir kafile yerimizi alacak."

Öğlen saat iki gibi sorgu işini halletmiş bir otuz dakika da evde hazırlıklarla uğraşmış ve yola çıkmıştık. Klandan üç saatlik uzaklıkla Tirmit adında bir bölge vardı. Bu bölgede çeşit çeşit mantarlar yetiştiğinden Kalashlılar hasat vaktinde burada bir hafta boyunca kalarak stok yapıyorlardı. Eh İnalihte markete gidip istediğiniz her şeyi bulabilme imkanınız olmadığından iş başa düşüyordu. Civarda kamp kurabileceğimiz bir yer bulduktan sonra yanımızda getirdiğimiz geniş sepetleri uzay-boşluk yüzüğünden çıkararak dizdik. Yulier yüzüğü Metus'tan ödünç almıştı. 

Klanın ana malzeme tedarikçisi Metus olduğundan bu işlerden o sorumluydu. Dolayısıyla çok pahalı olan bu yüzüklerden klanda yalnızca bozkurt ve kara kurtta vardı. E klanın liderinden yüzüğü isteyemeyeceğimize göre Metus'tan almıştık. Aslında klan mensuplarının ödeneklerini Gideon bol tutuyordu. İsteseler bir yıllık birikimleriyle yüzüklerden alabilirlerdi lakin kimse fuzuli yere yüzüğe para vermek istemiyordu zira çoğunluğunun Kalash'tan dışarı çıktığı yoktu. 

Eira küçük oraklardan alarak çoktan mantar biçmeye gitmişti. Yetiştirilme tarzı sayesinde bitkilerin üstadıydı. Yulier de yılların tecrübesine sahipti. Ruby nineden aylardır bitki eğitimi alsam da mantar konusunda hala acemiydim. O yüzden Yulier'in yanında kalmak herkesin sağlığınaydı.

"Bak bunlar biftek mantarı. Şurada bitenlerse borazan mantarı. Eiranın topladıklarıysa istiridye mantarı. Tirmitte çok çeşit mantar olduğundan bazen zehirli olanlara da denk geliyoruz."

Yanına çömelmiş, mantarı dibinden nasıl kestiğini izlerken "Zehirli olup olmadıklarını nasıl anlayacağız?" diye sordum.

"Aslında bakarsan ayırt etmesi çok zor. O yüzden deneyip bildiğimiz mantarları toplayıp yenilerini ilk hayvanlara yediriyoruz. Çok fazla parlak olanlar genellikle zehirli olanlar oluyor nadiren zehirli olmadıkları da oluyor tabii."

Yulier'in anlattıklarını dikkatlice dinleyip kestiği mantarların beneklerini, çizgilerini, renklerini özenle zihnime kazırken işittiğim kelimelerle buz kestim.

"হৃদয়ত ভৰি পৰা প্ৰথম অন্ধকাৰে পাপীক পথ প্ৰদৰ্শন কৰে। *Kalbe dolan ilk karanlık günahkara yol gösterir."

Nereden geldiği belirsiz esintinin salladığı yaprakların hışırtısını işittim. Hissettiğim gariplikle çöktüğüm yerde dikleşerek etrafa baktım. Kış mevsimin olduğumuz için ağaçlar çıplaktı. Ne rüzgar esiyordu, ne de dallarda ses çıkartacak yapraklar mevcuttu. Başımı çevirip iki dağın arasında batan güneşe baktım. Turuncu ışıkları bir kararıp bir eski halini alıyordu. Gözlerimin önüne serilen dünyada gökyüzü kanlanmış, kargalar gaklayarak kondukları ölü ağacın dallarına pençeleriyle tutunmuştu.

"ছাঁত খোজ কাঢ়ক, পোহৰক প্ৰত্যাখ্যান কৰক। *Gölgelerde yürü, ışığı ret et."

Bir kadının dudaklarından fısıltı şeklinde dökülen karanlık harfler ruhumu kasvet çukuruna zincirlemişti. Diğerleri neler olup bittiğinden habersizdi. Ne kadını duyuyor, ne de etrafın değiştiğini fark etmiyorlardı. 

Kıpırdayamıyordum.

"এসময়ত যিটো পবিত্ৰ আছিল, সেয়া এতিয়া ধ্বংসাত্মক। *Bir zamanlar kutsal olan şimdi yıkıcı."

Tırnaklarımı Yulier'in koluna geçirdiğimde "Acıdı!" diye bağırıp bana döndü. Yüzümdeki ifadeyi görüp anında endişeye büründü. Temkinli bir hal almıştı.

"Alysa ne oldu?"

"যি আত্মা দেহ মৃত্যু নোহোৱালৈকে অন্ধ হৈ থাকে; সিহঁতে নিজৰ খোলাটোৰ পৰা সাৰি যাব নোৱাৰে। *Beden ölünceye kadar kör kalan ruh; kabuğundan kaçamaz."

"Buralarda bir yerde kara bir cadı var. Büyü yapıyor Yulier, duyabiliyorum. Muazzam bir büyü yapıyor!" Kadının okuduğu kara büyünün dizeleri evrenin yasalarını titretiyordu.

Büyüyü tamamlanmasına izin verme.

İçgüdülerim haykırıyordu.

İzin verme!

「Ateşî kaç!!--」Harak'ın kükreyişi yarıda kesilince benimle tamamen bağlantısının kesildiğini anlayarak iyice telaşlanmıştım.

"Yulier buradan hemen gitmemiz lazım!"

Yulier başını hızla sallayıp ayaklandı, kucağına topladığı mantarlar yere düşmüşlerdi. "Toplanın gidiyoruz!" Dişi kurdun aceleyle bağırmasının iyiye işaret olmadığına vakıf olan kurtlar anında işlerini bırakıp koşuşturdular. Eira direkt hançerlerini çekip yanımıza geldi. 

"Ne oluyor?"

"Burada kara cadılardan biri var!"

Gözleri fal taşı gibi açıldı. 

"Ne! Nerede? Kademesini biliyor musunuz?"

"বডি কাৰাগাৰ। দেহ হৈছে পৃথিৱী আৰু ভূগৰ্ভৰ সংযোগ। বেদীৰ শক্তিৰ দ্বাৰা মই, ধ্বংসৰ ক'লা ডাইনী; দুৱাৰখন ছীল কৰি আছো। *Bedeni hapishanesi. Bedeni yeryüzü ile yeraltının bağlantısı. Mihrabın gücüyle ben, yıkımın kara cadısı; kapıyı mühürlüyorum."

Büyük bir gümbürtü duyuldu. Yeraltından sızan karanlık yeryüzünde toplandı, birleşerek kara bir mızrağa dönüştü. 

Göğün tam bağrına saplandı. 

Çatırdayan göğün yaraları nehir yatakları gibi çoğalarak ilerledi ardından ilk kırık parçası koparak düştü. Onu diğer kırıklar takip ettiğinde yeryüzüne gökten kopan parçalar yağmaya başladı. 

"Artık çok geç." Dediğim anda gökyüzü patladı. 

Fezayı kan boğdu.

Toprak nefes almayı bırakmıştı.

Civarın değişimi artık herkesçe görüldüğünden kurtlar bıçaklarını çekmiş, savaş pozisyonu almışlardı. Hepsinin gözü bu yeni bölgeyi araştırırcasına etrafta geziyor, düşmanı arıyordu.

Yulierle Eira aynı anda "Tuzağa düştük." dedi.


დ Fark ettiniz değil mi? Bölümü bir bölüm yapacakken yine iki parta bölmek zorunda kaldım :/ Acaba ben kısa yazmayı unutmuş olabilir miyim?? Part iki daha kısa olur muhtemelen.

დ Bölümü sevdiniz mi? En sevdiğiniz kısım neresi oldu?

დ Depresyon bölümü part ikiye kaldı. Aksiyon bölümlerine giriş yapıyoruz millet.

დ Sizce neler olacak? Tahminleri alayım.

Bu arada kurban bayramınız mübarek olsun biraz erken oldu ama olsun :D

Bir sonraki bölümde görüşmek üzereeee :*


Continue Reading

You'll Also Like

6.9K 793 23
Cahiliyet, halkımızı yok etti. Bu savaşta, bu özgürlük savaşında binlerce Osmanlı kazığı üzerinde asker ve duygularımı kaybettim. Padişahların kurduğ...
17.4K 2.5K 54
IŞIĞIN ALEVİ SERİSİ 2. KİTAP (+18) "Serinin devamına görkemli bir düğüne, Şehvetli bir aşka Txerrea Krallığı'na Ve yeni ırklara yolcuk edeceksiniz. ...
339K 37K 30
"Kime, nasıl bir kötülük yaptın da kollarıma düştün?" Büyük Cadı Avı'nda yakalanan Larina; ailesiyle birlikte yanmak üzereyken kendini yabancı bir ev...
88.2K 7.8K 43
Her şey tek bir nedenden kaynaklanıyordu. "O" nerden bilebilirdi ki Vanya'nın sonunun, bu yüzden geleceğini...