KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ

37.9K 3K 1.6K
By endless_Q

Bebeklerim biliyorsunuz ben kesitleri instagram, twiter da paylaştığım gibi wattpad profilimde de paylaşıyorum. Duyuruları da tabi ki. Haber almak için içlerinden en azından birini takip edin lütfen. 

Multimedia: İndila- Love Story (Reila'nın söylediği şarkı)

▏₰ Yazar

Gölgelere saklanmıştı.

Gölgelerin arasından gizlice onu izliyordu.

Gölge oydu.

Buraya neden geldiğini içten içe bilse de gerçeği sol göğsünün altındaki fazlalığa gizliyordu. Kendine küfretti. Varlığının en büyük düşmanının inine girecek kadar mı gözü dönmüştü?  Onlardan korkuyor ya da çekiniyor değildi. Saldırma niyetiyle gelseydi burada öylece durmaz en yakınındakiyle işe başlardı. Geliş amacı o kadın olduğundan uslu duruyordu. Karanlık öyle bir sarmıştı ki etrafını ondan tarafa bakan birinin fark edebileceği tek şey siyah bir örtü de asılı duran gümüş irisleri olurdu. 

Bugün cadılar Beltane'nin gelişini kutluyorlardı. Tapınağın sütunları yeni açmış yaban asmalarıyla sarmalanmıştı. Her yere fenerler çekilmiş, çocuklar ellerindeki sepetlerden aldıkları çiçekleri millete dağıtıyordu. Yüzlerindeki mutluluk baharın gelişine hastı. Saçlarının rengi soylarına ismini vermişti; Beyaz cadılar. İnalih'in zirvesindeki klanlardan biri olduklarından her kutlama yapışlarında kapılarını diğer ırklara açarlardı. Yalnızca yüksek mertebe sahipleri değil, yoksulları da içeri alırlardı. 

Dudaklarının kenarları çevirdikleri numaraya karşı hissettiği küçümsemeyle yukarı kıvrıldı. Kim inkar ederse etsin dünyada kalbine karanlığın lekesi sürülmemiş tek bir canlı yoktu. Her aydınlığın içinde de bir karanlık mutlaka vardır. Ne sürekli bir aydınlık hüküm sürer, ne de sürekli bir karanlık. 

Doğuştan elde ettikleri mevki ile böbürleniyor, karanlığın çocuklarını aşağılıyorlardı.

Kibir. Yedi büyük ölümcül günahtan biri değil miydi? İşlerine geldikleri gibi davranıyor olmaları tiksinçti. İyilik adı altında yaptıkları yardımları izlerken irite oluyordu. Karanlıkta doğanlarda, yollarından karanlığa sapanlarda en azından yaptıkları tercihin arkasında duruyor; benliklerini yalanlamıyorlardı. İyilik kisvesi altında adalet dağıtanlarsa karanlık yönlerini perde arkasında sahneliyorlardı. Sonuçta bakış açılarına göre en temiz olanlardı, onca günaha rağmen kirlenmezlerdi.

Etraf bugün çeşitli çiçeklerin birleşerek oluşturduğu ahengin hoş kokusuyla dolmuştu. Beyaz cadılar kimi bölgelerde çiçeklerin cadıları olarak da bilinirlerdi. Zira her biri miras aldıkları gücün rengiyle özdeşen bir çiçekle damgalanırdı. Elbette hiç bir damga öylesine belirmezdi. Cadılara herhangi bir güç verdikleri duyulmamıştı. Tam aksine çiçekler cadının enerjisiyle varlıklarını koruyabiliyorlardı. Damganın sıra dışı özelliği vücudunda belirdiği cadıya dair bir tanım taşımasıydı. Çiçeklerin dili burada devreye giriyordu. Her çiçeğin betimlediği mana, manalar yığını vardı. Cadının doğasından, kişiliğinden, geçmişinden haberdar ediyor olabilirdi. 

Soyları dahi damganın bütün sırrını çözebilmiş değildi.

Kutsanmış olduğu aşikar olan bu topraklarda ezaya ait bir emarenin işi yoktu. 

Yine de gelmişti.

Birazda olsa bakabilmek için.

O kadına. 

Tanışmalarının üzerinden uzun zaman geçmişti. Başta etrafında dolanmasından ne kadar rahatsız oluyorsa şimdi etrafında olmamasından o kadar rahatsız oluyordu. Yaralı bedenini taşıdığı mağara buluşma yerleri olmuştu. Bir in kurt için idealken beyaz bir cadı için derme çatmaydı. Hele de onun gibi zengin klanlardan birinden gelen kadınlar söz konusuysa. Bütün bu olumsuz koşullara fazla dayanamayıp kaçacağını farz etmişse de olanlar düşüncelerinin tersine ilerlemişti. 

Kadın ona bağlanmıştı. 

Affedilmeyecekti.

Onu olabilecek her şekilde zorlamış, sınırlarını ihlal etmiş; daha da ileri gitmekten çekinmemişti. Kızı sınamıştı. En sonunda bir kadın için en değerli hazinesini ona sunmuştu, bedenini; defalarca. Cadıyı anlamakta zorlanıyordu. Cesareti akıl alır gibi değildi. Ona güven verecek hiç bir şey vaat etmemişti. Hamile kalabilirdi. Hamile kaldığında onu terk edebilirdi. Karanlığın tohumunu rahminde mi taşıyacaktı? İsteyerek? 

Kaşları derinden çatıldı. Olasılıkları binlerce kez düşünse de fayda etmemişti. Kıza çekilmekten bir türlü kendini alıkoyamıyordu. Diğerleri gibi değildi. Soyuna benzemiyordu. O klanın pisliğinden nasıl oldu da kendini muhafaza edebilmişti? 

Güzeldi. 

Bir Ay parçası kadar. 

Gümüş irisleri yavaşça donuklaşarak matlaştı. 

Kendisi için zehirdi. Bir zehri içmeyi hiç bu denli arzulamamıştı.

Platformun kenarlarına dizilmiş süslü borulardan fışkıran ateş gökyüzüne ulaşana dek yükselmişti. Görsel şölen orada toplanmış bütün ırkların şaşkınlık nidaları atmasını sağlayıp daha sonra kuvvetli alkışların yankılarıyla şenlenmişti. 

Gösteri başlıyordu.

Beltane'nin diğer cadı bayramlarından farkı kovan liderinin varislerinin ritüel dansını bizzat yapıyor olmalarıydı. 

Kutsal ateşin ünlü ikizleri.

Klanın gelecekteki aziz ve azizesi.

Reila VELLAÏ ve Alberu VELLAÏ.

"Onun ruhu kayıp

Yaşasa da zar zor konuşuyor.

Onu bekliyor...

Eski zamanlara ait resmiyle."

Her gece dinlediği naif ses bu sefer ondan uzakta şarkı söylüyordu. Yuvarlak bir platforma mor perdeler çekilmişti. Beyaz bir elbise içerisindeki kadın çıplak ayaklarla perdenin arkasından çıkarak zarifçe öne doğru yürüdü. Ayak bileklerine takılan halhalların ucundaki minik çanlar her adım atışında tinsel bir ses çıkarıyordu. Beline takılan kemer, omuzlarına atılan pelerinin takılarında da altın süslemeler göze çarpıyordu. Burnundan yukarısını örten bir maske takıyordu. Maskenin yedi köşesinden iğneyi andıran çıkıntılar uzuyordu.

Orta parmaklarına yüzük şeklinde geçirilen pelerinini savurarak ritüelin dansını başlatırken bir yandan da şarkıyı söylemeye devam ediyordu.

"O, deli değil.

Sadece inanıyor, hepsi bu.

Onu her yerde görüyor.

Sabrediyor, onu bekliyor.

Elinde bir gülle duruyor.

Onun dışında kimseyi beklemiyor."

Kollarını yukarı kaldırarak ellerinin tersini birleştirdi. Bileğini kıvırarak zarifçe hareket ettirdi. Ardından etrafında hızla döndü. Elbisesinin eteği havalanarak ince bacaklarını gösterdiğinde gölgelerde onu izleyen adamın yüzü kararmıştı. Hızlıca yere oturduğu gibi patlayan ateş etrafına dağılarak bir çiçeğin taç yapraklarına dönüştü. Kalabalıktan hayranlıkla karışık bir şaşkınlık yükseldi. Sesiyle uyuşuyor, ateşiyle dinçleşiyorlardı. Beyaz cadının cazibesi akıllarını başlarından alıyordu.

"Etrafındaki hiç bir şey anlam ifade etmiyor ve...

Hava ağırlaşıyor.

Dalgın bir ifadeye sahip,

Yalnız ve sürekli onunla konuşuyor.

O, deli değil.

Sadece onu seviyor, hepsi bu.

Onu her yerde görüyor.

Sabrediyor, onu bekliyor, elinde bir gülle."

Ateş sevilmek isteyen çocuk misali beyaz cadının etrafında dileğince dönüyor, şekilden şekle girerek milletin ağzını açıkta bırakıyordu. Arada alkışların arasına ıslıklar katılıyordu. Belli bir seviyeyi aşmış ırklar Reila'nın öylesine dans etmediğini, her hareketinin bir savaşçı gibi keskin olduğunu seçebilirdi. Zarif bir çiçek gibi görünse de esasen bir bıçağın ağzıydı.

"Hayır, şimdi onu hiç bir şey tutamaz.

Onun aşk hikayesinde.

Elimi tut,

Her şeyin yoluna gireceğine dair söz ver bana.

Sıkıca sarıl bana.

Senin yanındayken hayal edebiliyorum.

Evet. Evet, kalmak istiyorum."

Şarkının ortalarına doğru mor renkli perdenin diğer kısmından biri daha çıktı. Beyaz cadının kıyafetlerinin erkeğe ayarlanmış versiyonunu giyen adamında yüzünde aynı maske takılıydı. Belindeki kından çıkardığı kılıç alevlere boğuldu. Reila'nın yanına giderek dansına uygun kılıç hareketleri sergileyince mükemmel bir uyum yakaladılar. Alberu Reilanın belinden kavrayarak onu havaya kaldırıp indirdi. Zeref ikizi olsa dahi Reila'nın tenine dokunan parmakları kırmamak için tırnaklarını yanındaki ağacın gövdesine geçirdi.

Ağacın gövdesi çatırdayarak örümcek ağlarını andıran çatlaklarla kalabalıklaştı.

Gölgeler çoğalmış, içeride kıpırdayan siluetler fısıldamaya koyulmuştu.

"Ama artık nasıl sevilir bilmiyorum.

Çok aptaldım.

Sana son nefesimi vereceğim.

Aşk hikayemde.

Bir mum geceyi aydınlatabilir.

Sen varsın.

Ben varım.

Ama kimse inanmıyor.

Bu bir ömrün hikayesi."

Kızmak istiyordu. Kızgındın da, fakat şarkının sözlerini duydukça öfkesinin yerini çaresizlik alıyordu. Ağacın kabuğuna geçirdiği parmaklarını geri çekti. Şarkıyı Reila'nın yazdığını biliyordu. Müziğin tınısı güzel bir hikaye anlatıyormuşçasına eğlenceli olsa da dizeler aslında bir aşığın feryadını duyurmaya çalışıyordu. Dişlerini sıktı. Bu kadına neyin sözünü verebilirdi? Mutlu olmayacaklardı. Şimdi bile aralarındaki şeyi kaçarak yaşıyorlardı. Sınıra yaklaştıklarını, yakalanmalarının an meselesi olduğunu biliyordu. Yakalanırlarsa ne olacağını da aynı şekilde. 

Gölgedeki fısıltılar ansızın kesildi.

Reila'nın ikiziyle birlikte mutlulukla gülüşüne takıldı bakışları.

Alberu Relianın elinden tutmuş onu hızlıca etrafında döndürüyordu.

Onu nasıl koruyacaktı? Bir gün gülümsemesini kaybedecekti.

"Benim yüzümden." diye mırıldandı. "Sikeyim." Buraya gelmemeliydi. Yüzüne vurulan gerçekler boğazına bir bir dizilmişti.

Kadına son bir bakış atıp arkasını döndüğünde bedeni siyah kum taneleri gibi dağılarak gözden kayboldu.

Hep yaptığı gibi mağarada ona gelmesini bekleyecekti.

Ta ki bir gün gelmeyi bırakıncaya dek.

Kadının dünyasında çiçekler açıyordu.

Adamın dünyasında çiçekler soluyordu.

Aynı dünyaya ait değillerdi. 

▏₰ Alysa 

---------------------------------------

Kırmızı örümcek zambakları çiçek açmıştı. Öteki diyarın çiçekleri.

Etraf gece gibi karanlıktı. Gökyüzünü örten siyah çarşafta tek bir yıldız tanesi bulunmuyordu. 

Sadece güneş.

Kapkara bir güneş mehtabın göğünde asılı duruyordu.

İnalihe gelmeden evvel ki rüyalarımda sık sık giydiğim beyaz elbise yine üzerimdeydi. Nerede olduğumu ya da burada ne yaptığımı bilmiyordum. Ayak bileklerimdeki halhallara asılı minik çanlar her adım atışımda ses çıkartıyorlardı. Göğsümün tam orta yerinde bir yangın başlamıştı. Kemikten bir kafese hapsedilmiş ateş gittikçe güçleniyor, yaktıkça yakıyor ve etimi küle çeviriyordu. 

Bağrıma oturan sıkıntıyla birlikte yürüyordum.

Kırmızı örümcek zambaklarının arasında ilerlerken duraksayarak bir tanesine eğilip taç yapraklarını nazikçe okşadım. Rüya mı görüyordum? Başımı kaldırıp gökteki siyah güneşe bir kez daha baktım. Gece ve güneş buluşmuştu. Kavuşması imkansız ikili benim dünyamda birdi. Elalarımın önüne çekilen pus gözlerimdeki bütün duyguları uykuya yatırmış gibiydi. Bedenimin içinde seyirci konumundaydım. İsteyerek hareket etmiyordum. 

"Zeref." Bir kadın ağlıyordu.

Hıçkırıkları kulağıma çalınmıyor adeta çakılıyordu. Kırmızı örümcek zambakları kadının tuttuğu mateme ortak olmak istercesine boyunlarını büktüler. Çok iyi bildikleri hıçkırıklar gövdelerine balta vurmuştu. Çok sevdiği birini kaybetmiş olmalıydı. Yoksa nasıl bu kadar içten ağlayacaktı? Ancak aşk bir insanı bu kadar incitebilirdi. Sevdiğinin adını anarken sel tellerinde oluşan o tını titriyordu. Kadını aramak için yola koyulmuştum. Nerede olduğunu biliyormuşçasına tereddüt etmeden yürüyordum. 

Güneş; siyah ışıklarını saçarak göğe hükmediyordu. 

Önüme kırık dökük bir tapınak çıktı.

Eskimiş olmasına rağmen sağlam olan taştan merdivenleri çıkarken kalın kolonların hiç birinin parçalanmadan kurtulamadığını gördüm. Önceden burada birileri yaşıyor olmalıydı. Kemer kapılardan bir koridor oluşturulmuştu. İlk kapının en üst bölmesinde yarım ay kabartması vardı. Yarım ayı bir trinity düğümü sarıyordu. 

Sonuncu kemer kapıdan geçtiğimde geniş bir bahçeye çıkmıştım; oradaydı.

Bembeyaz ve upuzun saçları yere oturduğundan sarmaşık misali etrafa dağılmıştı. Üzerinde kardan daha beyaz bir elbise vardı. Kırmızı örümcek zambakları kadını korumak istercesine etrafını sarmıştı. Kadının yüzünü göremiyordum. Başı öne doğru eğik olduğundan omuzlarından düşen saçları yüzünün çoğu kısmını örtmüştü.

Pembe bir gonca rengindeki dudakları aralanarak yeniden "Zeref" dedi. Çenesi ağladığını belli edercesine titriyordu. Birkaç adım daha yaklaştığımda kadının yalnız olmadığını görmüştüm. Dizlerinin üzerinde uzun saçlı bir adam yatıyordu. Sonsuz bir uykuya dalmışçasına gözleri kapalıydı. Kadının gözlerinden inci taneleri gibi dökülen her damla yaş patır patır adamın yanağına düşüyor, kayıp gözden kayboluyorlardı. 

Sanki göz yaşlarını paylaşıyorlardı.

"Lütfen" dedi kadın ağlamaktan kısılan sesiyle. "Lütfen, bir kere daha ölmesine izin verme." 

O sırada ruhu olmayan porselen bir bebek olmama rağmen yalvarışı gözlerimi doldurmuştu. 

Nereden estiği meçhul bir rüzgar çıkarak kırmızı örümcek zambaklarıyla birlikte kadının saçlarını dalgalandırdı. Kadının ince boynunu mor bir halka sardı, ip izine benziyordu. Adamın sol göğsünde bir delik açılmış, oradan sızan kan kadının elbisesine ve ellerine bulaşmıştı. Neredeyse saydam denilebilecek kadar beyaz ve ince  parmaklarının ucunda kan lekeleri vardı. Adamın yanağını okşamaktan vazgeçmediğinden kırmızı lekeler yer yer soluk yüzünde yer edinmişti.

Ağlamaya devam etti.

"Ölecek. bir şeyler yapmazsan yine ölecek. Ölmesin. Yalvarırım artık ölmesin."

Bedenimdeki tüm güç çalınmışçasına dizlerimin üstüne düştüm. Sol göğsüm, adamın sol göğsündeki boşluğu tamamlamak istercesine zonkluyordu. Yanağımdan kayıp çeneme inen o damla peşinden geleceklere rehberlik etti.

Hafızamın en derinlerine gömülmüş bir şeyler nefesimi benden esirgiyordu.

Kirpiklerimi kırpıp açmamla kendimi o kızın yerinde buldum. Kanlı ve titreyen avuçlarıma bakarken dona kaldım. Ardından korka korka dizlerimde yatan adama indirdim elalarımı. Kızıl saçlar kırmızı örümcek zambaklarıyla aynı renkti. Gördüğüm yüzü inkar edercesine "Hayır." diye mırıldandım. 

Başımı delirmişçesine iki yana sallayarak "Hayır." dedim tekrar.

"Hayırrrrr!!!!!!!!!!" Benim canhıraş haykırışımla birlikte kırmızı örümcek zambakları anbean solup kupkuru kalarak siyahlaştı. 

Hemen ardından gazele dönen taç yapraklar toz gibi dağılarak esintiye kapıldılar.

---------------------------------------

Odun kırılmasını andıran kalın bir kütürtü odamın içinde duyulduğunda yattığım yerden bir anda doğrularak derin derin soluklar alıp vermeye başladım. Kalbim, kriz geçirdiğimi düşündürecek raddede hızla atıyor; göğsüme balyoz darbeleri gibi iniyordu. 

Kan ter içinde kalmıştım.

Elimi boğazıma götürerek acımasızca sıktım. Nefes almaya çalıştığım için boğuluyor gibiydim. Nefes almayı bıraktığım taktirde sanki boğulmaktan da kurtulacaktım. Ciğerlerimden bir hırıltı yükseliyordu. Saçım başım dağılmış, gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Eğilerek yüzümü yorganıma gömüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bir yandan da 'Hayır!' deyip duruyordum. 

Bu nasıl bir acıydı böyle? Bu ne bitmek bilmez bir sancıydı böyle?

Allahım ne olur onu da benden alma.

Birden yorganı üstümden attığım gibi ayaklandım. Odamdan telaşla çıkıp direkt kara kurdun odasına yöneldim. Parkelere vuran ayak seslerim gürültü yapıyordu. Kapının kulpunu tuttuğum gibi iterek içeri girdiğimde beni karşılayan boş oda korkumu körüklemiş bir an için her şey bomboş gelmişti. 

Yoktu. 

Bir kelimenin nasıl tonlarca ağırlığı olabilirdi? Gözlerimden akan yaşları zapt edemiyordum. Aklımı kaybedecek gibiydim. Yokluğunun vereceği ızdırap bu muydu? Yoksa hissettiğim sonsuz gam sadece bir başlangıç mıydı? Birkaç adım geri attıktan sonra yönümü dış kapıya çevirdim. Üzerime hiç bir şey almadan gecelikle buz gibi havaya bıraktım kendimi. Çıplak ayaklarımda ezilen karlar tenimi ısırıyor, minik taşlar ayağıma batıyor olsa da duramadım. 

Yüzümü kesen soğuk rüzgar saçlarımı birer kırbaca dönüştürerek yüzümü dövüyordu.

Umursamadım.

Onu görmem lazımdı. Görüp iyi olduğunu teyit etmem lazımdı.

Yanımda olması lazımdı. Beni bırakıp gidemez. 

Gitmesin.

Gitme.

Bazen uyku tutmadığında güneş doğmadan birkaç saat evvel dışarı çıkarak antrenman yaptığı bir yer vardı. Sadece kendisinin kullanımına açık bir alan. Yönümü oraya çevirip koştum. Koştukça koştum. En sonunda bıçağının rüzgarı keserken çıkardığı o ıslık ve bir şeylerin, bir şeylere çarpma seslerini duyunca az da olsa gevşeyerek bir an önce yanına ulaşmak için hızımı arttırdım. Nihayet görüş açıma girdiğinde yavaşladım. Koşturmam yürümeye, yürümem daha fazla gücüm kalmadığından minik adımlarla değişmişti. 

Neticede tamamen durarak onu seyrettim.

Dizlerim titriyordu.

Her zamanki kıyafetleri üzerindeydi. Hafifçe uzun saçları sert ve güçlü hamleler yaptığından bir o yana, bir bu yana savruluyordu. Saatlerdir çalıştığını belirtircesine alnı terle kaplıydı. Siyah bıçağıyla önündeki demir kuklaya saldırıyordu. Sıradan birinin sadece çizikler atabileceği kuklada oyuklar açmıştı. 

Titreyen dudaklarımdan minik bir hıçkırık firar edince Gideon olduğu yerde taş kesildi. Bu saatte kimsenin buralarda dolaşmayacağını bildiğinden duyularını kapatmış, antrenmanına odaklanmış olmalıydı. Zaten onun yaptığı bu alana girmek klan üyelerine yasaktı.

Gideon allak bullak olmuş bir şekilde perişan halime bakıyordu.

"Alysa?" Adımı onun ağzından duymak kalan son direncimi de kırdığından "Bir süredir göğsüm sıkışıyor." diyebildim.

Bıçağını indirdi. 

Hissetmekten bile çekindiğim bir ağrı sarıyordu göğsümü.

Gümüşleri ilk üzerimdeki geceliğe sonra da çıplak ayaklarıma kayınca kaşları çatıldı. Hala kabusun etkisinden çıkamadığımdan ağlamaya devam ediyordum. Postala benzeyen botları büyük adımlar atarak üzerime gelirken aramızda az bir mesafe kala duraksadı. 

Gümüşleri aniden algılarına tepki vererek parlamıştı. Çentik halini alan göz bebekleri yanımdaki boşluğa saplandı. Elini süratle kitlendiği boşluğa uzatarak parmakları görünmez bir varlığa sarıldı. Orada bir şey yakaladığını parmaklarının gittikçe daralıp durmasından anlamıştım.

"Ne cüretle?" Dişleri uzadı. Aynı şekilde kurt tırnakları çıkıp sivri uçları yakaladığı şeyin derisinden içeri girdiğinden siyah bir kan tırnaklarından elinin yüzeyine doğru akıyordu. Çıldırmasına ramak kalmış bir gülümsemeyle birlikte boşluğu delercesine bakıyordu. Alnındaki bir damar kabararak nabız misali atmaya başladı. 

"Cibilliyetini siktiğim! Onu ağlattın ha!?" N.. ne oluyordu? Gideon dişlerini öyle bir sıkıyordu ki gıcırtısını buradan duyabiliyordum. Parmaklarını daha da sıkılaştırdığında ürkütücü bir inleme peyda oldu. Sıktığı şey daha fazla görünmezliğini koruyamayarak suretini açığa çıkardığında korkuyla geri çekildim.

Bu yaratık şeytan alfabesini kullanan kara cadının yanında gezdirdiği evciliydi.

Çirkin yaratık uzun ve kirli tırnaklarını Gideonun eline geçirerek çırpınsa da kara kurt her çabasında gırtlağındaki sıkışını arttırıyordu. Parmakları yaratığın boynuna gömülmüştü resmen. 

"Onun her damla göz yaşı için seni de, soyunu da kuruturum lan! Cesaretine de, sana da sokarım! Nasıl benim bölgeme izinsiz girersin!?" Yaratık can çekişirken debeleniyor korkunç bağırtılar çıkartıyordu. Gideon yaratığı yere fırlattıktan sonra zaman kaybetmeden diziyle karnına baskı yapıp çenesini kavradı. Ağzını açmaya zorladıktan sonra siyah dilini tutup kökünden kestiğinde irkildim. Yaratık öyle bir çığlık atmıştı ki birazdan herkesin buraya toplanacağı barizdi. Gideon hançeri kaldırıp yaratığın gözüne geçirerekken durup bir saniye için bana baktı. 

Sessizce sövüp en sonunda yaratığın yağlı saçlarından tutarak boynunu açığa çıkardı. Hançerle zorlanmadan kafasını gövdesinden ayırdı. Elindeki kafayı kenara fırlattıktan sonra cesede son bir tekme attı ve hançerdeki pis kanı pantolonuna sildikten sonra kınına yerleştirdi.         

Dönüp tekrar bana baktığında az önce yaşananlardan ötürü unuttuğum acı yeniden kalbimde nüksetti. Neler olup bittiğine anlam veremiyordum. O yaratık ne zamandan beri beni takip ediyordu? Kabusumla bir ilgisi var mıydı? bilmiyorum. Bir dakika önce sinir krizi geçirmemiş, ellerini kana bulamamış gibi sakince yanıma geldiğinde kollarımı boynuna uzattım. Bir şey demeden bacaklarımın arkasından kolunu geçirip beni kucağına aldı.

Bende onun kadar aykırıydım.

Burnumu boyun girintisine sokarak derin derin soluklar aldım.

Artık boğulmuyordum.

Tüm yol boyunca soru sormadı. Evin içerisine girdiğimizde beni odama getirdi. Yatağıma yavaşça bıraktıktan sonra önümde diz çökerek ayak bileğimi tuttu. Tabanlarım soğuktan kıpkırmızı kesilmiş, minik minik yaralar açılmıştı. Kardan dolayı kan donmuştu. 

Azarlayarak "Şu ayaklarının haline bak." dedi. Üstündeki garezi atamamıştı. Gözyaşlarım dökülemediği zamanların intikamını alırcasına dur durak bilmeden öylece yanaklarımdan süzülüyorlardı. Silsem de yerlerini yenilerinin alacağını bildiğimden bıkana dek akmalarına izin verdim. Gideon geceliğimi ıslatan damlalara bakıp gözlerini yüzüme çevirdi. 

Ölü gibi bakıyordum.

Ölü gibi hissediyordum.

Ölüyor muydum?

Gümüşleri aklımdan geçenleri okuyormuşçasına acıya büründü. Elini uzatarak yanağımdaki yaşa dokundu. Bir an için bakışları yatak başlığının üzerine kaydı. 

"Kabus mu gördün?"

Baktığı yere başımı çevirdiğimde rüya kapanının kırıldığını görmüştüm. Kabustan uyanmadan bir saniye önce işittiğim kütürtü rüya kapanının kabusu hapsetmeye çalışması yüzünden kırılmasından geliyordu demek ki. Gideonun bana aldığı ilk hediyenin mahvoluşu her şeyi daha da beter hale getirmişti. 

Hıçkırdım. 

"Alysa'm niye ağlıyorsun? söyle bana ne gördün kabusunda? Baban mı? Ondan mı böyle içli içli ağlıyorsun? Yine canını mı yaktı?"

Alysa'm.

Benimle bir çocukla konuşuyormuş gibi konuşması halimin sandığımdan da kötü olduğunu işaret ediyordu. 

"Beni bırakacak mısın?" diye sorduğumda şaşırdı. 

"Rüyanda seni bıraktığımdan mı bu kadar ağlıyorsun?" Dediklerine inanası gelmiyordu. Gördüğüm kabusta ölüyordun demeye dilim varmıyordu. Sanki söylersem gerçekleşecekti. Öyle çok istiyordum ki o yaratığın bana bunu sadece eziyet etmek için göstermiş olmasını. Kabuslarımda kalacaksa sorun değil. Sadece kalsın. 

"Bırakacak mısın Gideon?" 

"İsteyerek yapmam."

"İstemeyerek de yapma."

İç geçirdi. "Ağlamayı bırak."

"Eğer beni bırakırsan şuanda olduğumdan daha beter olacağım. Hep ağlayacağım bir kere. Sonra uyumayacağım. Sürekli kabus görürüm çünkü. Gideon ben artık sensiz bir yer hayal edemiyorum. Bu normal mi? Yıllarca sensizdim ama artık yapabileceğimi sanmıyorum."

Yanaklarımı avuçlarının içine alarak başımı eğip alınlarımızı birleştirdi. 

"Beni delirtiyorsun." 

"Beni istemiyor musun?"

"İstiyorum. Öyle çok istiyorum ki, ruhumda açılan oyuğun derinliği yüzünden bazen çıldıracak gibi oluyorum. Benden gitme diye seni bir kafese hapsetmek istiyorum. Manyakça geliyor değil mi? Hastalıklı herifin tekiyim."

Parmaklarımızı birbirine kenetledim.

"Benimle o kafese gireceksen hapsedebilirsin." Hep terk edildim Gideon. İlk annem terk etti beni sonra babam. Hep terk edilen oldum, arkada bırakılan. Sende terk etme beni. Bu sefer yetim ya da öksüz kalmam, bu sefer kalpsiz kalırım. Sökme yüreğimi benden.

"Senin için herşeyi yaparım." Elini çekip ayağa kalkarak alnıma derin bir öpücük kondurdu. "Ben gelene kadar ağlamayı bitir. Geldiğimde hala ağlıyor olursan şaplağı yersin."

"Nereye gidiyorsun ki?"

"Ayaklarındaki yaralara bakmamız lazım. Siktir! Gördükçe tepemin tası atıyor. Dışarı böyle çıkacak kadar mı korkuttu seni? Kahretsin, çok kolay öldü. Daha çok işkence etmeliydim. Ne yapacağımı biliyorum ben ona." Ben yanındayım diye durduğunu anlamadım sanki.

Gideon söylene söylene kapıya yönelirken "Artık öldü, ne yapabilirsin ki?" diye sorduğumda dursa da bana dönmedi.

"Ölüm bir son değildir Alysa." Çıktığında arkasından kaşlarımı çatmış, ne ima ettiğini çözmeye çalışıyordum.

Derin bir nefes alarak elimi göğsüme bastırdım. 

Her şey iyi olacak. Göz yaşlarımı sildim. Çok fazla ağladığım için gözlerim sızlıyordu. Kara kurt elinde orta boylarda bir leğenle içeri girdi. Leğenin içindeki sudan dumanlar tütüyordu. Ağlayıp ağlamadığıma şöyle bir göz atıp leğeni önüme koyduktan sonra bileklerimden nazikçe tutarak ayaklarımı suyun içine soktu. Sıcak suyla buluşan yaralarım acımıştı. 

Yanağımın içini dişledim. Gideon avucuna doldurduğu suyla ayaklarımı bir güzel yıkadıktan sonra yanında getirdiği havluyla kuruladı ardından minik kutudaki kremi yaralarıma yedirdi.

"Sabaha kadar üstüne basma."

"Tamam."

Leğeni bir kenara bırakıp havluyu da içine attı.

"Çok kabus görür müsün?" 

"Evet. Ama İnalih'e geldiğimden beri sık görmüyordum."

"Tek kaldığını söylemiştin. Kabus gördüğünde ne yapıyordun?" Sana ışıkları açıp korkuyla sabahın olmasını bekliyordum diyemezdim ya. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi kaçırdım. Cevap vermeyeceğimi anlayınca "Bundan sonra benimle uyu." dedi. Şaşırarak "Nasıl yani?" diye sordum.

"Ne dediysem o. Benimle uyu."

"Her gün mü?" Sorduğum sorunun saçmalığına bıyık altından güldükten sonra "Her gün" diye beni onayladı.

"Şey, olur mu ki? Rahatsız olma hem?" İstemem, yan cebime koy Alysa!

"Rahatsız falan olmam. Başından beri böyle yapmalıydık zaten. Klanda hangi kurt mühürlüsüyle ayrı oda da kalıyor ki?" Niyeyse bu duruma uzun süredir gıcık oluyormuş gibiydi.

"Daha çekinecek ne kaldı? Birbirimizin her şeyini gördük." Gözlerim kocaman olunca haylazca sırıttı. Burnumu iki parmağının arasına alarak sıkıştırdı.

"Gideon acıyor!"

"Tırsak cadı!"

"Tırsak değilim ben!"

"Tabii tabii. O yüzden albastıya öyle bakışlar atıyordun." O bakışlar daha çok gördüğüm sahneyeydi ama neyse. Kim önünde işkence edilen birinin yavaş yavaş öldürülüşünü izlerken sakin kalabilirdi ki?


Beni tekrar kucağına alarak odadan çıktı. "Güneşin doğmasına az kaldı bir, iki saat daha uyu."

Başımı omzuna yasladım. Hüzünle "Rüya kapanım kırıldı." dediğimde "Yenisini alırız." demişti. 

Somurttum. "Ama o bana aldığın ilk  hediyeydi."

Başımı kaldırıp baktığımda göz kürelerinin içinde adeta Ay'ı görür gibi olmuştum. Kalbim bu muhteşem manzarayla tekledi. 

Gözlerinde dolunayı taşıyan kurt.

Çok. Çok güzel bakıyordu.

Uzanarak dudaklarımı öptü.

"Tamir ederim o zaman."

 ●

Mürekkebe batırdığım fırçadaki fazlalığı almak için ucunu kabın kenarına bastırarak akıttım. Ardından parşömen kağıdına çizdiğim resme kaldığım yerden devam ettim. Lester Gasadalur da ki görevi yerine getirdiğimiz için ödül parasını getirmişti. Gideon, Metus ve Hyuga ile birlikte çalışma odasındalardı. Kara kurt Lestere vermem için imgede gördüğüm kara cadının detaylı portresini çizmemi istemişti. Başına ödül koyup aranıyor yazısı çıkarttıracaktı Tengulara. Görevden alacağımız ödül bir sürü sıfıra sahip olduğundan katılanlara pay ayırdıktan sonra ikramiye ödeneği olarak kalanını Lestere verecekti. 

Sıradan bir aranıyor hizmeti olmasının yanı sıra vaat edilen ödülün de bol olması çok kişinin dikkatini çekecekti. Kara cadı ne kadar güçlü olursa olsun başı bir süre ağrıyacaktı. Yulier hamile olduğundan Hyuga eski yaptığı işlere devam etmesine karşı çıkmıştı. Aynı şeyi Seth'e hamileyken de yaptığı için üstelememiş kocasına müsemma göstermişti. Bizde boş gezmeyelim diye Ruby ninenin yanına gitmekle anlaşmıştık. Yetenekli bir şaman olduğundan hep meşgul oluyordu. Hem yükünü hafifletmek için, hem de Yulier'in hamileliği boyunca kullanması gereken iksirleri almak için gelmiştik.

Uzun zamandır ikinci çocuğu istediğinden dişi kurdun yüzünde gülücükler açılıyordu. Bu kızın niye hiç midesi bulanmıyordu ki? Önündeki havana doldurduğu bitkileri tokmakla ezerek suyunu çıkartıyordu. 

Titizlikle işlerimizi yaparken bir yandan da Ruby nineyi dinliyorduk.

"Beyaz cadılar diğer ırklara nazaran doğayla en iç içe olanlarıdır. Zaten doğa ana da beyaz cadıları çocukları gibi sevdiğinden onları türlü armağanlarla ödüllendirmiştir. Farklı çekirdeklerinizle ateşe, suya, toprağa ve havaya en güçlü şekilde hükmedebiliyorsunuz. Damgalarınız dahi doğaya ait olan çiçeklerden oluşuyor. Soyunun simgesi de buradan geliyor. Gece göğünü aydınlatan yarım Ay da doğaya aittir. Bu yüzden ataların Ay'ı sembolleri olarak kullanmışlardır. Ay'ın etrafını saran trinity düğümü ise üç mekana ve üç zamana atıf yapar. Göğe, yeryüzüne, yer altına; geçmişe, şimdiye ve geleceğe. Her biriyle ilişki içerisinde olduklarını düşünürlerdi."

"Vay canına. Ataların tüm bunları düşünüp bir araya getirmek için bayağı boş zamanları varmış."

"Dalgamı geçiyorsun?"

"Asla. Tamamen dürüsttüm." Yulier kıkırdayarak havana vurmaya devam ederken neşesine katılmamak mümkün değildi.

"Soyum hakkında başka bir şey biliyor musun Ruby nine?"

"Daha öncede dediğim gibi hakkınızdaki her bilgi geçmişe sizinle birlikte gömüldü kızım. Senin için bu durum ne kadar üzücü olsa da en iyisinin bu olduğu yönündeki görüşüm değişmedi. Soyun İnalihte kudretli bir ırktı. Sırlarınız, büyüleriniz kötü emellere sahip birilerinin ya da türlerin eline geçseydi felaketlere sebebiyet verebilirdi. Öte yandan kanın zaten yardıma ihtiyacın olduğunda sana yol gösteriyor."

"Öğrenmek istediğim şeyler yalnızca ırkımın yetenekleri değil Ruby nine. Geleneklerimiz, yaşam tarzımız... Beyaz cadıların özünü yapabildiğim kadar kavramak istiyorum." 

Ruby nine anlayışla gülümsedi. "Elbette bilmek istersin, bu senin en büyük hakkın. Ne yazık ki sana söyleyebileceğim şeyler bunlardan ibaret."

"Biliyorum. Yine de teşekkür ederim. Sen olmasan bu kadarını dahi öğrenemezdim."

"Aa bak aklıma ne geldi!" İkimiz birden işimize ara verip dikkat kesildik. 

"Irkında birden fazla güçlü aile olduğundan bazen iç çatışmalar yüzünden biri devrilip yerine başka bir ailenin çıktığı kitaplarda geçiyordu. Bu olayları yazmalarının nedeni sık rastlandığından olsa gerek. Doğru, soyun gizemli bir şekilde tükenmeden evvel başta Vellaï ailesi duruyormuş."

Vellaï. Neden bu isim bir yerlerden tanıdık geliyordu? Garip. Daha önce hiç duymadığıma eminim.

"Siz oturun. Ben şu karışımları bayatlamadan şişelere doldurayım." Ruby nine Yulier ile çıkardıkları bitki suyunun kabını alarak salondan çıktı. Yulier dalgın olduğumu fark ederek "Bir şey mi oldu?" diye sordu.

"Hayır." Bir süre şüpheyle baksa da sonradan üstelememişti. Uzun süredir içimi yiyen merakla ikilemde kalmıştım. Sorsam mı ki acaba ya? Ayıp olur muydu?   

 "Ay Alysa kıvranıp durma da ne diyeceksen de!" Hamile kalınca iyice sabırsız olmuştu bu kız.

"Dişi kurtlar kaç ay hamile kalıyor?"

"Bunu mu soracaktın iki saattir?" Hayır. Ama gerçeği senin bilmene gerek yok tabi. Alışma turu gibi düşün Yulierciğim. Asıl meseleye yavaş yavaş geleceğim.

"Altı ay."

"O kadar erken mi?"

"Yani çokta erken sayılmaz."

"Peki ya anne ya da baba kurt değilse ne kadar sürüyor?"

"Farklı olan türün soyuna da biraz bağlı olsa da aşağı yukarı bir ay oynuyor."

Benim soyum kaç ay hamile kalıyor acaba? İç çektim. Öğrenebileceğimi sanmıyorum. Ruby ninenin gittiği odayı kontrol edip gelmediğinden emin olunca popomla kayarak Yulier'e yaklaştım. Tek kaşını kaldırarak dibine kadar girişime baktı. 

"Ne oluyor?"

Kısık tutmaya özen gösterdiğim sesimle "Doğru söyle Hyuga ile hiç kurt formundayken ilişkiye girdin mi?" diye sorduğumda gözleri fal taşı gibi açılarak kıpkırmızı kesildi. Oha, Yulier'inde utanma duygusu varmış.

"B.. bu da nereden çıktı!?"

"Şhii sessiz ol! Ruby nine duysun da rezil olalım mı istiyorsun!?"

"E sende bağırıyorsun ama!"   

"Sorudan mı kaçıyorsun sen?" Yeşillerini dört bir yana kaçırıp durunca cevabımı aldığım için ağzım beş karış açılmıştı.

Yapmışlar.

Metus şimdi burada olsa 'Püüü utanmazlar!' derdi. 

"Sana Metusmuşum gibi cevap verdim varsay." 

Gözlerini devirdi.

"Kapatır mısın çeneni rica ediyorum bak?"

Dayanamayarak gülmeye başladığımda o da kendini tutamayıp bana katıldı. Kahretsin, bundan sonra Hyuga'nın yüzüne bunu düşünmeden nasıl bakacağım ben? Salak salak gülmeye devam ederken iyi insan lafın üzerine gelirmiş vukuatını yaşayarak kapı açılıp içeri Hyuga ve Metus girdi. Onları görünce şaşırıp birbirimize bakmış sonra daha çok gülmeye başlamıştık.

"Bu kadar komik olan şey ne?" 

"Sanane lan. Karım hamile benim istediği şeye güler."

"Ulan bu da iyi ki yeniden baba oluyor he. Bir bitmedi havası!"

Hyuga Yulierin yanına oturarak kolunu beline sardı.

"Sende yap senin de olsun kardeşim."

"Siktir git! Kızı gördüğümüz mü var anasını satayım çocuk yapalım!"

"Olsa yapacaksın sanki."

Ofladı. "Kızın yaşı küçük neyi anlamıyorsunuz?"

"Yulier Seth'e hamile kaldığında Eira'nın yaşındaydı."

Metusun nadiren sinirli olduğu anlardan birini yaşıyorduk. Daha çok sitem ediyordu ya neyse.

"Siz o boku yerken aynı yaştaydınız! Eira ile aramda altı yaş var lan benim!"

"Yeme beni. Kızı çocuk gibi görsen o gözle bakmazdın."

"Nasıl bakıyor ki?" Hyuga burada olduğumu yeni fark etmişçesine bir süre suratıma baktıktan sonra bir şey diyemeden önüne döndü. Pekala, iyi niyetle bakmıyormuş demek ki.

"Bence bu konuyu Eira ile konuşmadan kendi kafana göre karar verme. Belki kız çocuk istiyor? Üstelik İnalihte on sekiz yaşını dolduran herkes yetişkin kabul ediliyor ki bu yaşta evlenip çocuk sahibi olan bir sürü kişi var."

Metus kararsızlıkla Yuliere baktı. "Öyle mi diyorsun?"

"Baba olmaya hazırsan al kızı karşına konuş. Birlikte karar verin ne yapacağınıza." 

"Karım haklı. Hem sizden iki sıfır öndeyim. Aranın daha da açılmasını istemiyorsanız elinizi çabuk tutsanız iyi olur!" Hyuga bildiğiniz çocuklarıyla hava atıyordu. Metus kıskançlıkla "Şerefsiz." dese de oralı olmadı. Eh kurtlar ailelerine düşkün olduklarından hepsi hevesle çocuk istiyordu. Yulier'in hamileliği müjdelendikten sonra klanın nasıl sevinçle onları tebrik etmeye geldiğine şahit olmuştum. Ev ağzına kadar hediyelerle dolmuştu.

"Bu arada siz niye geldiniz? Lesterle işiniz bitti mi?"

"Hayır, Gideonla hala tartışıyorlar."

"Bizi Alysa'nın çizdiği resmi almaya yolladı." 

Metus bilmiş bilmiş gülerek "Kesin yine Lestere Tenguların başına geçsin diye vesvese veriyor." dedi. Gideona şeytan benzetmesi mi yaptı o?

"Al, bitti zaten." Kağıdı Metusa uzattığım gibi sadece o değil Hyuga ve Yulier'de merakla kağıda baktılar. Portreyi uzaydan gelen bir cisimmiş gibi inceliyorlardı. 

"Çüşş aynaya bakıyor gibiyim bu ne lan!"

"İnanılmaz. Alysa çizim yeteneğine akıl sır ermiyor."

"Gideon senden parşömenleri çizmeni istemekte haklı."

Dediklerinin arasından sadece biri dikkatimi çekmişti. "Gideon benden parşömenleri çizmemi mi istiyor?"

"Ne? Sana daha söylemedi mi?"

"Hayır."

"Lester gittikten sonra konuyu sana açmayı düşünüyordu muhtemelen. Her neyse çokta önemli bir şey değil, bizden duysan da olur. Normalde büyü parşömenlerini iksir dükkanındaki cüceden alıyoruz. Lakin senin çizim yeteneğini geçecek birini daha tanımıyorum. Bizde düşündük ki neden parşömenleri senin çizmene izin vermiyoruz? İksirdeki cüceden işimize yarayacak bütün parşömenlerden senin için bir tane örnek alacağız. Çizmeye alışınca daha fazla oradan alışveriş yapmamıza gerekte kalmayacak. Tabi bedavaya yapmanı istemiyoruz. Gideonla belli miktarda anlaşırsınız."

Yapılacak büyü ölümcül bir güçte olsa çizimi berbatsa hiç bir işe yaramayacaktır. İdare ederse büyü yarı yarıya işlevsiz kalacaktır. Kalashlılarda bu hakikati göz önüne alarak çizim yeteneğimi lehlerine kullanmayı amaçlıyorlardı demek. 

"Para istemiyorum. Aşina olarak klanının çıkarlarını gözetmek benimde vazifem."

Metus yalandan ağlıyormuşçasına gözlerini sildi. 

"Minik beyaz cadımız büyümüşte klanını kolluyormuş görüyorsunuz değil mi? Kendimi çocuğunun ilk adımlarıyla gururlanan aileler gibi hissediyorum."

"Ha ha ha çok komik."

"Gideon Alysa'ya minik cadı dediğini duyarsa seni minik minik parçalara böler."

"Zaten psikopat herifin tekiydi Alysa'nın gelişiyle birlikte iyice zıvanadan çıktı o da."

"Parşömen çizmek benim için sorun değil ama düzgün çalışabilmem için yer ayarlamamız lazım."

"Yer işi kafana takma. Gideonun çalışma odası bir masa daha alacak büyüklükte orada halledersin."

Yulier ağzını şapırdatarak "Ay Gideon dediniz de benim canım pancar çekti." deyince ilk bir şaşkınlıkla ona baktık sonra Metus iki büklüm olarak kahkaha atmaya başladı. O kadar çok dövünüyordu ki gülmekten karnı ağrımıştı resmen. 

"Saç rengi yüzünden değil mi? Ahahahahaha!"

Hyuga şaşkınlığını üzerinden atıp "Uzun zamandır bu lafı duymuyordum." deyince Yulier sırıtıp "Evet, altı senecik kadar." dedi. Gri kurt karısının saçını şefkatle öpüp "Gidip pancar yemeği yapabilecek birini bulayım ben." diyerek hala gülmekte olan Metusun ensesinden kedi gibi yakaladı. 

"Sende benimle geliyorsun" Peşi sıra sürüklerken atışıp durdular.

"Lan senin karın aşeriyor banane!"

"Sus it. Amcalık görevin bu senin!"

Ruby ninenin yanında işimiz bittiğinde alacakaranlık çökmüştü. Yulier hamile olduğu için kurt dirayetine sahip olsa da eskisinden daha çabuk yoruluyordu. Ayakta uyuklamaya başladığında Ruby nine gerisini halledebileceğini söyleyip bizi postalamıştı. Hyuga ile elinde pancar tabağıyla yolda karşılaştığımızdaysa uyku muyku kalmamıştı. Yemeğe saldırışı hala gözümün önünden gitmiyordu. Gri kurt beni eve bırakmayı teklif etse de Gideonu bekleyeceğimi söyleyerek önden gitmelerini söylemiştim. 

Klandaki kurtlardan birine Gideonun yerini sorduğumda en son terzi dükkanına uğradığını söylemişti. Şimdiyse terzi dükkanının önünde gelmesini beklerken oyalanıyordum. Martın neredeyse ortalarına geldiğimiz için soğuk hava az da olsa kırılmıştı. Geceleri yine dondurucuydu tabi. 

Çitlerin üzerine oturmuş yıldızları seyrediyordum.

Derin bir nefes alarak ciğerlerimi ferahlatıcı oksijenle rahatlattım. Dudaklarımın arasından çıkan sıcak hava dışarıda buharlaşıyordu.

İnsanın bazen yalnız kalarak kendini dinlemesi yatıştırıcı etkisi yaratıyordu.

"Üşüteceksin." İşte aradığım adam da gelmişti. Bacaklarımı sallayarak çite daha sıkı tutundum.

"Suryok sana mahzende saldırmadan evvel bir gölge benimle konuşarak Kalmes tehlikede demişti. Başta ne demek istediğini, neden benden yardım istediğini anlamadım ve tahmin et ne oldu? Gölge beni sana götürdü. Gasadalurda da aynı şey başıma geldi. Habisin verdiği stres ve korkudan başta gölgemden çıkıp bizi koruyan şeyin sesini çıkartamadım. Daha sonra olanları size anlatmama rağmen birinizin bile anormal bir tepki vermeyişi şüphelerimi arttırdı. Sanki o şeyin ne olduğunu zaten biliyor gibiydiniz. Klana döndükten sonra bizi kasabada kurtaran gölge ile beni sana götüren gölgenin seslerinin aynı olduğunu fark ettim." 

Elalarımı salladığım bacaklarımdan çekerek Gideona çevirdim. Gümüşler olduğundan daha donuk ve soyut bakıyorlardı. Ne zaman onun geçmişine veya güçlerine çomak sokacak olsam tanıdığımı sandığım adam yabancılaşıyordu. Bu hali insanı bir kere daha ne yaptığına dair sorgulatıyordu. Kime ne sorduğunun farkında mısın dedirtiyordu.

"Kalmes kim Gideon?"

"Benim." Ona kendi hakkında sorular sormak tıpkı ölümle birlikte gelen sessizliğe bağlanmak gibiydi. Güzel yüzünün altında gizlenmiş çığlıklar onu çevreleyen kan kokusuyla bütünleşiyordu.

"Sensin. Peki Kalmes ne demek? O şeyler ne?"

Parmaklarını saçlarının arasından öyle soğuk bir sakinlikle geçirdi ki ürperdiğimi hissettim.

"Benden nasıl bir yanıt istediğinden emin değilim. Aradığın her cevabın bir bedeli var Alysa." Kıstığı gözlerinin arasından bana delici bir bakış attı. Karanlık bir ses tonuyla şöyle dedi: "Görüyorum ki bu bedeli ödemeye hazırsın."

"........."

"Kalmes ulu kişi demek. Gölgeler beni böyle çağırır."

"Gölgeler mi?"

Sırıttı. Sırıtışı ilk kez tüylerimi diken diken etmişti. 

"Yer altı iki yaka şeklinde ayrılır. Biri dün duyduğun şeytan yakası diğeriyse gölge yakasıdır. Ben gölge yakasının efendisiyim." Kara bulutlar Ay'ın önünden çekildiğinde gökyüzünden yeryüzüne inen gümüşi şavk Gideonun üzerine düştü. Işık gölgesini açığa vurduğunda orada gördüğüm binlerce kırmızı gözle kaskatı kesildim.      

 Avuçlarımın altındaki çiti canımı yakacak kuvvette sıkıp Gideonu yanlışlıkla kırmamak için tüm irademi kullanarak yüzünü sabit tutmaya çalıştım. Ellerini ceplerine soktu. 

"Daha fazlasını öğrenmek ister misin?"

Kendime düşünme şansı bırakmadım. "İstiyorum."

"Neden diyardaki kurt soyu bozkurt ve gri kurtlardan oluşur biliyor musun? Çünkü kara, kırmızı, beyaz kurt özeldir. Elli yılda, yüz yılda, bin yılda bir kere doğarlar. Beyaz kurt Abelia gibi şifa gücüyle gelir. Beraberinde diyara bolluk, bereket, iyilik getirir. Kızıl kurt savaşçıdır. Onu devirebilecek çok tür yoktur. Beraberinde diyara şan, şöhret, güç getirir. Peki ya kara kurt? Tahmin etmesi kolay öyle değil mi?"

"Değil."

Güldü. "Şımarık. Eh bu birazda benim suçum, seni ben şımarttım çünkü. İlla benim ağzımdan duyacaksın değil mi beyaz cadı? yoksa tatmin olmazsın."

"Haklısın. Senin ağzından duymam gerekiyor."

"Aferin kızıma, işte böyle tuttuğunu koparacaksın. Bu yanın hoşuma gittiğinden aksini iddia edemem. Nerede kalmıştık? ah, evet. Kara kurt." Duygusuzca bana gelişini izledim. Oynadığı kötü adam rolünden hoşlanmamıştım. Başıma dikildiğinde "Yüzüme bakmak zor mu?" diye sordu. Kaşlarımı çatarak kafamı biraz geriye atıp elalarımla gümüşleri çakıştırdım. Ellerini çite dayayarak kollarının arasına hapsetti beni. 

Eğildiğinden yüzlerimizin arasındaki mesafe de azalmıştı.

İstifimi bozmadım.

Gümüşleri tehlikeli bir parıltıyla kaplıydı. Şuracıkta boynumu kırsa kimsenin ruhu duymazdı. Korkup sinmek yerine dikleniyor olmamdan zevk alıyordu. Boynuma eğilerek kokumu derince içine çekti. Ne olursa olsun, kötülük için doğsa bile aramızdaki bağ değişmeyecekti. Her halükarda ona ait olduğumu düşünüyordu. Zira parmağındaki mühür bunun kanıtıydı.

Boynumla işi bitince dudakları kulağıma yaklaşarak sırrını fısıldadı. 

"Ben hükmettiğim gölgelerin şahıyım. Ben bir gölgeyim Alysa. Karanlık çağlardan gelen bir haberci. Söyle bana güzel kızım neyin haberini vermek için yeryüzüne çıkmış olabilirim?"

"Karanlığın."

"Yaklaştın. Biraz daha kurcala."

Yutkundum. Cevap gün gibi zihnimde belirgindi. Cansız bir sesle "Yıkımın." dedim.

Dudaklarının kenarları yukarı kıvrıldı.

"Yapabileceğini biliyordum. Artık kim olduğumu biliyorsun."

Kafamı salladım. "Biliyorum."

"Karanlığa ait her parça aynı zamanda benimdir. Ancak sen ateşsin. Karanlığa ait olmamana rağmen seni kendime istemekten bir türlü alıkoyamıyorum. Bu ihtiras öyle kuvvetli ki benim gibi bir adamı bile baştan çıkarıyor, cezbediyor, delirtiyor."

Bacaklarımı beline dolayarak onu hızla kendime doğru çektim. Ellerim sakallarında dolaşırken alttan alttan ona kışkırtıcı bakışlar atıyordum.

"Demek aklını başından alıyorum."

"Sana bu halim oyunmuş gibi mi geliyor? Olabilecekler hakkında en ufak bir fikrin dahi yok."

"O zaman göster bana." Şayet yazgının sonunda bana ait kılacaksan kendini istediğin kadar bencil olabilirim, olabilirsin. Şeytani bir gülümseme kondurdu dudaklarına. Çenemi okşayarak "Seni yetiştirirken bir cadı elde etmeyi planlıyordum. Sense beklentilerimi aşarak dişi bir kurdun özelliklerine de bulanmışsın." dediğinde onun gibi gülümsedim. 

"Sevmediğini söyleyemezsin."

"Ne saçmalıyorsun? Buna bayıldım." Dudaklarıma memnuniyetle eğilince yarı yolda onu karşılayarak kollarımı boyuna doladım.

▏₰ Yazar

Balkondaki korkuluklara kollarını yaslamış olan adam dışarıdaki manzarayı izliyormuş gibi gözükse de aslında yeşil bir yılanı andıran gözlerinde boş bir bakış vardı. Baktığı yerle, gördüğü yer bir değildi.

"Deruth." Kadının sesini işiten adam başını çevirerek ona baktığında Selestia bunun konuş demek olduğunu bilecek kadar onu iyi tanıyordu. Kadın üzerine giydiği siyah dantelli balık elbisesiyle yanına gelerek belini koruluklara yasladı.

"Suryok tamamen iyileşti."

"Güzel." 

Sen iyi misin diye soracakken dilinin ucuna kadar gelen sorunun dışarı çıkmaması için son anda engel oldu kendine. Onu kızdırmak istemediği gibi yarasını da deşmek istemiyordu. Dört yıldır iyi olmadığını tüm alem biliyordu. Onun yerine sorusunu "Bir sorun mu var?" diyerek değiştirdi. 

"Mühür zonkluyor." Öylesine söylediği söz, öylesine acıydı ki. Kadının açık turuncu rengindeki gözlerinde hüzün bulutları birikti. Kalbindeki fırtına ortaya çıkmıştı yine. Adamın yarası kanamasın diye kendi yarasını delik deşik etmişti. 

"Sana büyü yapmamı ister misin?" 

"Hayır, bırak zonklasın. Bana almam gereken intikamı hatırlatıyor."

"Bende bunun için seninle konuşacaktım. Suryokta iyileştiğine göre artık harekete geçebiliriz."

"Elaxi ne durumda?"

"Gölge şahları neredeyse bütün organlarına zarar vermişler. Ölü organları yenisiyle değiştirdim. Zedelenenlerde yakında iyileşecektir. Onu bilerek sağ bıraktı."

"Hayır, cezasını çekmesi ve o acıyı bir daha unutmaması için sağ bıraktı. O böyle öcünü alır."

"Mihrap kuracağım." Yılan yeşili gözlerde uzun zaman sonra ilk kez bir duygu belirmişti. Öfke ve şaşkınlık. 

"Ölmek mi istiyorsun?"

"Ben intikamını almak için yanına geldiğimde kozun olacağımı söylemiştim. Niye tereddüt ediyorsun? Kullan işte beni."

Sıkıntıyla iç geçirdi. "Selestia ben ölün diye değil, bana yardım edin diye sizi yanıma aldım. Eğer intikamım uğruna feda edilecek kuklalar olarak sizi görseydim şimdiye çoktan mezarlarınızı kazmış olurdum."

"Kara kurdu mihrapsız yenmek senin için bile kolay olmayacaktır. Ben Hyugayı ve o aptalı durdursam bile önümüze gölgelerden bir ordu çıkaracağını sende biliyorsun. Mihrabı kurarsam gölgelerden yardım alamaz. Bu şans sadece elimize bir kereye mahsus geçecek. Bırak da yapayım Deruth. Bırak da acını dindireyim."

"İntikam alınca acım kaybolacak mı sanıyorsun? Benimle mezara gelecek Selestia." Kadın hissettiği hayal kırıklığıyla bin parçaya bölündü, bin kez daha. Şayet intikamını alırsa unutur diyemese de acısı eskisi kadar yer etmez sanıyordu. Ne kadar aptaldı. Bu adam hiç bir zaman onu sevmeyecekti. Kendisini görmüyordu bile. Mühür asla vücudunu terk etmeyecekti, tıpkı Selestianın kalbindeki kördüğüm gibi. 

Kararlılığı daha da netleşti. Ölüm belki de duygularını kökünden kesecek tek çareydi.

"Mihrabı bu gece kurmaya başlayacağım."

"Selestia!"

"Sen ne dersen de yapacağım Deruth! beni düşünmek yerine güzel bir plan hazırlamaya başla ki son fırsatımızda heba olmasın." Adam kadının yüzündeki itiraz istemeyen ifadeyi görünce pes etti. Selestia dillere destan güzelliğe sahip bir kadındı. Sicim siyahı saçları belinden aşağıya dökülüyor, ölü beyazı teniyle müthiş bir uyum sağlıyordu. Fiziği çoğu erkeğin istediği kıvrımlara sahipti. Tüm bu seçenekler dahilinde bile mühürlü bir kalbi etkilemekten acizdi.

Bu yüzden kurtların mühürlerinden nefret ediyordu.

Gitmek için hazırlandığı sırada bileğinden tutularak adamın önüne çekildi. Deruth parmağını kadının dolgun alt dudağında gezdirerek "Emin misin?" diye sorduğunda kadın hızlanan kalbine lanetler yağdırdı. Bir gün Deruth sesini duyacak diye ödü kopuyordu. Kim bilir belki de duyuyor ama görmezden geliyordu. Yıkım seviyesindeki kara bir cadı için gülünç bir durumdaydı. O da aşık olan her kadınla aynı duyguları yaşıyordu.

"Senin için her şeyi yaparım."  

"Biliyorum. Bunu bana fazlasıyla kanıtladın."

Deruth bel boşluğunda duran elini yavaşça kaydırarak kadının kalçalarına indirdi. Öpüşmeden evvel "Mihrabı yarın gece hazırlarsın. Şimdi sadece bana odaklan." dediğinde kadın bir kere daha teslim oldu sevdiği adama. 

Kalbine ve ruhuna sahip olamıyor olabilirdi. 

Lakin bedeni ona aitti.     

Mihrabı kurduğunda yıllarca bekledikleri intikamı ona verecekti.

დ Nasılsınız bebeklerim? Benim üniversite tatile girdi ama normal ingilizce kursum, YÖKDİL kursum devam ediyor :( Şimdi birde Su Tanrısının Gelinini düzenlemeye başlamam lazım. Ay bir türlü rahat edemiyorum. 

დ Bölüm nasıldı? En sevdiğiniz yer neresi oldu? Üç kurdun özellikleri ve Gideonun bir kısım güçleri açığa çıktı neler düşünüyorsunuz?

დ Selestia mihrap kurarak ne yapmayı planlıyor acaba? Mihrabın gücü ne olabilir?

დ Selestia ve Deruth ilişkisi hakkında düşünceleriniz neler?

დ Bir sonraki bölüm size bahsettiğim depresyon bölümlerine giriş yapıyoruz kemerlerinizi sıkı tutun lütfen!

GÖRÜŞMEK ÜZEREEE!!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

88.1K 7.8K 43
Her şey tek bir nedenden kaynaklanıyordu. "O" nerden bilebilirdi ki Vanya'nın sonunun, bu yüzden geleceğini...
9.6K 349 14
ღ- Yandere takıntılı aşk durumudur. sözlük anlamı Yandere, Japon pop kültürü içinde geçen karakter tiplerinden biridir. "Yandere" terimi; hasta olmak...
4.3K 320 20
Fırat ve Ateş, kayıp kız kardeşlerini bulmak için çocukluklarını harcadıkları yolda sona yaklaşmışlardı; eğer Fırat'ın tüm planlarını öfkesine hakim...
1.4K 97 40
Karanlıkta boğulmak nedir iyi bilirim. Şimdi sende fazla direnme çünkü gözüküyüzünün aydınlığından çok uzaktayız. Sıradışı hikâyelere inanır mısınız...