KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️RUH AYNASI -PART 3-

32.5K 3.3K 1.3K
By endless_Q


Multimedia : Cem ADRİAN / Gül. (Bölüm boyunca dinlerken okuyun)

Bölüm aslında bir bu kadar daha uzayacaktı ama çok beklemeyin diye paylaşıyorum. (25 sayfa)

▏₰ Alysa

Korku nefesimi esir almıştı. 

Bacaklarım güçsüzlükle titriyor, önüme taş koyuyorlardı. Bir an evvel ayağa kalkıp bizimkilerin yanına gitmem lazımdı. Olanları anlatmalı, küçük kızın habisle anlaşma yapıp yapmadığını teyit ettirmeliydim. Acele etmem gerektiğini bilmeme rağmen kıpırdayamıyordum. Bakır saçlarını göğsüme gömmüş çocuk hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu. Bense kollarımı sıkıca sırtına sarmıştım. Bir türlü rahatlayamıyordum. Her an birileri çıkıp onu kollarımın arasından alıp götürecekmişçesine tedirgindim.

Beş dakika önce gerçekleşen kabusun akabinde mental olarak çökmüştük. Problem allak bullak olmam falan değildi. Sorun kısıtlı şu zamanda parmak ısıramayacağım gerçeğiydi. Kulaklarım, kucağımdaki kızla aynı yaşların suretine bürünmüş habisin çıkardığı o ürkütücü ve mühlik sesin kalıntılarıyla doluydu. İstemsizce dudaklarım titredi, hayır. Toparlan, içine at, düzeleceksin, hep düzeldin. 

Küçük kızın şimdi bana benden daha çok ihtiyacı var. 

Titreyen elimi gördüğüm andan beri bayıldığım saçlarına götürerek okşadım.

"Geçti. Geçti bak, ben yanındayım."

Köşe başında hayaletle konuşurken arkadaşlarıyla konuşuyormuşçasına rahattı. Gülüşünü de duymuştum, korkmamıştı. O sırada habisin farklı bir kılıkta görünmüş olabileceğinden şüpheleniyordum. Belki de çocuk aklıyla arkadaş olmak isteyen hayaletin zararsız olduğunu düşünmüştü.  

Delirmek üzereyim, geçmişim depreşiyordu. Depreşiyor, bana o günleri yâd ettiriyordu.

Gözlerimi kapattım, anımsama. Yalvarırım hatırlama.

Küçükken cezalandırılır, cezamı çekmem içinde evin bodrumuna kilitlenirdim.

Bodrum; karanlık, soğuk ve dar olurdu.

Kapalı alanda kalmaya, hatta karanlığa bile bir nebzede olsa katlanabilirim. Sık sık bir şeylere maruz bırakıldığınızda ister istemez o şeylere yatkınlaşıyordunuz. Üstesinden gelmeyi başaramadığım tek şey korkularımın kulağıma fısıldadıklarıydı.

Gündüz bodrumda kalmak kolaydı, tabii gece olmadan çıkaracaklarını biliyorsam. Üvey annem kapatılmadan evvel cezamın ne kadar süreceğini gözlerimin içine baka baka söyler, dediklerine de dakikası dakikasına uyulmasını tembih ederdi. Titiz bir disiplin anlayışı vardı. Ya da içine düştüğüm çaresizliği izlemekten hoşlanıyordu, bilemiyorum. Aklından geçenleri bir müddet anlamaya çalışsam da sonradan davranışlarının bana özel olmadığını kabullenerek vazgeçmiştim. Kimileri yekten kötülükten beslenirdi. Oradan çıkmak için saymayı bilmediğim saniyeleri bile sayardım. Eninde sonunda gündüzlerin aksine geceleri daha çok direndiğim gözünden kaçmamıştı. 

Kendime yaptığım en büyük kötülüklerden biri korkumu o kadına duyurmaktı.

Bütün alemlerde şeytanlar mekik dokur. Şeytan olarak doğan, şeytan olarak büyüyen, şeytan olarak ölenler ile insan olarak doğan; fakat şeytan gibi büyüyüp ölenler diye iki türe ayrılırlar. İnsanlığına ihanet edip şeytanın yolunu izleyenlere; İnsan şeytanlar denirdi. O kadının fıtratı insan şeytanlarıyla birebirdi.

Görünenler bazen görünmeyenlerden daha zehirlidir. Zayıflığınızı sezerlerse size karşı kullanırlar, ta ki siz delirinceye dek. Onun bana yapmaya kalkıştığı şey de buydu.

Gün batımı, kapatılan kapının üstüme düşen gölgesinden önce gördüğüm acı verici bir güzellikti. O görüntü, o anı, o saniyeler hafızama defalarca çakıldı. O çivi bir daha asla unutmama müsaade etmedi. Karanlık çöktüğü gibi hayali sanrılar işgal ederdi düşüncelerimi. Mücadele ederdim; tavandan gelen gıcırtılarla, düşen herhangi bir eşyayla, ağaç dallarının sallanırken yapraklarının çıkardığı hışırtılarla... En ufacık ses korkularımı yeller, onları daha beter hale getirirdi. 'Gerçek değil.' derdim. Çıldırmamak için gerçek değiller der dururdum. Daha neyin ne olduğunu kavrayamadığım yaşlarda karanlığın, merhametsizliğin, korkunun tadını sürmüşlerdi damağıma.

Çocuk değildim artık. Yirmi iki yaşında kocaman bir kadındım. Büyümüştüm, güçlüydüm, savaşabilirdim. Mesele bunu nasıl yapacağımdı. Ateşim, büyülerim, bıçaklarım hayaletlerin üzerinde işe yaramazdı. Bana acımasızlığın adı altında kümelenen her şeyi öğretseler de böyle zamanlarda ne yapmam gerektiği söylenmemişti. Sanki muğlak bir kavşağın tam ortasındaydım. Seçebileceğim, dört bir yanıma uzanan yollar vardı. Bense hangisinin doğru yöne gittiğini anlayamıyordum, kaybolmuştum. 

Zihnimde birbirinin zıttı iki kadın sırt sırta vermiş oturuyordu. Birinin saçları siyahken ötekinin ki beyazdı. Biri doğduğumdan beri benimleyken diğeri bu aleme gelişimle gözlerini açmıştı. Yeni doğmuş olması gereken ezelîyim diyordu. Bunun olmaması gerekirdi, öyle değil mi? Olmuştu. 

Gözlerine her bakışımda; kendisini yeni görünür kılmış olmasının, yeni doğmuş olmayı gerektirmediği fikrini sokuyordu aklıma. 

Bu fikir geçmişimle geleceğimi karman çorman ediyordu.

O sadece uyuyordu.

İkisi de farklı rotaya bakıyordu. Biri ak dese, diğeri kara diyordu. Biri kara dese, öteki ak diyordu. Bazen cidden delirdiğimi düşünüyordum, üvey annemin emeline ulaştığını.

Mümkün olabilir mi? İkinci bir kişilik yaratmış olabilir miydim benliğimde?  

Normalde hazırcevap olan ikiliden çıt çıkmıyordu. Sorumun cevabını onlarda bilmiyordu belli ki, boş boş suratıma bakıyorlardı. 

Annesi ölmüş çocuklara öksüz derlerdi, bense yetimdim.

Babamın katili kalbimdi. 

Gözlerimi onlardan çekerek saçlarını okşadığım minik bedene baktım. Kucağımdaki kız çocuğu gibi birine mı sığınmalıydım? İnsanlar korkunca bunu mu yaparlar? yoksa zayıflık olarak mı görürlerdi? İçgüdüsel ya da dürtü mü denirdi buna? Ben hep yorganımın altına girince geçer zannederdim, geçmezdi. 

Korkuyorum derdim, sesim boşlukta çınlayıp yok olurdu.

Kendi kendimi büyütmüş, kendi kendimi avutmuş, kendi kendimle bir başıma kalmıştım hep.

Attığım sessiz çığlıkları kimseye duyuramamıştım.

Herkesin büyük, küçük bir zayıf bir noktası vardır. Yerini bilip de bakamadığı korkusu. Benimkisi kuşkusuz hayaletlerdi. Kasabada kalmak bu yüzden gittikçe zorlaşıyordu. Travmalarım hortluyor, beni yine istedikleri şekilde peşlerinden sürüklüyorlardı. Kriz geçirecek olursam ilaçlarımı içmeden düzelemezdim. İlaçlarımı içmezsem aklımı kaçırabilirdim. Her halükarda netice ağır olacaktı. Onca hadiseden sonra buradan kaçıp gitmediğim için ödüllendirilmeliydim. 

Gideona git.         

Derinlerden gelen cılız sesin hangisine ait olduğunu seçemesem de ısrarla aynı sözleri tekrar edip duruyordu.

Ona git diyordu. O bizi hor görmez, o bizi kollarına alır.

Alırdı değil mi?

Omurgama kök salmış ürkütücü duyguyu Gideonun varlığına yoğunlaşarak kurutmak istedim. Onunlayken, onu düşünürken doğru yolu bulabilirim. Karanlık olsa bile yolun başında beni beklediğini kapanan göz kapaklarımın ardında canlandırabiliyordum. Bir elinde yağ lambasını tutarken, bir elini bana uzatıyordu. Tereddütsüz tuttum o eli. Bildiği yol yanlış olsa dahi onunla kaybolmaya razıydım. 

Cadı ruhlarının özünde biten çekirdekler de, cadıyla eşleşen güçler yatardı. Küremde yanan ateş nefes alırken, uyurken, hatta ondan haberim bile yokken benimleydi. Hayaletleri yakalayamasam da ışığıyla onları bir süre oyalayabilirim. Gizemini çözmeye çalıştığımız meselelerde, başımız belaya girdiğinde, yoldaşlarımla birlikte rolümde değişiyordu. Bu sefer kuradan çektiğim vazife; destek rolüydü.

Ateşimi düşlemeye başladığım gibi içimde bir sıcaklık peydahlandı. O hissiyat uzuvlarıma yayılarak kasılan kaslarımı ısıtıp gevşetti. Damarlarıma girip kanıma karıştı. Gözlerimi geri açtığımda elalarımdaki kıvılcımın parladığını loş koridora yansıyan ateş parçacıkları anlatıyordu.

İnsan tarafım bir adım geri çekilip başını eğince cadı tarafım kafasını kaldırarak bana baktı.

Ardında beklediği perdenin içinden çıkmak için öne doğru bir adım attı.

Ayağının altında ezdiği şeyse korkularımdı.  

Evden kucağımdaki küçük kızla nasıl çıktığımı inanın bende bilmiyorum. Cesaretimin getirisinin temeli düşünmemekten geçtiği için sadece koşma emri vermiştim bacaklarıma. Koridordan fırlayıp dışarıya çıkarken bizi gören hizmetçiler şaşkınlıkla arkamızdan baka kalıyorlardı. Tıpkı tahmin ettiğim gibi, hayalet her ne yaptıysa kimsenin olup bitenden haberi yoktu. 

Koridorda habisle cebelleşirken dışarıdakiler aynı evde değilmişiz gibi günlük hayatlarına devam etmişlerdi. Şaka gibi, ölsek kimsenin ruhu duymayacaktı resmen. Sürü meydanda olduğundan direkt o tarafa giden sokağa seğirtmiştim. Kucağımdaki kız çocuğu ağlamayı bırakıp kesik kesik nefeslerle iç çekiyor, hafifçe titriyordu. Onu nereye götürdüğümü dahi sormamıştı. Sanırım şuanda tek istediği hayaletin olduğu o evden uzaklaşmaktı. 

Durup dinlenmeden meydana kadar koştuğum için ciğerlerim yanıyordu. Yerdeki karlar kürekle alınıp yollar açılmış olsa da kollarımda yirmi kilodan fazla ağırlık vardı. Kayıp düşecek olursam ikimiz birden sakatlanabilirdik. Acelem olduğu için haliyle buna dikkat edecek vaktim yoktu. Başımıza sakatlanmaktan daha büyük felaketler gelebilirdi. On beş dakikalık bir koşturmanın ardından görüş açıma aynalar ve onları Gideonun direktifleriyle yerleştiren kişiler girince yavaşladım. Metus iki eliyle açtığı parşömen kağıdını incelerken arada kafasını kaldırıp aynaların konuma bakıp Gideona bir şeyler söylüyordu. 

Aynaları şart koşulan konuma göre dizmek zorunda olduklarından kağıda herhangi bir hata yapmamak için perspektifini çizmişlerdi. Benim dünyamdaki gibi üç boyutlu çizimlere erişemeseler de idare ederdi. En azından neyin ne olduğunu bakınca anlıyordunuz. Hizalarını ben ayarlasam daha faydalı olabilirdi lakin büyüleri hazırlamam gerektiğinden görevi Gideon üstlenmişti. İan ise aynaların taşınmasına yardım ediyordu. Şöyle bir göz gezdirdiğimde geriye konulması gereken birkaç aynanın kaldığını, çoğunu hallettiklerini görmüştüm.

Her şey yolunda giderse bu gece habisi yakalayacaktık.

Aynalarla aramdaki mesafe on metreye indiği anda gelişimiz ilgi topladı. Gideonla gözlerimiz kesişince yüreğime bir ağırlık düştü, adını okuyamadım; isimsizdi. Duygunun ağırlığıyla bir an için bocalayacak gibi olsam da duruşumu bozmadım. O an çok net hissettiğim duyguysa endişeydi. Az evvel tüylerimi diken diken eden uğursuzluk yalnızca gümüşlerini görmemle bir rüzgar estirmiş, toz misali üzerimden uçup gitmişti. Üstümdeki etkisi artık engel olamayacağım derinliklere ulaşmıştı.

Kaşlarını çattı. Büyü kağıtlarını getireceğimi biliyor olmasına rağmen neden bana öyle bakıyordu? Elalarıma bakarken bir şeyi anlamak ister gibiydi. Kucağımdaki küçük kızın burada ne işi olduğuna mı anlam verememişti? Bir şey dememe lüzum kalmadan Metus tuttuğu parşömeni indirerek Gideon gibi kaşlarını çatıp suratımı inceledi. 

"Alysa iyi misin sen? betin benzin atmış." Ellerimin titreyişini saklamak için küçük kızın belini daha sıkı kavradım. İşlerini yarım bırakıp merakla bizi izleyen gözlere ufak bir bakış attıktan sonra "O şey evdeydi." diyebildim.

"Ne evdeydi?" Metus dediğimi anlamak için sorguladığında küçük kız kollarını boynumdan çekerek cevap vermek için öne atıldı. Ağlamaklı surat ifadesiyle "Hayaleti gördük!" diyerek yeniden ağlamaya başladı. Bana konuşma fırsatı tanımadan hıçkırıklarının arasından "Çok korktuk! bizi koridorda sıkıştırdı. Sonra.. sonra bizi korkuttu! oysaki arkadaşım olmak istediğini söylemişti. Ama beni korkuttuğu için artık onunla arkadaş olmak istemiyorum!" deyip bağırdı. Küçük kızın anlattıklarıyla atmosfer bir anda bozuldu. Aynaları taşıyan adamlar bozguna uğramış ifadeleriyle gerildiler. İçlerinden biri "Daha önce hiç bize gözükmemişlerdi." deyip kara kara düşüncelere daldı.

Olaylar aylar sonra bombardıman gibi üstlerine yağıyordu. Yıpranan sinirleri nereye kadar seyirci kalmalarına izin verecekti meçhul. Malin laf arasına kayıplardan başka intihar edenlerinde olduğunu da sıkıştırmıştı.

"Kızı al." Metus anında Gideonun dediğini yaparak kızı kucaklamak için uzandığında minik kız tereddüt etse de itiraz etmedi. Gideonun hala kaşları çatıktı.

"Olanları adam akıllı anlat." Ses tonundaki sertlik bir an için afallamamı sağladı. 

"Büyü kağıtlarını getirmek için aşağıya indiğimde merdivenlerin yanında kalan koridorda bir hareketlilik görür gibi oldum. Başta bana mı öyle geldi diye düşünsem de şüphelendiğim için kontrol etmek istedim. Koridora girdiğimde bu kız köşede karanlığa bakarak birisiyle konuşuyordu. Muhtemelen hayalet onunla sözleşme yapmak için arkadaşıymış gibi yaklaştı. Engellemek amacıyla panikle yaklaştığımda ilkten bir şey göremesem de sonradan tuhaf şeyler oldu. Yanımdan geçen bir rüzgar hissettim ardından yağ lambalarının fitilleri söndü. En sonunda hayaleti koridorun bitimindeki oda da bize bakarken gördük." Anlatırken olanları tekrar tekrar yaşıyormuşçasına elimi kolumu sallıyor, ara sıra dilim dolanıyordu. Kendimi ne kadar engellemeye çalışırsam çalışayım nafile, Gideonun gözlerinden kaçmayacaktı. 

Kurt bakışları içimi didik didik etmek istercesine en ufak farklılığı ötekilerden ayırıyordu.

Gittikçe soğuyan gümüşleri kamufle ettiği gölle arasındaki astarı inceltiyordu. Görünür kılınan topraklar kıştaydı. Orada kar yağmıyor, ıssız bir ayazla donduruluyordu. Bakışlarını benden çekerek eliyle çenesini ürkütücü bir şekilde ovaladı. 

Metus "Niye seslenmedin?" diyerek konuyu irdeledi. Kasabadayken kurt kulakları kesintisiz devredeydi. 

"Evdekiler bile neler olup bittiğinden habersiz. Beni geçtim küçük kız o kadar çok korkup annesine seslendi ki, kimse onun çağrısını işitmedi. Hayalet gittiğinde oyalanmadan yanınıza geldik. Evdekilerin sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerini yaptığını gözümle gördüm. Bizi duymamanız için bir yöntem kullanmış olmalı." Hizmetçilerin halleri dalavere çeviremeyecek kadar gerçekçiydi. Onca gürültü, patırtı ve bağırışlardan sonra korkup kaçmaları gerekirdi. 

"Anlattıklarına bakılırsa önümüzde iki seçenek var. Birincisi sana yaşadıklarını sanrı yoluyla göstermiş olabilme ihtimali. Basitçe açıklarsak şöyle diyebiliriz; başına gelenler aslında dışarıda hiç gerçekleşmedi, yalnızca kafanın içinde oynadı. İkinci olasılıkla kendine bir alan yaratmış olabileceği. Birinci ihtimali küçük kızın yanında olmasıyla eliyorum zira ikinize birden aynı anda, aynı görüntüleri gösteremez."

"Alan yaratmaktan kastın ne?"

"Bariyerle saklanmış bir bölgeye benzetebilirsin bu durumu. Dokunduğunda hissedersin ama elinin altındakiyle önündeki yeri göremezsin. Sizi yarattığı geçici bir alana soktuğundan evdekiler neler olduğundan bihaber." Ne yaşadıysak o boşlukta yaşadık yani. İan'ın anlattıkları tecrübelerimle uyuşuyordu. Hayaletlerin bu tarz yetenekleri de vardı demek ki. 

"Hayaleti başından nasıl savdın?" 

"Ben bir şey yapmadım. Muhtemelen ateşimin ışığı yüzünden uzak durdu. Fikrimi soracak olursan saldırmaya pek niyeti de yok gibiydi." Tek yaptığı saçma sapan konuşmaktı.

Dediklerimle birlikte suratları asılırken huzursuz oldukları aşikardı. Bende onlar kadar hayaletin geri çekilmesine vesile olan sebebi arasam da bulamıyordum. Orada rahatlıkla öldürülebilirdik. Yardım gelmeyeceği barizdi, ona zarar verecek bir eşyamızda yoktu. Kısacası cinayet işlemek için mükemmel ortamdı. 

"Gördüğün hayaletin habis olduğuna dair yeterli delilimiz yok. Kendini gösterdiyse saldırmadan gitmesi mantıklı gelmiyor. Öldürmek onlar için alışkanlıktır."

Metus İan'ı desteklercesine kafasını salladı. "Üstelik kovduğun hayaletlerden sonra kölemenlerini kaybetti. Sizi öldürüp ruhlarınızı kendisine bağlayarak koz olarak kullanabilirdi. Elinin tersiyle bunu iteceğini düşünmek kerizlik."

"Söyledim ya! bende neler olduğunu bilmiyorum." Daha fazla üstüme gelmek istemediklerinden "Her neyse. Zaten yakalanınca bizzat kendisinden neler olduğunu dinleriz." deyip işi tatlıya bağladılar. 

Yorgunlukla sordum. "Kızın anlaşma yapıp yapmadığına bakabilir misiniz?"

Metus kucağındaki kıza dönerek gülümsedi. "Bunu anlamak imkansız. Anlaşma herhangi bir işaret ya da farklı bir iz bırakmaz. Direkt ruhu damgalar. Tabi bu durum güneş parçasıyla kendi kadar minik bir sohbet etmemize mani olmaz." Kıza yaklaşımı ister istemez tebessüm etmemi sağladı. Çocuklarla iyi anlaşıyordu. Küçük kızın aldığı iltifatla az da olsa neşesi yerine gelmişti. 

Sevimli hallerini izlerken koluma yapışan elin sahibine baktım. 

Gideon, Metus ile İan'a hitaben "Burasıyla ilgilenin." dedi. 

Onlara bakmıyordu. 

Bana bakıyordu.

"Sen benimle geliyorsun."

Mengene gibi kavradığı kolumu çekiştirerek ara sokaklardan birine soktu beni. Adını söylesem de, sorsam da  tek yaptığı susmaktı. Yanlarına gelişimin ilk dakikasında üstündeki garipliği sezmiştim. İki kaşının birleşmek üzere olduğu yerde açılan yarık uzun zamandır şeklini koruyordu. Gümüşleri deli deli bakıyordu etrafa. Patlamak üzere olan bir volkanı andırıyordu hali. Şaşkınlıkla soğuk bir karanlığa giren ifadesini irdeledim. Neler olduğunu bana anlatana kadar ağzından laf alamayacağımın farkındaydım. Ne ara ezberlediğini bilmediğim sokaklarda kendi mahallesindeymişçesine yürüyordu.  

Girdiğimiz dar sokağın bitiminde yol ikiye ayrılıyordu. Sola döndüğümüz gibi hızla kolumdan çekilip sırtım duvara dayandı. Arka taraflarda olduğumuzdan insanların uğrak noktasından uzaktık. Bu çevrede kimsenin olmayacağını bildiğinden bizi buraya getirmişti. Gideon kolumu serbest bıraktığı gibi avucunu duvara geçirdi. Vurduğu darbenin gücüyle içten sarsılan duvarın titreşimlerini sırtımda hissettim. Her şey birkaç saniyede gerçekleştiğinden hazırlıksız yakalanarak yerimden sıçramıştım. 

Neden böyle davranıyordu? 

Gözlerini kapatmış sakinleşmeye çalışıyordu. Bu konuda ne kadar başarılı olduğu tartışılır. Zira yüzündeki kaslar hezimete uğradığını bildirircesine ara ara seğiriyordu. Çaktırmadan duvarda pençe biçiminde asılı duran eline baktım. Kurt tırnakları uzamış, sivri uçları kerpici çiziyordu. Dönüşümünü tetikleyecek denli ne zıvanadan çıkarmıştı onu?

Eğilerek alnını alnıma yasladı. Bir süre burada soluklanmıştı. Göğsü hiddetiyle inip kalkıyordu. Dişlerini sıktığını yanaklarının hafifçe içe doğru çökmesinden anlıyordum, çenesi kitlenmişti. Kirpikleri uzundu. Güneşin altındayken de gözaltlarına gölgelerinin düştüğü anımsıyorum. İnalih'e sonbahar gibi geldiğimden güneşle pek haşır neşir olamamıştım. Hemen ardından da kış bastırmıştı zaten. O zamanlar kara kurtla aramıza kalın bir hudut çektiğimizden birbirimize yabancıdan başka bir mana ifade etmiyorduk. 

Üzerimdeki gerginliği rafa kaldırarak sakinleşmesi için elimi uzatıp yanağını okşadım. Hafifçe avucuma batan sakallarının verdiği hissiyatı seviyordum. Dokunuşumla birlikte kirpikleri kıpırdanıp açıldığında kalbimin gecesinde Ay doğmuştu.

Hiçbir şey demedi. Uzun uzun beni izlerken göz bebeklerinin anbean büyüyüşüne şahit olmak muhteşemdi. Bana bakarken ne hissediyordu bilemesem de, o duygunun göz bebeklerine dek yansıyışını bıkıp usanmadan yıllarca seyredebilirdim. Başını eğerek yaklaştığında istediği şeyi anlayarak ayak parmaklarımın üstünde yükseldim. Kollarımı boynuna doladım. Aralanan dudaklarıma, aralanan dudaklarını yaklaştırsa da dokundurmadı. Alt dudağını, üst dudağıma iç gıcıklayıcı biçimde sürttü. Biraz daha yaklaşarak üst dudağını, alt dudağım boyunca kaydırdı. Nefesim hızlanmış, yavaştan aldığı öpüşmemiz yüreğimi zorlamaya niyetlenmişti. Kalbim ihtiyaçla kasılan organlarıma kan yetiştiremiyordu, yorgunluktan atacaktı birazdan kendini yere. 

Parmak uçlarını tüy hafifliğinde çenemin altında gezdirdi. 

İç çekercesine "Gideon" dediğimde duraksamıştı. İçimdeki sabırsızlığı ismiyle birlikte dışarı akıtmıştım. Gümüşleri elalarımdaki değişimle iki kara deliğe dönüşmüştü. Sonunda istediğimi bana vererek dudaklarımızı birleştirdi. Her zamankinin aksine öpücükleri yumuşaktı. Normalde hızlı ve hoyrat olmayı severdi. Bu sefer okşarcasına alt dudağımı dudaklarının arasına alıp emiyor sonra aynı işlemi üst dudağıma yapıyordu. Dudaklarından yudum yudum içtiğim duygular çeşit çeşitti, başım dönüyordu. Bana hissettirdikleriyle aklımı bulandırıyordu. Dayanamayarak kollarımı boynundan çekip omuzlarına tutundum, düşecektim. Bacaklarım pelteleşmekle kalmamış, kasıklarıma peşi sıra gönderilen sancılarla uyuşturucu almış gibiydim. 

Birden gözlerim doldu. Hissettirdikleri çok, çok fazlaydı. 

Kilidi çözülen damlalardan biri sessizce yanağıma süzüldü. Ağlıyor oluşuma nedense şaşırmamıştı. Adeta bunu bekler gibiydi. Gözlerimden sicim gibi akan yaşlar çenemden kayarak yere düşüyor, Gideon beni öpmeyi kesmiyordu. Şu ana kadar ki öpüşmelerimiz saf şehvetten, tutkudan, bedenlerimizin birbirini arzulamasından kaynaklanıyordu. Şimdide bu duyguların canlanıp iliklerimi titrettiğini yalanlamıyorum. Sadece baskın gelememişlerdi. Farklı bir şey, bir duygu vardı. Daha önce ondan bir ısırık almadığım için adını çıkartamıyor, ağzıma dağılan tadın ne olabileceğini irdeliyordum. Hakkında bildiğim tek şey sıcacık hissettirdiğiydi. 

Pamuklara sarıyordu içimdeki kız çocuğunu. 

İlk kez kıymeti tattırıyordu.

Gideon dudaklarını çekse de yakınlığımızı bozmadı. Yutkundu, adem elmasının boğazında kayıp yükselişini takip etti buğulu elalarım. Avucu hala duvara yaslı, bana doğru eğilmişti. Alışılmışın aksine ağladığım için kızmıyordu. Doğrulduktan sonra beni kucağına aldı. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Sadece ona uyum sağlıyordum. Beni taşıyarak çıkmaz sokağın dibine getirdi. Ardından yere oturdu. Bir bacağını kendine doğru çekerek, diğerine benim yerleşmemi sağladı. Sırtını duvara yaslayıp kucağındaki bedenimi iyice göğsüne çekti.       

Başım boynuyla omzu arasındaki boşluktaydı. Teninin iç yakan kokusu burnumdan içeriye sızıyor, hoş kokusu onu daha çok koklamak istememe neden oluyordu. Gideon arada sıkıntıyla iç çekse de ağlamam bitene dek çıtını çıkarmamıştı. Ağlamamdan hoşnutsuzdu. İç çekişlerinin onu ispiyonlaması bir yana, kaskatı kesilen gövdesi de rahatsızlığının boyutu hakkında tahmin yürütmemi sağlıyordu. 

Kendisini ağlamama müsaade etmeye zorluyordu. 

Gözyaşlarım yanaklarımda kuruyana dek ağlamış, içimi boşaltmıştım. İlk kez bir hayaleti bu kadar net görmüştüm. Cesetlerin saldırdığı köydeki görevimizde hayaletleri çağırmış olsam da gelenler gölgeler, yarı görünür siluetlerdi. Kendimi koruyup koruyamamayı geçtim birde minik bir kızın hayatının sorumluluğunu almam gerekmişti. Bunlar yeterli gelmiyormuşçasına hayaletle yüzleştikten sonra geçmişimin yarattığı travmalarla sınanmıştım. 

Kader hiçbir zaman yanımda olmadığı gibi bu sefer de sırtını dönmüştü bana.

"Daha iyi misin?" Ağlamam kesilse de konuşabileceğimi sanmıyordum. Onaylamak için başımı salladım.

Kafasını geriye atarak duvara yasladı. Gökyüzüne bakıyordu.

"Kötüysen kötüyüm demelisin. Korkuyorsan korkuyorum demelisin. Niye demedin Alysa?"

Biliyordu. 

Neler olduğunu başından beri anlamıştı. 

Giydiği ceketin önü açık olduğundan kısa kollusunun kumaşını tutarak avuç içimde sıktım. "Cesur olmak istiyorum. Yulier gibi, Eira gibi... senin gibi." Mırıldanmam bir şeyi değiştirmiyordu. Beni duyuyordu. 

Nihayetinde ondan nasıl korktuğumu saklayamamıştım.

"Cesursun zaten."

Alt dudağımı dişledim. "Cesur hissetmiyorum, birçok şeyden korkuyorum." Korkak biri asla olmamıştım. Üvey anneme diklendiğim için, ona boyun eğmediğim için beni bodruma kapatıp durmuştu. Babamın nefretine karşı bile yeri geldiğinde başımı dik tutmuştum. Görünenlerin aksine görünmeyenlerle, canavarlarla, olağanüstü ırklarla tecrübem yoktu. İnalihe geldiğimden beriyse benden çok daha cesur hatta gözü kara kurtları, avcıları, elfleri tanımıştım. İlerleme kaydettiğimi artan gücümden biliyor olsam da İster istemez onlar gibi olmak istemeye başlamıştım.

Niye hep elime yüzüme bulaştırıyorum?

"Alysa cesurluk korkusuzluktan değil, dayanmaktan gelir."

Şaşırarak "Dayanmaktan mı?" diye sordum.

"Tehlikelere dalan, başına gelecekleri umursamayan kişiler cesaretlerini ölümden korkmayışlarından, Ölümden korkanlarsa dayanmaktan alırlar. Acılara dayanmaktan, mazinin yaralarına dayanmaktan, ihanetlere dayanmaktan." Dilim tutulmuştu. Dediklerine hiç bu yönden bakmamıştım. Gideonun bakış açısı her zaman beni afallatıyordu. 

Birden belimden kavrayarak üstüne çekti beni. Bacaklarını kırdığından karnının üstünde otururken bedenim öne doğru eğim kazanmıştı. 

Baş parmağını göz kenarımda usulca gezdirdi. Ağladığım için oluşan kızarıklığı okşuyordu. "Ölümden kork." dedi. 

"Ölümden kork benim güzel kızım."

O korkmazken bana kork diyordu. 

Adil değil. 

"Korkmam için bana bir neden vermelisin." Sanırım Gideonu şaşırtmayı başaran nadir insanlardan biriydim. Durdu durdu durdu, ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Kalçamı karnında kaydırarak iyice suratına yaklaştım, anında kasılmıştı. 

"Ben korkman için sana neden değil miyim?" Sende bana ol. 

Çaktırmamaya çalışsam da bayağı stres altına girmiştim. Ya nedeni olmadığımı söylerse? Gideon yalan söylemediği için ya susmaya devam edecek ya da bana doğruyu söyleyecekti. Bazen bu huyu sayesinde onu benim hakkında ne düşündüğüne dair konuşmaya ikna ediyordum. Tamam, zorluyor da olabilirim. İyi veya kötü duymak istiyordum. Dağılacağımı bilsem dahi...

"Yirmi dört yıl sonra bulduğum tek sebepsin." Gözlerimin doluşu bu kez mutluluktandı. Ellerimi yanaklarına yaslayarak eğilip dudağına küçük bir buse kondurdum. Bir bilsen seni ne kadar çok sevdiğimi, bir görebilsen...

Çoğu zaman susmak, sana olan aşkımı içimde yaşamak öyle eziyet ediyor ki bana.

Bir gün gözlerinin içine bakarak doya doya sana aşığım diyebilecek miyim acaba?

Öne doğru eğilmemden kaynaklı saçlarım omuzlarımdan aşağıya salınmıştı. Gideon bir tutam beyaz saçı alarak burnuna götürdü. Derince üzerindeki kokuyu soludu. Hareketleri öyle doğaldı ki... sanki bir onun hakkıydı kokumu bilmek, bir onun hakkıydı kokumu solumak.

Kokumu dahi sahipleniyordu.

"Cesur olmak güçten de gelmez. Öyle olsaydı bütün kara cadılar alemin efendileri olurdu."

"Kalpten gelir."

"Kalpteki dilekten gelir." diyerek cümlemi düzeltti.

Saçımı bırakıp kollarını belime sardığında bende iyice üstüne yatarak başımı göğsüne koydum. Burası yuvamdı, burası bir bana aitti. 

Zihnimdeki cadı buruk bakışlarla bizi izliyordu. 

Gitmem gereken yeri bana o söylemişti. 

Yetişmemiz gereken bir dışarı çıkma yasağı olduğundan beş dakika sonra kalkıp sokaktan çıktık. Meydana doğru giderken meraktan kıvranıyordum. Onca çabama, duygularımın önüne koyduğum setlere rağmen göz göze gelişimizde karşısında çırılçıplak kalmıştım.

"Sor."

Yakalanmanın verdiği tavizle sorabildim. "Nasıl anladın ki?" 

"Korkunu hissettim. O duygu ruhumu gasp etmişti. Ben huzursuzlaştıkça kurdum da benimle birlikte tedirginleşti. Bir şey oluyordu ama o şeyin ne olduğunu söyleyemiyordum. Sen küçük kızla gelip neler olduğunu anlatana dek göğüs kafesimi sıkıştırmaya devam etti." 

"Altıncı hissin kuvvetliymiş."

Bana yandan bir bakış attı. "O da ne?"

"Koklayıp dokunabilir, tadıp görebilir ve duyabiliriz. Benim alemimde buna beş duyu dense de aslında altı tane olduğuna inanırız. Altıncı duyu ise sezgi gibidir, gerçekleşmeden önce içine doğar."

"Bahsettiğim durum sezgiyle izah edilemez. Alysa seninle aramızda sezgiden çok daha kuvvetli bir bağ olduğunu unutuyorsun."

Tek kaşımı kaldırarak "Neymiş ki o?" deyince sol elini kaldırarak yüzük parmağını gösterdi.

Mühür.

"Nasıl yani? korkumdan seni haberdar eden mühür müydü?"

 Dudaklarını yalayarak başını salladı. "Mühür gelişiyor."

Mühür gelişiyor. 

Zihnimde beş, altı kere yankılandı bu cümle.

"Mühür nasıl gelişebilir ki?"

"Sıradan damgalarla mührü bir tutma. Mühür eşsizdir. Bu şey senin benim gibi değil, ama bir şekilde canlı Alysa. Aramızdaki bağı oluşturduğu gibi seni bana, beni sana bağlıyor. Mührün sende olmaması ilişkimizi koparmaz. Kaçırıldığında da aynı hissiyatla dolmuştum. Tek istisna bu kez daha güçlü olmasıydı."

Vay canına. "Mührün başka neler yapabileceğini biliyor musun?"

"Hayır. Duygu yoğunluğu özelliği beliren bağın üzerinden zaman geçtikçe herkeste ortaya çıkıyor. Mühür geliştikçe yapabilecekleri de artıyor."

Heyecandan içim içime sığmıyordu. Keşke bende de mühür çıksaydı.

"Yapabileceklerini öğrenmemizin başka bir yolu yok mu?"

"Sabırsızlanma. Mühür geliştikçe ne olacağını birlikte göreceğiz."

Yürümeyi bırakıp durmama vesile olan neden muhtemelen sözleriyle kısıtlanmamıştı. Arka sokaklardan çıktığımız için etrafımız artık duvarlarla örülü değildi. Açık alanda, ufukta gördüğüm manzara zihnimdeki çivinin çakıldığı yeri yoklamıştı. Gideon arkasından gelmediğimi idrak edince durup benden tarafa baktı.

"Ne oldu?" Batan güneşin şavkı arkasından vuruyordu. O çivi şimdi bu görüntü karşısında sızım sızım sızlıyordu. Nasıl becerdiğini bilmiyorum, bir şekilde yazgımın ızdırabıyla yolu kesişip duruyordu. Üzerime düşecek gölgenin yerini Gideon almıştı sanki. Gözümü alan ışık yüzünden kirpiklerimi kıstım.

Kahrolası çocukluğumun anılarını varlığıyla değiştiriyordu. Hem de hiç bir çaba sarf etmeksizin.

Ona her bakışımda içim acıyordu.  

Bu adamın hafızamdaki gün batımı kadar acı verici bir güzelliği vardı.

Buruk ama göz alıcı.

Korkum, aynı zamanda esaretimin başlangıcı.

Tıpkı o günlerdeki gibi...

"Benim nedenim sensin." Lütfen, ölümden korkmam için nefes al.

Konuşması için intihar etse de zaman; fedakarlığı kara kurda tesir etmedi. Acımasızdı.

Susuyordu, hâlbuki neden söz ettiğimi anlamıştı.

Geri döndüğümüzde aynalar kusursuz biçimde şemaya göre dizilmişti. Baldırımdaki çantadan büyü kağıtlarını çıkarıp hızlıca her birinin üstüne yapıştırdığımda işimiz bitmişti, tuzak hazırdı. Güneş batmış, etraf alacakaranlığa boyanmıştı. Metus ile İan aynaları yerleştirmelerine yardım eden insanları tekrar dışarı çıkmamaları konusunda tembihleyip göndermişti. Yokluğumuzda bozkurt küçük kızla kapsamlı bir konuşma gerçekleştirmişti. 

Dediğine göre hayaletle sohbet etmekten başka bir şey yapmamış. 

Sözleşmeler çeşit çeşit şartlar içerdiklerinden tam olarak anlaşma yapıp yapmadığını araştırsak da umduğumuzu elde edemiyorduk. Kimi antlaşma için kan akdi zaruriyken, kimisi için söz yeterliydi. Cidden baş ağrısı bir durumdu. Bir gözümüzü küçük kızın üstünde tutmaktan başka çaremiz kalmamıştı. 

Eve geri döndüğümüz gibi akşam yemeği için kolları sıvamıştım. Proteiniyle demirinin kaybolmaması için eti güzelce yağlayıp kısık ateşte sık sık çevirerek pişirmiştim. Etin yanında servis etmek için ıspanakları haşlayıp bir kenara koymuştum. Malin kalanlara aklımdaki tarife uygun yiyecekler hazırlamıştı. Pirinci yıkarken övgüler yağdırarak yemek yapmakta çok iyi olduğumu söylemişti. 

Ailemle anlaşamadığımdan on sekizimi doldurur doldurmaz evleri ayırmıştım. Eh her gün dışarıdan da yiyemeyeceğime göre yemek yapmayı öğrenmem gerekmişti. Gerçi evde yediğim zamanlar da nadirdi. Çoğu günü atıştırmakla geçiriyordum. Tekken yemek yemeyi eğlenceli bulmuyordum. Önüme en lezzetli yemeği de koysam tadı yavan geliyordu. 

Kalash'da bir araya gelip yaptığımız ziyafetleri bu yüzden çok seviyordum. 

Yardımcılardan biri sofraya götürmek için tabak çıkarırken dirseği yanlışlıkla bardaklardan birine vurmuştu. Gürültüyle parçalarına ayrılan bardak yüzünden binlerce kez özür dileyip ağlamaya başlaması peş peşe gerçekleşmişti. Asıl sorunun bu olmadığının herkes bilincindeydi. Bir bardak için Malinin onu dövecek hali yoktu ya. Habisin dışarıda yakalanmasını beklerken gerim gerim geriliyor, olaylar olurda çığırından çıkar diye ödleri kopuyordu. Tuzağımız ters teperse ceremesini bizzat ödeyecekleri görüşündeydiler.

Tansiyon git gide yükseliyordu.

Umursamıyormuş, her şey yolundaymış gibi davranmakta bir yere kadardı. Onları yargılamıyordum. Açıkçası bende kasabaya bulaşan vahameti çözüp bir an önce evimize gitmek istiyordum.

"Layla gidip elini yüzünü yıkayıp kendine gel canım. Kırık camlar içinde endişelenme."

"Tamam, hanım efendi."

Önünde tutup birbirine kenetlediği elleri zangır zangır titriyordu. Mutfaktan çıkarken bana göz ucuyla baktığı dikkatimden kaçmamıştı. Onu fark ettiğimi anlar anlamaz başını önüne eğip koşar adım uzaklaşmıştı. Korkuyor diye ona kızacağımı falan mı sanmıştı? İnsanlar kendilerinden olmayan her türe yabani davranıp ötekileştiriyorlardı. Bu tarz sığ görüşlere katlanamadığımdan önemsemeden işime döndüm. 

Akşam yemeği de hapsolduğumuz balonun içinde geçtikten sonra iki, üç saat daha oturmuş ardından odalarımıza çekilmiştik. Bu akşam ne dışarı da, ne de içeride nöbet tutan olmayacaktı.

Kartlarımızı masaya açık dağıtmıştık.

Heyecandan gözüme uyku girecek gibi değildi. Odanın içinde volta atarken bazen pencereye gidip perdeyi aralayarak dışarıya bakıyordum. Aynaları göremeyecek olsam bile bakmadan duramıyordum. Gideon her zamanki serinkanlılığıyla yatakta uzanıyor, avının tuzağa düşmesini ilgisizce bekliyordu. En sonunda dönüp durmama ters ters bakarak "Uyu." demişti.

Tabi ki de onu dinlemedim demek isterdim. Daha ağzımı yeni itiraz etmek için açtığımda gözlerini tehditkarca kısıp diyeceklerimi boğazıma dizmişti.

"İkiletme. Yoruldun, uyu." Kelimeleri teker teker vurgulayınca direnemeyeceğimi mi sanıyordu? Tıpış tıpış yatağıma giderek yorganı açıp içine girdim. Somurttum, işe yarıyordu. Gideon bana kimseye göstermediği toleransı gösteriyor olsa da dominant karakterini törpüledi diyemezdim. Adam kurttu bir kere. Siz hiç kurdun gözüne kestirdiği ava nasıl baktığını gördünüz mü?

Gideon istediği zaman o bakışları atabiliyordu işte. Hele de karşısındakine söz geçirmek istiyorsa. Bu öyle bir histi ki gırtlağınıza bıçak dayıyordu. Ağız tadıyla protesto bile edemiyorsunuz.

Başımı yastığa koyarak ondan tarafa döndüm. Gözümden bir damla uyku akmıyordu.

"Evimizi özledim. Eve gitmek istiyorum ben." Sesim, üç yaşındaki kız çocuğunun yakınışını andırıyordu. Zaten Gideonun dudaklarının hafifçe kıvrılması da bundandı.

"Gideceğiz yavrum, şu işi bir halledelim de."

Yarın Gasadalura gelişimizin birinci haftası dolacaktı. Dört gün zaten yol sürmüştü. Buradaki zavallı insanlara yardım etmek istiyordum, edecektim de. Yine de evimizi özlemiştim. Acaba Yulier yokluğumuzda ne yapıyordu? Eira da gitmişti. Canı sıkılıyordur kesin.

"Metus seninle Eira hakkında konuştu mu hiç? Avcılar niye geri çağırmışlar onu?"

Bıkkınlıkla iç geçirdi. "Çenen açıldı yine." 

Kaşlarımı çattım. "Uyuz." 

Sinirle arkamı dönerek yorganı iyice üzerime çektim.

Yavaş yavaş göz kapaklarım düşmeye başlamıştı. Uyuyamam sanıyordum, yanılmışım. Yorgun değilim demiyorum, yorgundum. Hele de habisle yüz yüze gelmek bayağı yıpratmıştı sinirlerimi.

Gözlerim tamamen kapanmadan evvel "İyi uykular." dediğini duymuştum.

Uykunun kollarına teslim oldum.

"İyi uykular Börü'm." 

Yataktan sıçrayarak uyanmamı sağlayan şey bütün kasabada yankılanan haykırıştı. Gözlerim fal taşı misali açıldı. Bir aslandan daha gür, bir sırtlandan daha sinsi böğürtüyü işittiğiniz anda iliklerinize salınan korku size nefes almayı unutturuyordu. Ciğerlerim tutulmuştu, nefes almaya çalışıyor ama bir türlü o soluğu içime çekemiyordum. Uğultu şeklinde zihnimin kulvarlarına uğrayan sesin uyandırdığı dehşetten silkinemiyordum. 

Birden belimden kavranarak demir gibi sert bir göğse bastırıldım. 

"Nefes al. Alysa nefes al." Taştan bir heykelden ibarettim. Gideon eliyle saçlarımı okşayarak "Sakinleş." dedi. Bana zaman tanımak için sesinin oktavını aşağıda tutmaya, telaşını dizginlemeye çalışıyordu. Endişeliydi. Dışarıdan gelen bağırtı yüzünden değil, şuanda nefes almıyor oluşum onu delirtiyordu. 

"Hadi güzelim, benimle beraber nefes al." Yavaşça nefes alıp verdi.

Şoka giren uzuvlarımdan kontrolü alarak yavaşça nefes alıp verişini taklit ettim. İlkten ritmi yakalamasam da sabırla denemeye devam ettim. Aynı anda inip kalkan göğüslerimiz artık birbirine değiyordu. Gevşeyen ciğerlerim azar azar oksijeni tadarak tutukluktan rahata kavuştu. O böğürtü yeniden duyulduğunda kaskatı kesildim. 

"Şhii, dinleme. Sesime odaklan." Dediğini yaparak kulağıma fısıldadığı direktiflere yoğunlaştım. Gözlerimi kapatarak o hariç her şeyden uzaklaştım. Birkaç dakika sonra kendi başıma nefes alıp verecek hale gelmişti. Buza maruz bırakılan kaslarım yavaşça çözünüyordu. 

"N-ne oluyor?" Sesim çatırdasa da konuşabilmiştim. 

"Habis yakalandı." O şey apaçık sinir krizi geçiriyordu.

 "Daha iyi misin?"

Başımı salladığımda kolunu belimden çekerek yüzüme baktı. 

"Daha önce Habislerden birinin çıldırışına şahit olmadığından üzerindeki etkisi kuvvetli oldu." Sinirle parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. "Bu kadar çabuk sapıtacağına ihtimal vermediğimden seni uyarmadım. Sikeyim, resmen nefes alamadın." Daralıyormuşçasına ayağa kalktı. Öfkesi gafil yakalanmasınaydı. Habisin attığı çığlıklar aurasından meydana geldiği için varlığının tekinsiz hissiyatı yakınlarda barınan canlılara inme inmiş etkisi yaratmıştı.

"İnsanların durumuna bakmamız gerekmez mi?" Ben bu hale geldiysem kim bilir onlara ne olmuştu. Bana sıkıntılı bir bakış attı. Bu bakışların sen kendini düşün demek olduğu gayet netti.

"Sikimde değil."

"Gideon!"

Tip tip bana baktıktan sonra kısaca "Metusla İan gitmiştir bakmaya." dedi.        

Yataktan kalkarak sandalyenin üzerine bıraktığım kıyafetleri aldım.

"Ne yapıyorsun?"

"Gidip aynalara bakmayacak mıyız?"

"Gelecek misin?" 

"Evet. Bir anlık bir şey olduğunu sende biliyorsun."

"Ya bir kere daha olursa?" Durup ona baktım. Sesi niye öyle masum gelmişti ki? 

"Olmayacak." 

Kaşlarını çattı. "Nereden biliyorsun?"

"Gideon gerçekten şuanda benimle bunu mu tartışacaksın?"

 "Alysa nefes alamadın! O bok parçasının kalan ruhunu da götüne tıkayacağım."

Pekala. Kesinlikle onunla gidiyordum. Habisi konuşturmadan bir anlık sinirle ruhunu dağıtırsa bütün çabamız boşa gitmekle kalmayacak, en başa dönecektik.

"Sende söyledin; deneyimim olmadığı için yaydığı korkuyla çarpıldım. Şimdi nasıl bir şey olduğunu biliyorum, ilki gibi olmayacak." Neden kendimi işe gitmek için çocuğunu ikna etmeye çalışan anneler gibi hissediyordum? bana resmen yavru kurt bakışları atıyordu.

Nefesini seslice verdi. "İnadına sokayım."

Ters ters baktım. "Terbiyesiz."

Sinirle kapıyı açıp çıktığında üzerimi hızlıca değiştirip peşinden gittim. Merdivenin başındayken diğer koridordan Metusla İan geldi. Yanlarında kasabanın şefi de vardı. 

"Kasabadakilerin sakinleşmesi için yapabileceğiniz bir büyü var mı? Birkaç kişi bayıldı. Çocuklar ağlayıp duruyor. Diğerlerinin de kendilerinde olduğu söylenemez." Şef bana bakarak konuştuğu sırada bende aklımdan sakinleştirici özelliği olan otların listesini çıkarıyordum. 

"Bütün kasabaya yetecek kadar çayım yok maalesef."

Metus "Hangisini arıyorsun? papatya mı?" diye sordu.

"Evet. Papatya en güçlüsü."

"Papatya stoklamış mıydınız?" Şefe dönerek sorduğunda araya girip ekledim. 

"Melisa da olur."  

 Şef kafasını olumlu anlamda salladı. "İkisinden de olması lazım."

"Tamam o halde. Lütfen tüm kasabaya bir avuç gelecek şekilde dağıtıp su da kaynatmalarını söyleyin. Kaynayan suyu közden alıp on dakika bekletip süzerek içsinler."

Söylediklerimi aklında tutmaya çalışıyordu. "Tamam."

"Şef Rolf size önceden söylediğim odayı boşalttınız mı?" Gideonun sorusunu işiten şefin suratı anbean soldu. Habis hangi aynada hapsolduysa onu evdeki odalardan birine taşıyacaklardı. Milleti korkudan altına işeten çığlıkları sebepsiz yere atmıyordu. Yardım istiyordu! hayaletlerden biri onu işitip yardıma gelirse diye oyalanmamamız lazımdı. Gideon kaçış yollarına köstek olmak için aynayı evde, kilitli bir oda altında tutacaktı.

"Evet, üst katı istediğiniz gibi ayırdım."

"Güzel. Siz karınızın yanına dönün. Odalardan kimsenin çıkmadığına da emin olun."

"Elbette, siz merak etmeyin."

Şefin verdiği garantiyle evden çıktık. Meydana gidene dek vakit kaybetmemek için üçü de kurt formlarını almışlardı. Evlerde yağ lambalarının ışığının yanıyor oluşu herkesin ayakta olduğunu işaret etse de kimse dışarı çıkmayacaktı. Pencerelerden bilerek uzak durduklarına adım kadar emindim. 

İki buçuk metre boyundaki iki bozkurtla, bir siyah kürklü kurdun yanında lafım edilmezdi. Onlara bakan biri aralarında beni fark etmezdi bile. Korkucu oluşları bir yana, ürkütücü bir güzellikleri vardı. Gideon yanıma yaklaşarak burnunu boynuma sürttü. Elimle burnunu sevince bir an için şaşırmıştı. Sanırım ona evcil hayvan muamelesi yapmamı beklemiyordu. Verdiği tepkiye kıkırdadığımda şaşkınlığından soyutlanarak, gümüşleri gülüşüme takılmıştı. Trajik bir anda gülmeyi başarabilmem beni kaçık yapar mıydı acaba? 

Ön ayaklarının üzerinde eğilince kürkünden sıkıca tutarak sırtına atladım.

Akrep gecenin bir yarısına vurduğundan havada yüzü kesen keskin bir ayaz vardı. Üstelik dışarıda sokak lambaları olmadığı için etraf zifiri karanlıktı. Sürü karanlıkta görebiliyor olsa da aynı durum benim için söz konusu değildi. Hem fazladan ışığa hayır demezlerdi. Gideon düşmeyeceğimden emin olunca doğruldu. Diğerleriyle birlikte meydana doğru koşmaya başladılar.   

Kürkünü yakmak istemiyorsam avuçlarımın arasındaki tüylerini serbest bırakmalıydım. Belini bacaklarımla daha sıkı kavrayarak ellerimi yavaşça bıraktım. Gideon başını çevirmese de gözleriyle bana bakıp yaptığımı onaylamadığına dair kaşlarımı çattı. Hafifçe hırlayarak beni uyardığında onu umursamadım. 

Ellerimi yukarı kaldırarak ateşimi çağırdım. Kılcal damarlarımda karıncalar geziyormuşçasına bir hissiyat peydahlandığında, ateşimin damarlarımda uyandığını anlamıştım. 

Göz bebeklerim yakıcı bir sıcaklıkla yandı. 

İki avucumun içinden fışkıran alevler yukarı yükseldi. Üşüyen yerlerim alevlerin harıyla ısınmıştı. Gideon yaptığıma bir şey dememişti. Gecenin bağrındaki yıldızlar gibi yolumuzu aydınlatıyordum. Ayrıca hayaletler meşale gibi yandığımdan isteseler de sinsice bize yaklaşamazlardı. 

Sürünün hızıyla mesafeyi beş dakikaya indirmiştik. 

Aynaların olduğu bölüme geldiğimizde kurtlar durdular. Alevlerimi geri çekip Gideonun sırtından indim. Metus ve İan çoktan insan hallerine bürünmüşlerdi. Gideonda ben indikten sonra formunu değiştirdi. 

Aynaların açısı labirenti andırıyordu.

"Habis gerçek suretinde olacak." Bir nevi göreceklerine hazır ol diyordu.

Zikzak şeklinde yerleştirilen aynaların bir kısmı ormana bakıyordu. Büyü kağıtlarını yüzlerine değil de arkalarına asmanın daha doğru olacağını düşünmüştüm. Kuzeydoğu cephesindeki aynanın arkasına yapıştırılan büyü kağıdının harfleri diğerlerine nazaran kırmızı bir ışıkla parlıyordu. 

Kafese çevirdiği ayna bir şey yakalamıştı.   

Habisin gücü yüzünden ayna titriyor, belli aralıklarla atılan çığlıkların kuvveti yüzünden hafifçe havaya yükselip yere vuruyordu. Büyü açıkça habisi tutarken zorlanıyordu. Metus ile İan bizden önce aynanın önüne geçerek habisi görmüşlerdi. Zaten habis de onları fark ettiği için bağırmayı kesmişti. Gideonun hemen ardından ben de yanlarına gittim. 

Yumruklarımı sıkarak, derin bir nefes aldım.

Bilerek yerde tuttuğum gözlerimi yavaşça yukarı kaldırdım.

Lanet olsun. Bir, iki adım reflekse geriye attığında sırtım Gideonun göğsüne çarptı. Üzerinden kirli bir duman tütüyordu. Ölümü tadan teni griye çalmış, kemiklerine yapışmıştı. Gözleri kocamandı ve dışarı doğru pörtlemiş duruyordu. Öyle derin bir kinle bakıyordu ki tüylerim diken diken olmuştu. Göz bebekleri normal boyutlardan daha genişti. Göz aklarındaki kılcal damarlar patlamış, beyaz olması gereken kısımlar kırmızıydı. Bahsettiğim dumanın içinden bize doğru baktığı için vücut hatları gözükmüyordu.

O şey adeta canlı canlı çürüyordu.

Gideon ellerini omuzlarıma koyup çenesini başımın üstüne dayadı.    

"Ruh kirlendiğinde bozulur. Nasıl kirleneceğini biliyor musun?"   

"Öldürerek." İster iyi, ister kötü olun, cana kıymak tabiatımıza aykırıydı. Ve bu aykırılık bir şekilde size geri dönerdi.

Öldürülen her beden, ruhun teslimiyetinden hemen önce haksızlığa uğradıysa son nefesini ettiği bedduayla verirdi. O beddua havaya yükselip yok olmaz, katilinin ruhuyla birleşirdi. Kirli bir nokta şeklinde siyaha boyardı ruhu. Katil öldürmeye devam ettikçe o siyah noktalar çoğalır, ruhu hasta ederdi. 

Habis ise öldükten sonra bile öldürmeye devam etmişti.

Ruhu katran karasıydı.

"Aferin kızıma, bildin."

Habisin çirkin suretine baktıkça yüzüm ekşiyordu. Korkunçtu, doğru. Lakin dehşeti koynunuzdan bir kere atınca önünüzdekinin kirli bir su birikintisinden fazlası olmadığını anlıyordunuz. 

Ruh aynasına hapis olduğu sürece zararsızdı.

Ona, buna, şuna bakmıyordu.

Kin basılmış gözleri Gideondaydı.

Onu öldürmek istiyordu.

Kara kurtsa ayağının altında ezilmesi gereken bir böceğe bakıyormuşçasına habise karşılık veriyordu. Ona boyun eğmek istemediği halde habis, Gideon buradayken ters bir hareket yapmaya cüret edemediğinden ateşkes ilan etmişti.

Uzun sürmeyecekti.

"Götürün şunu."


დ Nasılsınız bebeklerim? Ben yoğunluktan başımı kaldıramaz haldeyim :(

დ Bölüm nasıldı? en sevdiğiniz kısım neresi oldu?

დ Şuraya Gideon ve Alysa'yı nasıl görmek isterdiniz yazabilirsiniz. Beğendiğim olursa kullanırım. 

დ Habis yakalandığına göre bakalım sonraki bölüm neler olacak. Aslında bu bölümde bayağı bir şeyi açıklamayı planlıyordum ama çok uzun olacağı için bölmek zorunda kaldım. Sonraki bölüm artık gerçeklerin ortaya çıktığı bölüm olacak.

SEVİLİYORSUNUZ!

   

































Continue Reading

You'll Also Like

23K 2.1K 19
Cahiliyet. Bir halkın kendi kendisini yok etmekte, dış politikalara bile gerek kalmaksızın halkını ahmaklaştırmaya çalıştığı ve başardığı bir oyundur...
3.6M 299K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
88.1K 7.8K 43
Her şey tek bir nedenden kaynaklanıyordu. "O" nerden bilebilirdi ki Vanya'nın sonunun, bu yüzden geleceğini...
6.9K 793 23
Cahiliyet, halkımızı yok etti. Bu savaşta, bu özgürlük savaşında binlerce Osmanlı kazığı üzerinde asker ve duygularımı kaybettim. Padişahların kurduğ...