YASEMİN (Tamamlandı)

Oleh turlik

114K 11.5K 6.5K

||TAMAMLANDI|| "Peki seni en çok ne mutlu eder?"diye sordum. "Bir kere gülsen yeter..."dedi düşünmeden. "Sen... Lebih Banyak

MERHABA
1.Bölüm~Yeniden Var Olmak
2.Bölüm~Hiçbir Şey Sandığınız Gibi Değil
3.Bölüm~ Rüyalar Gerçek Olur Mu?
4.Bölüm~Sabır Taşı Çatladı
5.Bölüm~Cesaret & Esaret
6.Bölüm~ Oluruna Bırak
7.Bölüm~Savulun Alçaklar
8.Bölüm~Bekle Beni İstanbul
9.Bölüm~İşte Hayat
10.Bölüm~Aklı Karışık Bir Yasemin
11.Bölüm~Taktik Bizim İşimiz
12.Bölüm~Bir Küçük Kedi Meselesi
13.Bölüm~Dahiyane Fikirler
14. Bölüm~Asık Suratlı Bir Ozan
15. Bölüm~Teker Teker Gelin
16. Bölüm ~ Taşlar Yerine Oturuyor
17. Bölüm ~ Soluma Kastın Mı Var Be Adam?
18. Bölüm ~ Ateşe Uçan Pervane
19. Bölüm ~ Baş Belası Sandık
20. Bölüm ~ Yüksek Dozlu Can Sıkıntısı
21. Bölüm ~ Nasılım Biliyor Musun?
22. Bölüm ~ Düşmem Ben Kanatlarım Var Ruhumda
23. Bölüm ~ Bu Kulaklar Daha Neler Duyacak?
24. Bölüm ~ Kaçan Kovalanır Mı?
25. Bölüm ~ Hayırdır İnşallah
26. Bölüm - İz Peşinde
27. Bölüm - Göbek Adı Merak
28. Bölüm ~ Kalp Hırsızları
29. Bölüm ~ Yanalım O Zaman
30. Bölüm - İnadım İnat
31. Bölüm ~ Elveda Galata
32. Bölüm ~ Keşif
33. Bölüm ~ Yine Yangınlar Yine Ben
34. Bölüm ~ Davetsiz Misafir
36. Bölüm ~ Eller Deliye Biz Akıllıya Hasret
37. Bölüm~ Çelişkiler Kraliçesi
38. Bölüm ~ Kilitli Kutu Açıldı
39. Bölüm ~ Alev Alev
40. Bölüm ~ Bir Söz Bir Hayat EVİMİZ
41. Bölüm ~ Yüzleşme
42. Bölüm ~ Bir Kere Gülsen Yeter
43. Bölüm ~ Mucizeyi Açan Anahtar
44. Bölüm ~ Bol Bilinmeyenli Denklem
Mutlu Sonsuzluk - VEDA

35. Bölüm ~ Başımın Belası

1.8K 212 53
Oleh turlik


Merhaba

Yine, yeni bir bölüm ile buradayız. Ben istikrarımı talep ve arz gözetmeksizin devam ettiriyorum. Beklentim yok mu? Elbette var...

Bu beklentim de sadece bir küçücük yıldız. Daha fazlasını ne talep ettim ne de dile getirdim. Şu kadar oy alırsam bu zaman bölüm yayınlarım gibi koşullar da sunmadım önünüze hiçbir zaman. Önceliğim hep kendimi mutlu etmek, yazdıklarımdan tatmin olmak çünkü. Beni motive eden, kafamı dağıtan ve yıllardır neden yapmadım dedirten bir şey, yazmak. Her satır beni mutlu ediyor. Bunun yanında kitabımı okuyan bir okurun verdiği oydan sonra aldığım bildirim ise mutluluğumu ikiye katlıyor. Yorum konusuna hiç deginmiyorum bile. Yorumlarda buluşmak, yazdıklarımın içsellestirilerek satır aralarına aktarılması beni bu platformda yazan herkes gibi inanılmaz mutlu ediyor.

Fakat uzun süredir bu mutluluğu yarım hissediyorum. Okunma oranındaki ciddi azalma ve önceden aktif olarak katılım sağlayan, yorum yapan olurlar son 5 6 bölümdür ortada yok. Olaya ciddiyetle baktığım için takip ediyorum ve o bahsettiğim okurların kurgu ile ilgili bir vazgeçişi varsa, bilmek isterim.

En başından beri dediğim tek şey, olumlu veya olumsuz her türlü yorumu dikkate aldığım idi. Bakış açım hala aynı. Lütfen okuyup kitaptan çıkmayın. Sizi etkileyen bir iki satıra yorum yapmaktan kaçınmayın. Burada bildirimlerle mutlu olan bir Turlik var çünkü ☺️

Keyifli okumalar...

...
Pencerenin perdeden nasibini almamış, minicik kısmından vuran güneş gözlerime bıçak gibi batıyor ama beynim uyanmayı reddediyordu.

Neredeyse sabaha kadar gözümü bile kırpmamıştım. Sabaha karşı kanepede gamsızlığın kitabını yazan Kutlu'nun homurtular eşliğinde uyuması bana güven verince gözümü kısa bir süreliğine kapatmak istedim. Henüz çok yakın olmasak bile bu çocuk bana 'yenge' demişti bir kere. Kalbimi kazanmış ve sancılı bekleyişime gecenin geç saatlerine kadar eşlik etmişti.

Sabaha karşı sızıp kaldığında kucağıma Susamı alıp ayaklarımı altımda topladım.

Ozan'ın çıkarken söylediklerini normalde umursamazdım. O evden böyle apar topar çıkınca lazım olabilecek hiçbir şey aklıma gelmezdi ama Susamı evde bir başına bırakamazdım.

Evden çıkıp kendi evime geldiğimizde sırt çantama birkaç parça kıyafet attım. Susamı taşıma çantasına koyup Kutlu ile birlikte Ozan'ın evine geri döndük.

Kendime bir hayat kurmak ve her şeye yeniden başlamak için ev tutmuştum ama korkudan bir başıma uyuyamıyordum. Kendi kurallarımı koyacağım bir hayat arzu etmiştim ama endişeden kıvranırken o kuralların canına okuyordum.

Ozan hala aramıştı.

O arayana kadar dediğini yapıp kendi evime gitmeyecektim. Hiç değilse bu kez sözünü dinleyecek ve o arayana kadar bekleyecektim.

Bekledim. Bekledim ve bekledim.

Ozan aramadı.

Endişe ve korku tohumları filiz vermeye başlayınca tüm bunların bana verdiği yetkiye dayanarak elime telefonu aldım. Telefonu kapalıydı. Açık tutmak riskliydi demek. Açık olunca aklıma esince ararım diye de korkuyor olabilirdi. Ona durmadan sorular soracağımı, işini aksatacağımı ve sinir edeceğimi düşünüyor olabilirdi.

'Keyfi için gitmedi adam Yaso, kendine gel...' İç sesim doğru bir noktaya parmak basmıştı ama ben endişeden ne düşüneceğimi şaşırmıştım, bu kadar abartmaya gerek yoktu neticede.

Öğlene doğru gerginliğimi atamamış olarak salonda turlamaya başladım. Birazdan işe gitmem gerekti ve hala haber yoktu. Kutlu top patlasa uyanacak gibi değildi. Şöyle sağlamından bir tane vursam kesin uyanırdı. Çocuğun suçu yoktu. Ülkeler arası firariydi o ve yorgundu ama şu an için benim stres topum olmasında sakınca yoktu.

Usulca yanına yaklaşıp nefes seslerini dinledim. Ölü gibi uyuyordu çünkü. Parmağımın ucuyla koluna dokunup adını seslendim. Duymadı. Kımıldamadı.

"Kutlu..." bu kez yüksek tondan seslendim adını.

Hafifçe yan dönüp uyumaya devam etti. Yeniden denedim şansımı. Evden onunla çıkmamı tembihleyen Ozan olmasa umurumda bile olmazdı uyuması.

"Kutlu..."

"Guten Morgen Yengem..."diyerek gözlerini açtı.

Bu çocuğu sevdiğimi daha önce söylemiş miydim?

Eğer söylemediysem, söylüyorum. Ben bu sivilceli, telli dişli ergen Kutlu'yu çok sevdim...

"İşe gitmem lazım Kutlu. Kalk da çıkalım..."dedim.

"İyi, git sen. Ben evdeyim."dedi ve kıçını dönüp yattı.

Tişörtünün yakasından tutup kendime çevirdim.

"Dayın çıkarken ne dedi, hatırlıyor musun Kutlu?"

"Valla ben sadece sana sarılıp alnını öptüğünü gördüm. Başka bir bilgim yok..."

Sırıtmamı bastırıp, ciddiyetimi takımdım hemen.

"Üçe kadar sayıyorum, kalkmazsan Melek Teyzeyi arayacağım..."

Öyle bir fırladı ki kahkaha attım.

"Kurbanların olayım yapma yengem... Meloşun terlikleri kıçımda fotokopi olsun istemiyorum."

"Demek herkesi terlikle korkutuyor Melek teyze,"dedim gülerek. "İyi fikirmiş. En azından kıymetli kıçınıza zarar geleceği korkusuyla hizadan ayrılmıyorsunuz..."

Koltuktan zıplayarak kalkıp banyoya koşturdu. Beş dakika sonra ballı sütlerimizi birbirine tokuşturarak fon-dip yaparken, ben mutlu Kutlu ise bulantılıydı. Bu yaşına kadar kimsenin içiremediği sütü tehdit ile içirmeyi başaran nadide bir kişiliktim...

Öğürerek son yudumu aldı ve bardağı neredeyse fırlatarak tezgaha bıraktı.

"Abartsaydın Kutlu,"dedim kolundan tutup kapıya çekiştirirken. "Ballı süt, bu dünyadaki en güzel şey bence..."

"Kime göre, neye göre?"dedi botlarını giyerken.

Önüme katıp basamakları indikten sonra koşturarak Metro durağına gittik. Yolda bir türlü çenesi durmadı. Benimle birlikte işe gidiyor olmanın ne kadar manasız olduğundan tutun da benim tek başıma neden işe gidemiyor oluşuma kadar bin tane laf saydı. En son bu yaşa kadar anne ve babamın elini tutup mu geldiğimi sorunca dayanamadım, patladım.

"Annem ve babam olsaydı, emin ol bir an olsun ellerini bırakmazdım..."

Aniden durdu. "Ah be Yengem be,"dedi sanki yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi sarılarak. "Öldüler mi? Allah rahmet eylesin..."

Sarılışından kurtulup kenara çekildim. "Zamanımız bol, anlatırım bir ara..."

...

"Son prova..."diyen yönetmenin sesi kulise dolunca herkes ayaklandı. Hatta fazladan bir kişi de.

"Kutlu..."dedim sesimi son perdeye çıkararak. "Buraya gel."

"Niye ya?"dedi omuzları düşmüş bir vaziyette koltuğa oturarak. "Seda ile önemli bir şey konuşuyorduk biz..."

"Önemli bir şey mi?"dedim tek kaşımı kaldırarak. "Kıza Almanca öğreteceğim ayağına bir sürü yılışıklık yaptın..."

"Ama onun hoşuna gidiyor..."dedi telli dişlerini göstererek. "Aksanımı çok beğendiğini söyleyince bende bir iki kelime öğreteyim dedim. Ne var bunda?"

Bu saçma konuşma bitecek, benim tek kaş yerine inecek gibi değildi. Tek kaşın bana çağrışım yaptığı şahsı aklıma getirmemek için az önce burayı çekirge sürüsü gibi ezip geçen tayfanın dağınıklığını toplamaya başladım.

Önümüzdeki hafta ilk gösterim vardı ve provalar gece yarılarına kadar devam edecek gibiydi. Buna mutlu oldum. Evde kalıp Ozan'dan gelecek haberi beklemekten daha katlanılır bir durumdu hiç değilse.

Sağı solu toplarken telefonum çaldı. Koşup açmaya yetişeceğim diye sağa sola çarpa çarpa telefona ulaşmayı başardım.

Arayanın kim olduğuna bile bakmadan telefonu açtım.

"Annem..."

"Efendim?"

"Nasılsın kızım?"

Kendimi Ozan'ın aramasına o kadar hazırlamıştım ki, annem karşısında istemeden de olsa hayal kırıklığına uğradım. Sesimdeki düşüşü fark etmişti.

"Kötü bir şey mi oldu Yasemin? Sesin hiç iyi gelmiyor?"

"Hayır, anne. Bir şey yok. İyiyim. Son provalar yüzünden yoruldum biraz, o yüzden sana öyle gelmiştir."

"Yorma kendini. Dikkat et annem. Ben seni bu akşam için aramıştım."

Aklımdan tamamen sildiğim yemekten bahsediyordu. Ozan yoktu. Haber gelmemişti. Ben keyifle nasıl aile yemeği yiyecektim?

"Bu akşam için başka bir programın yoksa seni almaya geleyim mi?"

Ne diyeceğimi bilemedim. Bir tarafım o yemeğe git diyordu ama diğer tarafım Ozan haber verene kadar bekle diyordu.

"Uygun değilsen-"

Sözünü kesmek zorunda kaldım. Şansımı deneyip Ozan'ı arayacak ve gönül rahatlığı ile yemeğe gidecektim.

"Ben seni beş dakika sonra arasam olur mu anne? Bu akşam prova devam edecek mi, öğrenmem lazım..."

"Tamam canım. Haber bekliyorum senden."

Telefonu kapattığımda rehbere girdim. Parmağım Ozan'ın adının üstüne gelmeden telefonum çalmaya başladı.

Arıyordu kalbimin efendisi.

Gözlerimden firar eden saçma birkaç gözyaşını akıtmamak için direndim. Sağlam bir nefes alıp telefonu cevapladım.

"Ozan?"

"Canım..."dedi huşu içinde.

Ben senin 'canım' diyen dillerini yiyeyim be adam...

"Çok merak ettim seni. Ne zaman geleceksin?"dedim bir çırpıda.

"Merak edilecek bir şey yok. Uzun sürmez. En geç yarın akşam dönmüş olurum. Beni düşünme."dedi.

"Nasıl düşünmeyeyim Ozan?"dedim sitemle. "Evden apar topar çıkıp gittin. Üstelik Korkunç'un da hali hiç iyi değildi. Başına bir şey gelecek diye aklım çıkıyor."

"Tamam, geçti. Korkulacak bir şey yok. Sen nasılsın? Kutlu geri zekalısı yanında mı?"

"Sanki bilmiyorsun..."dedim cık cıklayarak. "Her halttan haberin oluyor da bir Kutlu'nun yanımda olduğundan mı haberin olmuyor?"

"Ona takip cihazlı anahtarlık vermediğim için doğal olarak bilmiyorum..."dedi güldüğünü anladığım ses tonuyla.

"Hatırlattığın iyi oldu Ozan Bey,"dedim onu esefle kınayarak. "O bebeğin saçını başını yolmazsam bana da Yasemin demesinler."

"Öyle bir şey yapmayacaksın Yasemin. Sakın..."dedi.

Yapacaktım. Hem de öyle bir yapacaktım ki şaşırmalara, bağırmalara, kriz geçirmelere doyamayacaktı taştan kalp...

Fakat şimdilik bunu dile getirmenin ikimize de bir faydası yoktu. Uysal bir kız olup, "Peki..."dedim.

"Aferin..."dedi uyuz uyuz.

"Allah razı olsun..."dedim. Ne deseydim? Aferin aldığım için olduğum yerde, sevinçten hoplayıp zıplasa mıydım?

"Ben seni sınav başvurusu için aramıştım."

"Ne sınavı ya?!"dedim bir çocuk gibi mızmızlanarak. "Ben sınava girmeyeceğim Ozan. Bunu sana söylemiştim zaten."

"Gireceksin Yasemin..."

"Girmiyorum... Nokta."

"O başvuru bugün yapılacak. Nokta..."

"Ya hem çalışıp, hem sürücü kursuna gidip hem de sınava nasıl hazırlanacağım ben? Robot olduğumu falan mı düşünüyorsun sen?"

"Bunu en başında düşünecektin Yasemin. Ben sana defalarca sınava hazırlanman gerektiğini söylerken sen inatla bir iş bulup çalışacağını söylüyordun."

"Seneye girerim..."dedim bir umut.

"Bu sene gireceksin. Sonucu mühim değil. Kendini dene en azından."

"İyi..."diyerek konuyu kapattım.

Şimdi gündemimizde yeni bir madde vardı. Sınavla ömür çürütecek değildim.

"Annem bu gece beni evlerine yemeğe davet ediyor..."

"Eee..."dedi.

"Senden haber alamadığım için net bir yanıt veremedim. Haberin olsun, bu akşam annemlere yemeğe gideceğim."

"Kutlu?"dedi.

"Ne, Kutlu?"dedim, ne alaka manasında.

"Birlikte gidin. O iti evde tek başına bırakma."dedi.

"Çocuğa it deme Ozan..."dedim.

"Benim tüm konuşulanları duyduğumu biliyorsunuz, değil mi?"diyen Kutlu telefonu zorla elimden aldı.

"Dedem de sana it diyor ama ben bunu uluorta söylemiyorum Dayı..."diyerek telefona bağıran Kutlu'nun elinden çekip aldığım telefona, "Oyalama beni Ozan. Bu gece için haber verdim. Bitti gitti."dedim.

"Kutlu'yu eve kilitleyip öyle git o zaman. Ona hiç güvenmiyorum."dedi.

Önce Kutlu'ya baktım sonra da kıkırdadım. Çünkü benim de en az onun kadar güvenilmeyecek özelliklerim vardı.

"Tamam,"diyerek kahkaha attım. "Zevkle..."

...

İkametim yoktu. Önce gidip muhtarlıktan ikametgah çıkartmam gerekiyordu. Bunun için zaman yoktu ama emir veren ve anında uygulamamı isteyen bir adet gergin vardı. Yoğun tempo ile devam eden provalar nedeniyle utana sıkıla izin istedim. Muhtarlık, sınav başvurusu ve akşam altı da olan sürücü kursum için gün bile yetmeyecekti ama elimden gelen en hızlı biçimde yetiştirmeye çalışacaktım.

Zor günlerinde onları geri çevirmediğimi söyleyen ve bugünlük izin veren yönetmene teşekkür edip ekürimle beraber binadan çıktım.

Cebimden çıkacak her kuruşa üzülerek baksam da taksi ile gitmek en akıllıca yoldu. Çevirdiğim taksiye Kutlu ile bindim. Evimin sokağına geldiğimizde taksiden indik.

Muhtarlık binasına girip fazla uzun sürmeyeceğini düşündüğüm ikametgah belgesini almak için muhtarla konuştum. Beş dakika içinde halledebilmiştim.

Sınav başvuru merkezine geldiğimde karşılaştığım kalabalık beni vazgeçmeye itti. Bu kadar sıra beklemeye değecek bir şey olsaydı, yüreğim gam yemeyecekti. Tam bir saat sonra sıranın bana gelmesiyle, isteksiz bir biçimde başvurumu yaptım. Ozan adındaki diktatör rahat edebilirdi artık.

Başvuru merkezinden çıkıp ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra kuyruğumla beraber bu kez sürücü kursuna geldik. Üç ders, toplam kırk beşer dakika ve beynime zımbalanmış bir sürü trafik bilgisi ile kurstan çıktığımda bekleme salonunda elindeki telefona gömülmüş Kutlu'nun yanına gittim.

"Sırada ne var?"dedi koca bedenine tezat bir mızmızlıkla.

"Sırada eve gitmek var Kutlucum. Şimdi düş peşime de bir an evvel gidelim."dedim hala oturmakta ve elindeki telefona yiyecekmiş gibi bakmakta olan Kutlu'ya.

Öfleye pöfleye ayağa kalktı. "Bu iş iyice canımı sıkmaya başladı, haberin olsun yenge. Bu ne ya?"dedi isyankar bir ses tonuyla.

"Ben çok bayılıyorum seni kuyruk gibi peşimde gezdirmeye sanki..."dedim kolunu tutup onu önüme katarak.

Kurs binasının kapısının önünden geçmekte olan taksiye el salladığım an araç durdu. Tam binecekken yine o adamı gördüm. Bu iki oluyordu. Hatırlamaya çalıştıkça daha da kafam karışıyordu. Bu adamla hep karşılaşıyor olmak beni tedirgin etse de taksiye binip istem dışı dönüp arkama baktım. Göz göze geldiğimizde hızla arkasını dönerek koşmaya başladı.

Gittiği yöne baktım.

Kursun arka sokağına doğru koşuyordu.

O sokakta ne olduğunu bilmiyordum. Bilmek işime yarayacak gibiydi ve bunu öğrenebileceğim tek kişi taksiciydi. Fakat bunu sıradan bir şey soracak gibi sormalıydım. Dan diye arka sokakta ne var diyemezdim.

'Yardır kızım Yaso...'

"Pardon,"dedim başımı arka koltuktan biraz öne doğru uzatarak. "Arka sokaktaki okulun adı neydi?"

Adam dikiz aynasından baktı. Kaşlarını havaya kaldırdı. "Yanlışınız olmasın. Arka sokakta bir okul yok. Önceden bir iş hanı vardı ama geçen sene yıkıldı. Yerine de otopark yaptılar."

"Öyle mi?"dedim 'hay Allah' dercesine. "Ben başka bir sokakla karıştırdım galiba. Bu semtin yabancısıyım da..."

Adam sohbet meraklısı çıktı. "Valla kardeş bize bile yabancı geliyor artık. Her geçen gün eskileri yıkıp birkaç gün içinde başka bir bina dikiyorlar..."

"Hı hı..."dedim sohbetin bir an önce bitmesi için. Benim düşünecek bir sürü şeyim vardı. İstanbul'un hızla değişen mimarisini irdeleyecek değildim.

"Geçen gün bir abla bindi. Dedi ki; Goncagül Apartmanına gideceğim. Dediği yer bir ay önce yıkılmış, yerine Cami yapılmış. Kadının haberi yok. Bir şaşırdı. Eski ev sahibim oturuyordu o binada. Onu ziyarete gidecektim. Şimdi nasıl bulacağım onu. Telefon numarası da yok ki arayayım dedi. Düşün işte İstanbul nasıl bir yağmanın esiri oldu."

Bu önemli detayı benimle paylaşmasına şükranlarımı sunmak istesem de bana kattığı her hangi bir şey olmadığı için susmayı tercih ettim.

Adam değişen tüm sokakları, yıkılan binaları ve yerine yapılan alışveriş merkezlerini anlattıkça bana afakanlar bastı. Bir ara umutla dönüp Kutlu'ya baktım. Yardım dilenen gözlerimi gözlerine çevirince kulaklığını takıp bana omuz kaldırdı. Ozan'ın yeğeni olan birinden beklenilecek bir hareketti neticede, şaşırmamak gerekirdi.

Eve geldiğimizde kuyruğumla ne yapacağımı bilmiyordum. Kocaman çocuğu elinden tutup, eve götürüp bir de üstünden kilitlemek doğru gelmiyordu.

Yarım saat sonra kapıları yumruklayan Kutlu'nun boru sesine maruz kalan kulaklarımın uğultusuna aldırmadan ev sahibim Fitnat teyzenin kapısını çaldım.

Üst kattaki lüzumsuz bağırtı nedeniyle korkmasını istemezdim. Ayrıca evdeki cismin ne olduğundan bir haber olduğu için polisi filan arardı, işler iyice karışırdı.

Yeniden yukarı çıkıp kapının ardındaki ergen kişiye seslendim.

"Bana değil, dayın olacak gaddar ve de merhametsiz adama hakaret et Kutlu! Telefon et de, gelince çıkarsın seni buradan..."

"İntikamımı ağır ve acılı bir şekilde alacağım, haberin olsun yenge!"

"Alırsın,"dedim kahkaha atarak.

"Ancak havanı alırsın..."

Arkamdan o kadar çok bağırdı ki, içim acımadı desem yalan olurdu. Bana dayatılan ev hapsini unutup, bana yapılanın aynısını yapmıştım. Benim kadar akıllıysa evden kaçmanın bir yolunu muhakkak bulurdu. Kendi düşüncemden korkunca başımı kaldırıp terasa baktım. Yan binanın çatısına çıkıp kaçarsa, olacaklardan ben sorumlu olacaktım.

Bezginlikle düştü omuzlarım.

Ne diye alıyordum ki bu sorumluluğu sanki? Ben daha kendime sahip çıkamıyordum, tosun gibi oğlana nasıl sahip çıkacaktım?

Olacakla öleceğe çare bulunmaz diyerek çantamdan telefonu çıkardım. Tarihi görünce gözlerim adeta yuvalarından fırladı. O gün geliyordu. Benim gamlı baykuş gibi en acılı senaryoyu yazdığım gün, iki gün sonra geliyordu.

Hızlı bir plan yapıp iki gün sonrayı unutulmaz bir an olarak tarihe neon harflerle yazdırmam lazımdı.

Beni almaya geleceğini söyleyen anneme rağmen erkenden çıkıp, erkenden eve dönmek için bizzat kendim gidecektim onların evine. Adresi istemek için mesaj ekranına girdim. Kısaca özet geçtiğim mesaja, anında arayarak dönüş yaptı.

"Beş dakikaya evden çıkıyorum Yasemin. Bir saat sonra kapıda olurum."

Bir saat boyunca evdeki şeye maruz kalmaktansa, taksiyle gidip iflas bayrağını çekerdim, daha iyi.

Gerek olmadığını, kendim gelebileceğimi üstüne basa basa söyledikten sonra pes etti. Dikkatli olmam konusunda birkaç tembih ettikten sonra nihayet telefonu kapattı.

Duraktan bindiğim taksi ile dünyanın bir ucuna gitmeye hazırdım. Hazır olmayan tek şey vardı.

Cüzdanım...

Işıklarda bekleyen taksinin içinde ecel terleri dökmeye başladım. Takır takır işleyen taksimetreye düşmanca bakıp eğreti bir biçimde sırtımı koltuğa yasladım. Trafik neredeyse felç olmuştu. Tüm şeritler hunharca korna çalan sürücülerle doluydu. Başımı çevirip arkama baktım. Uzayıp giden sıranın sonu yok gibiydi. İki araç arkamızda olan füme rengi sedan aracın sürücüsü başını camdan çıkartmış önündeki araçlara bakıyordu.

Hayır...

Bu kadarı artık resmen klişeye giriyordu. Film sahnelerinde gördüğüm o takip saçmalığına maruz kalmam çok saçmaydı. Sıradan bir vatandaş olarak takip edilmem normal değildi. Bu gördüğüm suratın benim hayal ürünüm olduğunu düşünmeye çalıştım. Yok, olmuyordu. Düşünemiyordum. En olmadık anlarda, tesadüf olmaktan çıkan bir rutinle karşıma çıkan bu adamın benimle ne alıp veremediği olabilirdi? Ozan'ın ısrarla, 'evden tek başına çıkma' dediği geldi aklıma. Birilerinin takibinde olduğumu biliyor ve beni korumaya mı çalışıyordu? Öyle olsa bile bunu benimle açıkça konuşması gerekmiyor muydu? Ayrıca benim takip edilmemi gerektirecek neyim vardı ki, bir canımdan başka?

Unutmaya ve düşünmemeye çalışarak odağımı yine baş düşmanım taksimetreye çevirdim. Şu an için beni karamsar fikirlerden uzaklaştıracak yegane şey oydu çünkü.

Zekeriyaköy'e geldiğimizde taksimetre ile bakışmaktan gözlerim şaşı olmuştu. Yol bir saat yirmi dakika sürmüş ve trafik nedeniyle dur kalk yapmaktan iç organlarım yer değiştirmişti. Adreste yazılı lüks sitenin önüne geldiğimizde ayaklarım inatla takside kalmayı tercih etti.

Arabanın zeminine mıhlanmış gibi olduğum yerde oturmaya devam edince, "İnmeyecek misin bayan?"diyen şoföre döndüm. İnecektim elbette. Burada yıllamaya niyetim yoktu.

Fakat konumuz bu değildi. En azından bana göre. "Bayan değil!"dedim kaşlarımı çatarak. "Kadın ya da Hanımefendi diyeceksiniz!"

"Pardon,"dedi gevrek gevrek gülerek. "Bayanfendi, inmeyi düşünmüyor musunuz acaba?"

Ne bekliyordum ki? Hayır, gerçekten ne bekliyordum, bilmiyorum. Bir gün olsun aklı başında, normal bir insan evladı çıkacağını mı düşünüyordum acaba karşıma?

Taksimetrede yazan akıllara durgunluk verici meblağı almak için çantamı açtım. Cüzdanımdan çıkardığım gıcır gıcır, pembiş ve bakmalara doyamadığım iki yüzlüğü taksiciye uzattım. İki parmağımın arasından saniyeler içinde kayıp gitti, iki gözümün çiçeği.

Para üstü olarak sadece iki yirmilik dününce yüreğimin yangını daha da arttı. Şehirler arası yolculuk ücreti miydi, şehir içi taksi ücreti mi belli değildi.

Finansal olarak iyice dibe çökmüş vaziyette arabadan indim. Sitenin güvenliği benden haberdar olacak ki, anında kapıyı açtı. Az sonra ileride bir silüet gördüm.

"Yasemin..." diyen annemin sesine doğru yürümeye başladım.

Beni kollarının arasına alıp öptükten sonra, "Nasıl geçti?"dedi.

Nasıl geçmedi dese daha çabuk cevap verirdim. Cüzdanım hayli kilo kaybetti, desem ayıp olurdu. Sonuçta gelip beni alacağını söylemesine rağmen ben ısrarla kendim geleceğim demiştim. Uçup giden yüz altmış liranın ardından kendimle baş başa kaldığım bir ara ağıt yakardım ne de olsa.

Annemin kollarında olmaktan duyduğum mutluluğu saklayamazdım. Ne yaşandıysa yaşanmıştı ve ben bundan sonraki ömrümü kimsesiz olarak yaşamak istemiyordum. Kimliğinde anne hanesi 'bilinmiyor' yazan bir kız olsam da bu annemin var olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bunu ne zaman aklıma getirsem kor gibi yanıyordum. Kabullenmek istemiyordum. Böyle bir acımasızlığa kurban verilişime kahroluyordum. Kulaklarıma dolan o sesi bastırmak için iki elimi de kulaklarıma bastırmak istedim.

'Piçsin sen Yasemin. Seni doğuran kadının kim olduğu belli değil. Anası belli olmayana piç derler. Piç Yasemin...'

Yıldız bunları bir gram bile olmayan vicdanı ile yüzüme gülerek haykırdığında küçücüktüm oysa ben. Piç ne demek bilmiyordum bile.

Aklıma dolan eski ve yaralayıcı tüm sözleri sakladığım kilitli kutunun kapağının açılmasına çok az bir zaman kalmıştı. Bunu tüm benliğimle hissediyor ve yaşanacak ne varsa korkuyordum. Bunu kaldıracak kadar güçlü müydüm, onu da kestiremiyordum.

Yıllarca güçlü görünmek için verdiğim çaba yavaş yavaş azalıyor ve ben etrafıma saçacağım kıvılcımlarla kimleri yakacağımı bilmiyordum. En çok ben yanacaktım. En çok ben dağılacaktım ve beni kül olmadan, o alevlerin içinden yine ben çıkaracaktım. Hep böyle olmamış mıydı zaten? Düştüğüm yerden daha da güçlenerek kalkmamış mıydım? Kanayan yaralarımı teker teker kendim sarmamış mıydım?

Annem bendeki değişimi muhtemelen evlerine geldiğim için heyecanlı olmama verdi. Beni yeniden kendine çekerek sarıldı.

Sırtımdaki eli yavaşça saçlarımı okşarken fısıldadı. "Sen bu evin bir ferdisin Yasemin. Sıkıntı yapmana gerek yok. Lütfen rahat ol. Biz senin rahat edebilmen için elimizden gelen ne varsa yapmaya hazırız."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Safi güven veren bir bakış vardı. Çabasının boşa gitmemesi için gülümsedim. Kollarımı boynuna doladım. Ne olduysa o zaman oldu. Sitenin önüne hızla gelen bir otomobil ve ondan daha hızlı gelip, şiddetli bir biçimde çarpan başka bir otomobil...

Arkadan çarpan araçtaki adam koşturarak çarptığı aracın yanına gelerek kapıyı açtı. Sürücü koltuğunda oturan adamı yaka paça dışarı çıkardığında kulübedeki güvenlik olaya müdahale etmek için yanlarına gitti. Azıcık daha olduğu yerde kalmaya devam etseydi, dayanamayıp ben gidecektim.

Arkadan çarpan otomobilin sürücüsü site kapısının lambalarının altına girince fark ettim kim olduğunu. Bu adam ikidir karşıma çıkan adamdı. Tesadüf diyemeyecektim artık. Çünkü bu kadar tesadüf mantıklı değildi. Bu adam alenen benim peşimdeydi. Benim peşime düşerken seyir halinde olan araçlara çarpacak kadar gözünü karartmıştı. O an bir korku sardı tüm bedenimi.

"Yasemin Hanım, siz içeri geçin. Ben görüntü almalarına müsaade etmeyeceğim..."

Annem koşar adımlarla bahçeden çıkıp hala birbirlerine yumruk atmakta olan adamların yanına gitti.

Bağırarak, "Sen de kimsin?"dedi.

Bana adımla seslenen adam, "Güliz Hanım, lütfen..."dedi.

"Kimsiniz ve evimin önünde ne işiniz var?"

"Bakın, şu an da benim kim olduğumdan daha önemli meselelerimiz var. Bu adamlar günlerdir Yasemin Hanım'ın peşinde."

Tam yanlarına gitmek üzere hızlanmıştım ki bir el koluma yapıştı. Arkama dönüp panikle yüzüne baktım. Ömer Bey dişlerinin arasından, "Güven, polis çağır..."dedi.

Ben Ömer Bey'in tutuşundan kurtulmak istercesine kendimi geriş çektim. İzin vermedi.

"Yasemin, halledeceğiz. Lütfen canını sıkma."

"Neyi halledeceksiniz Ömer Bey? Burada neler oluyor?"dedim.

Ben Ömer Bey'den yanıt alamayınca anneme baktım. Elindeki telefona düşmanına bakar gibi bakıyordu.

"Allah kahretsin!"diye bağırdı telefona. Kiminle konuştuğunu bilmiyordum ama karşıdaki bir şeyler söylüyor olmalı ki annem daha da sinirlendi.

"Batırdığın her şeyi temizlemek için daha ne bekliyorsun, Alparslan Bey!"

Bu konuşmayı duymak istediğimden emin değildim. Normal şartlarda hobim olan telefon konuşması dinlemek an itibariyle fobim olmuştu.

Ömer Bey, çıkan kargaşaya aldırmadan, "Bunun hesabı sorulacak, Güliz..." dedi özellikle telefondakinin duymasını ister biçimde.

Gözlerimi alan flaş ışıkları nedeniyle iki elimi siper edip bahçeye çıkan Ömer Bey'in yönlendirmesiyle eve doğru koşmaya başladım.

"Yasemin..."

Bana seslenen Ömer Bey'in yüzü endişeli ve mahcuptu. Çenemi yukarı kaldırıp, bana bunlar vız gelir dercesine bakma istedim.

Bakamadım.

Böyle bir kaosun ortasına nasıl düşmüştüm ben? Ve şimdi nasıl çıkacaktım?

Sinirlerim boşalmış olmalıydı ki, çenem zangır zangır titriyordu. Başımı kaldırıp yüzüne baktım yeniden. "Bu yaşanılanlar için üzgünüm Yasemin. Bizim suçumuz..."dedi.

Anlamadığımı belirtmek için kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım.

"Tedbirsiz davrandık."diyerek sağ eliyle alnını sıvazladı. "Annen ısrarla senin evinde kalmak istediğinde olayın buraya kadar gelebileceğini tahmin etmeliydik."

"Annemin bende kalmasıyla ne ilgisi var bu durumun, Ömer Bey?" dedim ayağa fırlayarak.

"Biliyorum, sana çok saçma gelecek ama maalesef bizim hayatımız canının istediğini yaşayabileceğin bir hayat değil. Magazin denen ama insanların özel hayatını kurcalamaktan başka bir halta yaramayan o güruh kadar dost görünüp, para için her sırrını magazine satan alçaklarla dolu."

"Tüm söylediklerinizin ana fikrine gelsek bir an önce..."dedim sabırsızca. Çünkü artık beynim yanmak üzereydi.

"Tüm cemiyet senin varlığından haberdar Yasemin. Bizim her ne kadar saklayacak bir durumuz olmasa da bundan zararlı çıkacak kişiler yine bizleriz. Özellikle de sen..."

"Benim durumumda onlara cazip gelen ne var Allah aşkına Ömer Bey?!"dedim farkında olmadan bağırarak. "Ben onların ne işine yararım. Bir trajediden nemalanmak ve bunu matah bir şeymiş gibi manşetlere taşımak onlara ne kazandıracak?"

"Biz olaya farklı bakıyoruz Yasemin. Dediğin gibi, bunun altını deşmek kimseye yarar sağlamaz. Bu bizim bakış açımız fakat onlar okyanusta bir damla kanın kokusunu alan köpekbalıkları gibi. Bu olayın tüm detayını öğrenmek ve manşetlere taşımak onların prestij meselesi."

"Benim saklayacak veya utanacak bir durumum yok. Kim ne istiyorsa yazabilir. Umurumda değil."dedim. Fiziksel bir sürü yara almıştım ben. Buna mı dayanamayacaktım?

"Elbette saklayacak bir şeyin yok. Aksine göğsünü gere gere yaşamalı ve bu duruma neden olanların payına düşecekleri izlemelisin."

"Öyle yapacağımdan kuşkunuz olmasın, Ömer Bey... Fakat anlamadığım, diğer adam kim? Bu adam ikidir karşıma çıkıyor. Bu gece de üç etti. Ayrıca adımı da biliyor. Benim peşimde olduğunu anlamamak için aptal olmak gerek."

"O kısmı da çözeceğiz. Sanırım Alparslan Bey'in parmağı var. Magazincilerin senin peşine düştüğünü anlayıp ucu kendine dokunacak diye korkup, peşine koruma takmıştır. Başka bir açıklaması yok çünkü."

Tüm huzurum kaçmıştı. Ben bir yudum huzur için tüm hayatımı değiştirmiştim bir çırpıda ama yetmemişti. Her yeni gün hesapta olmayan bir sürü sorunla paldır küldür üzerimden geçip, gidiyordu.

"Bir sorunumuz daha var..."dediğinde kendimi koltuğa bıraktım. Nasıl bir gündü ki olayların ardı arkası kesilmiyordu.

"Ne?"dedim bıkkınlıkla.

"Kimlik?"dedi yanıma oturarak.

"Annen bu gece bu konuyu konuşacaktı seninle. Yeni kimlik çıkartıp-"

Devam etmesine müsaade etmedim. Bu dünyada anne hanesinde 'bilinmiyor' yazan bir kızın bundan daha fazla isteyeceği bir şey yoktu ama bunu belli edemezdim.

"Bu sizin için, yani tüm aile adına bir sorun teşkil edebilir."

Kaşlarını çatarak, "Ne gibi bir sorun Yasemin?"dedi. "Biz seni kızımız olarak ailemizin parçası gördükten sonra nasıl bir sorun olabilir?"dedi.

Zalim kader bunca yıldır hep kötülerle karşılaştırmıştı beni. İyi niyetini gözlerinin en derininde okuduğum insanların onca yıldan sonra ardı ardına hayatıma girmesi beni mutlu etmek yerine hüzünlendirdi.

Ne çok şey kaybetmiştim ben. Ne çok acı biriktirmiştim çocuk kalbimde. Nasıl yaralar açılmıştı küçücük yüreğime yıllarca. Şimdi koşulsuz bir kucak açış görünce hemen gözyaşı barajımın kapakları açılıyordu. Aptal burnum da ondan geri kalmıyordu.

İlla ki gözyaşıma eşlik edecek ya, hemen akmaya başlıyordu.

"Ömer Bey..."dedim burnumu çekerek. "Böyle büyük bir sır, hiç hesapta olmayan bir kız sizi hiç mi şaşırtmadı. Ne bileyim, hiç mi yadırgamadınız? Ben olsaydım-"

"Sen de olsa eminim benim gibi yaklaşırdın bu olaya. Sen de bir an da ortaya çıkan birine karşı en az benim kadar kucak açardın."

"Niye?"dedim.

"Sana sırt çevirmemizi gerektirecek bir durum yok ki Yasemin. Sen benim sevdiğim kadından bir parçasın. Kızımın ablasısın. Bu ailenin bir ferdisin. Her ne kadar senin için Ömer Bey'den öteye gidemesem de bu gerçeği değiştiremeyiz. İlk öğrendiğimde şok olduğumu saklayamam. Fakat annen daha kötü durumdaydı. Aylarca terapi gördü. En son İsviçre'de bir kliniğe götürdük. Orada, dalında uzman olan bir aile dostumuz vardı."

İsviçre.

Yeni yıl tatili.

Beni umursamayan annem ve onunla birlikte çılgınlar gibi Alplerde kar tatili yapan Melek teyze ve Fikret amca.

Her şey ne kadar da acayipti. Acayip olmayan ne var derseniz; aklımın hala yerli yerinde olmasıydı.

Bu gibi durumlarda insanlar aşırı yüklenme sonucu baygınlık filan geçirebilirdi. Fenalaşıp, histeri krizleri de geçirebilirdi ama ben oldukça rahatlamış hissediyordum kendimi. Bu uğurda sayısız yalan söylenmesine rağmen ben, mutluydum.

"Yılbaşında gittiğiniz, bizim kar tatili olarak bildiğimiz İsviçre mi?"diye sordum.

"Kar tatili mi?"dedi gözlerini kocaman açarak. "Tatil için gitmemiştik ki biz. Güliz'in tedavisi için gitmiştik."

"Melek teyze ve annemle bir alışveriş merkezinde karşılaşmıştık. Ben henüz her şeyden habersizdim. Annemle bir aile yakını olarak tanıştırıldım ve akabinde gerçekleri öğrendim. Bu benim için kabullenilmesi zor bir durumdu. Fakat şimdi-"

"Güliz o döneme kadar çok daha kötü durumdaydı. Almak zorunda kaldığı ilaçlar onu bambaşka bir insan yapmıştı. Muhtemelen seninle karşılaştığında da o bununla nasıl başa çıkacağını bilememiştir. Zor bir dönemdi Yasemin. Güliz için de zordu benim için de ama en çok Toprak için zordu. Annesinin o hallerini gördükçe perişan oldu. Seni görmeye, Şarköy'e gittikten sonra daha da vahim bir hal aldı. Devreye Melek Abla ve Fikret Abiyi sokma fikri de benden çıktı. O şartlarda en doğrusunun bu olduğunu düşünerek ne büyük bir hata yapmışım. Seni oradan alıp gelmeli ve tüm her şeyi en başından anlatmalıydık oysa."

"Doğru, çok fazla yanlış var. Fakat şimdi bunları konuşarak o yanlışları düzeltemeyiz. Belki de iyi oldu böyle olması. Ben bir başıma ayakta kalmaya alışkın olsam da şu koca şehirde nasıl yaşayacağımı öğrenmiş oldum. Yapabileceklerimin farkına vardım. Korkularımın üstüne gitmeyi, onlardan korkmak yerine inadına yaşamayı öğrendim."

Bir de Ozan'ı tanıdım...

Ne yaşandıysa, ne acılar çekildiyse ve ne kadar umutsuzluğa kapıldıysam da bu bana Ozan'ı getirmişti. Ozan benim kader çizgimin en güzel yeriydi. Şartlar ne olursa olsun onunla ne şekilde karşılaştıysam karşılaşayım, Ozan'ı yüreğimin bütünüyle sevdiğim gerçeğini değiştirmiyordu.

Şartlar zamanında vicdanı olmayan bir adamın kurallarını sunmuştu ve suçlu olmayan insanlar bu oyuna kurban gitmişti. O dönemin kurbanları şimdi tüm geçmişi unutup, yeniden temiz bir sayfa açarken, zalim olan payına düşen vicdan azabını çekecekti.

"Şimdilik,"dedi ellerini dizlerine vurup ayağa kalkarken. "Gazeteci tayfası anneni parçalamadan gidip müdahale edeyim."

Arkasında bir adet ne yapsa ayağına o boku bulaştıran Yasemin bıraktı ve evden çıktı. Ne halt edeceğimi bilmiyordum. Bundan sonra nasıl yaşamam gerektiğini ise kesinlikle bilmiyordum.

"Ablacım..."diyerek basamakları fırtına gibi inen Toprak'ın sesiyle çıktım daldığım dehlizin içinden. Hoplayarak son basamağı indi ve kollarını belime doladı. Uzun zaman sonra hayatımda hissettiğim ilk koşulsuz sevginin sahibiydi Toprak. Kaybettiklerim her ne kadar ağır basıyor olsa da Toprak'ı kazanmış olmak o ağırlığı hafifletiyordu.

"Yemeğe yetiştim mi?"diyen sese çevirmek zorunda kaldım başımı.

Ne ara eve girdiğini bilmesem de ilgiyle bizi izlediğini biliyordum.

Başımı kaldırıp gelene baktım. Esmer teni ve yapılı vücuduyla gülümsüyordu.

"Ayşe?"dedi şaşırma ve sevinç karışımı bakışıyla.

Ben o Ayşe'yi de, adını Ayşe diye söyleyen Yasemini de yerin dibine sokmayayım da ne yapayım? Kendi kendini rezil etmekten başka bir halt bilmiyor oluşuma bir kez daha lanet ettim.

Fakat bu adamın bu evde ne işi vardı?

Klişeler ne zaman bitecekti?

Neden her saçma olay benim başıma geliyordu?

Tüm bu soruların cevabını kim verecekti?

"Geç kalmadın Yalçın. Gel de seni Yaseminle tanıştırayım..."diyen Ömer Bey ve kapıdan içeri girmekte olan annemin bakışları altında ezildim.

Herkes telaşla beni Yalçın denen adamla tanıştırma faslına girişmişti ama ben daha önce uydurma bir isimle tanışmıştım kendisiyle.

"Yasemin, Yalçın Ömer'in yeğeni... Amerika'dan üç ay önce döndü."

Annem çok da lazım olmayan bilgiyi verdiğinde memnun olmuş gibi yapmak zorunda kaldım. Bir an önce Ayşe yalanını unutturmam lazımdı. Birisi Ayşe kim diye sorsa verebileceğim bir cevap yoktu çünkü.

Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Hayret etmedim desem yalan olur ama gerçekten gelmedi. Kimse Ayşe kim diye sormadı. Misal, ben olsam kesin sorardım. Yalçın denen adam bile bozuntuya vermeden hazırlanmış yemek masasına geçip, oturdu.

Yemekler yardımcılar tarafından değil bizzat annem tarafından servis edilmeye başladığında Ömer Bey masadaki sessizliği bozan bir konuşmaya başladı.

"Yasemin, Yalçın sahibi olduğumuz Eğitim Kurumlarının Müdürü."

Bundan bana ne demek ayıp olacağı için başımı sallayıp sırıttım.

"Bu gece onu da davet etmemizin nedenine gelecek olursak," Ay bana bir fenalık gelmişti. Sanırım sıkıntıdan patlayacaktım. Tüm bunları neden bana anlatıyordu, hiçbir fikrim yoktu.

Göz ucuyla yanımda oturan Toprak'a baktım. Elindeki telefonu masanın altına sokmuş bir şeyler yapıyordu.

"Toprak, yemeğe telefonla oturmaman konusunda defalarca konuşmuştuk, hatırlıyor musun annecim?"

"Hı hı..."diyen Toprak elindeki telefonun ekranını kapatarak cebine koydu.

"Sehpaya bırak..."

"Cebimde kalsın. Bir daha elime almayacağım, söz..."diyen Toprak nedense bana hiç güven vermedi.

Ömer Bey konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

"Yasemin, biliyorum şu an bir işin var ama bir süre sonra ayrılacaksın. Eğer senin için de uygunsa, Yalçın'ın müdürü olduğu okulda, anasınıfında öğretmenlik yapmak ister misin?"

İstemek mi? Buna hayır diyecek kadar şuursuz olduğumu sanmıyordum.

"Tabi,"dedim ama saçmaydı. Ben Lise mezunuydum. Bir sürü üniversite mezunu öğretmen atanamıyorken, geçici bile olsa öğretmenlik yapamıyorken, ben nasıl yapacaktım?

"Toprak!"diyen annemin sesi yine araya girdi.

Toprak yakalanmanın verdiği telaşla telefonu yere düşürdü. Eğilip aldıktan sonra koşarak salonun diğer tarafına geçti ve telefonu sehpaya bıraktı.

"Eğer bir daha telefonla o kadar meşgul olursan geri vermemek üzere elinden alacağım Toprak..."

"Tamam annecim..."diyen Toprak ikimizin arasındaki yerine oturup sevimli bir şekilde tabağındakilerle döndü.

"Ömer Bey, ben Lise mezunuyum. Nasıl olacak, bilmiyorum."dedim.

"Sen orasını dert etme Yasemin. Sorun yok..."diyen Yalçın adlı adam güven verircesine gülümsedi.

Üstüne bir bardak buz gibi kola döktüğüm adam aradan çok fazla zaman geçmeden yeniden karşıma çıkmış ve bu kez patronum olma yoluna girmişti. Henüz bir karar verip onlara fikrimi söylememiştim ama işe ve paraya olan ihtiyacım her şeyin üstündeydi. Bana iş ve devamlı gelecek bir maaş lazımdı. Yine de acele karar vermek olmazdı. Acele giden ecele gider atasözünü söyleyen boşuna söylemiş olamazdı. Diğer faktörleri de göz önünde bulundurarak ki bu faktörün adı Ozan'dı, fikrini almadan olmazdı.

Bir dakika, neden onun fikrini alıyordum ki? Sonuçta işe ve paraya ihtiyacı olan bendim. Bana karışamazdı... Ayrıca mesleğimi yapacaktım, buna memnun olması gerekiyordu...

Yıllarca şansım yaver gitmemişti. Sürekli bir savaş halindeydim. Kendimi anlatamıyor, anlatsam da karşımdakiler anlama kıtı olduğu için anlamıyorlardı. Her işim ters gidiyordu ve kader bana pek adil davranmamıştı. Şimdi, yıllar sonra içine sıkışıp kaldığım cendereden mucizevi bir biçimde çıkıyor olmak da saçma geliyordu bana. Her şeyin bu kadar yolunda gitmesi, aramaya gerek bile duymadan tiyatrodaki işimi bulmam, hayal ettiğim evi çok fazla dolaşmadan bulmam, çevremdekilerin beni yıllardır tanıyormuşçasına hayatına dahil etmesi ve son olarak bir çok kişinin hayal edemeyeceği bir kurumdan, lise mezunu olmama rağmen iş teklifi almam...

Bu kadar kolay bir hayata alışık değildim. Önüme altın tepside sunulmamıştı hiçbir şey. Kendim çabalamış ve kendim ayakta kalmıştım bugüne kadar. Bugünden sonra da öyle yapacaktım. Bu iş belki hayatımın fırsatı olabilirdi ama dediğim gibi ben mucizelere olan inancımı Ozan ile tamamlamıştım. Bu kadar kolay yoldan önüme sunulan işi en azından düşünmeden kabul etmeyecektim.

Altında yatan başka bir neden var mı diye kendi kendimi bir yokladım. Hayır, Ozan değildi beni çekimser kılan. Ben nasıl onun hayatına ve işine saygı duyuyorsam, o da benimkine saygı duyacaktı. Yıllarca yaşayamadığım hayatıma bu denli müdahale etmeyeceğini de biliyordum. Dışarıdan kalın bir kabuk gibi dursa da ben onun kalbinden geçenleri biliyordum. Benim mutlu olmam onu da mutlu ederdi.

"Teklifiniz için teşekkür ederim ancak şimdilik tiyatrodaki işim nedeniyle net bir şey söylemek istemiyorum."

"Sen ne zaman istersen, kapımız hep açık Ayşecim..."diyen Yalçın Bey bu kez göz kırparak gülümsedi. Buraya kadar nasıl dayanmıştı, şimdi ne diye öyle demişti, bir fikrim yoktu. Neyse ki ben açıklama yapmak zorunda kalmadan ortam bir an da hareketlendi. Toprak abartılı bir biçimde esneyerek belime sarıldı.

"Benim azıcık odama çıkmam lazım abla. Ben gelene kadar sakın gitme, tamam mı?"

Daha ne olduğunu bile anlamadan sehpanın üstündeki telefonunu alarak basamakları çıkmaya başladı. Öyle bir koşuyordu ki, gören de yangın var sanır.

"Güliz, hayatım ne bu Toprak'ın telefon aşkı bu akşam? Çocuk telefonu eline almazdı, bir gecede müptela oldu."

Annem bilmiyorum anlamında dudağını büktü. "Merak etme, ben konuşurum, canım..."

"İyi olur. Yoksa ben konuşacağım ve beni her zaman yaptığı gibi yine parmağında oynatacak. Zaaflarımı kullanmayı iyi biliyor bacaksız..."

Bu bana birini hatırlattı ama yorum yapmamayı tercih ettim. Zira bu konuşmanın sonunda zararlı çıkan ben olabilirdim.

Her şey güzel giderken illa ki bir aksilik çıkacaktı ya, çıktı. Ömer Bey imalı bir bakışla beni ve Yalçın Bey'i süzdükten sonra, "Neden ikidir Yasemin'e Ayşe diyorsun, Yalçın?"

"Daha önce Ayşe ile tanışmıştım fakat bu gece meşhur Yaseminle de tanıştım. İkisi arasında bocalıyorum ama bu benim suçum değil." Bana bakarak devam etti. "Öyle değil mi, Yasemin? Yoksa Ayşe mi demeliyim?"

Tavana diktiğim gözlerimi bu kez halıya indirdim. Sanırım cevap vermem gerekiyordu ama veresim yoktu.

"Yasemin?" diyen annem benden yanıt beklercesine baktı.

Kaçamazdım. Ayrıca kaçmamı gerektirecek bir durum da yoktu bana kalırsa.

"Biz Yalçın Bey ile Taksim de, bir barda küçük bir kaza sonucu tanışmıştık."

Annem panikle," Ne kazası? Yalçın?" diyerek bu kez soru ve panik dolu gözlerini Yalçın Bey'e çevirdi.

"Sandığın gibi değil, Güliz. Yasemin o gece üstüme buz gibi bir bardak kola dökünce tanışmış olduk. Fakat Ayşe konusu kafamda hala soru işareti."

Sanırım artık açıklama sırası bana gelmişti.

"Barda üstüne kola döktüğüm birine gerçek adımı söylemek istemedim. Anlık gelişti. İnsanlara güvenmeme sorunum var."dedim.

"Haklısın. İyi etmişsin."diyen annem konuyu kapatmak istercesine elini belime koyarak beni kendine çekti.

"Bana müsaade millet..."diyerek ayaklanan Yalçın Bey kartvizitini uzatıp, "Karar verdiğinde beni ara Yasemin..."dedi.

Kartı kot pantolonumun cebine atıp, "İyi geceler."dedim.

...

"Hiç değilse bu gece burada kalsaydın Yasemin..."diyen annemin yalvaran bakışlarına karşı koyabilecek gücüm yoktu.

Bu gece yeterince duygusala bağlamıştım. Bu evde kalırsam pamuk ipliğine bağlı olan iradem de yok olup gidecekti.

"İlk gösterime çok az kaldı. Yoğun çalışıyorum. Hem kursum da var. Başka bir zaman kalırım."dedim.

Toprak uykulu gözlerini kırpıştırıp dizime yattı. "Bu gece seninle beraber, senin odanda uyuruz diye hayal etmiştim ama ben..."dedi.

Saçlarını okşadım. Yumuşacık yanağını elimin tersiyle sevdim. "Hafta sonu gelirim. O zaman iki gece kalmış olurum. Sence de daha güzel bir fikir değil mi Toprakçım?"

"İki gece bir geceden daha iyi bir fikir doğru."dedi bilmiş bilmiş. "Cuma günü geliyorsun o zaman. Söz ver."

Olduğum yerde tepinmek ve kendimi yerden yere atmak geçti içimden. Bu hafta sonu benim çok daha başka bir planım vardı. Sevgililer gününde doğan sevgilime pasta yapacaktım.

Henüz aklıma pasta yapmak dışında sıra dışı bir fikir gelmemişti ama gelecekti. Emindim. Benim aklım hep olmadık şeylere çalıştığı için o sıra dışı fikri muhakkak bulacaktım.

"Söz vermeyeyim Toprak."dedim. Hızla dizimden kalkıp çemkirmeye başladı. "Ben sana verdiğim sözü tuttum ama abla."deyince 'acaba ne' diye geçti aklımdan. Toprak bana verdiği hangi sözü tutmuştu?

Kafamın içinde evirip çevirdiğim sorunun cevabı bizzat kendisinden geldi.

"Taşınma günündeki sürprizimi hatırla. O gün hafta sonu seninle kalacağımı söylemiştim ve sözümü tutmuştum."

"Haklısın canım. Sen sözünü tuttun. Bu haftayı geçirelim söz, bir dahaki hafta sonu gelip burada kalacağım. Birlikte uyuyacağız. Anlaştık mı?"

Kollarını göğsünde bağlayarak, "Peki madem."dedi. "Bu seferlik kabul ediyorum..."

"Kime çekti bu kız?"diyen Ömer Bey'e baktım sırıtarak. "Bana..."

Attığı kocaman kahkaha ile ortamın havası birden değişti. "Yıllardır düşünüp duruyoruz, meğerse evde küçük bir Yasemin varmış, desenize..."

Onca kahkahaya rağmen annem buğulu gözlerini tavana dikti ağlamamak için. Sebebini anlayabiliyordum. İkimizin de aynı şeyi düşündüğümüzü bildiğim gibi...

"Geç oldu. Ben artık kalkayım..."dedim sanki beni kapıda bekleyen bir arabam varmış gibi.

Yerdeki çantamı alıp ayağa kalktım. Belime sarılan Toprak'ın saçlarını öperek sımsıkı sarıldım.

"İyi geceler Toprak. Görüşürüz."deyince az evvelki kabullenişi sırra kadem bastı.

"Öyle olsun Abla..."

Sanki hiç istemiyormuş da zoraki sarılıyormuş gibi yeniden sarıldı suratını asarak.

Kapıya doğru adımlamaya başladığımda elimdeki çantadan kendini yırtarcasına çalan telefonumun sesi geldi.

Ben telefona ulaşmaya çalışırken, "Yasemin, ben arabadayım. Sen konuşman bitince annenle birlikte gelirsin."diyen Ömer Bey'e minnetle baktım. Beni hem bir başıma eve dönme zahmetinden kurtaracaktı hem de yeni bir yüz altmış lira yıkımından.

Telefonu zor bela bulup ekrana baktım. Taştan Kalbim arıyordu.

"Efendim Ozan?"

"Kapıdayım..."

Kısa ve öz konuşmamızın sonunda yaşadığım romantizm dolu dakikalar başlamış oldu! Be adam, insan bir hal hatır sormadan pattanak konuya mı girer?

Yasemin, seni almaya geliyorum, haberin olsun demeden 'kapıdayım' mı der? Eğer bir adam Taştan kalp ise, der arkadaş. Bir adamın romantizm kanalları tıkalıysa, bal gibi der.

"Annecim..."

Annem kısa ve öz konuşmamın akabinde kabanımı uzatırken annem seslendi.

"Efendim, anne?"

Hiçbir şey söylemeden sımsıkı sarıldı. Beni içine katarcasına, kayıp yılların acısını unutmak ister gibi sarıldı.

"Kendine dikkat et annem."

"Ederim."dedim. Uzanıp yanağını öptüm. "Sen de dikkat et annecim..."

Kalbimden sökülüp hızla yuvarlanan kayanın gümbürtüsünü en derinimde hissettim. Bunca zamandır beni zorlayan, olmak istemediğim ama elimde olmadan büründüğüm o taş kalpli Yaseminden kurtuldum. Ben buydum işte. Hesapsız, menfaatsiz ve çocuk kadar saf bir kalbi olan Yasemin... Benliğim yeniden özüne döndü.

...

"Senin kadar ince düşünceli bir insanı daha önce tanımamış olmak ne kadar kötü..."

Kollarımı göğsümde bağlayıp burnumu havaya dikmiş bir şekilde oturduğum koltukta adeta bir kontestim. Bu adam beni deli ediyordu. Ben deliysem o da deli olacaktı. Başka çaresi yoktu.

"Laf mı sokuyorsun sen bana?"dedi yandan kısa bir bakış atarak.

"Yok canım..."dedim uzatarak. "Sana laf sokmak ne haddimize düşmüş. İltifat ediyordum ben."

Arabayı sağa çekip durdurdu. Uzanıp önce kendi kemerini daha sonra da benimkini çözdü. Sert ve bir o kadar hızlı bir şekilde beni kucağına çekti. O esnada sırtıma batan direksiyon nedeniyle çığlığı bastım.

Dudaklarıma yapışınca yarım kalan çığlığım içimde patladı. Belime sardığı elleri bir aşağı bir yukarı hareket ederken ben yine patates püresine döndüm. Dudaklarından içtiğim aşk şarabı beni benden aldı. İstemsiz bir inleme kaçtı ağzımdan. Değişikti bu öpüş. Diğerleri gibi değildi. Ele avuca sığmayan bir ihtiras vardı. Ben bu durumla nasıl başa çıkacağımı defalarca düşünmüştüm ve sonuç pek edepli değildi. Hesap kitap yapmadan ihtirasıma kurban gitmek istemiyordum ama bu işler pek hesaba kitaba da uymuyordu.

Dudaklarını dudaklarımdan çekerek alnını alnıma yasladı. Şubat ayında, ayazda bile ter içinde kalmıştı. Şakaklarından akan teri elimle sildim.

"Terlemişsin..." O an da söylenmesi gereken de kesinlikle buydu!

"Çok,"dedi iç çekerek. "Arabanın içi sıcak oldu biraz. Üstümde de ateşli bir kız var, ondandır."

Bakın, ben bir şey dedin mi? Bu muhteşem anı baltalayacak bir kelime ettim mi?

Hayır...

Kendimi tutuşundan kurtarıp kendi tarafıma geçmeye çalıştım. İzin vermedi.

"Bıraksana be!"diye kulağına kulağına bağırınca, yeniden dudaklarıma kapandı. Beni susturmanın yolunu bulmuştu ya, doya doya kullanırdı nasıl olsa.

"Bu kokuyu,"dedi. Derin nefesler eşliğinde yutkunduktan sonra, "Özellikle mi seçtin?"

Burnunu boyun çukuruma dayayıp defalarca kokladı. "Doyumsuzluk hissettiren," Yeniden ve daha fazla kokladı. "Baştan çıkaran..."

Kendimi geriye çekip imkansız da olsa boynumu koklamayı denedim.

"Boşuna uğraşma."dedi. "Benim aldığım şekilde alamazsın o kokuyu..."

***Okurken bir bölüm içinde neden birden fazla olay var diye düşünüyor olabilirsiniz...

Haklısınız, bir bölüm içine fazla olay katıyorum ki o bölüm sakız olup uzamasın. Mevzular haftalarca sürüp bizi ana temadan uzaklaştırmasın.

Okumayı tercih ettiğim wp kitaplarında genel olarak kriterim hep bu yönde oldu bugüne dek. Bir olay vardır ve sen bu basit olay için haftalarca o bölümün gelmesini beklersin ve bekleyiş içinde kırk bölümü geçiş bölümü adı altında okursun.

Bu okura haksızlık bence.

Farklı fikirlere saygım var, düşüncemi doğru bulmuyor iseniz lütfen belirtin. Fakat benim yazım tarzım bu. Uzata uzata bölümleri 60 70 bölüme çıkarmak istemiyorum.

Kabak tadı vermeden, hatıralarımızda tatlı bir tebessüm ile anacağımız nahiflikte olsun...

Önümüzdeki hafta yeni bölümde görüşmek üzere 😘

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

706K 37.8K 21
Lütfen Dikkat! Bu hikaye Yalın Serisi'nin üçüncü kitabıdır. Hikayeyi anlayabilmek adına ilk iki kitabı okumanızı tavsiye ederim. İlk kitap Efsane, ik...
764 67 3
Küçük yaştan beri intikam için büyütülmüş Rojîn. Ailesinin katledenlerin ellerine düşen berfin. İkiz olmalarına rağmen İki farklı hayat yaşayan ve...
187K 15.2K 109
-Hesabı görülmemiş bir geçmişle sorunsuz bir gelecek kuramazsın- Ela&Tolga Orhan ve Vedat'ın dostluğu ansızın ortaya çıkan güzeller güzeli Nergis'in...
Meneviş Oleh ⠀ོ

Cerita Pendek

120K 7.8K 31
Kasabaya tanıdık bir yabancı geldi, bir menekşeyi hoyrat rüzgârıyla yeşerdiği kayalıktan söküp yolunun üzerine düşürdü. İlk yayım 11Haziran2021 Bitiş...