KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 270K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️YUMURTA -PART 1-

38.4K 3.4K 1.6K
By endless_Q

Multimedia: Sıla - Yara bende.

Oylama sonucu bölümü iki kısma ayırıyorum. Keyifli okumalar ;)

▏₰ Alysa

Küçük bir söz, manevi değeri olan bir hediye, kısacası o kişide kıymetli olduğumu gösteren herhangi bir rehber mutlu olmam için yeterliydi. Zengin bir aileden geliyor olsam da bana ait hiç bir şeyim olmamıştı. Ne alıyorlarsa giyiyor, ne veriyorlarsa yiyordum. Tek bir itiraz ya da memnuniyetsizlik sergilemem yasaktı. Robotlaşmış hareketlerim bazen hislerimi dahi benden söküp aldıklarını düşünmeme neden oluyordu. Ağlamam yasaktı, gülmem yasaktı. 

Sus ve itaat et, bunu isterlerdi. 

Fırçamı zincifreye batırdıktan sonra kağıdın üzerine oriya dilinde -büyü dili- 'Canlılık' yazdım. Yulierden alıp getirdiğim küçük seramik vazonun arkasına gelecek şekilde kağıdı yapıştırdıktan sonra komodinin üzerinde duran örümcek zambağını vazonun içine yerleştirdim. Büyü anında işlevini yapıp toz şekeri büyüklüğündeki yeşil ışıklarını çiçeğin etrafında gezdirerek gövdesinden içeriye girdi. Burnuma uçuşan taneciklerden gelen doğanın kokusu dolmuştu.

İşim bitince çenemi avucuma yaslayarak çiçeğimi izledim. Kırmızı ve beyazın uyumunu her zaman beğeniyordum. Rüzgarın yumuşakça okşadığı şarap rengindeki saçların silueti gözlerimin önünde belirdi. Zihnimdeki görüntünün güzelliğine dalarken parmağıma saçımı dolayarak oynamaya başlamıştım. Aklımda canlanan yazıyla duraksayarak lüle halini almış beyaz tutama baktım. 

Solumdaki elem nüksetti. 

Beyaz ve kırmızı.

Farkına vardığım şeyle birlikle dudaklarım aralanmıştı. Isınan yüzümü serinletmek amacıyla üşüyen ellerimi yanaklarıma bastırdım. Dışarıdan geleli çok olmadığından hala soğuklardı. Gideon bana sık sık bir şeyler alıyor ya da yapıp hediye ediyordu ama hiç biri bu çiçek kadar kendinden geçirmemişti yüreğimi. Kış vaktinde olmamıza rağmen taç yapraklarında solma bulgusu yoktu. Dışarıda yarım metre boyunda kar tabakası birikmişti. Narin zambakların yaşama elverişli olduğu mevsimde değildik. Nasıl, nereden bulmuştu çiçeği? 

Ben uyurken odama girmiş ve baş ucuma koymuştu. Yorgunluktan derin bir uykuda olduğum için tabi ki de gelişini sezememiştim. İstemediği sürece kimse varlığını kestiremezdi de zaten. Onunla kalmaya başladığım sıralarda bir anda ortaya çıkmaları yüzünden üst üste kalp krizi geçirme riski atlatıp durmuştum. Nerede olursa olsun yürürken gürültü çıkarmıyordu. Sanki süzülerek geçiyordu tüm yolları. Bu durum birden fazla başıma geldiğinden bilerek gürültü çıkarmaya başlamıştı. 

Dışarıdayken algılarımı hat seviyede tutmaya dikkat ediyorum. Lakin ne zaman bu evden içeriye adım atıyorsam o vakit duyularım otomatikman kapanıyordu. İstemsizce yaptığım eylem Kara Kurt'un varlığından kaynaklanıyordu. Biliyorum ki yakınlardaysa hiç bir kötülük erişemezdi bana. Dün ki tartışmamızda çıkan güven meselesini birazda bahane olarak kullandığım doğruydu. Aptal, ona güvenmediğimi söylediğim anda dediğime inanmıştı. Eğer söyleyen kişi bensem en ufak bir şüphe duymuyordu. Oysaki elalarımın kuytularını araştırsaydı oradaki üçkağıtçıyı avlayabilirdi. Hileye başvurarak önünde dümen çevirmek zorunda kalıyor olmam utanç vericiydi. Dürüstlük aramızdaki mevzuyu yokuşa sürmekten başka işe yaramazdı. 

Hep böyle yaptığı için bana karşı hisleri olduğunu sanıyordum ya, aldanıyordum.

Gideon yalanı geçtim beyaz olanlarından bile sakınıyordu. Bunu bana sözleriyle değil, gözlemlerimle kanıtlamıştım. Kimseyi kendi hakkında bir şeylere ikna etmek için uğraşmıyordu mesela. Hainin yakalandığı anda da, annesi onu aklamak için dil döküp oğlu suçlarken tek kelime etmemiş, karışmamıştı. 

Etrafındakilerin ne düşündüğünün önemi yok gibiydi.

Sanırım ben istisnaydım. Ona inanmadığım her seferde nasıl incindiğini, bana açıklama yaparken içerlediğini görsem de habersizmiş gibi davranıyordum. Tıpkı onun karşımda duvar olmaya gösterdiği çaba misali. Tüm bunlar kara kurttan talep ettiğim ödüne girerdi değil mi? ayrıcalıklıydım. Sebebinin mühürden kaynaklandığını düşünüyordum. Bir ihtimal bana karşı ilgisiz kalmasını engelliyor olabilirdi. 

Gideon yalan söylemektense bulunduğu ortamdan uzaklaşıyor ya da sessiz kalıyordu. Abelia konusunda maruz kaldığım olumsuz hislerde sırf bu yüzden uzun tutunamamıştı duygularıma. Zira o kızla Gideonun arasında sözü edilmeyecek kadar basit şeyler geçse dahi onun bana çekinmeden itiraf edeceğinin bilincindeydim. Tıpkı fısıltı gölündeki kara cadıyla olan münasebeti gibi. 

Kalash klanının lideri palavralardansa acıyı tercih ederdi. 

Galiba konu benim güvenimden çıkmıştı, sorun Gideonunkindeydi. Bana içini açamıyordu. Muhtemelen sustuğu bir ben de değildim.

Sıkıntıyla gözlerimi kapattım. Hatayı yalnızca onda aramamalıyım. Hayatımın özetini yazan yıpranmış kağıtlar öz eleştirici yapınca deste deste önüme yığılıyordu. Onlara göz atmayı denedim, bunaltan gerçeklik aslında her şeyi açığa vuruyordu. Kendime bile güvenemezken Gideondan bunu yapmasını isteyerek çok olmuş olmuyor muydum?

Babamın ruhumda bıraktığı hasar öyle kalıcıydı ki ısıtıp ısıtıp önüme getiriyordu çocukluğumu, öz kızına bıraktığı travmalar mirasıydı. Bencillik edip Gideonun yaralarıma üflemesini istiyordum. Oysaki böyle bir zorunluluğu yoktu. Sizi sevmesi için aşık olduğunuz insana nedenler süremezdiniz, bende yapamazdım. O da yaralıydı. Yaraları öyle derindi ki zarını azıcık kaldırdığınızda dağılmamak için güç bela bir arada duran kemikleri fark ediyordunuz. Kara kurt'un acısını üstlenmeye hazır olsam da o bunu istemiyordu.

Kırgındım, incinmiştim. Avuçlarıma atılan kesikler sızım sızım sızlıyordu. Bianna ninenin o gün ki cümlesi aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Gideon beyaz Cadıya değil, beyaz Kurt'a mühürlenmeliydi. 

"Kıyaslanmak istemiyorum" Evet, beyaz Kurtla kıyaslanmak istemiyordum. 

Çiçeğin solmaması için yaptığım büyü, kağıdı hasar almadığı sürece onu sonsuza kadar canlı tutacaktı. Kara kurt kolayca elde edebileceği bir çiçek getirmemişti. Göğsümdeki dövmeyi düşünerek aramış, örümcek zambağını seçmişti. Bana herhangi bir çiçek getirse de mutlu olurdum fakat şuan ki etkiyi yaratabileceğinden emin değildim. İçimde eriyen bir şeylerin akmasına sevile olan esas şey sıkılmadan, pes etmeden zambağı bulmak için çabalamasıydı. Maneviyatı buradan geliyordu. Hala küskün hissetsem de düne kıyasla daha katlanılabilir hale gelmişti ağrım. 

En azından beni umursuyordu.

Neticede anlaşamamamızın nedenini temsil eden düğümü çözmeyi başarmıştım. Kızgınlığım ve dargınlığım körleşmemi sağlamıştı. Bu duyguları ezdiğimdeyse berraklaşmıştı bulanık su. Gideon aramızda kararlaştırdığımız belli bir sıfat olmamasına rağmen odama gelip beni öpmekten çekinmeyen, dokunurken sınırlarını bilip izin vereceğim kadar ileriye giden bir adamdı. Ben ne zaman daha fazlasını istemeye, onun belirlediği çizginin dışına çıkmaya başladıysam tam tersini yaparak kabuğuna çekilmişti. Tarafsız baktığınızda aramızda değişen hiç bir şey yok gibi gözüküyordu. Yine beni koruyup kolluyor, beni izliyor, onun mühürlüsü olduğumun bilincinde hareket ediyordu. Yavaş yavaş kendini soyutluyor oluşunu sınırının ötesine geçmeyeyim diye yerleştirdiği görünmez duvara çarpa çarpa idrak etmiştim.

Kalktığını farz edip sağlamlaşması için fırsat tanımıştım.

Erken davranmıştım. 

Metus, Yulier hatta Ruby nine bile beni bu konuda uyarmış, defalarca ikaz etmiş ama ben onların çırpınışlarını görememiştim. Büyük ihtimalle onlarda benim yaşadığım şu dönemi bizzat tecrübe ederek deneyimlemişlerdi. Bense beni dışladığı gerçeğinden başka bir şeyi görmeyi ret etmiştim.

Gideon tuğlalarını bizzat dizdiği çıkmaz bir sokaktı. 

Elimi uzatıp örümcek zambağının taç yaprağını okşadım. 

İnadım yüzünden onu kaybetmeyi göze alabilir miydim? sırlarına vakıf olmak aşık olduğum adamın canını yakacaksa dişimi sıkıp sabredemez miydim? eninde sonunda bana açılacaktı, açılmazsa da bunu onun yerine başkaları yapacaktı. Üstüne gitmenin iyi bir yöntem olmadığını anlamıştım.

Kimse görmesin diye ecel beşiğine gömdüğü musibetler her neyse oradan çıktıklarından felakete dönüşeceklerdi.

İç çektim.

Oturduğum yerden kalkıp odamdan çıktım. Ezbere bildiğim koridoru aşıp Gideonun odasının önüne geldim. Bekleyerek zaman kaybetmek istemiyordum. Dolunay yüzünden sinirli olmamasını temenni ederek kapının kulpunu aşağıya bastırıp ittirdim. Bir kavgaya daha tahammüllüm kalmamıştı. İzin istemediğim için terslemesi umurumda değildi. Sırlarından nefret ediyor olsam da ona kızgındım. Açılan kapı tok bir ses çıkardı. Yatağın sol tarafında, sırtı bana doğru dönük biçimde uzanıyordu. Bir şey söylemeden kapıyı örtüp yaklaştım. 

Uyuyor muydu? 

Dizimi bastırıp yatağa çıktım. Uyuyor olsaydı odasına girdiğim anda gözlerini açacağını tahmin ettiğimden geldiğimi bildiğine emin olmuştum. Ona doğru dönüp dibine kadar girdim. Alnımı kaburgasına yasladım. Bacaklarımı hafifçe katlayarak kendime doğru çekmiştim. 

"Abelia kim?" Konuşmaya bodoslama dalmak evirip çevirmekten daha mantıklı gelmişti.

"Beyaz kurt" 

"Tanıyor muydun?"

"Evet"

Hain, beyaz kurttan bahsettiğinde tek çıldıran Hyuga değildi. Yulier'in ağlayacak gibi oluşunu, Metus'un öfkeden fokurdayan gözlerini hatırlıyordum. Bu kız kimse sadece Gideonla değil, hepsiyle alakadardı.

"Nasıl bir ilişkiniz vardı?"

"Bir kız kardeşim olsaydı o olurdu" afalladım. Kardeş mi?

"Irklar kara kurtlara nasıl düşmanlarsa beyaz kurtlara da o kadar dostlardı" Gideon sormadan anlatmaya koyuldu. Onun gizemi kendine mahsustu. Görünen o ki Abelia ile olan bağları sırlarına dahil değildi. Nihayet göğsümün ortasında yer edinen topak, iğne topuzu büyüklüğünde küçülmüştü. İster istemez beyaz kurt hakkında da susacağını farz etmiştim. Eğer öyle olsaydı muhtemelen umutsuz kalırdım. 

"İki kurt arasında gördükleri iyi-kötü farkını hiç bir zaman ayırt edemedim. Kara kurdu hapsederek onun getireceği yıkımdan faydalanmak isteyenlerle, iyilik timsali oldukları kanısındaki tutumlarını uydurma hikayelerle destekleyen tiksinç kesim bana göre aynı yolun yolcusuydu. Aç gözlülüklerinin sonu gelmedi. Aydınlığın çocuğu sayılan beyaz kurt olduğu yere talih, bereket ve yaşam süresince zenginlik getirirdi. Ayrıca şifa gücüne de sahipti. Bu ne demek kavraya biliyor musun? ölüm hariç her türlü hastalığa medetti. Bir de şu rivayet vardı tabi; eti yenirse ölümsüzlük bahşedeceğine dair. Abeliayı esir edip mucizelerinden isteklerince yararlanmak istiyorlardı"

"Kalashtan mıydı?" Kız için kötü hissetmekten alıkoyamamıştım bir türlü kendimi. İnsan olsun, yaratık olsun hepsi menfaatleri uğruna kimi ateşe attıklarını umursamıyorlardı. Rivayetler sahte olsa dahi denemek isteyeceklerdi. 

"Hayır. Kurt klanlarından biri olan Talu'dandı. Kurda yeni dönüşen çocuklara gelişimleri için ufak tefek görevler verilir. O görevlerden biri esnasında tesadüfen tanıştık. Beraber ettiğimiz mücadeleler bizi kaynaştırdı. Zaten halkanın toplanmasıyla da birbirimizi sık sık görür olduk" Yanağımın içini dişledim. Öğrenmek isteyen ben olsam da dinlemek o kadar kolay değildi. Aklımı kurcalayıp duran ve kalbimi kemiren soru bilmek istediğim kilit noktaydı. 

Beyaz kurt... onun hayatıyla ilgilenmiyordum.

"Neden ona mühürlenmedin? Kara kurtların kaderleri hep beyaz kurtla birleşirmiş" Bu da demek oluyor ki kara kurttun husul bulduğu her yüzyılda Beyaz kurtta oluyordu. Ak ve kara her zaman birlikteydi. 

"Çünkü o benim kader eşim değildi" 

Kader eşi bendim.

Kıyafetinin ucunu avucum içine alarak sıktım. Burnumu sırtına sürterek kokusunu çaktırmadan içime çektim. Sanki beynim uyuşuyordu, üzerimde öyle bir tesiri vardı. "Gideon beyaz kurda mühürlenmen gerekirdi. Neden olmadı?"

"Abelia eşleşmişti"

Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi şaşırarak açtım. 

"Mühürlüsü mü vardı?"

"Evet. Yulier ve Hyuga gibi klanından çıkmıştı mühürlüsü"

İnanamıyorum. Boşuna mı kahredip durmuştum kendimi? O hain bozuntusu Abelia'nın mühürlü olduğunu bile bile mi Gideonun ona aşık olduğunu söylemişti? bütün kurt geleneklerine aykırı bir şekilde atıp tutmuştu. Dediklerinin aksine mührün her zaman ilk seçeneği olmuştum.

"Mühür yanılmaz beyaz cadı" Düşüncelerimi okuyormuşçasına altını çizdiğinde süt dökmüş kediye dönmüştüm. Sanırım beyaz kurt mevzusunda suçlu kişi bendim. "Niye öyle bir şey söyledi ki?" diye mırıldandığım da Gideon bıkkınlıkla iç geçirdi. 

"Talu klanının Abelia'yı korumaya güçleri yetmiyordu, tek sorunları beyaz kurtta değildi üstelik. Abelia benim mühürlüm olmasa da aramızda bir bağ olmadığını söylersem hakikati inkar etmiş olurum. Tüm inalihte beni kötülükten alıkoyabilecek yegane unsurdu. Özel olduğundan falan değil, bunun için doğduğundan. Kurtlar ve insan bedenleri arasında bir denge olur, eşitlerdir. Sıra bana geldiğindeyse kurallar alaşağı ediliyor. Kara kurt insan bedenimden baskındı. Güç dengesini eşitlemek için çok çabalamam ve çeşitli imtihanlardan geçmem gerekti. Kolay olmadı, bende o dönemlerde kurda dönüşmekten elimden geldiğince kaçınıyordum. Dönüştüğümde neler yaptığımı hatırlamıyordum. Irklar korkmakta haklıydı. Abelia kurdumla baş edemediğim anlarda ışığını kullanarak karanlığımı dağılmaya mecbur ediyordu. Bende teşekkür etmek amacıyla onu diğer klanlardan korudum. Abelia ile kardeş gibi olunca mühürlüsüyle bizimkilerde takıma dahil oldular. Dedim ya kız kardeşim gibiydi o yüzden üstüne titriyordum"

"İlişkinizi yanlış anladıklarından söylentiler çıktı"

"Öylede diyebilirsin"

"Beyaz kurt şimdi nerede?"

Kuru bir sesle "Öldü" dedi. Alçak tonu gerçeği kabullenmek istemezcesine soluklu. Kolumu beline kaydırarak sıkıca sarıldım. Hüznüne bulanmıştım. "Gideon" Adını ansam da teselli edecek bir şeyler bulamadım. Matem nasıl yatıştırılırdı ki? "Önemli değil" dedi. Oysaki önemliydi. Çok önemliydi. O ince kıskançlık hissi hala kalbimin çeperinde gezinse de zayıflamıştı. Benim istediğim konuma o kız sahipti. Aradaki çelişki Abelianın Gideondan abi sevgisi almasıyken benim aşkını arzulamamdı.

Sarılışımı bozmadan bana doğru döndü. Gümüş renkli irislerinde baygın bir ifade vardı. Göz aklarındaki kılcal damarlar belirmiş, göz kenarları kızarmıştı. Uyumadığı barizdi. Yorgun halinin dolunayın ters etkisine maruz kalmasıyla alakadar olduğunu bilsem de ona hatırlattıklarımızı düşündükçe kendimle beraber o haini de dövmek istiyordum. Hyuga umarım onu sorgularken merhamet etmemiştir. 

"Özür dilerim" İşittiğim affı sindiremeden peşi sıra diğerlerini dizdi. "Dün akşam bilmemen gerekenlerden uzak durmanı anlatmaya çalışırken elime yüzüme bulaştırdım, incittim de" Gözlerim doldu. Yanağımı şefkatle okşadı. "Küçük kızım benim, ne acını azımsarım ne de hor görürüm. Sana ve ruhunda sakladığın minik kıza verdikleri zararı görürken nasıl olurda geçmişimi seninkinden üstün tutarım? Alysa senin kadar acılarında temiz" Gözümden akan yaşı baş parmağıyla sildi. 

"Benimkiler değil, yaralarım çirkin" Elini yukarı çıkararak gözlerime örttü. 

"Onlara bakma, yum gözlerini" Yana doğru kaydırıp kulağımı kapattı.

"Sağır ol haykırışlarına, duymazdan gel" En sonunda dudaklarımı hapsetti. 

"Öğrenme... böylece seninle bir süre daha kalabilirim"

Yağmur çiselemeye başlamıştı gönlüme. Korkudan meydana gelmiş, ıslatıyordu kurak kalmış topraklarımı. Niyeti yeşertmek değildi bahçelerimi, kaybolsun istiyordu derin suyunda izleri. Islak kirpiklerimi art arda kırpıştırdım. Nabzım damarlarıma enjekte edilen dehşete yenilerek hızlandıkça hızlandı.

"Beni bırakacak mısın?" Zihnimdeki yığını iterek öne çıkan soru için kıpırdadı dudaklarım. Onun cevabı diğer bütün problemlerden mühimdi. En büyük korkum biçim değiştiriyor, cisimleşerek harflere dökülüyordu. Yazan ismi okudukça yeni korkular türüyordu. Eskilerin adımlarını takip ederek ulaşıyorlardı ruhuma. Gözlerindeki kurşunu silahın şarjörüne takmış sonrada sürgüyü çekerek mermiyi yuvasına yerleştirip namluyu şakağıma dayanmıştı. 

"Yanında olabilmek için her şeyi riske atıyorum. Yapmamam, kendime hakim olmam gerekiyor biliyorum ama başaramıyorum. Sana yenilip duruyorum Beyaz cadı" 

"Neden? Gideon neden bu hislerle savaşmaktan vazgeçmiyorsun? Ben senin mühürlünüm, anlamıyorum yanımda kalmandan daha doğal ne olabilir? bu da mı sırlarınla ilgili? seni mahvettiklerini göremiyor musun?"  

"Mahvolmuş bir şeyi daha ne kadar mahvedebilirsin Alysa? elimde bir sen kaldın"

"Ne?" Yaklaşarak alnıma dudaklarını bastırdı. Kader çarkıma kazınan ismine dokunan dudakları dağlıyordu.

Geri çekilse de pozisyonunu bozmadı. Boynuna, adem elmasına baktım. "Her şeysin Alysa" Dediğinde nefesimi tuttum. "Benim için her şeysin" Yine yıkık dökük şehrimde zelzele meydana getirmişti. Çok merhametsizdi. Görmüyor muydu zaten virandım. Komplemi harabeye çevirmek istiyordu şehrimi? Kolunu başımın altından geçirip beni göğsüne çekti. Burnumun ucu köprücük kemiğine değdi. "Sana anlatmadığım için kızıyorsun ama bilmiyorsun ki bizim için anlatmıyorum, yanında kalabilmek için. Öğrendiğinde zamanımız donacak, bir daha ilerlemeyecek" 

Kalbimdeki kış gibi mi?

Göz yaşlarım süzülerek aktı. Ciddiydi, öğrenirsem gidecekti. 

"Yanan tek ateş sensin. Benim yanan ateşim sensin" Biri olmadı, olmayacaktı cümlelerinin tercümesi. Sözünü veriyor gibiydi ilk ve tek olacağımın, sözünü tut Gideon.

Bende tutacağım. 

Gitmene müsaade etmeyeceğim.

Aşkının gitmeme müsaade etmediği gibi...


Zincifreyle yazdığım büyüleri emrime verilen kurtlara teslim ederek belirlenen yerlere asmaları için talimatlar veriyordum. Görünmeyen kısımlara yapıştırmalarını özellikle tembihliyordum. İşimiz bittiğinde bizzat gidip kontrol edecek olsam da uyarmadan edemiyordum. İçlerinden birini bile fark edecek olurlarsa tuzak çökeceğinden savsaklayamazdım. Karların mürekkebi akıtmaması için dikkatli olmalıydık. Yapıştırılan yerlerin temizlenmesi ve yaş kabuğun kurutulması gerekiyordu doğal olarak bu da işimizi katlıyordu. Vaktimiz kısıtlı olduğundan acele etmemiz gerekiyordu.

Gideonla aramızdaki yanlış anlaşılmaları düzelttikten yarım saat sonra istirahat etmesine izin vermek için odadan çıkmış, dün kararlaştırdığımız plana uymak için evden ayrılmıştım. Kafamı dağıtmam lazımdı yoksa işittiklerimden sonra patlayacak gibi hissediyordum. Geçmişi ilişkimizi yokuşa sürüyordu. Bir süre daha üstünü kapatmamın ikimiz içinde yararı olacağını ummaktan başka çarem yoktu. Klandaki her mensuba düşen yükümlülükler vardı. Gruplara ayrılmış, saatlerdir çalışıyorduk. Hokkamdaki sıvı dibini görene dek yazıp durduğumdan kolum ağrımıştı. Büyünün kelimeleri enerjimden götürdüğü için bitkin hissediyordum. Alnımda biriken ter tabakasını koluma silip yazmaya devam ettim.

Astığımız büyülerin içeriği aynıydı. Her şey düşündüğüm gibi yolunda giderse geldiğim alemden kopyaladığım fikir düşman sayısını baya azaltacaktı. Tasarladığım şeyi ateş gücümle yapabilseydim tesiri çok daha kuvvetli olabilirdi elbette. Gel gör ki güçlerim beni dinlemektense kafasına göre davranmayı seçiyordu. Hiç yoktan iyidir görüşüyle telkin ediyordum kendimi. 

"Aşina doğu bölümündeki büyüleri yerleştirmeyi bitirdik"

"Kuzey bölümündekilerde bitti Aşina"

"Batıdakilerde tamamlandı"

Birbiri ardına gelen bildirileri dinlerken boşalmış hokkanın ağzını kapatarak, fırçamla birlikte kaldırıp kayışları baldırıma bağlı çantaya koydum. Yazdığım son kağıtlar savaşta işime yarayacak farklı büyülerdi, bütün kağıtlarım tükenmişti. Oturduğum yastıktan kalktığımda kurtlar anında kurdukları eşyaları toparladılar. Yulier, Metus, Hyuga bana adımla hitap ettiklerinden yanımdaki kurtların 'Aşina' deyip etrafımda pervane olmalarını garipsiyordum. İsmimin yeterli olacağını söylediğimde tuhaf tuhaf bakmış ve teklifimi kibarca geri çevirmişlerdi. Bana da alışmak kalıyordu haliyle.   

"Geriye güney grubu kaldı demek" Birazdan onlarda gelirdi. Gülümseyerek "Elinize sağlık" dediğimde tebessüm ettiler. Görev bilinciyle hareket ettiklerinden teşekkür beklemiyorlardı. Sonuçta korumaya çalıştıkları yer yuvalarıydı. Yine de onca çalışmadan sonra hoş iki sözü hak ediyorlardı. Motivasyonlarını yüksek tutmak liderleri olarak sorumluluğumdu. 

"Sırayla bölgeleri gezip inceleyelim. İlk doğu bölümü bitirdiğine göre oradan başlayalım. Geri kalanınız burada güney grubunu beklesin" onaylama seslerinden sonra istikametimize doğru yürüdük. Direktifleri Gideon veriyormuşçasına sorgulamadan her dediğime itaat ediyorlardı. Dişi liderleri olduğumu boynumda asılı duran kolye ilan ediyordu. Onlarda gönülden boyun eğerek varlığımı kabul ediyorlardı. Ben emir vermeyi, kurtlar emir almayı olağan karşılıyordu. 

Aşina olmayı benimsiyordum.

Tuzakları kurdukları yeri yoklayıp kağıtların sağlam olduğunu kesinleştirdiğimde merkezdeki grupla buluşup bu sefer kuzeydekilerle ayrıldık. Batıdakileri halledip döndüğümüzde güney bölümü de işini halletmişti. En son onlarınkini denetleyip görevi bitirdiğimizde Kalasha geri dönmüştük. Avcıların gelişiyle deliren kadın kurtlarla bulduğum çözüm sayesinde yakınlaşsak da erkek kurtlarla pek münasebetim olmamıştı. Aldığım görevle birlikte bazılarının adlarını öğrenmiş ve iletişim kurma imkanı yakalamıştım. Beni dikkate almalarını istiyorsam aramızda sarsılmayacak bir bağ inşa etmeliydim. 

Kurtlukta düşeni yemek kanundur diye bir deyim vardı. Zayıflık gösterecek olursam beni baskılamak için illaki klandan birileri çıkacaktı. Gideonun mühürlüsü olmamla kurtulamazdım. Saygılarını kazanmalıydım. Kalashlarınki gibi ruhumun yarısının kurt olmaması bir şeyi değiştirmezdi. Dişi bir kurdun nasıl düşünmesi, yönetmesi, davranması gerektiğini öğrenebilirdim. Bunlar doğuştan geldiği gibi sonradan da tahsil edilebilirdi. Tek yapmam gereken Kara Kurt'u izlemek ve ufkumu genişletmekti. 

Ellerimi ceketimin içine soktum, yorgun hissediyordum. Dışarıda rüzgar yoktu, gökyüzü bulutlardan arınmıştı. Kış güneşi günler sonra ortaya çıkıp parlasa da soğuğu kıramıyordu. Süzülerek burnumun ucuna konan minik kar tanesini görünce yürümeyi kestim. Ağaçlarda biriken karlar rüzgarın gücüyle kalkıp esintinin peşi sıra sürükleniyordu. Benimle birlikte gelenler öteki hazırlıkları ayarlayan arkadaşlarına yardım etmek için dağılmışlardı. Yulier daha sonradan yanlarına gelmemi söylediğinden tarif ettiği istikamete doğru gidiyordum.

Gideonu zincirleyeceklerdi.

Her iki ayda bir dolunayda bunu yapıyorlarmış. Kara kurt kilit altına alınmak zorundaydı. Serbest olmasını göze alamıyorlardı. Hele de akşam gerçekleşecek mücadele de kan kokusu onu olduğundan daha deli bir hale bürüyeceğinden mutlak kılınmıştı hapsedilmesi. 

Yanında kalmak istiyordum.

O bir başına acılar içerisinde kıvranırken evde oturamazdım. Şu anda böyle bir lüksüm olmadığından savaş alanında boy göstermeliydim. Bir dahaki sefere... ben kesinlikle. Yukarı doğru kıvrılan dudaklarıma müsaade edip kafamı kaldırarak gökyüzüne baktım. Göğsümü şişirip nefesimi üfledim. Ciğerlerimi serin havayla ödüllendirmek iyi gelmişti. Beyaz kurt pürüzünün omuzlarıma bindirdiği yük kaldırıldığından kuş gibi hissediyordum. Bu kriz ne kadar canımı sıksa da bir yandan gerçekleşmesinin iyi tarafları olduğunu da yok sayamazdım. İkimizde sevgi görmediğimizden olsa gerek karşımıza sevebileceğimiz biri çıkınca tökezlemiştik. Zira sevmenin ne demek olduğunu bilmiyorduk. Birbirimize yaklaşmaya çabalasak da hatalar yapıp durmuştuk. Korktuklarımızda, kaçtıklarımızda aynıydı. 

Kıkırdadım.

Gideonun benden özür dilerken gümüşlerine sinen çekinceyi fark etmiştim. Affetmeyeceğimden endişe etmişti. O saniye de anlamıştım; Kara Kurt beni istiyordu. Öyle çok istiyordu ki pençelerinin arasındaki cadıyı tutsak aldığını söylemeye cüret edemiyordu. Çünkü ağzını açarsa tutsak alınanın kendisi olduğu ifşa olacaktı. Çektirdiği azabı dahi çiçek tarlalarına dönüştürebilecek bir adamdı. Kalbimdeki kış sona ermese de kar yağmayı bırakmıştı. Sonunda istediğim şeyi elde etmiştim.

Bende adım atarken bundan sonra tereddüt etmeyecektim.

İçini saran ağları aşkla örecektim.

Kara Kurt'u beyaz Cadıya mest edecektim. Tabi önce yaptıklarının intikamını almam lazımdı. 

Sinsi sinsi gülümsedim.

Ne demişler; Kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir.

Buluşma noktamız olan devasa akça ağacına geldiğimde etrafa göz attım, Yulier'den iz yoktu. Bana seslenmemi söylediğini hatırladığımda "Yulier!" diye çok yüksek çıkmayacak şekilde bağırdım. Susup beklemeye başladım. Burada ne yapıyor olabilirdi ki? düşmanı kalashın dışında tutup içeri girmelerine fırsat tanımayacaktık. Tuzakları sınırın ötesine yerleştirmiştik. 

"Piştt! Alysa!" Muhakeme yaparken işittiğim sesle duraksayarak ağacın birkaç metre ötesine kafamı çevirdim. Kimseyi göremeyince kaşlarımı çattım. "Aşağıdayım!" Kısık sesin yönlendirmesiyle aşağı baktığımda açtığı kapağı düşmesin diye tutup kafasını toprağın altından çıkarmış bir Yulier'le göz göze geldim. 

Sırıttı. Diğer eliyle bana gel gel işareti yapınca şaşkınlığımdan sıyrılarak yanına gittim.

Bir gizli sığınak daha mı?...


Demir çubuğundan yapılan basamakları sıkıca kavrayarak tünel gibi dibe inen geçitten ayağım kaymadan inmeye çalışıyordum. Alan sıkışık ve dar olduğundan tek seferde bir kişinin geçmesine olanak sağlıyordu. Dua etsinler kapalı alan korkum yoktu, burada nefes almak cidden güçtü. Yulier benden önce gitmeden evvel kapağı kapatmamı söylemişti. Yuvarlak, daha çok kanalizasyon kapağını andıran girişi istediği gibi örtmüştüm. 

"Burası ne için?" Kurt dağındaki gizli bölme sığınak amacıyla kullanılmak için tedarik edilmişti. İçi beş yüz kişiyi rahat alacak genişlikteydi. Girişi de aynı anda elli kişiyi alabilirdi burasıyla bilerek dar yapılmıştı. Güneşin batmasına yakın Kalashta ki çocuklar, yaşlılar ve onları korumak üzere vazifelendirilen bir takım sığınağa gideceklerdi. Düşmanı dışarıda tutamayıp içeri girmesini önleyemezsek diye tedbir alınmıştı. Klan boşaltılıyordu. 

"Kalash'ın zindanı"

Aldığım cevapla iki saniye duraksayıp ardından inmeye devam ettim. Zihnimde zindan kelimesi yankılanıp duruyordu. Gideonu zincirleyeceklerini söylediklerinde onu zindana götüreceklerini düşünmemiştim. Hafifçe kaşlarımı çattım. Zaten bağlanıyor olması kötüyken bunu mahkum misali zindanda yapıyor olmaları iyice beter hale getiriyordu olanları. Yulier düşüncelerimi okuyormuşçasına "Gideonun isteği" deyip konuşmasını sürdürdü. "Evinin bodrumunda onun için tasarlanan küçük bir alan daha var. Çoğunlukla dolunayda orada kalıyor olsa da bu kez zindana gelmek istedi"

"Neden?"

"Sence ona nedenini sorsak bize cevap verir mi? tabi ki de hayır. Yine de durup irdelersen yanıta erişmek sandığından kolay olabilir" Sesinin tınısında dokunduran bir ima mevcuttu. Üstüne serpiştirilmiş yüzeysel bir burukluk. Boynuma sarılan hayali halatın sıkıştığını hissettim. Boğazıma yaptığı baskı, etime sürtünen hasırıyla canımı yaktı. 

Benim için yapıyordu.

Ben onu öyle görmemeyim diye.

Aklından ne geçiyor bir türlü anlayamıyordum. Bir an onun için değerim yokmuşçasına kırıp döküyordu sonra yaşananları o yapmamış gibi gelip özür diliyor, beni kaybedeceğinden endişe ediyordu. Sanki bir şeyler hakkında tutarsızdı. Şimdi de öyle. Dolunaydaki haline şahit olursam onu terk edeceğimi falan mı sanıyordu? Dengesizliğin kitabını yazmıştı herif. Yakasına yapışıp 'Benden ne istiyorsun!?' diye bağırmak istiyordum. Ne yapmamı istiyordu?

Son basamaktan zemine atlayıp çevremde gezdirdiğim elalarımı. Aşağıya küçük bir hapishane inşa etmişlerdi. Karşıda, sağ ve sol da dört koğuş vardı. İçlerine sandalye ve masadan başka bir şey eklenmemişti. İçeriyi aydınlatmak için meşale veyahut diğer icatlardan koymayı gerek görmemişlerdi. Şuanda biz varız diye mumlar yanıyordu. 

Birini çıldırtmak istiyorsanız karanlık en iyi araçtı. Kalash'ın kurtları düşmanları için bu yöntemi kullanıyorlardı belli ki. 

Daha çok ürkütücü eşyalar göze çarpıyordu. İşkence aletlerinin sıralandığı bir dolap, zincirler ve adını bilmediğim bir sürü alet daha. Koğuşlar iki katlı, kare biçimindeki demir parmaklıklarla dikilmişti. Havasızdı. 

Anlaşılan şuanda kimse yoktu.

"Gel, Gideon daha derinde" Yulier yanlardan basık bir koridoru işaret ettiğinde başımı sallayıp takip ettim. Zindanı pek büyük tutmamaya özen göstermişlerdi. On metrelik bir koridorun sonunda tek bir koğuş vardı. Burası özel mahkumlar için olmalıydı. Güvenliğin iki kat arttırıldığını seçebiliyordum. Ayrıca öteki koğuşlardan ferahtı da. Hapishaneyi inceledikçe girişin neden tek bir kişinin geçmesiyle sınırlandırıldığını kavramıştım. Kaçış yollarını ellerinden geldiğince kısıtlamak istemişlerdi.

Yulier parmaklıkları açtığı sırada yere düşen zincirlerin sesi duvarlarda aksetmişti. Hyuga çömelmiş birbirine dolanmış zinciri çözmeye çalışıyordu. Erkek eli büyüklüğündeki halkalara baktım. İç içe geçmiş bu halkalar baya kalınlardı. Üstlerine kazınmış semboller büyünün alametiydi. Onlardan gelen tılsım dalgalarını hissedebiliyordum. Etraflarındaki ısınan hava titreşiyordu. 

Doğru. Hyuga ve Yulier avlanmaya çıkıp yakalandıklarında Ekhidnalılar da onları tutsak etmek için buna benzer zincirler kullanmışlardı. Büyü dalgalarını o zamanda hissetmiş ama üzerinde pek durmamıştım. Çünkü o zincirlerle, bu zincirler arasındaki büyü arasında devasa bir fark vardı. Biri cılız bir sezgiyken, diğeri gürbüzdü. Kurtların güçleri düşünülürse onları sıradan zincirlerle bağlamak akıl kârı değildi zaten.

Oradaydı.

Duvara yaslanmış, bacaklarını ayırarak katlamıştı. Kollarını diz kapaklarına dayamış, sarkıyordu. Başını öne doğru eğmiş, yüzü görünmüyordu. Bütün gücü çekip alınmış gibiydi. Sırtını verdiği duvarın yukarısında, aynı hizada kalın iki çivi çakılmıştı. Çivilerin başları yuvarlaktı. Zincirler halka kısma geçiriliyor olunmalıydı. 

"Onu niye getirdiniz?" Gideon başını kaldırmadan sorduğunda Yulier "Bizim halletmemiz gereken işler var. Zamandan tasarruf etmek için Alysa'nın seni zincirleyebileceğini düşündük" deyince gözlerim fal taşı misali açıldı. Gideon kafasını kaldırmak bile külfetmişçesine baygın bakıyordu. Buna rağmen Yulier'e korkunç bir bakış attı. Yulier olduğu yerde ürpererek Hyuga'nın arkasına kaçtı. 

"Sana bunun kötü bir fikir olduğunu söylemiştim" Kocasına fısıldadığında Hyuga "Şu halde bize bir şey yapamaz. Sonrasını da sonra düşünürüz" diyerek kestirip attı. Bu çift ne planlıyordu? Hyuga zincirleri çözmeyi bitirdiğinde ayağa kalkarak bana cebinden çıkardığı şeyi attı. Hava da yakaladığım tüpe baktığımda bunun yeşil renkli iyileştirme iksiri olduğunu gördüm. "İç. Akşam ihtiyacın olacak" bitkin olduğumu o kadar mı belli ediyordum? Şişeyi cebime koyup yaklaştım. "Nasıl yapmam gerekiyor?" diye sorduğumda bana göstererek anlatmaya koyuldu.  

"Anladın mı?"

"Evet"

"O zaman biz gidiyoruz. Sende oyalanmadan gel, ilk tuzak seninki" 

"Tamam"

Gıcırdayarak açılan parmaklıklı kapıyı arkalarından kapatarak uzaklaştılar. Onların gidişlerini bir süre izleyip yerdeki zincirleri elime alarak Gideonun yanına gittim. Kaç kiloydu bu şeyler? resmen tüm gücümü kullanarak sürükleyip anca hareket ettirebilmiştim. "Ağırlık çalışmalısın" mırıldanarak söylediğine gözlerimi devirdim. Hüsrana uğradıkları her alanda beni eğitmek istiyorlardı. Soğuk direnci neyse de on yıl çalışsam bile güç konusunda kurtların seviyesine ulaşamazdım. "Bunu sonra konuşuruz" Sessiz kalması onayladığı anlamına geliyordu, unutacağı değil.

Hyuganın anlattığı şemayı aklımda canlandırıp uygulamaya çalıştım. Prangalardan birini açtığımda Gideon uysalca kolunu uzattı. Bir şey kalbime tam o anda tırnaklarını saplayarak avucunda sıkıştırdı. Çenem titredi, bütün uzuvlarımla birlikte. Neden ağlayacak gibi olmuştum? 

"Sen gerçekten..." Bileğimi tuttuğu gibi çektiğinde üzerine düşmüştüm. Gideon seri hamlelerle belimden kavrayıp kucağına iyice yerleşmemi sağladı. Ardından kıyafetimin üstünden sürterek çıkardığı eliyle çenemi sıkıp ağzımı araladı ve dudaklarıma kapandı. Islak dili, dilimle buluşup kaynar suyuyla haşladı dokunup geçtiği yerleri. İnleyerek öpüşüne karşılık verdim. Bir dayanak bulabilmek için elimi yanağına yaslayıp daha çok kendime çektim. 

Ağlamak istemiyordum.  

Ağlamamı istemiyordu.

Nefesimin tükendiğini anladığı anda geri çekildi. Teni hafif nemliydi, acısı başlamış olmalıydı. Başını eğip yüzüme baktığı için şarap kızılı saçları alnıma değiyordu. Gümüşleri koyulaşmıştı oradaki isteği ve arzuyu görebiliyordum. Sızan hislere şeffaf bir duygu daha geçirmişti ama adını bilmediklerimdendi. İçimi kavuran cinsten. 

"Benim içinde olsa ağlama" 

"Elimde değil, neden bağlanmak zorundasın?" Sanki kara kurt hakkında söyledikleri bedbaht söylentilerin doğruluğunu kabul ediyormuşçasına zincirleniyordu. Karanlıkta bir başına bırakıp yalnızlığını yetiştiriyorlardı. Ondan vazgeçiyormuşuz gibi. Böyle hissetmesini, düşünmesini istemiyordum.

"Bu alem için fazla masumsun Aşinam"

"Seninle kalamaz mıyım?"

"Dışarıdaki savaş ne olacak?"

"Bensizde idare edebilirler"

"Sensiz yapamazlar, dişi liderlerine ihtiyaçları var. Hem düşmana rehin alınmadığını ispat etmek için onlardan bir kaçını doğraman lazım" Kıkırdadım. Doğramak dedi ya! 

"İşte böyle, gülmelisin"

Gümüşleri gülümsememi hoşnutlukla izliyordu. Gülüşüm solduğunda gözlerini elalarıma çıkardı. 

"Ne oldu?"  

"Bayılacakmış gibi bakıyorsun"

Başını aşağı yukarı salladı. "Zincirleri takmayı bitir. Bir on dakikaya uykuya dalacağım. Bir saat sonra uyanan Kara kurt olacak" Demek bu şekilde start veriyordu evre. Aşama aşama ilerliyordu ta ki şafak vaktine dek. Kucağından kalkıp prangaları bileklerine somurtarak geçirdim. Kelepçeler diğer yarılarıyla birleştiğinde büyü aktif hale geldiğini belirterek sembolleri ışıldayıp sönüyordu. Ayak bileklerindekileri de taktıktan sonra zincirlerin uçlarını duvardaki çivilere geçirdim. 

Önünde tek dizimin üstüne çökerek prangaların sıkılığını anlamaya çalışırken bakışlarının delip geçen hissiyatını yok saymak için gayret ediyordum. Öyle yoğun izliyordu ki göz ardı etmek imkansızdı. "Sıkmıyor değil mi? acaba büyüye zarar vermeden gevşetebilir miyim?" Elini uzatıp usulca boynumda gezdirdi parmaklarını. Dokunuşuyla tüylerim kabardı. 

"Diş izleri kapanmış" Yulier'in söyledikleri zihnimde yankılandığında başımı hafifçe eğdim. Saçlarım omuzlarından önüme dökülerek yüzümü gizledi. Nedense gözlerine bakmak bir anda zorlaşmıştı. Gırtlağından tırmanarak yukarı çıkan kalın ses memnuniyetle doluydu. 

Mühür tamamlanmıştı.

İzini derimin altına bırakmıştı. Aramilin bahsettiği kokuyla bütünleşmiş olmalıydım. 

Utandığımdan bir şey söyleyemeyeceğimi idrak ettiğinden "Hadi git" dedi. Kalbim kemikten kafesini yıkmak istiyormuşçasına gümlüyordu göğsümde. Duyabiliyordu. "Tamam" Ayaklanıp kapının önüne geldiğimde "Alysa" deyince durmuştum. Ona doğru dönmesem de göz ucuyla bakışlarının yarı yarıya düştüğünü seçebilmiştim. 

Dalmak üzereydi.

"Dikkatli ol"

"Olurum"

"Bir de yaralanma. Kanının kokusunu alacak olursam tehlikede olup olmadığını umursamaz yanına gelmek için güdülerimle hareket edip zincirleri koparmaya çalışırım" Öyle bir mücadeleden nasıl yara almadan çıkabilirim ki? Üstüme yük bindiriyordu. Kuruyan dudaklarımı yalayıp "Denerim" desem de şansımın yaver gideceğini sanmıyordum. Umarım zincirler dayanırdı. Sessizlik uzayınca arkamı döndüm. Gideonun başı önüne düşmüş uyuyordu. Soluk alışverişlerinin düzenli oluşu tezimi destekliyordu.

Adımlarımı ona doğru atıp başında dikildim. Önüne düşen saçlarını geriye doğru ittim. Eğilerek dudaklarımı alnına bastırdım. 

"Lütfen... canını yakma" 

Kara kurt, Gideona eziyet etme.

O benim...


დ Beyaz cadı krizini de atlattığımıza göre aşkımıza kaldığımız yerden devam edebiliriz :D 

დ Sizce yumurtadan ne çıkacak?

დ Gideon uslu uslu içeride oturabilecek mi?

დ Savaşta neler olacak?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzereeee :*





Continue Reading

You'll Also Like

23.1K 2.1K 19
Cahiliyet. Bir halkın kendi kendisini yok etmekte, dış politikalara bile gerek kalmaksızın halkını ahmaklaştırmaya çalıştığı ve başardığı bir oyundur...
8.4K 736 27
23.12.14 Bir Akıl Hastanesi! Günler geçtikçe benliğinin yok olduğunu farkeden ve gölge gibi peşinde gezen geçmişini araştıran biri ; "Holly" ve onunl...
2.3K 398 21
Ersin ve erol Adeta meslek edilmişlerdi Kendilerine Beladan belaya koşarak böyle yaşamayı Erol 'un amcası Milletvekili hüseyin bey Elbet Birgü...
9.6K 349 14
ღ- Yandere takıntılı aşk durumudur. sözlük anlamı Yandere, Japon pop kültürü içinde geçen karakter tiplerinden biridir. "Yandere" terimi; hasta olmak...