KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3.1M 271K 124K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-
❄️ ÖLÜ MANA
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️GEÇMİŞ

41.5K 3.6K 1.5K
By endless_Q

Multimedia - Cem Adrian / Kül

▏₰ Alysa

Daralıyordum.

Duvarlar üzerime üzerime geliyor, aldığım her nefes göğsümle dudaklarımın arasında sıkışıyordu. Parmaklarımı koluma gömdüm. Ne kadar sıktığımın önemi yoktu. Tam tersine fiziksel acı bilincime tutunmamda bana yardımcı olacaktı. Yoksa nöbet geçirebilirdim. Saatler alıyormuş gibi gelen nöbetlerin getirisi somut işkenceye kıyasla tamamen psikolojikti. Beni gitmek istemediğim geçmişe götürüyor, çıkışı olmayan bir kuytuya hapsediyordu.

O bodrum katına.

Kendimi oyalamak için volta atıp duruyordum. İllaki birileri gelecekti. Evet, evet kesin gelirdi. Yulier yokluğumu er ya da geç fark edecektir. Avuntumun üzerinden daha iki saniye geçmesine rağmen daha fazla dayanamayarak, gerisin geri girişe koştum.

Buradan çıkmam lazımdı.

Kapıya kaçıncı olduğunu bilmediğim yumruklarımı indirirken, bir yandan da birilerinin sesimi duyması için yalvarıyordum. Soğuk bile sorun değildi, yeter ki buradan kurtulayım. "Açın şu kapıyı! açın!" boğazım bağırmaktan tahriş olmuştu. Eminim akşama kalmadan yer yer morluklar çıkacaktı etimde. Kalashlar depolarını göze batmayacak yerlere inşa etmişti. Herhangi bir saldırıda yiyeceği korumak elzemdi. Bu sebeple etrafta doğru dürüst kimse dolanmıyordu. Kurtlar sürekli devam eden gürültüden rahatsız olacaklarından olağanüstü işitme kabiliyetlerini yalnızca istedikleri zaman devreye sokuyorlardı. Sıradan bir günde insanın duyma yetisine dek güçlerini sınırlıyorlardı.

Şansım asla yaver gitmemişti ki şimdide öyle olsun!

Başım girdap misali dönmeye başladığında kulaklarımda geçmişin sefil haykırışları yankılanmaya başladı.

Yapamazdım. Burada kalamazdım.

Zihnime kurduğum barikat bizzat kazdığım toprağın altında gözlerini açan hatıralarımla birlikte yavaş yavaş yıkılıyor ve içindeki savunmasız Alysa dışarı çıkıyordu. Ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçtı. Yeniden dirilmesine dayanamazdım. Onca iğne, onca seans... imkansız. Beni oraya tıkmalarına izin vermeyecektim! ortam bir anda değişti. Burnuma dolan rutubet kokusuyla irkildim. Ayakta durabilmek için elimi yasladığım duvar ahşaba dönüştü. Tamamen karanlıktı. Beş yaşındaki ufak bir kız çocuğu için dehşetin kelime anlamı olacak denli zifiriydi.

İçeri tepildikten sonra anahtarın korkutucu bir şekilde yuvasında dönerek, kapının üstüne kilitlendiğini dile getiren edanın ardından gelen tüyler ürpertici sessizlik. Karanlığın içinde saklanan, kabuslarında gördüğün tüm o canavarlarla birlikte tek başına kalırsın. Düşerken bacaklarının yere sürtünmesiyle açılan yaraların sızlamasını dahi umurunda olmaz, gerisin geri kapıya koşarsın. Minicik ellerinin yaptığı yumruklarla kapıya vurur, seni oradan çıkarmaları için yakarırsın.

Ağlarsın ama duyan olmaz.

Sesin kısılana kadar bağırırsın fakat içten içe günlerce orada kalacağını bilirsin. Kurumuş vicdanları sana ne zaman merhamet etmişti? peki ne yapmıştı da reva görmüşlerdi bu cezayı ona? oyun oynarken yanlışlıkla kolunun değdiği vazo düşüp kırılmıştı. Bu yüzden miydi? cansız bir eşya ondan daha mı değerliydi?

Doğru. Beni hapsetmek için bahaneye mi ihtiyaçları vardı? o kadının... emretmesi yeterdi.

İşte böyle delirtirler insanı... yavaş yavaş, acele etmeden.

Yapılan her şey mubahtır. Zira terbiye edilmesi gereken şımarık biz kız çocuğusundur. Asla şımartılmamış lakin şımarık. Sevilmemiş, sevilmeyecek bir kız çocuğu. İstenmeyen, zavallı, kusurlu ve uğursuz. Tüm tanımlar yalnızca senindir.

Aç, susuz şekilde günlerce bırakılmış bodrum katından çıkarıldığında ise duymaya alıştığın tembihi bir kez daha işitirsin. Oysaki başını kaldırmaya halin yoktur.

'Seni sokağa atmayıp baktığımız için bize minnet duyman gerekir. En azından babana borcunu düzgün bir şekilde yetişerek ödemelisin. Sözünden çıkmamalısın, her dediğine itaat etmelisin, sana ne yapılmaması gerektiği söyleniyorsa buna uy. Yoksa bu seferki cezan yalnızca kilitlenmek olmaz!'

Annesinden aldığı parlak ela gözlerin her bodrumdan çıkışıyla gittikçe donuklaştığını görüyorlar mıydı acaba? duygu ipliklerinden birini o karanlık odada bıraktığını? elinde fazlasının kalmadığını. Komik olma. İstedikleri de bu değil mi zaten? emirlerine itaat edecek bir kukla. Unutma! seni buna dönüştürmeye çalıştılar Alysa.

Ve neredeyse başarıyorlardı da.

"H.. Hayır" diye mırıldandım. Titreyen ellerimi saçlarıma götürüp sertçe çekiştirdim.

Hayır! gözlerimden birbiri ardında dökülüyordu yaşlar. Bir şuana, bir geçmişe gidip gelen zihnimin yarattığı kaos tarafından yanıltılıyordum. Neredeydim? hala lanet olası bir depoda mı? yoksa o küflü bodrum katında mı? aklım benimle oyun oynuyordu! sırtımı artık neresi olduğunu bilmediğim duvara yasladım. Kayarak, yere bıraktım kendimi. Bacaklarımı kendime doğru çekip alnımı diz kapaklarıma yasladım.

İleri geri sallanıp duruyordum.

Mental olarak tamamen çökmüştüm.

Sayıklamaya başladım. Kendi kendime bir şeyler söylüyor, zangır zangır titreyen vücudumla başa çıkmaya çalışıyordum.

Gözlerimi sımsıkı kapattım.

'Babacığım! babacığım lütfen çıkar beni buradan! korkuyorum! babacığım!'

"Çıkarın be..ni buradan"

Sarsılan bilincimi kaybetmenin kıyısından beni döndüren şey yanağımda hissettiğim derin yanmaydı. Kulak zarımdaki uğultu şokla yerine oturmuş, tekrardan işlevini yerine getirmeye başlamıştı.

"Alysa!" adımı bağıran gür sesi işittiğimde sıçrayarak kendime geldim. Bulanık gören gözlerimi kırpıştırdım. Başımda büyük bir kalabalık vardı. Gideon önümde yere çökmüş endişeyle bana bakıyordu. Yulier, Metus, Hyuga ve klandan bir çok kişi deponun içine doluşmuştu. Göz ucuyla kapıya baktığımda kilidin açıldığını, güneş ışığının içeriye vurduğunu görmüştüm. Farkında olmadan ciğerlerimde sıkışan nefesi serbest bıraktım. Elimi kaldırarak, yanağıma dokundum. Sanırım defalarca bana seslenmiş, cevap alamadıklarında da girdiğim bunalımı başka bir yöne çekmek için tokat atmışlardı.

"Neden konuşmuyor?" içlerinden biri fısıltıyla sordu. Kimse şuanda yüksek ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Elalarımı boşluğa dikmiş öylece orayı irislerimle deşiyordum. Dilim falan tutulmamıştı sadece konuşacak takati bulamıyordum. Üzerimdeki onlarca gözün tetkik etmesi de cabasıydı. Bana üzülmelerini ya da acımaları istemiyordum. Ne yaşadığımı asla anlayamazlardı. Eskiden bu tarz olaylar sık sık başıma geldiğinden alışıktım benzer bakışlara. Lakin uzun zamandır kendimi kaybetmediğimden görmezden gelmeyi nasıl başardığımı da unutmuştum.

Neden geçmişe sünger çekemiyordum? onca yıldan sonra bile.

Tüm enerjim kemiklerimden çekilmiş gibiydi. Gideon dişlerini sıktı. Bunu içe çöken yanaklarından anlamıştım. Oturduğu yerden kalktı. Diğerleri bu hareketle birlikte geri çekildiler. Kolunun birini bacaklarımın altından geçirip diğerini kaburgalarıma yasladı. Beni bir kaldırışta kucağına almıştı.

Tepki veremiyordum. İfadelerime adeta kilit takılmıştı, bir süre daha böyle kalacağımı biliyordum.

"Bunu yapanı bulun ve karşıma getirin!" Gideon tehditkar biçimde emrederken, irisleri gümüşü bir ışıkla parıldadı. Depoya çöken baskı öfkesinin ve ciddiyetinin yansımasıydı. Zaten bunu hissedip yerlerinde taş kesilen ahali de Kara Kurt'un gazabını üzerine çekmenin ne demek olduğunun idrakindeydi. Herkes durduk yere yiyecek ambarında kilitli kalmayacağımı biliyordu.

Bunu biri yapmıştı.

Gideon kalabalığın açtığı koridordan hışımla geçti ve beni dışarıya çıkardı...

Saatlerce konuşmadım.

Beni odama getirip yatağımın üzerine bıraktıktan sonra kendisi de tekli koltuğa geçmişti. Bacaklarını açarak yaymış, dirseğini koltuğun koluna yaslamıştı. Parmaklarını hafiften çıkmaya başlamış sakallarının arasında gezdiriyor, çatık kaşlarıyla beni izliyordu. Sert biçimde bakan gözlerini dakikalarca yüzümde hissetmek tenimde karıncalanma yaratsa da bir türlü çıkaramıyordu beni girdiğim ruh halinden.

Her zaman böyle olurdu.

Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Şuanda dışarıdan boş bir ifadeye sahip olabilirdim ama bu hep böyle olmayacaktı. Delirme belirtileri göstererek, bir anda gülmeye başlayıp sonrada ağlayacaktım. Ta ki kurcalanan yaram tekrardan kanamayı bırakana kadar. Ertesi sabah yeniden doğmuşçasına güneşi selamlayacak, soğuk kanlılığımı maske olarak takacaktım.

Kendimi kandırmaya muhtaçtım.

Bana zarar veremezler, beni yıpratamazlar. Ne kadar yıkılırsam yıkılayım pes etmeden ayağa kalkacaktım. Şimdiye kadar böyle iyi idare etmiştim. O küçük çocuk dirildiğindeyse kağıttan kule misali dağılıyordu savunma mekanizmam. Bu parmaklarla onu boğan bendim. Cinayete kurban giden çocukluğumun katiliydim. 

Ona suçluluk duygusuyla bakmadan edemiyordum.

Kahrediyordu.

"Buzla dolu göle düşüp üşütmediysen bugün kesin üşüteceksin" konuşma çabalarının heba olması dahi pes etmesi için yeterli değildi. Israrcı Kurt bugün neden böyle dağıldığımı öğrenmeden buradan gitmeyecekti. Bir ara Yulier ve diğerlerinin dışarıdan gelen seslerini duysam da eve girememişlerdi. Gideonun pencereden dışarı baktığı gibi irisleri parlamış, boğazından Kurtlara ait boğuk bir hırlama çıkarıp onları uzaklaşmaları hakkında uyarmıştı. Gürültü anında kesilmişti. Nasıl olduğumu merak ediyor olmalılardı.

Akşam yavaş yavaş çökmeye başladığında az da olsa iyileşme belirtileri göstermiştim. Daha rahat nefes alıp veriyor ve odaklanıyordum. Gideon hala bekliyordu. Konuşmaya hazır olduğumu kavradığımda sonunda "Beni rahat bırak" diyebilmiştim. Kuru ve çatallıydı çıkan ses. Gideon onu kovsam da oralı olmamıştı. Dik dik bana bakmayı sürdürerek "Anlat" dediğinde bıkkınlıkla iç çektim. "Ne olursa olsun benden saklama"

Onun gibi kaşlarımı çattım. "Neden?" neden bilmek istiyordu?

"Çünkü bilmem gerekiyor. Bunu anlayamazsın, sen benim dişimsin. İçimdeki Kurt senin dahi bilmediğin ama senin hakkında olan bilgilere ulaşma arzusu taşıyor, seni tatmin etmek istiyor, kimsenin basmasına izin vermediğin yerlere dokunmak istiyor. Güdülerimizi hafife alma Beyaz Cadı. Onlarla bazen biz bile baş edemiyoruz" söylediği her şey dudaklarının arasından öyle arzu dolu çıkıyordu ki Kurt'unun iştahı sezebiliyordum. Mühür onun sabrını zorlamaktan gocunmuyor hatta yangına körükle gidiyordu. Eğer taşarsa bana ne yapardı? yutkundum. Ciddi miydi bu herif? öteki ırkların varlığımı öğrenmesi bile bu denli tedirgin etmemişti beni.

Tehlikeyi uzakta aramayı bırakmalıydım.

Hemen dibimdeydi, bu adamdı.

"Benden bir şey saklamandan nefret ediyorum"

"Beni zorlamandan nefret ediyorum" aynı şekilde ona karşılık vermem dudaklarında minik bir tebessüm oluşturdu. "Her halükarda sana anlattırabileceğimi biliyorsun, işi yokuşa sürmeden konuşmaya başlasan iyi edersin güzelim. Yoksa eğlenmek istediğini düşünmeye başlayacağım" edepsiz gülümsemesine eklediği ıslak dil, alt dudağı boyunca kayarken gözleri vaat ettiği ahlaksız oyunlarla koyulaşmıştı. Eğlence anlayışının ne olduğunu daha iyi anlatamazdı herhalde. Hipnoz olmuşçasına dilini takip ediyordum.

Kara Kurt beni baştan çıkarma fırsatını kesinlikle tepmiyordu.

Elektrik çarpmışçasına ne yaptığımın farkına vardığımda bakışlarımı kaçırdım. Yanaklarımda hissettiğim sıcaklık umarım dışarıdan belli olmuyordur. Deli gibi çarpan kalbime ters ters bakıyordum. Entrikalarına alet olma!

"Ee?" birde kararımı soruyordu! tamam ilk önce sakinleş Alysa. Başıma gelenlerden kimseye bahsetmedim. Ne arkadaşlarıma, ne de anneanneme. Zaten onlardan başka kimsemde yoktu. Güvensizliğim hat safhaya ulaştığından araya hep mesafe örmüştüm. Dertlerini dinler ama benimkilerden söz etmezdim. Bu yüzden bana kızdıkları da oluyordu ama elimde olan bir şey değildi. Yapamıyordum. Anlatıp rahatlamak, bağrıma bastığım taşı kaldırmak istiyordum. Çok zordu. Bunları yapabilmem için yüzleşmem gerekiyordu. Anlatmak yüzleşmek demekti. Beni yargılar mıydı acaba? ya da acır mıydı? güçsüzlüğümü suratıma vurur muydu? lütfen daha fazla yakma canımı.

"Olanlardan sonrada fark etmişsindir, kapalı alanlarda kalamıyorum. Bir de karanlık"

"Uyurken karanlıkla bir sıkıntın varmış gibi durmuyordun" bunu nereden biliyordu? gece odama falan geliyor olamaz... değil mi? niye heyecanlanıyorum. "Başlarda daha kötüydü. Uyurken odamın kapısını dahi kapatamıyordum. Hele karanlık... çıldıracakmış gibi oluyordum. Kaç kere odamın ışığını kapattılar diye kriz geçirdim biliyor musun?" anlatmak güçtü. Anlattıkça hatırlıyordum. 

Bir ihtimal... hiç kimsenin yapamadığını o yapardı.

Tutunduğum son umuttu.

Beni kabuslarımdan kurtarır mısın Gideon? söz veriyorum bende aynısını yapacağım.

Koltuktan kalktıktan sonra yanıma geldi. Yatağımın kenarına oturdu. Saçımı yüzümden çekip kulağımın arkasında itti. Tüm bu zaman boyunca bakışlarım önümdeydi. "Söylediklerin bir anda olacak işler değil. Kötü bir sahneye mi tanık oldun? ya da yanlışlıkla bir yerde falan mı tıkılı kaldın? çocukken böyle şeyler olur" teselli mi etmeye çalışıyordu? öyle olmasını kaç kere dilemiştim, küçük bir çocuğun hatası olmasını.

"Ben annemi öldürmüşüm" titrek bir sesle itiraf ettiğimde Gideonun saçlarımda gezen eli dona kaldı. Yine de bir şey söylemedi. Gözlerim canımı kanırta kanırta doldu. "Annemin zayıf bir vücudu vardı. Doktor eğer bebeği doğurursa doğumdan çıkmasının yüzde elli ihtimali bile olmadığını söylemiş. Babam annemi çok seviyormuş yani anneannem öyle derdi. Annemden bebeği aldırmasını istemiş. Dedim ya annemin vücudu bebek büyütmek için elverişli değilmiş. Bebeği aldırırsa da bir daha çocuğu olmazmış. Herkesin itirazlarına karşı dik durmuş, beni doğuracağını söylemiş. Babamla bu yüzden çok kavga etmişler hatta az kalsın annem düşük yapıyormuş. Tabi kanaması çok olduğundan bu sefer daha da zayıflamış bedeni. Annem ne kadar güçlü durursa dursun doğumdan sağ çıkamamış" hızlı hızlı konuştuğumdan boğazım kurumuştu. Sanki çabucak anlatırsam çilem o denli kısa vaatli olacaktı.

"Yüzüme bir kere olsun bakmadı. Benden annemi öldürdüğüm için hep nefret etti. Ben de istemezdim ki annem ölsün. İstemezdim" hıçkırdım. Annem olsa bana bunları yaşatabilirler miydi? izin vermezdi ki. Tıpkı ölmeme izin vermediği gibi canımı yakmalarına da izin vermezdi. "Hep dadılar tarafından büyütüldüm. Ara sıra karşılaştığımızda bile attığı kin dolu bakışları unutamıyorum. Beni sevmesi için her şeyi yaptım. Dediklerini yerine getirdim, yine de bir kere olsun başımı okşamadı. Onunla aynı masada oturmama dahi izin vermezdi. Babam etrafımda ama hiçbir zaman yanımda değildi" küller hala içimde bir yerlerdeydi. Anılarımı yaktığımı söylesem de uzandığımda sıcak olduklarını hissedebiliyordum.

Soğumayacaklardı.

"Sonra... o kadın geldi. Bana yeni annen diye tanıttılar" hani annemi seviyordun baba? canıma kıymasını talep edecek kadar çok seviyordun? o zaman niye başka bir kadını aldın evimize? yatağına? ihanet etmiş olmadın mı annemin yadigarına? sevgisine? o vakte kadar sevdiği kadını öldürmenin yükünü taşıttığın bana? en başından beri sorun annemin ölümü olmamıştı. O adam sevemiyordu. Belki de dünyanın en güzel hissiyatından soyutlanmıştı. 

Bana sen öğrettin. Aslında kimsenin gerçekten hiç kimseyi sevemeyeceğini. Her şeyin gelip geçici heveslerden ibaret olduğunu. "Benim ondan haz etmediğim kadar, o kadın da benden haz etmiyordu. Ben fazlalık geldim ona. O da benden kurtulmaya kalktı"

"Sana bunu o mu yaptı?" bunu sorarken öyle bir tını kullanmıştı ki, bir an içinde bulunduğum ambiyanstan ürküterek çekip çıkarmıştı beni. Sesi kısıktı ama bir şiddet vaadi barındırıyordu. O kadını ele geçirse şuracıkta pençeleyerek, yırtacaktı boğazını. Kara Kurt dişisinin ızdırabına tepki veriyordu, davet ettiği şey saf mevt aurasıydı.

Yalnızca başımı salladım. Sustu. Konuşmasından daha çok korkutuyordu sessizliği. "Onun hoşuna gitmeyen bir iş yaptığımda, bazen de keyfine beni evimizin bodrum katına kilitlerdi. Evde kimin sözünün geçtiğini, kime daha fazla değer verildiğini göstermek amaçlı yapardı. Bir nevi o evde yerimin olmadığını ispatlamak istiyordu. Günlerce çıkarmazdı oradan. Ölmeyeyim diye de günde bir öğün gönderirdi. Evin tüm hizmetçileri de ne derse yaparlardı. Oraya ilk kez kapatıldığımda beş yaşındaydım. On beş yaşına kadar bunu yapmayı sürdürdü"

"Neden on beşinde vazgeçti?"

"Vazgeçmedi. Anneannem elinden aldı beni. Babam zaten varlığımı umursamıyordu. Bir keresinde ziyaret etmeye geldiğinde beni bulamadı, bodrumdaydım çünkü. Adımı bağırışını duyduğumda beni kurtarması için ağladım. Oradan çıkarıp, o kadının burnundan getirdi. Babama kızıp beni yanına alacağını söyledi. O da itiraz etmedi zaten. Aslında bir süre sonra alışmam gerekirdi. Sık sık oluyordu çünkü ama travma işte. Bir türlü üstesinden gelmeyi başaramadım" anlattıklarım tüm olanların yalnızca ufak bir kısmıydı. Duyduğum sesler ve eşyaları öfkelendiğimde hareket ettirebilmem daha da beter duruma düşürmüştü halimi.

Artık evdeki herkes benden korkmaya başlamıştı. On yaşında akıl sağlığımın yerinde olmadığını ileri sürüp beni hastaneye tıktırmıştı. Rüşvet verdiği doktor dosyama sahte evraklar yerleştirip duruyordu. Kaç kere ilaçlardan zehirlenmiştim? iğneler, seanslar beni daha da delirtmekten başka işe yaramamıştı. Sonunda eve döndükten bir sene sonra anneannem sayesinde normal bir insan gibi yaşamaya başlamıştım. Esaretimin görüntülerini acımasızca bastırdım. Onları yeniden hatırlamama izin vermeyecektim, hele o son geceyi.

O tokadı.

"Bir süre sonra karanlığın üstesinden gelmeyi başardım ama kilitlenmeye hala katlanamıyorum"

Gideon ona bakmam için beni sıkıştırmadı. Belimden kavrayarak, üzerine çektiğinde itiraz etmedim. Bağdaş kurduğu bacaklarının arasına oturttu. Başımı omzuna yaslayarak, orada ağlamaya devam ettim. Garip bir şekilde canım yansa da hafiflediğimi hissediyordum. "Kalbimi yerinden söktüler kim bilir kaç kez. Ama en acısı neydi biliyor musun?" diye sorduğumda "Hayır" dedi. Gülümsedim. Tüm kırık cam parçalarının batmış olduğu aciz bir gülümsemeydi. "Babam. Eğer onca şeye rağmen af dileseydi... affetmeye hazırdım"

Aptaldım. Bana yaptığı eziyete kıyasla hala onu bağışlayabileceğimi söylüyordum. 

Baba bile dememe izin vermeyen biri için.

"Gel benimle" dediğinde ne olduğunu anlamadan kucağından indirmiş, bileğimden tutarak çekiştirmeye başlamıştı. Odadan çıkıp solana geçtik, oradan da dış kapıyı açtı. Akşam karanlığı çöktüğünden etraf yalnızca cephe kısmına asılmış yağ lambaları sayesinde aydınlanıyordu. Gideonun evi klanın uzak bölgesinde olduğundan aşağılardan gelen sesler neredeyse yoktu. Üzerimize hiçbir şey almadan bizi alelacele çıkardı. Gökyüzünden inen kar tanelerini görünce şaşkınlıkla baktım. Yıldızlar gözükmüyordu, hava tamamen bulutlar tarafından esir alınmıştı. 

Kalın tutamlar şeklinde yağan kar taneleri o kadar sık ve hızlıca yağıyordu ki yerde çoktan kar birikintisi oluşmaya başlamıştı. Elimi havaya kaldırdığımda avucuma dolan kar tanelerimin verdiği serin hissiyatıyla gülümsedim. Sanki içimdeki kora basılmışlardı. Öyle bir ferahlıktı.

Kıkırdayarak etrafında bir tur döndüm. Gözlerimi kapatıp başımı yukarı kaldırarak, yüzüme düşmelerine izin verdim. Özgürlük. Evet, işte buydu. 

"Kurtlar için sürüsü her şeyden daha değerlidir. Aile ise bilhassa kıymetlidir. Her birini canımızdan bir parçaymışçasına korur, kollarız" sonunda konuşmaya karar verdiğinde kirpiklerimi araladım. Gözlerimin içine girmeye çalışan kar taneleri yüzünden arada rahatsız olsam da mehtabı izlemekten alıkoymadım kendimi. Karanlık uçsuz bucaksız gibi görünse de hala içinde beyazlığı taşıyordu. 

Biri olmadan, öteki de var olamazdı.

Başımı indirip Gideona taraf baktım. Benden yalnızca iki metre uzakta duruyordu. Kan kırmızısı rengindeki saçlarını gecenin örtüsü dahi gizleyemiyordu. Hele o gümüşi irisler... tamamen varlığının altını çizmek istermişçesine baskındı. Bu adam her haliyle karşı koyuyordu onu yok etmek isteyenlere. 

Doğanın şahsına bile.

"Gel gör ki sadakatimize ihanet edilirse söz konusu ailemiz dahi olsa öç almasını biliriz" ne söylemeye çalışıyordu? adımlarını bana doğru atarak, yaklaştı. Kar yağışının altında öylece birbirimizi izliyorduk. Elini yanağıma götürerek, şefkatle okşadı. Mühür sanki yanağımı ateşe veriyordu. Bana öyle geliyor olabilir miydi? "Bazen en yakınlarımız acıtır canımızı. Kaç kişi olmuş, ne şekilde zarar vermişler kimin umurunda? o ilk sıyrıktan sonra fark etmiyor oydukları yaraların sayısı. Hiç birine ihtiyacım yok. Ha yanımda durmuşlar, ha arkamda fark etmez. Sende bir gün ruhundaki berelerden kurtulacaksın. Baban tarafından sevilmene gerek yok, seni terk edenlerin hiç birinin sevgisine muhtaç değilsin Alysa" 

Ne kadar güçlüydü. Gideonun sarsılmaz bir karakteri vardı. Annesi Kara Kurt olduğu için onu suçlayıp gözlerinin içine intikam alıyormuşçasına baka baka kalbine makası saplarken bile durup ağlamamıştı. Bildiğimi bilmiyordu, söylemeyecektim. Bu yönüne hayran olmadan edemiyordum. Sevgisizlikten yakınıyordum. Kan kızılı saçlara sahip olan bu adamsa yalnızca ailesi değil, sürüsü, hatta tüm orta dünya tarafından dışlanmıştı. Ve o yine de kimseden medet ummayacağını buyuruyordu. İrislerinde ki inanç bunun kanıtıydı.

Bende yapabilir miyim? onun kadar dik durabilir miyim?

Başımı eğerek, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Yakındığından dolayı kanım damarlarımda çalkalanıyor, nabzım hızlanıyordu. Burnuma buram buram sandal ağacı kokusu doldu. İstemsizce bir soluk çektim içime. "Dünyadaki bütün renkleri gözlerin toplamış gibi ama en çok ateş, en çok o harlanıyor içerde. Senin gibi doğasını bu denli yansıtan ama inkar eden bir dişi daha tanımadım" güç bela yutkundum. Doğruyu söylüyordu. Gözlerimin içinde ki bin bir rengin en belirgini kehribar ve onun tonlarıydı yani ateşin en lekesiz hali.

Avucu kayarak, boynuma sonrada köprücük kemiklerime indi. Tenimi okşarken gözlerini gözlerimden bir saniye olsun ayırmamıştı. "Hala bana sahipsin" söylediği kelimelerin iyileştirici bir gücü varmışçasına teker teker açık yaralarıma dokundular. Tüm bedenim son raddesine kadar gerilmişti. "Geçmişi ait olduğu yerde bırak" kalbimdeki hapsedilmiş hissi kırmak istiyor gibiydi. "Bana teslim ol Alysa" kulağıma eğilerek fısıldadığında ne istediğini anlayan zihnim daha fazlasını kaldırmayacağını dile getirircesine sancıyordu. 

Vazgeçmeden fısıldamaya devam etti.

"Başkasına ihtiyacım yok, başkasına ihtiyacın yok. Tek yapman gereken bana teslim olmak"

Başkaları tarafından açılmış öyle çok yaram vardı ki hangisi nerede yerlerini bile söyleyemiyordum. Seçemiyordum, kim tarafından ne diye açıldıklarını. Hiçbiri kabuk bağlamadı. Sanki lanetlenmişçesine kanamayı, özümü süzmeyi sürdürdüler. Sonunun geleceği o güne dek, vazgeçmeden. Ama şimdi... herkesin musibet olarak adlandırdığı Kara Kurt sayesinde ilk pıhtının attığını hissedebiliyordum. Onca yıl bekledikten sonra gerçekten kabuklanacaklar mıydı?

Gideon gözlerini bana çevirip yandan baktığında oradaki arzuyu, isteği gördüm. Kırıntılar şeklinde sabırsızlıkta seçiliyordu. Cevabımı beklediğinden mi? çenemi sıktım. Neden tek kelime edemiyordum? kimseye ihtiyacı olmadığını söyleyen bu adam kaderlerimizi birleştirmeyi teklif ediyordu. O vakit daha güçlü olacaktık biliyordum. Eskiye dayandığım öylesine kirli bir mazim vardı ki, öylesine şüphe doluydum ki... Eğer Gideona teslim olursam ve hayal kırıklığına uğrarsam bu sefer biterdim. Benden hiçbir şey kalmazdı geriye. 

Belimdeki kolunu sıkılaştırıp, sıcak nefesini boynuma verdi. "Önemli değil. Acelemiz yok" gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Beni anlıyordu. Cümlelere başvurmama gerek kalmadan, tek bir mimiğimle aklımı okuyan biri vardı artık. Kollarımı kaldırarak, ellerimi omuzlarına götürüp sıktım. Seni ret etmek istememiştim Gideon. "Ağlama. Bundan hoşlanmıyorum" dedikten sonra çenemi tutup yüzüme yaklaştı. İfadesinde kararlılık kol geziyordu. "Beyaz Cadı olsan dahi seni Dişi bir Kurt gibi yetiştireceğim kalbi esefli kızım benim. O vakit gelene kadar istediğin kadar saklanmayı sürdürebilirsin" neden aptal gibi başımı sallayıp "Tamam" demiştim ki sanki? beni utandırıyordu.

Yanaklarımdaki yanmayı yakaladığı gibi gümüşleri bir süre orada oyalandı. Şuanda gözüne uslu bir kız çocuğu gibi geldiğime yemin edebilirdim. Kavrayışı sıkıydı. Belimden çekerek, göğsümü, göğsüne bastırdı. İrislerinin dudaklarıma düştüğü saniyede dudaklarımı araladım. 

Bende istiyordum.

Ayak parmaklarımın üzerinde yükseldim. Yaklaştığımda, üst dudağımı kavrayıp öptü. Ardından durmadan aynı işlemi alt dudağıma da uyguladı. İstekle karşılık veriyordum. Daha önce kimseyle öpüşmediğimden acemi olsam da onu taklit etmem yetiyordu. Saniyeler sonra yağan karın altında, öpüşürken çıkardığımız sesler yalnızca bize aitken, birbirimizin dudaklarında soluksuz kalmaya devam ettik. 

Yüreğim göğsümün içinde burkuyormuş gibi hissettim.

Kirpiklerimi araladığımda, bunu hissetmişçesine gümüşlerini serdi önüme. 

Ona aşık oluyordum...

"İnanılır gibi değil! hangi akıl sağlığı yerinde olan insan bu zulmün öz çocuğuna yapılmasında sakınca görmez!" kahvaltıdan sonra Gideon; Ruby nine, Yulier, Hyuga ve Metusun eve geleceğini söylemişti. Arastada gördüklerim hakkında tartışacaklardı. Ambara kilitlenmeden önce bu konuyu konuşmak için ayrılmışlardı lakin başıma gelenlerden sonra yarıda kesilmişlerdi. Dün ki öfkesinden sonra gördüklerimin sıradan kaçakçılıkla alakası olmadığını idrak etmiştim. Tehlike çok farklı bir noktadan gelecekmiş gibi hissediyordum. İmgedeki kişilerin anlaştıkları ırk elfleri andırsa da tuhaf bir şekilde onların olmadığını da düşünüyordum. Zira tanıştıklarımdan aldığım sezgiyle, gördüklerimden aldığım uyuşmuyordu. 

Geçen geceden sonra sol göğsümde yetişen yumrunun ne olduğunu çözmüştüm. Nihayet ismini koyduğumdaysa Gideonla aynı çatı altında kalmak normalden daha da zorlaşmıştı. Yanımdayken geriliyor, yaklaştığındaysa nefesimi kesiyordu. Zaten ona verdiğim garip tepkileri zapt etmek gayret isterken, şimdiyse bu duyguların neden beni etkilediğinin bilinciyle karşı koymaya çalışıyordum. 

Böyle olmamalıydı. Sevginin ne olduğunu tatmamışken, aşık olmak? tamamen gülünçtü. Ne yapacağımı, bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilemediğimden kaçınıyordum. Hatırladıkça sıcak basıyordu. Karın altında başka zaman olsa oldukça romantik sayılacak biçimde öpüşmüştük. Ve ben ona karşılık vermiştim! kalbimin o dakikalarda patlayacağını sanacak kadar kendimi yitirmiştim. Yanlış bir şey yapacak korkusuyla doluyordum. Bu da telaşa sürüklüyordu. Mühürde Gideona benim duyumsadıklarımı mı aşılıyordu? nasıl baş ediyordu bu karmakarışık duygularla.

Diğerlerinin geleceği haberini aldığımda rahatlamıştım. Baş başa kaldıkça aptallaşacak, ona tedirginliğimi sezdirecektim. İlk gelen Yulier olmuştu. Erkenden gelmesinin altında sorguya çekilecek olmam yatıyordu, haklı da çıkmıştım. Travmalarımı Gideona anlatmak nasıl onur kırıcıysa, Yulier'in dehşet verici sıkıştırmasıyla bir kez daha açıklamaya koyulmak o denli gücendiriciydi. Az evvel sinirle çocukluğumu savunanda oydu.

Cidden gözü dönmüştü. Gidebileceğini bilse evimin adresini soracaktı! yapacaklarını hayal ettiğimde bir yanım keşke o günlerde tanışsaydık diyordu. Arkamda Yulier gibi sindirilemez birinin olduğunu varsaymak olanları kolay atlatmamı sağlardı belki de. Babamın aksine sadece birkaç aydır tanıdığım kişilerin hakkımı savunması utandırıyordu. Alışmam gerekiyordu değil mi? onlar beni sürüden sayıyorlardı. Gideonun konuşmasından da çıkardığım kadarıyla hep yanımda olacaklardı. 

Aile. 

Kalbimi saran bu sıcacık hissiyatı sevmiştim.

Elimi elinin üstüne koyup sıktım. "Teşekkür ederim ama hepsi geçmişte kaldı" kalmamıştı. Yine de onu üzmek istemiyordum. Verdiği destek paha biçilemezdi. Yulier iç çekti. "Biliyorum ama sinirlenmeden edemiyorum. Seni ambarın içinde nasıl bulduğumu bilmiyorsun. Kendini kaybetmiş gibiydin, titriyordun. Sana seslenmeye çalıştım ama sen Gideonun adını sayıklayıp duruyordun" dediğinde taş kesildim. Bir şeyler söylediğimi anımsıyordum ama ne dediğimden haberim yoktu. 

Çaresizce Gideonu çağırmıştım.

Bakışlarımı kaçırdım. Nöbet geçirmeye çok yakınken davranışlarımı kontrol edemiyordum. Vücudumun hatırladığı ruhsal travma, kafamdaki mantıkla örtüşmüyordu. Zihnimi karanlık bir kafese hapsediyordu. Bu adamın hayatımda edindiği yer ödümü koparıyordu. Ya bir gün gelirde onsuz yapamaz hale gelirsem? İnsan bilinmeyenden korkardı, korkuyordum.

Bacağımı sıktım. "İyi olacağım" diye mırıldandım.

Yulier'in konuşmasını engelleyen şey diğerlerinin gelmesi olmuştu. İçeri girenlere ufak bir bakış atıp açtığı ağzını kapattı. Anlattıklarımın aramızda kalması gerektiğini söylememe gerek yoktu. Hyuga Yulier'in yanına oturarak, kolunu arkasına attı. Ruby nine tekli koltuğa geçmişti. Diğeri zaten Gideon içindi. Metus ise koltuktaki yastıklardan ikisi alıp biri altına koydu, öbürünü de kucağına yerleştirdi. Yer kalmadığından tahta zemine geçmişti. 

"Alysa nasılsın kızım? başına gelen talihsizliği işittim"  

"Daha iyiyim" tebessüm etmek için uğraştım. Ruby ninenin endişeyle kırışan hatları gevşedi. Yüzümdeki solukluk geçtiğinden iyi olduğuma kanat vermiş olmalıydı. "Sana bunu yapanı bulacaklardır. Cezası neyse verilecek merak etme" dediğinde kafamı salladım. Gideon çoktan dört bir yanda araştırma yapıyordu zaten. Bende bunu kimin ve neden yaptığını bilmek istiyordum.  

Klanda varlığımdan rahatsız olan birileri olmalıydı.

Salonun koridor kısmındaki kapısı açılınca eşikte Gideon göründü. Bize şöyle bir göz atıp yerine oturdu. Gelmesini emrettiği herkes buradaydı. Sabahtan beri çalışma odasına kapanmıştı. Orada yalnızca düşünüp durduğuna inanmak istemiyordum. Hayır, uyumamıştı bile. Arada sırada gözlerini açık tutmak için direniyor, kaşlarını çatıyordu. Yorgun olduğu halde neden dinlemiyordu? illa birisinin hatırlatması mı gerekiyordu? bedenine hiç dikkat etmiyordu. Sinirleniyordum. Ona karışırsam çok ileri gitmiş olur muydum? 

Bu ikilemler beni tüketecekti!

Ruby nine ve Yulier'e kasıtlı konuşarak "Size Satirlerin konuşmalarından ve Alysa'nın görüsünden bahsetmiştim" dedi. Yulier'e hangi ara anlatmışlardı? ahh tabi ya Hyuga çıtlatmıştır. "Ölü Mana satışlarının yasak olduğunu biliyorlar! nasıl bir belayla uğraştıklarının farkında olmadıkları için kaynağa yaklaşmalarını hor görmüyorum. Lakin yaklaşmakla kalmayıp bir de stoklamak bağışlanamaz! Alysa'nın gördüğü şahıslar diğer taraftan olmalı. Başka kim ölü manaya ihtiyaç duyar ki?" Yulier'in çıkışından sonra Hyuga onaylaydı. "İki yüz elli yıldır süren sınır güvenliğini ihlal ettiler. Sınırı gözeten Bekçilere ne olduğunu merak ediyorum. Böyle bir ihmal ancak iki şeyle açıklanabilir"

"Ya rüşvet alıyorlar, ya da Bekçileri ortadan kaldırdılar" Metus Hyuganın sözünü ettiği iki olasılığı açıkladığında sessizlik oluştu. Konu hakkında bilgim olmadığından ilgimi cezbedip duruyorlardı. "Ölü mana'nın ne olduğunu biri bana açıklayabilir mi? mümkünse diğer tarafı da unutmayın lütfen" aramızda yaşının getirdiği deneyimle bilgisi çoğalan Ruby nine izah etme görevini üstlendi.

"Titanların yarattıkları kaosla birlikte diyarı savaşa nasıl sürüklediklerini hatırlıyor musun?"

"Evet"

"Sana onlara yardım edenlerin Kara Cadılar olduğunu söylemiştim. En büyük katkı onlarındı lakin bir süre sonra güçleri arttıkça müttefiklerini çoğalttılar. Orta diyar, aydınlık taraf ve karanlık taraf diye iki sınıfa ayrılır. Aydınlık taraf bizim de içine yerleştiğimiz topraklardır. Kurtlar, Elfler, Periler, Cüceler, Sentorlar ve sayısız ırk tabiatın sevgili çocuklarıdır. Ruhları ışıkla yıkanmış kimselerdir. Karanlık taraf ise doğanın dengesini kurmak için saydığım ırkların karşıtı olarak doğmuş kötülüklerdir. Senin imgende gördüğün yaratıkların Elfler olduğunu söylemiştin. İddianda haklısın ama eksiksin de. Elfler ışığın tohumu fakat Kara Elfler gölgenin tohumudur" 

"O yüzden tenleri siyahtı" sezdiğim garip hissiyatın cevabı buydu. Suçlular Elflerdi, aynı zamanda değillerdi de. Hadiseyi tutarlı boşluklara yerleştirmek kafa karıştırıcıydı. "Güzel noktaya parmak bastın. Aydınlık tarafın nasıl açık renkli işaretleri varsa, Karanlık tarafında koyu renkli işaretleri vardır. Örnek verecek olursak perilerin balık puluna benzer derilerini gösterebiliriz. Kara perilerin ise pulları siyahtır ve göz bebekleri yoktur, sonsuz bir karanlıkla örtülmüşlerdir"  

"Sinsilerdir. Gerçek suretlerini saklarlar. Sen kavrayamadan kandırıp kötü emellerine alet ederler, tuzağa çekerler. En beteri cesedini bile rahat koymazlar" Metus araya girdiğinde öğrendiğim şeyler daha da netleşmişti. Yüzünü buruşturup duruyordu sanırım anıları depreşmişti. 

"Bir dakika. O zaman hepsinin ten rengi Elfler gibi siyah olmuyordu mu?"

"Bu da diğer sorunun yanıtı. Karanlık tarafın sakinlerinin bizden farkı yoktur. Birbirlerinden seviyelerle ayrılırlar. Ölü Mana işte burada devreye giriyor. Tanık olduğun o dumansı şey ölülerden geliyor. İnsan olmayan ve büyü gücüne sahip olan her form cinayete kurban gitmiş veyahut kin duyarak ruhunu teslim ettiyse cesetlerinden ölü mana sızmaya başlar. Bu mana büyülerinin evrim geçirip kirlenmiş halidir. İntikam alamadıklarından bir nevi şeytanlaşırlar. Karanlık taraf bu ölü mana ile beslenir. Onlar için uyuşturucu gibidir. Kullandıkça kullanır, en sonunda da tenleri kararmaya başlar. Tehlike işte o vakit başlıyor. Zira ölü mana bir yandan da kanlarını, etlerini güçlendirir. Dokundukları aydınlık taraf kişilerini zehirleme yeteneğine sahip olurlar. Ölü mananın bir tedavisi olmadığından bulaşanlar çok geçmeden delirerek ve büyük bir acı eşliğinde ölürler" 

Nutkum tutulmuştu. Resmen ölü manayla beslenen canavarları görmüş hatta birinin beslenişini izlemiştim! o şeyi içerken aldığı zevk gözümün önüne gelince tüylerim diken diken oldu. Tıpkı bir bağımlı gibi davranmıştı. "Ölü mana yayan ceset yaşarken ne kadar güçlüyse sızıntıda o denli kuvvet verir" Güçlenmek için ölü mana arayışındaydılar. Amaçları neydi? aydınlık tarafın topraklarına geçecek kadar mı büyüktü emelleri? Gideonun neden gözünün döndüğünü şimdi daha iyi anlıyordum. Yaptıkları kışkırtma açıkça savaş ilanıydı! 

"Gideon bu olay bir tek bizi ilgilendirmiyor. En kısa sürede diğer ırklarla iletişime geçmeliyiz. Eğer gerçekten bir savaş hazırlığındalarsa erkenden hazırlık yapmamız şart"

"Yanına iz sürmede yetenekli birkaç kişi alıp sınır bölgesine git. Bekçilerin durumlarını öğren, yaşıyorlarsa sorgula. Şayet karanlık tarafla iş birliği yapmışlarsa onlardan alabildiklerini al ve kafalarını kopar. Irklara gönderilecek haberle Metus ilgilenir"

"Tamam" Hyuga anında kabul ettiğinde Yulier'e baktım. Mimikleri kıpırdamasa da hüzünlenen yeşilleri Hyuga'nın tekin bir yere gitmeyeceğinin ispatıydı. Kocasını her göreve gönderdiğinde geri gelip gelemeyeceğinin ağrılı bekleyişi sarıyordu dört bir yanını. Bunun alışılır bir tarafı yoktu. Göz ucuyla Gideona baktım. Sanırım kaderimizde bu adamlar için endişelenip durmak vardı.

Anlattıkları her şey kabul edilebilirdi. Lakin kıymık misali sinir uçlarımı dürtüp duran soru bir türlü dudaklarımın arasından çıkmıyordu. Gideon ölü mana beni zehirlemesin diye dumanı emmişti. Elista köyünde de içimdeki karanlığı yutmuştu. Şu ana kadar zehirlenme tarzı hiç bir belirti göstermemişti. Gideonu etkilemiyor muydu? neden karanlık ona zarar vermiyordu? bağışıklığı olamazdı değil mi? 

Dış kapı kuvvetlice vurulduğunda Yulier ayağa kalkarak "Ben bakarım" deyip kayboldu. Hyuga'nın gidişinin verdiği kalp yükünü hazmetmesi zaman alacaktı. Hyuga da dalgındı. Emri alırken sert bakan irisleri karısının arkasında takılı kalmıştı. O da geride bıraktıklarının sancısıyla baş etmeye çalışıyordu. Kalan bir, iki ayrıntıyı konuşurlarken iki dakika sonra görünmüştü Yulier.

"Kimmiş gelen?" Ruby nine sorduğunda Yulier rahatsızlıkla yerinde kıpırdandı. "Elflerin yolladığı heyet Kalash'a ulaşmış onu haber vermeye gelmiş İon" dedikten sonra dudaklarını birbirine bastırıp Gideona baktı. 

"Heyetin başındaki kişi Aramil"...

დ Ay Alysa sonunda duygularının farkına vardıııı! şimdi neden kendini çektiği, kolay kolay kimseye güvenmediğini anlıyor musunuz? kız kolay bir çocukluk yaşamamış. Bu tarz kişilerde sorun hep olur. Empati kurarak kitabı okumaya çalışın <3

დ Bianna çok fena değil mi? Aramili yollamış :D :D :D acaba Gideon bunu nasıl karşılayacak?

დ Sizce Karanlık taraf ne planlıyor olabilir?

დ Bölümü sevdiniz mi? en sevdiğiniz kısım neresi oldu? Yıldıza basmayı unutmadınız değil mi?

BY BY <3



  





Continue Reading

You'll Also Like

4.1K 394 32
Birbirlerine sahip iki kız kardeş. Çürümüş ve Yıkılmış bir dünyada, hayatta kalabilmek için mücadele ediyorlar. Yapılan bir iyilik tüm dengeleri bozu...
YALANCI PRENSES By Berfin✨

Historical Fiction

70.9K 6.2K 54
WattpadRomanceTr'nin Tarihi Kurgu okuma listesinde. Ranewen çalışmayı reddederek sisteme baş kaldırdı. Bunun cezası belliydi. Kralın özel olarak seçt...
7K 815 23
Cahiliyet, halkımızı yok etti. Bu savaşta, bu özgürlük savaşında binlerce Osmanlı kazığı üzerinde asker ve duygularımı kaybettim. Padişahların kurduğ...
754K 64.6K 93
Wattys 2020 Genç Yetişkin kazananı.🏆 Yıldızlar üzerimizde parlarken kafamı kaldırdım. Gözlerindeki derinliğe bakmaya dayanamıyordum. Bir erkeğin ben...