KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|

By endless_Q

3M 266K 123K

Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Para... More

❄FRAGMAN
❄KURT'UN ÇAĞRISI
❄ FALCI
KİTABIN VİDEO FRAGMANI!
❄KANLI AY
❄ FİRAR
❄KANDAN DAHA KIZIL
❄BEYAZ CADI
❄KOLYE
❄️ AKÇA AĞAÇLARI
❄️ULAK
❄️ MANTİKOR
❄UYANAN ÖLÜLER
❄️ KAVGA
❄️ ÇAĞRI
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 1-
❄️ KURT'UN KALBİ -PART 2-
❄GÜNAHKAR TUTKU
❄ DİLEK FENERİ
❄️ KONSEY
❄️ ÖRÜMCEK ZAMBAĞI
❄️SİYAH HALKA
ALYSA'NIN DÖVMESİ!
❄️ ÖLDÜR!
❄️AV
❄️FISILTI GÖLÜ - PART 1-
❄️ ÖLÜ MANA
❄️GEÇMİŞ
YENİ KİTAP!!
❄️KOKU -PART 1-
❄️KOKU -PART 2-
❄️AVCILAR
❄️TESLİMİYET
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 1-
❄️MEZAR SOYGUNU -PART 2-
❄️ÖDÜL
❄️DOLUNAY
❄️YUMURTA -PART 1-
❄️YUMURTA -PART 2-
❄️SEMÛM ATEŞİ
❄️SARHOŞ
❄️HADME
❄️RUH AYNASI -PART 1-
BİLGİLENDİRME!
❄️RUH AYNASI -PART 2-
❄️RUH AYNASI -PART 3-
❄️RUH AYNASI -PART 4-
❄️NEFES KESİĞİ
❄️ÖTEKİ DİYARIN ÇİÇEĞİ
❄️KARA TOHUMLAR -PART 1-
❄️KARA TOHUMLAR -PART 2-
❄️TABLO
❄️ÖLÜM HIRILTISI
❄️BİR AVUÇ YALNIZLIK
❄️ÜÇ KURT'UN EFSANESİ
❄️KARA ŞAMAN
❄️AMENTHES
❄️KIRIK DİYAR
BİLGİLENDİRME!
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 1-
❄️YANAN ATEŞİN SESİ -PART 2-
❄️GECE BASKINI
❄️ZAMANIN ÖTESİNDE
❄️VELLAÏ -PART 1-
❄️VELLAÏ -PART 2-
❄️VELLAÏ -PART 3-
❄️BOZUK TERAZİ
❄️LABRİS HARABELERİ
❄️ASLA DÖNÜŞ
❄️EVLİLİK RİTÜELİ
❄️KAYBOLAN MÜHÜR
❄️KALP ATIŞLARI
❄️AİLE
❄️KIRMIZI DRASENA
SORU-CEVAP!
❄️GÖMÜLME YERİ
❄️LANETLENMİŞ HAFIZA
❄️KİME YALVARMALIYIM?
❄️ŞEYTAN KAVŞAĞI
❄️FİNAL

❄️FISILTI GÖLÜ -PART 2-

47.3K 3.7K 3.1K
By endless_Q

Multimedia - Justin Bieber - Feat. Big Sean / as long as you love me.

Bölüm 5749 kelimedir...

Bölüm 30 sayfaya falan denk geliyor.
Pazartesi tezime başlıyorum inşallah şans dileyin ❤️ böylelikle diğer bölümün geç gelecek olması telafisi olarak varsayın. Çünkü Su Tanrısının Gelini de 2 Part şeklinde gelecek büyük ihtimalle. Onuda üst üste paylaşacağım.

▏₰ Alysa

Mavi.

Dünyada sınırlanmamış tek şeydi belki de.

Onun rengine sahip olan her şey özgürlüğü barındırıyordu. İçine kabul edildiğim göl artık dinlenebilirsin dermişçesine gittikçe dibe çekiyordu bedenimi. Kalbimi ise derin bir telaş sarmıştı. Korkum burada boğulacak olmamdan kaynaklanmıyordu. Anormal bir şekilde sakindim. Tek derdim patlamanın aldığı canlardı. Şuanda tasalandığım şeyi duyan biri intihara meyilli olduğumu sanabilirdi. Güçlerim kontrolden çıkarak, içimdeki enerji birikimini dışarıya salıp büyük bir yıkım gerçekleştirmişti. Tanrım hazırlıksızlardı! Kalash'ın sürüsünün tüm dikkati Kara Cadıya yönelmişti. Eğer birine bile benim yüzümden bir şey olmuşsa... kendimi asla affetmezdim.

Yapmıştım işte! söyledikleri gibi güçlerimi durduramamış onlara zarar vermiştim! benim hatam sayesinde Klan belki de zarara uğrayacaktı. Bu alemde zayıflık ölümle bağdaşıyordu! düşüncelerimin tesiri sahip olduğum azıcık havayı da hızlıca tüketmişti. Ciğerlerim oksijen ihtiyacıyla kasılırken, yuttuğum onlarca su da bir yandan beni boğuyordu.

Ağzımdan çıkan baloncuklarla çırpınıp durdum ama nafile, buradan kurtulamayacaktım. O denli yorgundum ki şu kadarcık çaba bile parmağımı kıpırdatamayacak hale getirmişti beni. İçgüdüseldi hareketlerim. Çünkü ruhumun aksime bedenim yaşama tutunmak istiyordu. Göl tahmin ettiğimden derindi. Su kimsenin eli değmemişçesine temizdi. İçinde birçok kaya ve dibinde birikmiş taşlar vardı. Her yerde yetişen yosunlar burada da büyümüştü. Su temiz olsa da içindeki toprak ve diğer şeyler yüzünden hafif bir bulanıklığa sahipti. Elimi kaldırarak, usulca yukarıya doğru uzattım. Sanki böyle yaparsam dışarıya, suyun içinde gördüğüm gökyüzüne ulaşabilirdim.

Gözlerim yarı yarıya kapandı.

Pes mi etmeliydim? hücrelerime kadar tüm etim, hatta kemiklerim sızlıyordu. Uyandırdığım gücün geri tepmesi içsel hasara maruz bırakmıştı vücudumu. Su sayesinde serinlediğimi hissetsem de kanıma karışmış ateş sönmüyordu. Diri diri yanıyor gibiydim.

Gölün dibine yaklaştıkça ışıktan uzaklaşıyordum.

Çoğalmaya başlayan karanlık ruhumu çekiştiriyordu. Sonumun her zaman nasıl olacağını merak eder dururdum. Sanırım artık öğrenmiştim. Koca dünyanın içinde hep bir başımaydım. Kimsenin yüreğine dokunamamıştım. Komikti. Cidden yaşamam kimin yararınaydı? beni sevecek bir ailem yoktu. İtiraf etmek acı olsa da hiç kimsem yoktu. Yetim olsam herhalde bu kadar işkence çekmezdim. Varlığımı ebeveynlerime borçluydum. En başından terk edilseydim geleceklerine dair umut bağlamazdım. Yaşadıklarını, dışarıda bir yerlerde nefes aldıklarını bile bile onlardan uzak kalmaya çalışmak... en zoru buydu.

O adam... beni asla kabul etmeyecekti.

Yeni bir baloncuk dalgası ağzımdan çıktığında son nefesimi verdiğimi biliyordum.

Ölümün bahşettiği soğuk his tenime dokunmuştu.

Neredeyse gölün dibine vardığımda ileride gözüme bir şey, bir ışık çarptı. Yoğunluğu çok azdı sanırım parlak bir nesnenin yansımasıydı. Görüşüm gittikçe bulanıklaştığından ne olduğunu seçemiyordum.

Işığın oradan gelen aura... gölden aldığım rahatsız hissiyatı andırıyordu. Ana kaynağı orası olmalıydı. O halde sorun gölde değildi, sorun o yerden gelen nesnedeydi.

'Öl!'

Duyduğum fısıltıyla birlikte gözlerimi büyüttüm.

'Yaşamanın bir anlamı yok'

'Öl!'

Kim? siz kimsiniz?!

Fısıltılar duraksamadan çoğaldı. Yerini çıkarmaya çalışsam da, adeta tüm göl canlanmıştı. Sesler her yerden geliyor, yankılanıyor, inatla kulağıma fısıldıyorlardı.

Kesin sesinizi! siz söylemeseniz bile anlamı olmadığını biliyorum!

'En sevdiklerin sana ihanet etti!'

'Seni asla sevmeyecekler!'

'Kimsesizsin!'

Titreyen ellerimi büyük bir inatla hareket ettirerek kulaklarıma bastırdım. Suyun altında bu yaptığımın abes olduğunu idrak ediyor olsam bile seslerden kurtulmak için her türlü yolu deniyordum. İşe yaramıyordu. Direk beynimin içerisindeydiler!

'Uğursuzluğun seninle birlikte onu da yok edecek'

Her söylediklerine katlanabilirdim. Yalan söylüyor değillerdi sonuçta. Onlar beni kabul etmeseler de, zorla kabul ettirdikleri doğruları hazmetmiştim. Ruhuma bıraktıkları her bir yarayı yeniden yeniden kanatmaları neyi değiştirirdi? kazısam bile hissizleştiğimi biliyordum. Beni duygularımdan, acılarımdan soğutmayı başarmışlardı. Ama son söylenen fısıltı... işte bu en büyük darbeyi vurmuştu kalbime.

Zira cümleyi işittiğim anda gözlerimin önüne gelen bir çift gümüşi göz en ağır direnişimdi.

Sırf yanındayım diye canını yakacaklardı ya da bizzat, ben yakacaktım.

Ellerimi yavaşça kulaklarımdan çektim. Sanırım buna razı gelebilirdim.

Çok geç olmadan önce... vazgeçerek.

Her şeyden... kendimden bile.

Gözlerimi yavaşça kapatarak kendimi tamamen göle bıraktım.

Fısıltılar kazanmıştı.

Görüşümün tamamen yok olmasına ramak kala gölün içerisine biri atladı. Evet, ayna misali duran sahnemi dalışıyla birlikte bozan kişinin kim olduğunu göremeyecek kadar bilincim uyuşmuştu.

Büyük bir hızla bacaklarını hareket ettirerek bana doğru geliyordu.

Kim?

Başkasına ait eller yanaklarımı kavradı. Bana ulaşmış olmalıydı. Gözlerim milim bir açıklıkla duruyordu. Öyle ki dışarıdan kirpiklerimin tamamen kapanmış gibi göründüğünden emindim.

Yanaklarımı tutan eller başımı kendisine yaklaştırdığında dudaklarımdaki baskıyı hissettim. Beni tetikleyen şeyin bu olduğundan şüpheliydim. Yine de son bir kuvvetle gözlerimi araladığımda görebildiğim tek şey mavi suyun içerisinde dans eden kırmızı saçlardı.

Çok güzellerdi.

Bir gülü kıskandıracak kadar hem de...

Burnumda hissettiğim tutuşun ardından dudaklarıma biri nefesini üfürdü. Ellerini geri çektiğini anladığımda tam rahatlayacağım derken bu seferde baskıyı sol göğsümün üzerinde hissettim. Ne oluyordu? canımı yakacak güçteki basınç dakikalarca devam etti. Birkaç kere daha başkasının nefesi izinsizce dudaklarımdan içeriye girdi. Karşı koymak istiyordum fakat yapamıyordum.

"Sikeyim hadi!" biri vardı.

"Alysa sakın... sakın!" derken bağırıyordu ama nedense cümlesini tamamlayamıyordu. Alysa... bana sesleniyordu. Daha fazla dayanamayıp "Kahretsin!" diye kükrediğinde taşan ses uzandığım zemini titretmişti.

Ne kudretti bu böyle.

"Gidemezsin! izin vermem!" inatçılığına karşı kaşlarımı çatmak istiyordum. Belki de kızgınca söylenmek ama... duygularımdaki çalkantıyı yok sayamıyordum. Onunla mı kalmalıydım? göğsümdeki baskı bu sefer daha güçlü bir şekilde geri geldiğinde en sonunda boğazıma takılmış şeyden kurtarmıştı beni. Anında yattığım yerden kalkıp ciğerlerimde toplanmış suyu öksürerek çıkardım. Peşe peşe öksürüyor, kursağım acısa da duramıyordum. Sonunda tüm sudan kurtulduğumda derin derin solumaya başladım. Gözlerimi kırpıştırdım. Nerede olduğumu görmeye çalışsam da kolumdan tutarak beni göğsüne bastıran kişi tarafından engelledim.

"Lanet olsun bunu bir daha sakın yapma!" Gideonun sesi olduğunu kavradığım anda gerildim. Bana sarılanda oydu. Azarlıyor muydu o şimdi beni? kafam durmuştu. Ne yapmıştım ki?

"Alysa iyi misin?" başımı biraz oynattığımda Gideonun arkasında bana endişeyle bana Metus'u gördüm. "İ.. yiyim" dedim. Olan biten her şey zihnime doluşmuştu. Neredeyse boğuluyordum! Metus verdiğim cevapla rahatladı. Gözlerini Gideona çevirdiğinde sessiz bir şekilde bana sarılmayı sürdürdüğünü fark ettim. Sandal ağacı kokusu buram buram teninden tütüyordu. Bu gerilen kaslarımın rahatlamasını sağladı.

Güvendeydim.

Beni kurtarmıştı. Gölde kendimden geçmeden önce hatırladığım en son şey onun suyun içerisinde yüzen saçları olmuştu. Unutulması zor bir görüntüydü. İç çektim. Sanırım biraz önce bana suni teneffüs yapanda oydu. Kaygılı tınıda hafifçe bulunan titreklik... Tanrım oydu. Öleceğimden mi korkmuştu? ama neden? onun için bu kadar değerli miydim?

Kalbim deli gibi çarpıyordu. "Bana bunu bir daha yaparsan seni mahvederim" dediğinde istemsizce kısılmıştı bakışlarım. Küçük bir çocuk gibi bana sarılarak tehdit ediyor oluşu içimde bir yerlere dokunuyordu.

Tatlı bir sızı şeklinde.

"Biraz daha buradan çıkmazsak diri diri yanacağız!"

Metus'un ne saçmalığını anlamak istercesine Gideonun kollarından ayrıldım, bana mâni olmadı. Kulağıma doluşan çıtırtı sesleri ve sırtıma vuran sıcaklık... genzimi yakan kokuyu aldığım anda gözlerime dehşet vurdu.

Orman cayır cayır yanıyordu!

Neredeyse tüm ağaçlar tutuşmuştu. Öyle ki ateşten bir denizin ortasında mahsur kalmıştık. Turuncu ateş gökyüzüne kadar yükseliyor, siyah bir duman bırakıyordu. Toprak! toprağın üzerinde şuncacık kalmış otlar bile tutuşmuştu. Hava tamamen karbondioksitle dolmuştu. Nefes alıp vermek güçleşiyordu. Dumanın yarattığı sis görüş alanımızı da kısıtlamıştı. Ekhidna cesetleri de ateşten payını alarak küle dönmüştü. Bazıları kömürleşse dahi yanmayı bırakmamıştı.

(Ayı yokmuş gibi davranın. Aklımdaki en iyi görüntü buydu maalesef)

Biz tam gölün başlangıcında durduğumuzdan ateş daha buraya kadar ilerlememişti. Aklıma gelen düşünceyle birlikte taş kesildim.

Gözlerim doldu.

Buna sebep olan bendim.

Yutkundum ama oraya takılmış düğüm geçmedi. "Nerede?" diye sorduğumda ikisi de bana baktı. Dolan gözlerimi Gideona çevirerek kolundan tuttum. "Diğerleri nerede? Kalash'ın sürüsü! Yulier! Hyuga! onlara ne oldu!?" yalvarırım iyi olsunlar. Yalvarırım zarar görmemiş olsunlar. Gideon bu korkunç manzaranın sorumlusu olduğumun bilincindeydi. Yangının genişliği ne büyüklükteydi acaba? ormanı kurtarmak mümkün müydü? biraz sonra ağlayacağımı bildirircesine çenem titriyordu. Gideon elini uzatarak çenemin ucunu okşadı. "Sakinleş" dediğinde daha da delirdim. "Bana sakinleşmemi söyleme! sorduğum soruya cevap ver!" neden irislerinde bana karşı derin bir şefkat okuyordum? kızmalı, yaptığımı yüzüme vurmalıydı! belki de benim yüzümden arkadaşlarını kaybetmişti!

"Hepsi iyi. Bu tarz olaylar her zaman olabilir diye hep tetikteyizdir" Metusun dediklerini duyunca afallamıştım. "A.. ama Kara Cadıya odaklanmıştılar" sırıttı. Umarsızca omuz silkti. "İlk defa onlardan birini görüyor değiliz. Hem burada yaşayan herkes dikkatsizliğin ölümle sonuçlanacağını bilir. Tamam bazen ahmaklık yapanlar olmuyor değil ama bu onların suçu. Ayrıca ikinci grup olarak senin akıl almaz güçlerinin patlayacağını anladığımızda yanımızda getirdiğimiz büyü taşlarını kullandık" avucunun içinde kararmış, kristale benzeyen küçük taşları gösterdi. "Bunlarla koruma kalkanı oluşturabilirsin. Ama gel gör ki senin güçlerin karşısın da dayanıksız çıktılar. Gideon daha üst seviye cevherler almalıyız" dediğinde Gideon "Alacaklarımız listesine ekle" demişti.

Gerçekten de taşlar tamamen parçalanmamış, yalnızca üzerlerinde derin bir kırık mevcuttu. Hissettiğim rahatlamayla birlikte vicdanımın üstüne binmiş yükte kalkmıştı. Şükürler olsun ki herkes iyiydi. Metus ve önden gidenlerin gizlice bizi kollayacağını bilsem de hazırlıksız olduklarından çaresiz kaldıklarını zannetmiştim.

"Kara Cadıya ne oldu peki?"

"Kaçtı"

Anladığımı göstermek istercesine başını salladım. Endişelerimden sıyrılınca üzerime bir titreme geldi ardından hapşırdım. Hapşırık sesini duyulunca ikisinin de dikkatini çekti.

Donuyordum.

Resmen dişlerim takırdıyordu.

Sonuçta buz dolu bir göle düşmüş, içerisinde dakikalarca kalmıştım. Gideon dizlerinin üstünden kalkarak bana yaklaştı. Ne yapacağını düşünürken, eğilerek beni kucağına aldı. Refleksle kollarımı boynuna dolandım.

"Geri dönüyoruz" dediğinde istemsizce omzunu tuttum. Duraksayarak bana baktı. "Gölde" dediğimde gözlerini kıstı. "Gölde bir şey var" Metus araya girerek "Ne gibi bir şey?" diye sordu. İkisi de söylediklerimi geçiştirmek yerine can kulağıyla dinliyordu. Başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum ama sudayken bir şeyin varlığını sezdim. Buraya geldiğimiz andan beri hissettiğim rahatsızlıkla aynı türden. Orada bir şey olduğundan eminim" eğer öylece geri dönersek bu hissiyat içimi yiyip duracaktı. Ne olduğunu bilmek istiyordum. Altıncı hissim alarm veriyordu.

Gideon bir süre düşündü ardından Metus'a emretti. "Ateşi söndürün. Gölede girip bakın. Özellikle Alysa'nın düştüğü noktaya" Metus ağzını beş karış açıp "Ne!? koca gölü araştırmamızı mı istiyorsun? Alysa düştüğü anda zaten tüm buz buharlaştı. Müneccim miyim ben nereye düştüğünü bileyim!?" peş peşe itiraz etti. Gideon Metus'a arkasını dönüp "O şeyi bulmadan geri dönmeyin" dedikten sonra ormanın içine doğru yürümeye başladı. Omzunun üzerinden Metus'a baktığımda iki elini saçlarına sokmuş sinirle karıştırdığını gördüm. "Neden bu adamın emirleri hep 'imkansızı yapı' içeriyor! sokayım ya nereden bulacağım o şeyi ben!" onca itiraza rağmen yine de Gideonun emirlerini her zaman yerine getiriyordu. Görüş alanından çıktığımız gibi ona küfredeceğinden adım kadar emindim. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırsamda Metus için kötü hissediyordum.

Dediği gibi bulmak kolay olayacaktı.

Buz sayesinde düştüğüm noktadan araştırmak en mantıklı fikirdi fakat görünen o ki çarpışma esnasında gölün yüzeyindeki buz buharlaşmıştı. Vücudum o denli mi sıcaktı? hafiften kaşlarımı çattım. Güçlerimin sınırını merak ederken bir yandan da donarak, titriyordum...

Ateşten kaçarak, ormandan çabucak çıkarmıştı beni. Duman o kadar yoğundu ki öksürmekten boğazım parçalanmıştı. Ciğerlerim zaten uzun süre suya maruz kalmaktan yorgunlardı üstüne birde kirli havayı soluyup durmak göğüs kafesime ağırlık bindirmişti. Sonunda ormandan çıktığımızda temiz havayı derin derin solumuştum. Etraftaki ateş sayesinde azıcıkta olsa ısınmıştım ama nedendir bilinmez bir türlü vücut ısımı geri kazanamıyordum. Bunun normal olmadığı kesindi. Gideonda göle girmişti ama onun vücut sıcaklığı zaten ortalamadan çok yüksekti. O yüzden benim kadar etkilenmemişti. Göğsüne sığınmama rağmen yeterli gelmiyor daha da yapışıyordum. Gene de titremekten alıkoyamıyordum kendimi.

Aradığım sıcaklığı bir türlü bulamıyordum

"Biraz daha dayan güzelim. Neredeyse geldik" dedi. Farkındaydı. Hipotermi belirtileri gösteriyordum. Dişlerim takırdarken "Ç.. çok üşüyorum Gideon" dedim. Bana sıkıntılı bir bakış attıktan sonra hızını arttırdı. Kurt formuna dönüşmemişti, tüm yolu beni kucağında taşıyarak koşmuştu. Sırtında daha çok rüzgara maruz kalacağımdan bu yolu tercih etmişti. Kalash klanının ana kapısına değil de daha karmaşık ve gizli bir yol kullanıyordu, bizi direk evinin olduğu kesime çıkarmıştı. Hızlıca çit kapısını aşarak girişe ulaştı. Kapıya birkaç kere vurduğunda cevap alamayınca tek bacağını kaldırıp beni üzerinde sabitledi. Ardından kolunu kapının üzerine uzatarak parmaklarıyla anahtarı aradı. Anahtarı bulduğu anda kilide sokarak birkaç kere çevirdi. Ruby nine Seth'i alıp evine götürmüş olmalıydı ya da Yulier ve Hyuga gelerek oğullarını almıştı. İtiraf etmek gerekirse şuanda bunu düşünecek durumda değildim.

Gideon beni kucağında zıplatarak daha sıkı kavradı ardından kapıyı açtı ve içeri girdi. Salonun sıcaklığı anında vücuduma nüfus etse de o denli soğuktum ki gerekeni karşılamıyordu. Gideon ayağıyla kapıyı örttü. Ardından beni şöminenin önüne bırakarak hızlıca salondan ayrıldı. Popomun üstünde sürünerek şömineye daha çok yaklaştım. Ellerimi ateşe tutarak en azından titrememi durdurmaya çalışıyordum. Aradan bir dakika geçmeden Gideon geri geldiğinde elinde siyah bir battaniye tutuyordu.

"Soyun" dediğinde bana kal geldi. Baştan aşağıya sırılsıklamdım. Arada sırada çenemden aşağıya su damlamaya devam ediyordu. Saçlarım yüzüme yapışmıştı. Islak bir kediye benziyor olmalıydım. Elalarımda ki tereddüdü yakaladığında kaşlarını çattı. İtiraz etmeme izin vermiyordu. "Alysa bakmayacağım çıkar şu üstündekileri" dişlerini sıkarak konuştuğunda onu daha fazla sinirlendirmemek için başımı sallayarak onayladım. Sırtımı ona döndüğümde bakışlarını yere indirdiğini göz ucuyla görmüştüm. Hızlıca üstümdeki ceketi çıkardım ardından içimdeki bluz tarzı kıyafetin bağcıklarını titreyen parmaklarla çözmeye çalıştım. Biraz uğraşsam da sonunda başarmıştım. Botlarıma uzandığımda aldığım yaralar gerilerek sızlamıştı. İstemsizce inledim. Elim pantolonumun düğmesine gittiğinde duraksadım. Dudağımın kenarını ısırarak çaktırmadan Gideona baktım. Duymamış olsa gerekti zira gözleri hala aşağıya bakıyordu. Sesimi ben bile güç duymuştum yine de onun kulaklarından kaçmak zordu. Rahatlayarak düğmeleri çözdüm.

Yalnızca iç çamaşırlarla kaldığımda dikkatini çekmek için boğazımı temizledim. Bana ufak bir bakış attı ardından "Üzerindekini de çıkar" dedi. Bu kadar üşüyor olmasaydım büyük ihtimalle çoktan domatese dönmüştüm karşısında. "Bence sıkıntı yaratmazlar" dediğimde baskın bir sesle yeniden "Çıkar" dedi. Sonrada açıklamasını yeterli bulmamış olmalı ki "Çabuk ısınman gerek" deyip eklemişti. Gözlerimi ondan kaçırıp tüm odada gezdirdikten sonra kollarımı arkaya bükerek kopçalara uzandım. Askıları omzumdan düşürerek, kollarımdan çıkardım. Anında kolumu göğüslerime sarıp örtmüştüm. Ben daha ondan tarafa dönmeden yaklaşarak battaniyeyle tüm vücudumu sardı.

Tamamen çıplaklığımı kapatmıştı. Arkama geçip beni bacaklarının arasına alacak şekilde oturdu. Başımı ona çevirdim. "S.. sen ne olacaksın?" diye çekimser bir şekilde sordum. Bana üzerimdekileri çıkarmamı söylüyordu lakin o hala ıslak kıyafetlerle duruyordu. İlk önce bana sonra kıyafetlerine baktı. Ardından hızlıca botlarının bağlarını çözdü ve çıkardı. Ellerini üzerindeki kıyafetin bağcıklarına attığında hipnoz olmuş bir şekilde onu izliyordum. Bağcıkları hızlıca çözüp sırtından çekerek onu da çıkardı. Kaslı vücudu ortaya çıkmıştı. Parmakları pantolonunun düğmesine gittiğinde duraksayarak bana baktı. Tek kaşını yavaşça kaldırdığında girdiğim rüya aleminden bodoslama yere çakılarak uyanmıştım. Öyle bir hızla önüme döndüm ki boynum acımıştı. Aptal! ne diye durmuş adamın soyunmasını izliyorsun!

Kalbim göğsümü dövüyordu. Her gümleyişinde kemikten kafesini sarsıp içimi çekiyordu. Soluk alışverişlerim hızlandı. Ufak bir bakış attığımda pantolonunu çıkarmaktan vazgeçtiğini gördüm. Sanırım rahatsız olabileceğime karar vermişti. Hiç farkına varmamış gibi önüme bakmaya devam ettim. Şömine ateşinin çıtırtıları arasında ısınmaya koyulduk. Salonda yalnızca yağ lambaları yandığından loş bir aydınlık vardı. Şömine ateşi sayesinde birbirimizi net görebiliyorduk.

Huzurlu bir ambiyans olmasına rağmen strese girmiştim.

Dakikalar geçtikçe ısınıyordum. Hem önümdeki ateş hem de sırtımdaki çıplak göğsün verdiği sıcaklık kısa sürede mayışmamı sağlamıştı. Garip. Ormandaki koca yangın vücut sıcaklığıma etki etmezken şimdi tam tersiydi. Psikolojik bir şey miydi acaba?

Ciğerlerine derin bir nefes çekti. Göğsü aldığı solukla beraber şişerek sırtıma baskı uygulamıştı. "Kan kokusu alıyorum" dediğinde ilk başta anlamasam da sonradan aklıma dank etmişti. Yaralarım! göle düştükten sonra Ehidnalıdan aldığım yaralar kanamayı durdurmuştu. Bunu yapan elbette soğuk suydu! ama şimdi ısındıkça yaralarım çözülmüş ve yeniden kanamaya başlamışlardı.

Ona yaralarımdan bahsetmek konusunda kararsız kalışım benden önce davranmasına neden oldu. Burada ikimizden başka kimse yoktu. Kan kokusunun yoğun ve yakından gelişiyle elbette tüm oklar beni işaret edecekti. Elini battaniyenin yakasına atarak çekiştirdi. Kesiği gördüğünde gerildiğini hissetmiştim. Boynumdan aşağıya inen ılık sıvının hareketini tenimde hissediyordum.

Öfkeyle burnundan soluyup "Siktir!" dediğinde irkildim. Bir anda bağırması beni korkutmuştu. Sıktığı dişlerinin arasından "Yaralandığın halde neden susuyorsun Alysa! birde bu yaralarla göle düştün! mikrop kapması an meselesi!" tasalandığı kadar ciddi bir şey olacağını sanmıyordum. Gölün suyu oldukça temizdi tabi bunu ona söylemedim. "Abartma Gideon. Beni kim görse acemi olduğumu anlar. Yılan kadınlarla baş etmek sizin için kolay olsa da benim için değil. Hatta bunlarla kurtulduğuma şükrediyorum"

"Bunlarla mı? sikeyim dahası da mı var?!" hala kızıyordu. Görünen o ki diğer söylediklerime kulaklarını kapatmıştı. Örtüyü çekiştirmeye başladığında daha sıkı tutarak kumaşı ellerinden çektim. "Ne yapıyorsun!" ikimizde birbirimize kaşlarımızı çatmış bir vaziyette bakıyorduk. "O yaralardan en başından haberim olmalıydı!"

"Tanrı aşkına Gideon haberin olsa bile ne yapabilirsin ki? biraz daha ısındıktan sonra kesiklerle ilgileneceğim zaten. Bana verdiğin kremler duruyor onları kullanırım" bileğimi tutarak kendine doğru çekti. "Eğitimlerinin sayısını arttırmam gerekecek. Bir an önce yara almadan savaşmayı öğrenmelisin" bu adam beni süper kahraman falan mı sanıyor?!

"Böyle bir şey yapmayacaksın. Eğitimlerim gayet kararında"

"Alysa senin gözünde bunlar ufak tefek yaralar olarak kalabilir ama bilmelisin ki burada yara demek fırsat demektir. Düşmanın sana mertçe davranır mı sanıyorsun? orta diyarda hayatta kalmak için her durumu aleyhlerine kullanırlar. Yara almadan savaşmayı öğrenmek zorundasın" söylediklerini aklımdan geçirdiğimde baskın taraf haklı çıkmasından yanaydı. Kızgınlığımı söndürerek İç çektim. "Yapacağım. Ne öğrenmem gerekirse öğreneceğim ama böyle acele ederek elimi ayağımı birbirine dolama lütfen. Unutma ki benimde sınırlarım var. Dayanabileceğim kadar elbette dayanacağım fakat ölçüsüz olman bana yarar yerine zarar getirir"

"Söz konusu senken istesem de düşünmeden hareket edemem" sözleri beni afallattığında yutkundum. Ritmini bozmayı adet edinmiş nabzım hızlandı. Tuttuğu bileğimi parmakları yumuşakça okşayarak sırtımı iyice göğsüne yasladı. "Yaklaş. Onları iyileştireceğim" dediğinde daha nasılını sormadan boynuma eğildi. Bu hareketi istemsizce kaslarımın kasılmasını sağladı.

(+16 uyarısı! okumak istemeyenler ve ufaklar bu kısmı atlayıp işaretlediğim yerden devam edebilirler. Şarkıyı açın ;) )

Sıcak nefesi yaramla buluştuğunda tepki vermemek için battaniyeyi avucuma alarak sıktım. Dili ilk önce boynumda turlayarak süzülen kanı temizledi. Sonraki dil darbeleri kesiğe yönelikti. Sonunda buluştuklarında küçük bir acıya, derin bir sızlamanın eşlik ettiğini hissettim. Bileğimdeki parmakları sıkılaşarak uzaklaşmamı engelledi. "Dayan biraz" dediğinde öteki kesiklerin olduğu yerler hatırımda canlandı. Heyecandan kalbim ağzımda atıyordu oraları da mı yalayarak iyileştirecekti?

Bıçakla kestiğim parmağımı da yalayarak iyileştirmişti. Daha sonra da Seth'e mühürlüsüne eril Kurt'un salyasının şifa olduğu hakkında bilgi vermişti. Gerçekten de Gideon her yaramı ağız sıvısıyla buluşturduğunda iyileşiyordu. Mührün gerçek olduğunu bundan başka en iyi ne kanıtlayabilirdi? boynumu geriye atarak ona daha geniş bir alan sağladım. Uzaklaşmak istesem bile bana izin vermeyeceğinden emindim. Bu tarz hadiseleri Kurt'unun görev bilinci olarak görüyordu. İstese de doğuştan güdülerine işlenmiş gelenekleri yok sayamıyordu.

Gideonu kışkırtmak başka, Kara Kurt'u kışkırtmak çok başkaydı.

Gideon güçte olsa beni dinliyordu ama Kara Kurt için aynı şeyi söyleyemezdim.

Nefes nefese kalana kadar boynumdaki yarayı yaladı. Hem acıdan, hem de Gideonun dilini boynumda gezdirmesinden kısa sürede kan ter içinde kalmıştım. Aradığım sıcaklığın missiyle geri dönmesi iyiydi elbette ama beraberinde getirdikleri arzular tanışmadığım isimleri sırtlanarak etrafımı kuşatmıştı. Gözlerimi Gideona çevirdim. Şarap kızılı saçlarına yansıyan ateşin onu daha da çekici kıldığı karşı konulamaz bir gerçekti. Boynumla işini bitirdiğinde geri çekildi. Derin derin soluyordu. Gümüş irislerini elalarıma diktiğinde karnıma ağrı saplandı. Öyle bir koyulaşmışlardı ki artık griye çalıyorlardı. Bu adam kilometrelerce koşup yorulmayan biriydi. Yaşadığımız şu iki dakika ise onun nefeslerini sıklaştırmaya yetmişti.

Kuyuyu andıran köprücük kemikleri yükselip iniyordu. "Sıradaki nerede?" dediğinde tek kelime edemedim. Yoğunlaşan bakışlarının çekiminden kendini kurtaramıyordum. Battaniyeyi biraz aşağıya çekerek omzumu açığa çıkardım. Bakışlarını benden alıp omzuma indirdi. Zaten yakındık üstüne birde gözleri aklımı başımdan alıyordu. Onun dokunuşları bedenimde dolaştıkça kendim gibi hissetmiyordum. Bileğimdeki parmaklarını çözerek yukarı çıkıp bu sefer kolumdan tuttu. Başını eğerek ilk darbeyi omzuma attığında dişlerimi sıktım. Acıya alışmaya çalışsam da her yeni yarada başa dönüyormuşçasına uyuşmasını beklemem gerekiyordu.

Göğsüm körük gibi inip kalkıyordu.

Direnemiyordum.

"Gideon" diye gözlerimi sıkıp inlediğimde dona kaldı. Dudaklarımın arasından isminin çıkmasına mani olamamıştım. Gideon sertçe yutkundu. Büyük ihtimalle inlememi acıma yormak istiyordu lakin ikimizin hali de başka sebepleri önümüze koyuyordu. Ve bende... acının tek vasıta olmadığını biliyordum.

Gideon içine küçük bir soluk çekerek işine kaldığı yerden devam etti. Acele ediyormuş gibiydi. Sanki bir an önce bitirip uzaklaşmak istiyordu. Bir anda acının seviyesi yükseldiğinde tırnaklarımı pantolonuna sapladım. "Gideon nazik ol" dediğimde dudaklarını yaladı. Bana öfkeli bir bakış attığında şaşırmıştım. "Bir daha adımı söyleyerek inlersen amacımdan şaşacağım" beni neyle tehdit ettiğini anladığımda gözlerimi büyüttüm. Gözü dönmüşçesine gittikçe koyulaşıyordu irisleri. Kendini sıktığı o kadar belliydi ki taş kadar sertleşmişti kasları. Ses tonu bile boğuklaşmıştı. Uysal bir şekilde başımı salladığımda omzumdaki yarayı da kapatmıştı. Konuşursam sesimin titreyeceğini bildiğimden yalnızca avuç içlerimi açarak ona uzattım. Alttan alttan ona masum bir bakış attığımda kendi kendine bir şeyler homurdandı. Onu sinirlendirmek istemiyordum sonuçta beni iyileştirmek için çabalıyordu.

Sağ elimi alarak tüm sürtünmeden kaynaklanan sökükleri ve minik yaraları yaladı. Vücudumun bir çok yerinde salyasını taşıyordum. Nedenine anlam veremesem de bundan iğrenmemiştim. Sanırım deliriyordum! avuçlarımdaki yaralar az ve küçük olduklarından onlarla hızlıca ilgilenmişti. Bitirdiğinde ellerimi geri çektim. "Sıradaki" dediğinde aklımda beliren yerle kıpkırmızı oldum. Yerimde rahatsızca kıpırdandım ve gözlerimi ondan kaçırabildiğim her yere götürdüm. "S.. sonuncusunu ben halledebilirdim. Teşekkür ederim" başını yukarı kaldırarak, gözlerini sabır dilercesine kapattı.

Herhalde o da yaranın yerinin dirayetini son raddesine kadar kullanması gereken bir noktada olduğunu anlamıştı. "Nerede?" diye sorduğunda gözlerimi önüme çevirdim. "S.. sol üst baldırımın iç tarafında" dedim. Belki yerini söylersem pes eder diye düşünmüştüm. Başı hala yukarıdayken gözlerini hışımla açtı ardından ben daha ne olduğunu anlamadan ayak bileğimden tutarak beni aşağıya çekti. Ağzımdan kaçan çığlığı umursamamıştı bile. Üzerime çıktığında korku dolu gözlerle ona baktım. Yaklaşarak, eğildi. Elalarım direk dudaklarına odaklanmıştı.

Çok... çok fazla yakındı.

Bedenimi bu sefer farklı bir titreme etkisi altına altı. Gideon elini saçıma atarak tokamı kavradı. Tokayı usulca çektiğinde tepemde topladığım saçlarımda aynı yavaşlıkta hür kaldı. Artık renkleri beyaz olan tellerim yere ve omuzlarıma dağıldı. İç çekerek gözlerimi dudaklarından yukarıya, burnuna, oradan da gümüşlerine çıkardım. Beni hazır bekliyorlardı. Onları bu denli yakından görmek midemi düğüm düğüm etmişti.

Nasıl oluyor da kimsenin yapamadığını senin dokunuşların yapıyor?

Seninleyken kalbimin atmayı unuttuğu atışlar beni mahvediyor.

Kalbim her görevini ihmal ettiğinde organlarım tepe taklak oluyor. Ve tüm bunların suçlusu... sensin.

Böyle hissetmek istemiyorum.

Korktuğum şey başıma gelirse senden nefret edeceğim.

Senden nefret ediyorum.

Gideon terden alnıma yapışmış saçlarımı yüzümden uzaklaştırdı. "Örtünün kaymasına sakın izin verme" dediğinde nedenini sorgulamama kalmadan açıkladı. "Eğer kayarsa... kendimi daha fazla tutamam" deyince nutkum tutuldu. Benden daha fazlasını hissettiğini, mührün onu çıldırttığını biliyordum. Yine de kendini benden uzak tutmaya çalışıyordu. Ne halde olduğunu hissederken hem de. Yanaklarıma oturmuş sıcaklığa rağmen gözlerine bakmayı sürdürdüm. Bunu evet olarak kabul etmiş olmalı ki hafifçe geri çekildi fakat yakınlığını benden uzaklaştırmadı. Yüzü hala yüzümün üzerinde ve kalbime hasar verecek kadar yakındı. Gözlerimi yavaşça boynuma indirdi ardından bakışları dudaklarımda oyalandı. Öpeceğini düşünsem de beni yanıltarak aşağılara indi.

Örtüyü belimin üstüne kadar topladı ve bacaklarımı katlayarak araladı. Kollarını baldırlarımın arasından geçirip eğildiğinde girdiğimiz pozisyonla birlikte nefesim kesildi. Başını bacaklarımın arasına sokarak yaraya ulaştı. Dilini baldırımın iç tarafına sürüp yarayı yukarıdan aşağıya yaladığında hissettiğim utanç ve acıyla sıkıca gözlerimi yumdum. Kahretsin. "İ.. iğrenmiyor musun?" sorduğum soru kulağıma ulaşana kadar bende konuştuğumu fark etmemiştim. Elbette bahsettiğim şey kandı! Gözlerinin aşağıdan bana doğru çevrildiğini sezsem de ona bakmayı ret ettim. Şuanda öleceğimi bilsem de gözlerimi açmayacaktım!

İkimizi de daha ne kadar zor bir duruma sokabilirdim acaba!

"Aslına bakarsan beni kışkırtıyor" biraz önce verdiğim sözü unutarak bir anda gözlerimi açıp ona baktım. Dudaklarımı oynatıyor yine de ona bir şey söylemeyi beceremiyordum. Basan sıcaklık beni daraltmıştı. En sonunda "Edepsiz!" diyerek tısladığımda kıkırdadı. Dışarıya saldığı melodi sonsuz bir yankıya dönüşerek zihnime kazınmıştı. Erkeksi gülüşü ona çok yakışıyordu. "Ben vahşi bir adamım güzelim. Kan beni yalnızca tahrik eder" deyip beni utandırmayı sürdürdü. Kesinlikle bilerek yapıyordu!

Ona bakmak için kaldırdığım başımı zemine geri bıraktım. Gideonun yarayı yalarken çıkardığı şapırtı tüm odada yayılıyordu. Ses duvarlara çarpıp akis ediyor gibiydi. Sesi işittikçe içim gıdıklanıyordu. Yaptığımız şey şifa adı altında olsa da uygunsuzdu. Ateşle barut yan yana gelirse patlaması an meselesi olurdu. Yeni bir inlemeye mahal vermemek için elimi ağzıma götürerek ısırdım. Neden bu kadar uzun sürmüştü! "Bu yaptığımız doğru değil" dediğimde elimi daha sert ısırdım. Ona aklımdan geçeni söylemek gibi bir niyetim yoktu. Elimi geri çektiğimde tenimde bıraktığım diş izlerini görmezden gelerek, ağzımdan uzaklaştırdım.

İşini yarım bırakmadan devam ederken arada konuşuyordu. Cidden nasıl bir durumdaydık biz!

"Doğru değil? burada yanlış hiçbir şey göremiyorum"

"Gideon sen benim kocam değilsin! bu tarz yakınlaşmaları yabancı biriyle yapmak öğretilerime aykırı!" sinirle ve düşünmeden konuştuğumu Gideonun uyarıyla baldırımı sıkan parmaklarıyla idrak ettim. Ortama derin bir sessizlik çöktü.

Neden kalbim acıyordu? yalan söylemiyordum.

Dişlerini sıktığı içeri göçen yanaklarından anlaşılıyordu. Gümüşleri parıldadığında öfkesine hakim olamadığını anlamıştım. Bana öyle bir bakış attı ki ödüm koptu. Şuracıkta boynumu koparmak istiyor gibiydi. "Ben senin için bir kocadan daha fazlasıyım! sen benim mühürlendiğim kadınsın! senin karşı çıkman ya da istememen sikimde değil! sen bana aitsin Alysa! bunu yanımda kaldığın süre boyunca unutmasan iyi edersin! sana dokunmak benim en büyük hakkım! seni arzulamak, seni şuraya yatırıp aklının hayalinin alamayacağı şeyleri yapmak istemem yalnızca benim kadınım olmandan kaynaklanıyor! sana şimdi tolerans göstermemin tek sebebi hazır olmadığını bilmem! beni sakın sınamaya kalkışma!" uzun soluklu ve gazap kırıntıları katılmış konuşmasını şok olarak dinlemiştim. Resmen çığırından çıkmıştı.

Gözlerimin önüne gelen sahneyle unuttuğum görüntüyü hatırlamıştım. Kara Cadının Gideona istediği gibi dokunması ve onun göğüs oluğunda gezen parmakları... başımı eğdiğimde damarlarıma tırmanan hiddetin soğukluğunun sinsice beni ele geçirişini sezdim. Hışımla uzandığım yerden kalkarak üstüne doğru gittiğimde afallamıştı. Bir kolumla battaniyenin düşmemesi için uğraşırken elimi Gideonun göğsüne koyarak onu ittim. Bunu yapmamı beklemediğinden hazırlıksız yakalanmıştı. Bu yüzden istediğim gibi kolayca yerinden hareket ettirebilmiştim. Yere uzandığı gibi bir bacağımı kaslı karnının diğer tarafına atıp üzerine oturdum. Bunu yaptığım anda derince inlemişti. Parmakları belimi sıkıyordu.

(Buradan devam edebilirsiniz :) )

Kirpiklerini aralayıp yeniden bana baktığında iyice üzerine eğilerek gözlerimi kaçırmadan gümüşlerine sapladım elalarımı. "Demek ben senin kadınınım öylemi?! demek bana mühürlendiğin için sana aitim. Pekala. O halde bana neden o kadının sana dokunmasına itiraz etmediğini açıkla bakalım Kara Kurt! o yosmanın sana istediği gibi dokunmasına ses etmedin! hem de benim orada sizi izlediğimi mi bile bile! sana asıldı! seni istediğini gösterdi! orada ağzının payını verip ondan uzaklaşmadın! yaptıklarına seyirci kaldın!" neden sesim dışarıdan buram buram kıskançlık kokuyordu? saçımı başımı yolacak kadar oynatmıştım.

Ona bağırıyordum.

Hesap vermesini istiyordum.

Sinirle tırnaklarımı kalbinin üzerine götürerek batırdım. Kara Cadıyla olan sahne gözlerimin önünde oynadıkça gücümü arttırıyordum. Öyle ki parmak uçlarıma değen kanın ıslaklığını hissetmiştim yine de duramıyordum. Sanki kalbinde yabancı bir kadının ismini okursam tırnaklarımla oyacaktım onu göğsünden. Öfkemi Gideonun canını yakarak azaltmak istiyordum. Ona dokunmuştu! benden başka bir kadına dokunmuştu!

Katlanılamaz! yapamaz!

Gideon sanki hiç canı yanmıyormuşçasına ifadelerimi izliyordu. Aklımdan geçirdiklerimle mimiklerimin ikide bir değiştiğini tahmin edebiliyordum. Onun gözlerinde ise anlamsızlık vardı. Evet. Sanki sinirimin nedenini herhangi bir yere oturtamıyordu.

"Kadın? benim gördüğüm tek kadın sensin Alysa" dediğinde hala ona öldürecekmiş gibi bakıyordum. Başımı iki yana salladım. Yüreğim isyan ediyor, canımı yakıyordu. "Eğer öyle olsaydı onu uzaklaştırırdın. Sana dokunmasını izlememe izin vermezdin" karşı çıktığımda yutkundu. Dudaklarını yaladıktan sonra bakışlarını çevrede gezdirdi ardından bana döndü. Söyleyeceklerini kafasında toparlamış olmalıydı.

"İlgisini seni fark etmesin diye üzerimde tutuyordum"

"Tutma! kim senden bunu istedi!? beni fark edip etmemesi umrumda değil!"

"Daha körpesin. Senin ondan güçlü olduğunu biliyorum bunu kaçmasını sağlayarak zaten ispatladın. Ama büyüyüp başlarına bela olmadan önce senden kurtulmak isteyebilirdi. Daha kendinin farkına varmadığından varlığın baskın değil, seni fark etmemesini sağlamaya çalışıyordum. Alysa benim için kadın kavramı yalnızca seninle hayat buluyor. İçinde bulunduğumuz alemde sayısız dişi var ama ben hiçbirini görmedim, görmüyorum. Ta ki sen gelene kadar. Bir Kurt olduğumu idrak ettiğim günden beri bana yazılmış bir dişinin olduğunu bilerek yetiştim ben. Bir gün onunla tanışacağımı bilerek yıllarca bekledim. Benim için yalnızca bir tanesi kadınım hitabıyla eşitti. Sen yokken bile hiçbir kadına o gözle bakmadım. O anda da, Kara Cadı bana dokunmuş olsa dahi hissizdim. Ne bir duygu, ne de haz sezmedim. Seninse tek bir bakışın içime işliyor, uğraşmana bile gerek yok güzelim"

Bu cümlelerde neydi böyle? bu adam ne dediğini biliyor mu? dudaklarının arasından her kadının duymak istediği sözler, iltifatlar dökülüyordu. Yalnızca bana baktığını söylüyordu, ben yokken bile! gözlerime dolmak için bekleyen hazır yaşlar, hissettiğim berbat duygulara ulaşarak onları siliyordu.

Gideon uzandığı yerden doğrulurken belimdeki tutuşunu sıkılaştırarak düşmemi engelledi. Şimdi tırnaklarım kalbine hala saplıyken birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Elini yanağıma götürerek okşadı. Kirpiklerim kısıldı. "Körpe dişi Kurt'um. Eğer böyle hissedeceğini bilseydim yemin ederim o kadının bana dokunmasına izin vermezdim. Alysa öyle bir sır kutususun ki duygularından emin olamıyorum güzelim. Görmemem için her yolu deniyorsun, saklanıyorsun. Bana daha açık ol ki bende buna göre hareket edeyim"

"G.. Gideon" yapamam. Eğer sana duygularımı gösterirsem sende gidersin! "Şhii" Gideon parmağını dudaklarımın üstüne koyarak konuşmamı engelledi. Ardından kalbine saplı duran elimin üstüne, elini koyarak daha da bastırdı. Tırnaklarımın etine derince gömüldüğünü hissedebiliyordum. Ne yaptığımı ise şuanda fark ediyordum. Ciddi ciddi onu yaralamıştım. Beş tırnağımın arasından sızan kan kaslarına doğru süzülüyordu. "Yapma" dediğimde beni dinlemeyip daha çok bastırdı elimi. Yüzünde acı çektiğine dair en ufak bir duygu yoktu. Yalnızca elalarımın içine bakıyordu.

"Bakma şöyle acımıyor. İşlediğim kabahatin bir bedeli olmalı, hep olur. Eğer içini rahatlatacaksa burayı sökebilirsin" dediğinde gözlerimi sonuna kadar irileştirdim. Başımı sağa sola oynatarak elimi geri çekmek istedim fakat izin vermedi. "Neden?" diye masumca sorduğunda daha ne kadar şaşırabilirdim bilmiyorum. Resmen benden kalbini sökmemi istiyordu! "Gideon saçmalıyorsun" dediğimde durup gümüşlerini önüne çevirdi. Düşünüyor gibiydi. Hafifçe kaşları çatılmış, ardından aklına ne geldiyse çenesi seğirmişti. "Sen burada kaldıkça erkenden ölmem iyi olmaz" diye mırıldandığında kaşlarını çatan bu sefer ben oldum. Manyak herif cidden bunu mu sorguluyordu!

Sonunda elimi geri çekmeme izin verdiğinde rahatlamıştım. Kalbinin üzerini saran beş hilal yarasına bakarak gözlerimi kaçırdım. Nasıl bu kadar gözüm dönmüş olabilir? "Kendimi başka şekilde affettireceğim" hala orada kalmasına gözlerimi devirdim. "Yaraladım işte seni ödeştik say" diyerek çemkirdiğimde dudağının kenarı yukarı doğru büküldü.

"Hoşuma gitmediğini söyleyemem"

Mazoşist! bu adam kesinlikle acıdan zevk alıyordu!

Tam bir şey söyleyecektim ki kapı üst üste yumruklandı. "Gideon!" Metus'un sesini duyduğumuzda Gideon kapıyı açmak için ayağa kalktı. Ardından duraksayarak bana baktı. "Burada kal" dediğinde başımı sallayarak battaniyeye daha çok sarıldım. O kapıyı açmaya giderken ben az önce yaşadıklarımızı düşünüyordum. Zihnimde Gideonun söylediği güzel sözler uçuşurken onun ilk defa bu kadar uzun bir konuşma yaptığına şahit oluyordum. Bana kapalı kutu diyordu ama kendisinin de benden farklı bir yanı yoktu. Onu anlamak, düşündüklerini çözmek çok zordu.

Bir dakika bekle!

Yoktan var olan olasılık kendisini fark etmem için öne çıktığında kalbim sıkıştı.

Hep beni beklediğini söylemişti. O halde Gideon... bakir miydi?!...

"Lan niye çekilmiyorsun? bu sandığı bulana kadar gölde kaç saat kaldık biliyor musun sen?! bırak da az ısınalım"

"Git evinde ısın pezevenk. Bırakın gidin diyorum size sandığı!"

"Senin göğsüne ne oldu?" Hyuganın soru dolu sesi bir saniye sonra Metus'un eğlenen cümleleri tarafından cevaplandı. "Ha şimdi belli oldu bizi içeri niye almadığın. Alysa mı tırmaladı?"

"Metus kafanı kara gömerim. Siktir git!"

"Üfff iyi be! al şunu. Yarın Arastaya ineceğiz ona göre hazır olun" Metus konuştukça ben renkten renge giriyordum. Duyduğumu akıl edemiyor muydu?! Gideon da ne diye üstü çıplak açmıştı ki kapıyı! rezil oldum! ellerimle yüzümü kapattıktan sonra çığlık atmamak için başımı battaniyeye gömmüştüm. Ne diyecektim ben şimdi onlara?! hele Yulier öğrenirse tüm gün benimle alay ederdi! imaları da cabası!

"Kendini boğmaya çalışıyorsan daha farklı bir yöntem kullanmanı tavsiye ederim" battaniyeye gömdüğüm suratımı çıkararak yüzümü buruşturdum. "Hııı çok komik" kollarının arasındaki sandığı gördüğüm gibi diğer her şeyi bir kenara bırakarak heyecanla yanına yaklaştım. "Gölün altında hissettiğim şey bu muymuş?" Gideon hafifçe kaşlarını çatarak sandığa baktı. "İçindeki şeyi sezebiliyorum dediğin kadar meşum bir aura yayıyor. Bu olmalı" yere oturup bağdaş kurdu ve sandığı önüne bıraktı. Bende karşısına geçerek aynı işlemi tekrarladım. Sandık oldukça eskimişti. Öyle ki üzerindeki minik heykelin yüzü tamamen yok olmuştu. Uzuvlarında da kopuklar vardı. Sanırım sandığın neyle ilgili olduğunu tasrif ediyordu. Mahvolduğundan açmadan öğrenemeyecektik.

Daha dikkatli inceledim sandığı. Her yerine demirler çakılmıştı sanki içindeki şeyin kaçmasını önlemek istemişlerdi. İtiraf etmek gerekirse bu biraz ürkünçtü. Sandığın ucunda paslanmış bir kilit sarkıyordu. Gövdesi hala ıslaktı ve yer yer yosun bağlamıştı. "Gölde başka bir şey oldu mu?" diye sorduğunda huzursuzlandım. Başımı sallayarak "Fısıltılar" dediğimde bakışlarını sandıktan çekip bana çevirdi. "Fısıltı sesleri duydum"

"Sandığı korumaya çalışan ruhlar olmalı" ne oldukları umurumda bile değildi. O şeyler insanın psikolojisiyle oynuyor ve en derin travmaları ortaya çıkararak kişiyi ölüme sürüklüyorlardı! "Gideon içindeki şey bu kadar habis bir his yayarken açmamız sıkıntı yaratmaz mı?" başımıza yeni bir bela almak istemiyordum. "Hayır. Öyle bir şey değil bu" elini sandığın üzerinde silinmeye yüz tutmuş yazılarda gezdirdi. "Sanırım klanlardan birinin bıraktıkları mirası saklıyor" deyince içinde ne olabileceği hakkında fikir üretmeye başladım. Acaba hazine sandığı falan mıydı? altınlar? elmaslar? mücevherler!

"Nasıl açacağız? kilidin anahtarı kim bilir nere--" daha sözümü tamamlayamadan Gideon kilidi tutarak çekti. Kilit en ufak bir zorlanma belirtisi göstermeden çıt diye kırıldı. Bir Gideonun elindeki yarım kilide, birde sandıkta kalan diğer kısmına baktım. Bu adamın deli gücü olduğunu her seferinde unutuyordum. Boğazımı temizleyerek sustum. Ne diyebilirdim ki?

Sandığı bana doğru çevirerek "Aç" dedi. Benim açmamı söylüyorsa kesinlikle tehlikeli bir durum yok demekti. O halde neden böyle bir aura yayıyordu ki? derin bir nefes alarak sandığın iki tarafından tuttum. Heyecanlanmıştım. Ardından yavaşça kapağını kaldırıp tamamen açtım. Görüş alanıma giren şeyle birlikte gözlerim fal taşı misali açılmıştı.

Bu bir yumurtaydı!

Deve kuşu yumurtasından bir tık daha büyüktü. Yumurtanın üzerinde pullar vardı! pulların rengi mordan maviye doğru geçişliydi. Pul kenarları altın sarısıyla kaplanmıştı. Yumurta şeffaf kuvars taşlarının üzerine yerleştirilmişti. Taşlardan ona yuva yapılmıştı resmen.

Çok güzeldi.

Şaşkınlıktan kirpiklerimi kırpıştırarak Gideona baktım. "Bu da ne böyle?" Gideonun dudağı sinsi bir ifadeyle yukarı doğru kıvrıldı. Nedense bu gülümseme tüylerimi diken diken etmişti. Yumurtayı gördüğüne dair sevinmiş gibiydi. Aklından ne şeytanlıklar geçiriyordu acaba? kimi hedef aldıysa o kişiye şimdiden acımaya başlamıştım.

"Benimle kaldığın için şansının yaver gitmeyeceğini düşünüyordum yanılmışım" dediğinde böğrüme bir şey oturdu. Bu adam neden kendisini uğursuz olarak görüyordu ki? hayır. Asıl sorulması gereken şey; kim onu böyle düşünmeye itmişti? "Bu bir define" dediğinde merakla sözlerinin devamını bekledim. "Acaba hangi mistik yaratığın yumurtası? onunla antlaşma yapabilirsin" kafam karışmıştı. "Antlaşma mı?" hem bu şey gerçek bir hayvan yumurtası mıydı?! yalnızca yumurta biçiminde değerli bir süs sanmıştım.

"Hizmetçi sözleşmesi. Bazen mistik yaratıklarla diğer ırklar antlaşma yaparak efendi-köle bağlılığı için yemin ederler. Bu çok değerli bir bağdır. Yumurtada olması işini kolaylaştıracak. Bu tarz yaratıklar elbette kolay kolay birinin emri altına girmezler lakin söz konusu yavrularsa iş başka. Eğer onu besleyip kendini sevdirirsen sana itaat edecektir"

"Bir dakika bekle lütfen. Bahsettiğin bu antlaşma da ne tam olarak?"

"Basit. Sıradan bir evcil hayvan alıyormuşsun gibi düşün. Tek fark yumurtadan çıkan bu hayvanın akıl almaz güçlere sahip olacağı. Bu sayede güvenliğinde artacak" yani bu şey tahmin ettiğimden çok daha kıymetli bir şeydi. Anlattıklarından çıkardığım kadarıyla böyle bir hazine bulmak nadir gerçekleşiyordu. "Ama benim almam sorun olmaz mı? sonuçta bu şey herkesin elde edebileceği bir şey değil"

"Haklısın. Gördüğün yumurta için savaşacak bir çok klan var. Onun varlığını hisseden sensin. Bu da yumurtayı senin bulduğun anlamına gelir. İlk kim, ne bulduysa o şey ona aittir. O yüzden çekinmene gerek yok yumurta sana ait"

"Pekala"

"Gel buraya ilk antlaşmayı yapalım" başımı sallayarak uzattığı avcuna elimi koydum. Beni çekerek bağdaş kurduğu bacaklarının üzerine oturttu.

"Nasıl yapacağız?"

"İlk önce ona kanını vererek üstünde bağlayıcı bir büyü yapacaksın. Yumurta çatlayana kadar böylece onu kimse senden alamayacak. Doğduktan sonra ise onunda seni kabul etmesi gerekiyor yoksa sözleşme fes edilir" diğer parmaklarımı katlayıp işaret parmağımı tuttu. Köpek dişine götürerek hafifçe batırıp kanattı. Parmağımı yumurtanın üzerine tutarak bir damla kanın üstüne düşmesini sağladı. Yumurta kanı emdiğinde hafif bir şekilde parlayıp söndü. Gideon parmağımı yalayarak biraz önce açtığı yarayı kapattı.

"İçinden ne tür bir hayvan çıkacağını merak ediyorum" evcil hayvan fikri kulağa o kadar da kötü gelmiyordu. Umarım içinden bizon falan çıkmazdı.

"Kırıldığında göreceğiz"...

დ Kı kı kı bölüm nasıldı? Gideoncuğum yine kalpleri feth etti :D

დ Yumurtadan sizce ne gibi bir hayvan çıkacak?

დ Bölüm nasıldı? en sevdiğiniz kısım neresi oldu?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzereee!

VOTE ve YORUM vermeyi unutmayalım lütfen <3

Continue Reading

You'll Also Like

5.9K 939 61
Geçmişinizde bir cadı, bir prenses olduğunuzu öğrenseniz ne hissederdiniz? Riley Allen, on altısında genç bir kızdı, beklenmedik bir anında karşısına...
752K 64.4K 93
Wattys 2020 Genç Yetişkin kazananı.🏆 Yıldızlar üzerimizde parlarken kafamı kaldırdım. Gözlerindeki derinliğe bakmaya dayanamıyordum. Bir erkeğin ben...
115K 5.2K 13
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
114K 8.2K 49
Elena kendi köyünde babasıyla sıradan bir hayata sahiptir ancak bir gece namıyla korku salan ve eşi benzeri olamayan bir kral köylerine saldırı düzen...