"Büyü lisanının bir adı yok mu?" Ruby nine dikkatimi cezbettiğini anlayınca hevesle kaldığı yerden devam etti. 

"Oriya dili" 

"Oriya.." diye mırıldandım. 

"Bu eski harfler, bir şekilde çevrelerindeki dünyada belirli bir enerji akışını yaratmak için kullanır. Runik büyü yaratıcı ve çeşitlidir. Bu büyü dilini ne kadar çok irdeler ve idrak etmeye çalışırsan kimsenin erişemediği büyülere dokunabilirsin. Cadılar ve büyücüler bile kendi aralarında mertebe sahibidir. Eşit olamadıkları için ünleri artan çok az büyücü yada Cadı vardır. Bu yüzden derslerimizden biri Oriya dilini öğrenmek olacak. Bu dili bilmeden büyü yapmanın mümkünatı yok" 

Sadece ezberlemekle yetinmeyip, harflerin üzerinde alıştırma da yapsam iyi olacaktı. Çünkü kendi dilimizden çok uzak şekil ve kıvrımlar kullanılarak oluşturulmuştu bu alfabe. Yeşil kitabı bir kenara bırakıp, soluk pembe kitabı açtı. Karşıma çiçek ve bitki resimleri çıktı. Kendimi durduramayıp birkaç dal daha çevirerek göz attım. Her sayfayı etkilenmeden geçemiyordum. Resimler baskı şeklinde değil, fırça darbeleriyle çizilmişti. Bu kitap kimin şaheseriydi bilmiyorum ama çizimler o kadar ayrıntılı ve hassastı ki sanki gerçek gibilerdi! taç yapraklarının içinde ki ince erkek organları bile birebirdi! yanında ki boş kısımlara da detaylı açıklamaları eklenmişti.  

"Bu kitaptansa ormanın içinde yetişen bitki türlerini tanıyacaksın. Onlardan nasıl iksirler ya da ilaçlar yapacağını da sana göstereceğim" yutkundum. Kitapta neredeyse binden fazla yaprak vardı! bunları ezberlemem tam olarak ne kadar zamanımı alacaktı?! 

"Öğreneceğim başka bir şey kaldı mı peki?" Ruby nine bana alttan bir bakış attı. Bu bakış normalin aksine fazla huzursuz ediciydi. Bu yüzden daha gelecek şeyi duymadan önce tüylerim diken diken olmuştu. "Bunların yanı sıra sana diğer alemi de öğreteceğim" dediğinde uzuvlarıma yayılan kanın hızla geri çekildiğini hissettim. Tohum ekilmiş topraklarımda korku filiz atmıştı, kökleri ruhumu ağ misali sarıyordu. İtiraz etmek için dudaklarımı açmışken Ruby ninenin sözleri tüm söyleyeceklerimi boğazıma tepti. 

"Diğer alemi öğrenmeden kendini öğrenemezsin Alysa"...

Güneş batmaya yakın Ruby ninenin evinden çıktığımda ilk gün ki dersimi tamamlanmıştım. Gökyüzüne düşmüş alacakaranlık etrafı soluk bir maviye bürümüştü. Günlük işlerinin çoğunu halletmiş klan ahalisi yavaş yavaş toparlanıyordu. Ellerimdeki titremeyi durdurmayı defalarca kez denemiştim fakat her seferinde başarısız olmak, onları sadece saklamakla idare etmemle sonuçlanmıştı.

"Alysa?" Yulier'in afallamış sesini duyduğumda başımı ondan tarafa çevirdim. Yeşilin en koyu tonunu taşıyan irisleri yüzümde geziniyordu. Endişesini soluya biliyordum. Hızlıca yanıma gelerek koluma dokundu. "İyi misin? ruh gibi olmuş suratın" şuanda en görmek istemediğim siluete beni benzetmesi şaka gibiydi! kolumdaki elini yavaşça uzaklaştırarak "İyiyim" diyebildim. İyi falan değildim!

Yulier'in bakışları çıktığım eve kaydığında yüzündeki ifade anlayışla yumuşadı. Ardından öfkeyle  "İnanamıyorum! Ruby nine olsun, Gideon olsun asla kendilerini geri tutmuyorlar! daha ilk günün olmasına rağmen seni böyle korkutuyor!" diyerek ayağını hırsla yere vurdu. Aklımı gördüklerimden başka yere yormaya çalışarak "Neden Gideonla mukayese ediyorsun ki şimdi?" diye sorduğumda biraz önceki öfkesini unutarak "Sana söylemedim mi? Gideon, Ruby ninenin torunu" diyerek izah etti. Dış görünüş olarak pek andırmasalar da ikisinin de benzer renkteki saçları aralarında bir kan bağı olduğunun göstergesiydi. 

"Gideonun anne babası nerede?" diye birden soruverdim. Klanda yeniydim ve o kadar tanıştığım kişi arasında bu sıfata sahip birilerini görmemiştim. Hem Gideon da yalnız yaşadığını söylemişti. Yulier gözlerini benden kaçırdığında parmak basmamam gereken yere bastığımı hissetmiştim. Zira bu sorudan pek hoşlanmadığı belliydi. "Sana bunun hakkında bir şey söylemek bana düşmez fakat nasihatimi dikkate al Alysa ve sakın bu soruyu Gideona sorma" ses tonu baştan aşağıya uyarıyla çınlıyordu. 

KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|Where stories live. Discover now